EĞER BÖYLE BİR EŞE SAHİPSENİZ NE MUTLU SİZE
Ebu Zer radıyallahu anh’ın rivayet etmiş olduğu bir hadiste Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ben sizin görmediklerinizi görüyor ve biliyorum. Gökyüzü gıcırdayıp inledi ve gıcırdayıp inlemekte haklıydı. Gökyüzünde, alnını Allah’a secde için koymuş bir meleğin bulunmadığı dört parmaklık bile boş yer yoktur. Allah’a yemin ederim ki eğer benim bildiklerimi sizler bilmiş olsaydınız az güler, çok ağlardınız. Yataklarda kadınlarınızdan da zevk almazdınız. Yüksek sesle Allah’a yalvararak yollara ve kırlara çıkardınız.” (Tirmizi ve İbni Mace; Zühd)
Rasulullah sana ve bana gizli bir çok şeye hâkimdi. Allah dünü, yarını, cenneti ve cehennemi ona bir sofra gibi önüne sermişti. Bundan dolayıdır ki Rasulullah az gülüp çok ağlamıştır. Ama asla katı kalpli, suratı asık ve kaşları çatık bir çehreye de sahip değildi. Onu en iyi tanıyanların başını çeken Hz.Aişe onun hakkında şöyle der: “Rasulullah’ı küçük dili görünecek şekilde kahkahayla güldüğünü hiç görmedim. O sadece tebessüm ederdi.” (Buhari-Müslim)
Abdullah b.Haris’te; “Rasulullah’tan daha çok tebessüm eden bir kimse görmedim.” der. (Tirmizi)
Evet, Allah Rasulu az güldü ve çok ağladı. Secdede, zifiri karanlıkta, Kuran okurken, mezar başında, cenazede, namaz kılarken ve kıldırırken, gözlerinin dolduğuna, göğsünün fokurdadığına şahit olursun. Sadece gizli yerlerde değil, vaaz ve hutbe verirken hem ağladığına hem de ağlattığına tanık olursun. Bedir’in, Uhud’un, Hendek’in aslanlarını nasıl ağlattığını Enes b.Malik’e sor. Rasulullah ashabının durumuyla alakalı bir haber alınca şöyle bir konuşma yaptı: “Cennet ve cehennem gözlerimin önüne serilip bana gösterildi. Hayır ve şer açısından bugün gibisini görmedim. Eğer benim bilmiş olduğumu bilseydiniz az güler, çok ağlardınız”, buyurdu. Rasulullah’ın ashabına bundan daha ağır gelen bir gün olmamıştı. Başlarını örterek hıçkıra hıçkıra ağladılar. (Müslim)
“Yataklarda kadınlardan da zevk almazdınız.”
Allah Rasulünün hayatını okuyan her göz, yatağın ve kadınların hiçbir zaman cennetle, Allah’ın rızasıyla ve mücadelesiyle arasına perde olmadığını görecektir. Onun hayatını okuyan her insaf ehli, bu hadisle onun amellerinin paralelliğini kabul eder, her akıl sahibi onun hakkını verir;
Hira’dan inip yatağında örtüsüne bürünüp yaşadığı olayın şokunu atlatmadan; “Ey örtüsüne bürünen, kalk ve uyar”direktifini alıp Hz.Hatice’nin yanına gider ve ya Hatice! Uyku zamanı bitmiştir, der. Soluğu Ebubekir’in evinde alır. Siz onu Musab’la çarşıda, Sad b. Ebi Vakkas’la Kabe’de görürsünüz. Gizli faaliyetlerini Darul Erkam’da sürdürür, kuytularda namaz kılar, sessiz ve sadasız tavaf yapar… Ne zaman Allah, “En yakın akrabını uyar” diye buyurunca onu Safa Tepesinin üstünde görürsün. “Ey Fihr oğulları! Ey Adiyoğulları!…Tüm Kureyş toplanana kadar devam eder. “Ben size büyük bir azabın olduğunu söylüyor ve bundan sakınmanızı istiyorum” buyurunca Ebu Leheb’in kin ve nefret kokan sözlerini işitirsin.
Yine peygamberi Zul Mecaz çarşısında görürsün. “Ey insanlar! La ilahe illallah deyin ki kurtuluşa eresiniz.” Seslenişinin hemen arkasından Ebu Cehil’in onun üzerine toprak serperek, ‘Bu adam sizi aldatıp da dininizden etmesin! O ilahlarınızı bırakmanızı istiyor’ sözlerini işitirsin.
Onu, Mescid-i Haram’da namaz kılarken uğradığı hakaret ve işkencenin içinde görürsün. Birinin üstüne deve işkembesi bıraktığına, bir diğerinin secdede kafasını taşla ezmek istediğine, diğer birinin ise boğarak öldürmeye kalkıştığına şahit olursun.
Onun Mina’da tek tek evleri dolaştığını okursun… Rabi’a Abbad ed-Düeli şöyle der: “Allah Rasulünü hicretten önce Mina’da insanların evlerinde gördüm. Onlara, ‘Ey insanlar! Allah size O’na ibadet etmenizi ve kendisine hiçbir şeyi şirk koşmamanızı emretti’. Bu sırada bir adamın, ‘Ey insanlar! Bu adam size atalarınızın dinlerini bırakmanızı emrediyor.’ Dediğini duydum. Bu adam kim diye sorduğumda, Ebu Leheb dediler.’
Taif’te davetini genişletmek için gittiğinde ona bu mekânı dar edenleri görürsün. Kan revan içinde sığındığı bahçede Addas’ın hidayetine vesile oluşuna şahit olursun.
Taif öncesi ve sonrası hiç umutsuzluğa düşmeden onu Mina’da ve hac için gelen hacıların çadırlarının önlerinde davetini görürsün. Her bir çadırdan kavuluşuna ama sabrının neticesinde Medinelilerle gelen yardımı okursun… Ki onlar biraraya gelip, ‘Peygamber daha ne kadar Mekke’nin dağlarından kovulacak’ deyip onu sahiplenişlerine şahit olursun.
Kellesine 100 deve verilmesine rağmen hicreti esnasında davetini yaymada hiçbir tereddüde düşmeden Büreyde el-Eslemi’nin ve 2 hırsızın İslam’a girmelerine sebeb olduğunu görürsün.
Medine’ye ilk inişinde ashabını toplayıp vaaz verdiğine, kerpiç taşıyıp Mescid-i Nebeviyi inşa ettiğine şahit olup kardeşlik müessesi oluşturmada, Medine’de insanlar arası hukuku tesis etmede onu yine önde görürsün.
Mekke’de dün nasıl davette hiçbir tavize sebeb vermeden canhıraş mücadele ettiyse Medine’de de aynı aşk ve heyecan ile irşad çalışmalarına devam etti. Mekke de gördüğü sıkıntının kat ve kat fazlası ile tebliğ çalışmalarını sürdürdü. Çünkü burada hem yahudi ve hristiyanlar hemde yeni oluşan münafık sınıf vardı ki bunlarda Allah Rasulünün davetini engellemede Kureyş’i aratmadı.
İmam Buhari, Enes b. Malik’ten şöyle rivayet eder: “Allah Rasulüne keşke Abdullah b.Selül’e de gitsen dediler. Bunun üzerine Rasulullah bir eşeğe biner ve gider. Abdullah’ın yanına geldiğinde münafıkların başı ona şöyle çıkışır: ‘ Git başımdan! Eşeğinin pis kokusu beni rahatsız etti.’ Bunun üzerine ensardan bir adam, ‘Allah’ın adına yeminler olsun ki, Allah Rasulünün eşeğinin kokusu bile senin kokundan daha iyidir’ der.”
Usame b. Zeyd, Allah Rasulünün davet için İbni Selül’ün bulunduğu bir mecliste Kur’an okuduğunu ve bu münafık adamın peygambere serzenişini şöyle nakleder : “Be adam! İyisi mi sen evinde otur ve bize gelme. Söylediklerin doğruysa doğrudur. Bize meclislerimizde eziyet etme. Var ailene git, biri sana gelirse ona anlat.” (Müslim)
İmam Buhari, Ebu Hureyre’den bildirdiğine göre Allah Rasulü, yahudilerin tevrat okudukları Beytul Midras denilen yere varır. Ve onları İslam’a davet eder. Yahudiler şu cevabı verirler: “ Ey Ebal Kasım! Tebliğ ettin…(sana ihtiyacımız yok)”
Ey aziz kardeşim! Sen peygamberini Bedir’de, Uhud’ta, Hendek’te en ön saflarda; korkuların gırtlaklara yükseldiği Huneyn günü cihad meydanının tam ortasında, Mekke’nin fethinde mütevazi bir halde, ölümü anında bile irşad’da bulursun…Asıl dinlenme yurduna varana kadar yatakla arasına bir sınır koymuştu ki onun yatağı da insanın yüzüne iz çıkaran hasırdan ibaretti.
İşte müslüman bacım, sen eğer böyle bir eşe sahipsen ne mutlu sana. İnsanlar hanımlarının eteklerinde gezerken sen onu zor görebiliyorsan, sahil kenarlarında ailece çaylarını yudumlayanları düşünüp evde beraber çay içmeye hasretsen, yan komşun eşiyle alışveriş için giderken, davete harcadığı paralardan sana hediye bile alamayacak bir eşe sahipsen, dostların kocaları ile tatile çıkıp sana pazarını bile veremeyen bir adamla evliysen, annen-baban veya akraban ziyarete geldiğinde kocamın dersi var da ondan evde değil cevabını vermek zorunda kalıyorsan… Sabret…Sabret ki onun tozlandığı her yolun ecrine sahip olasın. Sabret ki ona verilen rahmetten istifade edesin… Sabret ki amel defterine işlemediğin ve belki de yapamayacağın ameller yazılsın… Sabret ki ona verilen cennete ortak olasın… Sabret ki aydınlanmasını istediğin yarınlarına kavuşasın…
Sabret Bacım. Sabrının karşılığı cennet olması duasıyla…