Ya proplenm çocuğunuz değil de sizseniz!
Çocuk psikolojisi bilmeyen anne babalar, çocuklarına nasıl yaklaşacaklarını, nasıl diyalog kuracaklarını bilmiyorlar.
Çocuklar aileden çok medyanın, arkadaş grubunun ve eğlence sektörünün tesiri altındadır. Linda ve Richard Eyre’ın yazdığı bir kitabın kapağında bir düşünüre ait şu sözler dikkat çekicidir: “Çoğu aileler çocuklarıyla iletişim kuramazlar, onlar sadece monolog yaparak vakit geçirirler.” Nedir monolog? Tek taraflı yaklaşım! Anne baba anlatır, çocuk dinler, “Sen adam olmazsın. Utanmadan bir de yalan söylüyorsun. Ne zaman ders çalışmaya başlayacaksın?” Anne babalar, bu suçlayıcı yaklaşımlarla çocuklarıyla kendi aralarında aşılması zor kalın bir duvar örerler.
Çocuklarımıza yeterince zaman ayırmıyoruz. Onları dinlemiyoruz. Endişelerini, korkularını, sevinçlerini paylaşmıyoruz. Gece gündüz koşuşturmaktan, geçim kaygısından onlara ayıracak vakit bulamıyoruz. Neymiş efendim? Onlar için çalışıyormuşuz, yemeyip yediriyor, giymeyip giydiriyormuşuz.
Hayır, çocuklarımızın bizden istediği bu değil! Onları iyi bir okula göndermek, maddî ihtiyaçlarını karşılamak zaten bizim görevimiz. Çocuklarımız bizden sevgi, anlayış, ilgi bekliyorlar. Her şeye rağmen onlara değer vermemizi, adam yerine koymamızı, duygularını paylaşmamızı istiyorlar. Bunlar çocukların vazgeçemeyeceği ruhsal ihtiyaçlardır. Ancak ruhsal ihtiyaçları karşılanan çocuklar kendilerini güvende hissederler.
Çocuklar kötü nottan değil anne ve babalarından korkuyor
Rekabetçi bir dünyada yaşıyoruz. Zayıfa hayat hakkı yok; yönetim ve ekonomi güçlülerin elinde! Üniversite ve iş imkânlarının kısıtlı olduğu ülkemizde gençler geleceklerinden emin değiller. Önlerine ulaşılması zor hedefler koyuyoruz. Ellerinden geleni yapıp yapmadıklarına bakmaksızın onlardan en iyisini istiyoruz. Çoğu bu kıyasıya yarıştan yorgun düşüyor, yarıştan çekiliyor, ruhsal bunalımlar geçiriyor. Karne intiharlarını duymayanımız yoktur. Peki, soralım o zaman; bir çocuk neden canına kıyar? Çünkü anne ve babasının beklediği böyle bir karne değildir. Bu karne ile eve gittiğinde suçlanacak, aşağılanacak ve ceza görecektir. Farkında olmayabiliriz ama bu çocuk için çok ağırdır.
Öğrencilerin çoğu, notlarını anne babalarına söylemezler veya gerçekte aldıklarından daha yüksek notlar söylerler. Yalanları ortaya çıkacağı için de veli toplantılarından nefret ederler. Sınavdan korkmayan öğrenci yoktur. Korkunun sebebi zayıf almak değil, anne babanın ve öğretmenin beklentisine cevap verememektir.
Danışmanlık yaptığım özel okul, geçen hafta yeni alacağı öğrencilere bir genel sınav uyguladı. Sınavdan geçer not alan öğrenciler okula kayıt yaptırmaya hak kazanacaklar. Bir öğrenci velisi aradı, çocuğunun sınava katılıp katılmadığını sordu. Listeye baktık, çocuk sınava girmemiş. Veli bunu duyunca çok kızdı: “Nasıl olur,” dedi, “ben onu sınava gönderdim?” İşte size tipik bir öğrenci problemi! Sebebi çok basit: Çocuk, geçer not alamayacağı ve anne babasının beklentisine cevap veremeyeceği korkusuyla sınava katılmamış.
Bozukluk, nesilde değil; ailenin eğitim anlayışında…
Kendileriyle görüştüğümüz çok az anne baba çocuklarından memnundur. Daha, “Nasılsınız?” demeden başlarlar yakınmaya: “Sorma hocam, notlar iyi değil. Aslında zeki bir çocuk, çalışsa yapar, ama çalışmıyor. Sorumluluk yok. Sıkıştığında yalan söylüyor. İyi arkadaş seçemiyor. Ne söylesek kızıyor. İki dakika oturup konuşamıyoruz. Biz böyle değildik. Nesil gittikçe bozuluyor. Bize bir akıl ver, ne yapmamız gerekiyor?”
Neslin bozulduğu tezi doğru değil. Anne baba ile çocuklar arasında iletişim kopukluğu var. Ailede problemli yetişen çocuklar okulda da problem yaşıyorlar. Anne babalar, yaptıkları yanlışların farkında olmadıkları için, problemin okuldan kaynaklandığını zannediyorlar. Çocuğun yaratılıştan zeki olması başarıyı garantilemez. Aile içinde kazanılan duygusal zekâ da en az genetik (yaratılıştan gelen) zekâ kadar önemlidir. Duygusal zekâ, ancak sevilen, değer verilen ve destek gören çocuklarda gelişir.
Çocuğun temel eğitim kurumu ailedir. Ailenin veremediklerini ve ihmal ettiklerini okul veremez.
“İyi çocuklar anneye kızmaz” mı?
Bazı eğitimciler insana doğuşta verilen duyguları iyi ve kötü olmak üzere iki gruba ayırırlar. Onlara göre, eğitimcinin görevi kötü duyguların yerine iyi duyguları yerleştirmektir. Çoğu anne baba da aynı kanaattedir. Çocuk eğitimine bu anlayışla yaklaştığımız zaman kötü olarak adlandırdığımız duyguları kınama, yasaklama ve inkâr yolunu seçiyoruz. Bu duyguları ifade eden çocuklarımıza, aynı ifadeleri tekrar etmemeleri için baskı uyguluyoruz. Herhangi bir sebeple annesine kızan bir çocuğa, “Ne kadar ayıp, insan anneye kızar mı! İyi çocuklar anneye kızmaz,” diyoruz. Eğer bir anne haksız yere çocuğunu cezalandırmış veya söz verdiği halde sözünü yerine getirmemiş ise, çocuğun kızarak bu davranışı protesto etmesi kadar normal birşey var mıdır? Çocuğun haklı öfkesini bastırmaya hakkımız yoktur.
Anne, baba ve aile büyükleri arasında ortak bir eğitim şekli olmayan, herkesin çocuğa farklı yaklaştığı ailelerde çocuklar neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenemezler. Anne yanlış bir davranışından dolayı çocuğa ceza vereceği zaman, büyükbaba veya büyükanne, “Torunuma dokunma, bırak yapsın!” diyerek arka çıkar. Kimi zaman anne çocuğun yanında babanın tutumunu eleştirerek, “Bu çocuğu sen şımartıyorsun, senden yüz bulup beni dinlemiyor” der. Dengesizlik ve tutarsızlık çoğu zaman anne ve babanın kendisinden kaynaklanır. Anne çocuğu yanlış davranışından vazgeçirmek için önce alçak sesle, “Yapma!” der, sonra sesini yükseltmeye başlar, bu da yetmeyince kızıp dayağa başvurur, arkasından çocuğu bağrına basarak özür diler.
Kimse mükemmel değildir
Mükemmel bir anne veya baba olmaya çalışmayınız. Mükemmel insan olmadığı gibi, mükemmel anne baba da yoktur. Mükemmel olmaya çalışan insan, yaptığı iyi şeylerden çok, yaptığı hataları görme ve bunlardan pişmanlık duyma eğilimindedir. Çocuğuna kızgınlıkla ceza veren ve sonradan pişman olan çok anne baba vardır. Biraz önce ceza verdiği çocuğunu yanına çağırarak sever, bağrına basar. Bu ikilem karşısında kalan çocuk neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenemez.
Çocuklarınızın başarılı, dürüst, faziletli, onurlu, hem kendilerine hem içinde yaşadıkları topluma faydalı birer insan olmasını istiyorsanız, onların her türlü duygu ve düşüncelerini ifade etmelerine; sadece entellektüel zekâlarını değil, duygusal ve ruhsal zekâlarını da geliştirmelerine izin vermeniz gerekiyor.