Yavrunuzun Dünyaya Gelişine Sevininiz
Allah Rasûlü (s.a.s) mü’minlere yaptığı bir tavsiyede şöyle buyurur:bebek
“Sevgi dolu olan ve doğurgan kadınlarla evleniniz. Ben diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla övüneceğim.”[1]
O (s.a.s); yuvaların kurulmasını, kurulan yuvaların sevgiyle, şefkatle, çocuk cıvıltıları ile dolmasını istiyor. İman nûru ile aydınlanan yuvalardan filizlenen yeni nesillerin yetişmelerini ve İslâm şuuruyla yoğrulmalarını, mü’min gönüllerle ümmet bütünlüğü içinde birbirlerine perçinlenmelerini, kenetlenmelerini ve her geçen gün çoğalmalarını arzu ediyor.
Enes (ra) anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.s) düğünden dönen kadınları ve çocukları görmüştü. Bu manzarayı Rabbinin bahşettiği bir nimet bilerek ayağa kalktı, sevincini ve sevgisini:
“Siz, insanların gönlüme en hoş gelenisiniz.” buyurarak dile getirdi.[2]
Bu Ensar'a ve Ensar'ın filizlenip çoğalmasına duyulan sevgi ve sevincin bir ifadesiydi.
Yıllar yılı çekilen çilelerden, İslam nûrunu gönüllere yerleştirmek için sürdürülen gayretlerden, onu söndürmeye çalışan zalimlere karşı verilen mücadelelerden sonra tabiî bir hayat akışına geçiliyor, kadınlar ve çocuklar yeni kurulan bir yuvanın sevincini üzerlerinde taşıyarak bir düğünden dönüyorlardı. Bunlar, kendi öz yurtlarından dışarı atılan, yakınları, akrabası tarafından dışlanan İslâm’ın ilk neferlerine kucak açan, onları kardeş bilerek bağırlarına basan Ensâr’ın kadınları ve çocuklarıydı. Bu görünüş, yeni bir baharın müjdecisiydi… Onların sergilediği bu canlı tablo ve gelecek günlere müjdeler taşıyan görünüşleri Allah Rasûlü'nü sevindirmiş ve Kâinâtın Efendisi duygularını bu şekilde kelimelere dökmüştü…
Çocuklar yuvaların meyveleridir. Dünyaya ağlayarak gelseler bile, onların ağlayışları çevrelerinde sevinç dalgalarına vesile olur, gönüllere ümit güneşleri doğar…
Onlar yepyeni bir başlayış, yeni bir umuttur. Dünyaya gözlerini yeni açan bir çocuk, köhnemiş yer yer küf tutmuş dünyaya tazeliğin, yeniliğin bir müjdesidir…
Zikr-i Hakîm’de:“Mal, mülk ve çocuklar dünya hayatının gönle hoş gelen zînetidir, süsüdür.” (Kehf 18/ 46) buyrularak işaret edildiği gibi…
Âyet-i kerîmenin devamı, ebedî kalıcı olan amellerin Allah katında daha hayırlı, daha ümit verici olduğunu vurgular. Bu çerçevede düşünüldüğünde bizlere bahşedilen servet ve çocuklar, dünya hayatıyla birlikte fânîliğin dehlizlerinde kaybolup gitmekten kurtarır, hayırlı ameller işlemek için sermaye ve imkân haline getirilirse bu elbette ki daha hayırlıdır.
O zaman insan hayat sonrasına uzanmayı başarmış, gelip geçici olmaktan kurtulmuş, gök kubbe altında adının hayırla yâd edilişine yol bulmuş olur. Bunun güzelliği tartışılamaz…
Dolayısıyla çocuklar, bir insanın amel defterinin ölümden sonra da hayırlı ameller için açık kalma ümididir…
Yuvalar, içinde İslâm sıcaklığının, îman aydınlığının hissedileceği; aynı duygu ve şuurla dolu çocuklarla içlerinin şenleneceği arzu ve ümidiyle kurulmalıdır.
Dünya devam ettikçe devam edecek sağlam bir zincirin en sağlam halkalarından birisi olma azmini taşımalıdır.
Elbette ki sıhhî sebeplerle çocuğu olmayan kardeşlerimiz de aramızda olacaktır. Veya ortada sıhhî sebep olmasa da çocuk sahibi olamamış, hatta arzu ettiği halde yuva kuramamış insanlar da bulunacaktır. Bu durum onların hatası manasına gelmeyeceği gibi, daha fazla ecir elde edebilecek imkânlar, fırsatlar bulamayacakları manasına da gelmez.
Belki bu insanlar salah, takvâ ve hizmetleriyle çok daha büyük hayırlara vesile olabilirler ve çok daha fazla ecir elde edebilirler. Nitekim nice hayırlara, güzelliklere vesile olanları da görüyoruz.
İbrahîm ve Zekeriyyâ aleyhisselâm'ın uzun yıllar çocuklarının olmadığı unutulmamalıdır. Daha nice hayırlı insanın, ilim-irfan ehlinin de çocuğunun olmadığı da bir hayat gerçeğidir.
Ancak ümmetin devamı, çokluğu, sağlam temellere oturuşu, geleceğe daha umutlu bakışı, âile sıcaklığında yetişen, maddî gıdalardan çok manevî gıdalarla gelişen çocuklar iledir… Bu gerçek de asla unutulmamalıdır.
Bugün maddî gıdaların ve imkânların çoğaldığı, mânevî duyguların ve güzel hasletlerin azaldığı da gözden ırak tutulmamalıdır…
Hz. Meryem'deki gönül safiyetini, onun Allah'a teslimiyetini, kendisi için hazırlanan odasında, mihrabında iken Rabbi tarafından rızıklandırılışını görünce yüz yaşına yaklaşan Zekeriyyâ aleyhisselâm'ın kalbinin de böyle bir çocuk sahibi olmanın arzusuyla doluşunu düşününüz. Sonra:
“Rabbim! Bana hayırlı, güzelliklerle dolu nesil lütfeyle! Şüphesiz sen duaları işiten ve kabul edensin!” (Âl-i İmrân 3/ 38) duâsını, sonra da gönül dünyasında nasıl bir duygu melteminin estiğini, dönüp dolaştığını...
Bir ümmet olarak bizim hayır ve güzelliklerle dolu bir nesle, böyle bir neslin yetişmesi için yükselen şuurla birbirine kenetlenen gayretli insanlara ihtiyacımız var…
Rabbimiz Zikr-i Hakîm'de;
“Allah size kendi cinsinizden eşler verdi ve eşlerinizden de sizlere çocuklar ve torunlar yarattı; sizi güzel ve temiz nimetlerle rızıklandırdı.” (Nahl, 16/ 72) buyurur.
bebekHayatın devamı eşler, çocuklar ve onları takip ederek halkaya eklenen torunlar iledir. Akıp giden bir hayatın içinde insan neslinin, yani çocuklarının ve torunlarının bulunması ve asırlar sonrasından torunlarının onu yâd etmesi güzel bir duygudur. Bu yâd ediş, sadece adını veya var oluşunu, unvanını, huylarını, şeklini yâd edişten öte hayırlı bir yâd ediş olursa elbette daha güzeldir. Hele de yâd ediş hayırlı torunlar tarafından olursa, bu hayırlı torunlar onun amel defterini güzel ameller için açık tutarlarsa, şüphesiz bu çok daha güzeldir.
Elbette ki gelecek günlerin neler getireceğini bilemeyiz. Ancak niyetlerimizi, emel ve ümitlerimizi güzelleştirmemiz, bunun için gayret etmemiz, gayretlerimizi dualarımızla bütünleştirmemiz bizim elimizdedir.
Günümüzde önceki yıllara göre çocuk sayısının, dolayısıyla yaşlılara göre genç neslin giderek azaldığı bir gerçektir. Bu durum, henüz tam olarak tesirini diyarımızda göstermese de imrendiğimiz, aralarına katılmak için akla hayale gelmedik tavırlar sergilediğimiz batı dünyasında kendisini açık ve net olarak gösterir hale gelmiştir. Birçok ülkede nüfus giderek azalmış ve yaşlanmıştır. Bu azalma ve yaşlanma devam etmekte, ailelere çocuk için yapılan çağrılar ve teşvik tedbirleri de çok defa faydasız kalmaktadır. Yine birçok ülke dışarıdan göç alarak bu açığı örtmenin telaşına girmiştir. Gayretlerini göç yoluyla ülkelerine gelecek olanların kültürlü ve seviyeli insanlar olması yönünde yoğunlaştırmaya başlamışlardır.
Nüfus azalması, dolayısıyla da yaşlanmasının birinci derecede sebebi, insanların şahsî zevk ve arzularını, kendi menfaatlerini düşünür, kendisinden başkasına aldırmaz hale gelişidir, getirilişidir. Bu anlayış sebebiyle kalplerde manevî boşluğun giderek büyümesi, aile yapısının çatırdayışı, evliliklerin sadece zevk ve menfaat anlaşmalarına dönüşmesidir.
Çocuk ilgi ister; zevkinin esiri olanlar için bağlayıcıdır; farklı şehirlerde, ülkelerde, otellerde, plajlarda gezip tozmalarına, barlarda, pavyonlarda sabaha kadar tepinmelerine engeldir. Gecesini gündüzünü birbirine karıştırır. Çalışıp para kazanmalarına sonra onu deliler gibi harcamalarına ayak bağı olur... Bunun için hamilelik arzu edilmez, bunun için çocuk istenmez…
Biz hedefi, gayesi, emeli, umudu, bugünü, yarını olan insanlarız. Çocuklarımızla sevinmeli, onların lütfu İlâhî olduğunu unutmamalı, onları yetiştirmek için gayretlerimize dualarımızı da eklemeliyiz. Sevinçlerimizi de belli etmeli ve paylaşmalıyız.
Âişe(ra) Vâlidemiz anlatıyor: Yeni doğan çocuklar Rasûlullah’a (s.a.s) getirilir, o da çocuklara mübarek olması için dua eder, tahnikte bulunurdu.”[3]
Tahnîk: Kuru hurmanın ağızda iyice yumuşatılarak çocuğun ağzına verilmesi, damağına sürülmesidir. Böylece çocuk yumuşatılmış hurmayı hisseder, fıtrî duyguyla onu emerek tadını alır, midesine giden ilk gıda da bu olur.[4]
Efendimizin bunu hicretin ilk çocuğu olan Abdullah İbn Zübeyr'e (ra) ve Ebû Talha ile Ümmü Süleym'in oğlu Abdullah'a da yaptığı tatlı hatıralarla anlatılır.[5]
Dünyaya yeni gelen çocuklar için Allah Rasûlü'nün kurban kestiği ve tavsiye ettiği hadis kaynaklarında yer alır. Bu kurbanın “akîka” olarak isimlendirilişi de…
Semüra İbn Cündüb'ün (ra) rivâyet ettiği bir hadiste şöyle buyrulur:
“Her çocuk akîkası karşılığı rehindir. Yedinci gün, onun için kurban kesilir, başı tıraş edilir ve ismi verilir.”[6]
Abdullah İbn Abbas’ın(ra) rivayet ettiği bir hadiste ise Allah Rasûlü’nün (s.a.s) bizzat bu kurbanı kestiği yer alır. O: “Rasûlullah (s.a.s) Hasan ve Hüseyin için akîka olarak birer koç kurban etmiştir,” der.[7]
Malikî, Şafiî ve Hanbelî Mezheblerine ve daha birçok ilim ehline göre bu kurban müekked sünnettir.[8]
Hanefî Mezhebine göre ise önceden var olan bu kurban, kurban bayramlarında varlık sebebiyle kesilen kurbanın vâcip kılınışıyla kaldırılmıştır.[9]
Ancak kaldırılmış bile olsa sevinç ve şükür ifadesi olarak kesilmesinde, onunla yemek hazırlanıp sevinci paylaşmak için dostların bir araya getirilmesinde herhangi bir sakınca yoktur. Nitekim Hanefî âlimlerinden İmam Tahâvî’ye göre akîka kurbanı kesmek müstehabtır. Bir başka ifadeyle, güzeldir, imkânı olup kesen insan bundan ecir kazanır.
Sevinçler paylaşılınca daha güzeldir. Çocukların, yıllar sonra büyüklerinden kendi doğumuna duyulan sevinci ifade eden akîka ile ilgili hatıraları dinlemesi de güzeldir…
Çocukların dünyaya gelişine sevincinizi dile getiriniz ve çocuğu olan dostlarınızı tebrik ediniz, onlar için dua ediniz.
-----------------------------------------------
[1]Sünen-i Ebî Davûd, Nikâh (2/ 542), Sünen-i Nesâî, Nikah (7/ 65-66).
[2]Sahihi-i Buhârî, Nikâh (16/ 359).
[3]Sahîh-i Buhârî, Edeb (18/ 140), Sahîh-i Müslim, Tahâret ( 1/ 237), Âdâb (3/ 1691).
[4]Lisânü’l-Arab, İbn Manzur (10/ 416), Câmiu’l-Usûl, İbn Esîr (1/ 366).
[5]Bak: Peygamber Dostları ÖRNEK NESİL (s. 155-156), Sahîh-i Buhârî, Fedâil, (14/ 37-38), Akîka, (17/ 198), Sahîh-i Müslim, Âdâb ( 3/ 1689, 1690-1691. Hadis No: 2144, 2146), Fedâilü's - Sahâbe (4/ 1915, 1599), El-İstîâb (2/ 301-302), El-İsâbe (2/ 309).
[6]Sünen-i Ebu Davûd, Edâhî (3/ 259-260), Sünen-i Tirmizî, Edâhî (4/ 101), Sünen-i Nesâî, Akîka (7/ 166), Sünen-i İbn Mâce, Zebâih (2/ 1056-1057). Tirmizî; “Bu hadis hasen sahihtir,” der. Nesâî’nin naklettiği hadisin isnâdı da sahihtir.
[7]Sünen-i Ebu Davûd, Edâhî (3/ 261-262), Bu hadis Sünen-i Nesâî’de “ikişer koç” şeklindedir. (Bak: Sünen-i Nesâî, Akîka 7/ 166).
[8]Müntekâ, el-Bâcî (3/ 102-103), Mühezzeb, (1/ 248), Keşşafü’l-Kına‘ (3/ 24).
[9]Bedâyiu’s-Sanâyi‘ (5/ 127), Nasbu’r-Râye (4/ 206-208), İ‘lâü’s-Sünen (17/ 101-113).