Zamane Rüzgârı Karşısında Aile Huzuru
Ömür boyu mutluluk ve huzur içinde bir yuvayı paylaşmak üzere kurulan aileler neden dağılıyor? En küçük Anadolu şehirlerinde bile boşanma oranları neden hızla artıyor? Cinnet geçiren eşler neden birbirlerine fiziksel zararlar veriyorlar?
Etrafımızda olan bitenlerle gazete televizyon haberlerini bir araya getirdiğimizde, aile bağımızın hızlı bir şekilde çözülmeye doğru gittiğini görebiliriz.
Ailenin kutsal olduğunu biliyoruz ama demek ki yeniden öğrenmeye, üzerinde düşünmeye, huzuru yeniden keşfetmeye ihtiyacımız var.
Her insan dünyada huzurlu ve mutlu bir yaşam sürmek ister. İster ki, kendisiyle anlaşabileceği bir eşi olsun, evliliğin meyvesi güzel çocuklarla yuvası şenlensin.
Genç yaşta hepimiz evlilik etrafında böylesine güzel hayaller kurarız. Ancak yapılan evlilik her zaman hayallerdeki gibi ilerlemez. Ne yazık ki, yuvalar pek çok insana mutluluk getirmiyor artık. Boşanma oranları sürekli artıyor.
Şöyle bir düşünün. Birbirlerine romantik vaatlerde bulunan, gözlerinin ondan başkasını görmediğini söyleyen eşlerin yuvaları altı ay sonra çatırdamaya başlıyor. İki taraftan ailelerin müdahalesi, arayı bulma çabalarıyla evlilik düşe kalka bir süre daha devam etse bile, yürümüyor, aile binası çöküveriyor. Eşler soluğu mahkeme kapısında alıyor ve anlaşılamadıklarından, beklentilerinin karşılanamadığından, saygı görmediklerinden şikayet ediyorlar. “Şiddetli geçimsizlik” yeterli mazeret sayılıyor ve hakim evlilik bağını çözüp eşleri kendi yollarına gönderiyor.
Boşanmanın ardından çiftler kendilerini bir boşlukta hissederler, ancak toparlanmaları çok uzun sürmez. Bununla birlikte, neden bu evliliği yaptıklarına hayıflanıp dururlar. Hayatlarının sonraki kısmında, geçirdikleri şanssız evliliğin acı hatıralarını her zaman taşırlar. Her fırsatta yüreklerinde burkulmalar olur, kelimelere dökemeyecekleri bir sızı hissederler. Kendilerine kızarlar. Çoğu kez de içleri boşandıkları eşlerine karşı öfke ve intikam ateşiyle yanıp tutuşur.
Bir ömürlük acı kısa anda
Esasında bu zorlu sürecin acısını en fazla hissedenler boşanan çiftler değildir. Hüznün, acının en yoğunu iki grup insanın üzerine çöker.
Bunların birincisi boşanan çiftlerin anne babalarıdır. Onlar çocuklarını belli bir yaşa kadar yetiştirip ellerinden gelen bütün gayreti göstermişler, yemeyip yedirmiş, giymeyip giydirmişler ve onlar için nice uykusuz geceler geçirmişlerdir. Zamanı gelince yavrularının hayırlı ve mutlu bir evlilik yapması için birikimlerini ortaya koymuşlar, kıpır kıpır kalpleriyle her türlü fedakârlığı göstermişlerdir. Evlatlarının yuvanın yıkılmasıyla birlikte kurdukları hayaller de yıkılıp gider. Yaşlılık dönemlerinde bütün hayatları boyunca çektikleri sıkıntılara denk bir sıkıntının altına girerler. Bir o kadar daha yaşlandıklarını hissederler. Yıkılan yuvaya mı, çocuklarının bundan sonraki hayatlarında bir düzen tutturamayacağına mı üzüleceklerini bilemezler.
Nice anne babanın böyle bir kederle, ömürlerinin son demlerini nasıl da elem içerisinde geçirdiğine pek çok kez şahit olmuşuzdur.
Gövdesi kırılan fidanlar
Ailenin dağılmasının yükünü çeken ikinci grup çocuklardır. Onlar hayatları boyunca bunun burukluğunu taşıyacak ve sıkıntının katmerlisini yükleneceklerdir. Yuvanın dağılmasıyla birlikte hayatlarının geri kalanını annenin sarılması, babanın okşaması veya her ikisinden yoksun geçirmek zorunda kalacaklardır.
Sevgiden yoksunluğun meydana getirdiği olumsuz etki büyüme çağlarında kendisini gösterecek ve ileriki dönemlerinde bunlar problem olarak sosyal hayatlarına aksedecektir.
Büyük şehirlerde halkın can emniyetini tehdit edecek boyutta terör estiren sahipsiz çocuklar ile her türlü kötü alışkanlığı olan gençlerin önemli bir kısmının, anne-baba şefkatinden ve kucaklamasından mahrum kalmış evlatlar olduğu hepimizin bildiği bir gerçektir. Çocuk, anne babasından göremediği sevginin bedelini topluma ödetmektedir.
Savrulan toplum
Ömür boyu saadet içinde bir yuvayı paylaşmak üzere kurulan aileler neden dağılıyor? En küçük Anadolu şehirlerinde bile boşanma oranları neden hızla artıyor? Cinnet geçiren eşler neden birbirlerine fiziksel zararlar veriyorlar? Aile içi şiddet neden son zamanlarda bu derece arttı? Bu ve benzeri pek çok soru zihnimizi kurcalar.
Bu soruları ve gazetelerin üçüncü sayfalarını işgal eden aile haberlerini bir araya getirdiğimizde, toplumun çok kötü ve de hızlı bir şekilde çözülmeye doğru gittiğini görebiliriz. Yaşı ellinin üzerinde olanlar, kendi gençlik dönemleriyle içinde yaşadığımız zamanlardaki aile ortamlarını karşılaştırdıklarında, toplumun ne kadar savrulmuş olduğunu çok iyi anlamaktadırlar.
Nereden başlamalı?
Önce neyi düzeltmeliyiz? Şüphesiz ilk yapılması gereken, bütün aklımızı, tecrübemizi kullanarak sağlam zemine oturmuş bir evlilik yapmak, oğullarımızı ve kızlarımızı bu beceriyi gösterecek şekilde yetiştirmek olacaktır. Yoksa ta başından sorunlara gebe bir şekilde olarak kurulan evlilik bağı zaman içerisinde kolayca yıpranacaktır. Bunun sonucunda da ailenin iç huzuru bozulacak ve çare, oranı gittikçe artan boşanmada aranacaktır.
Boşanmak aslında çoğu kez bir kaçıştır. Sorunlara boyun eğmek ve mücadeleyi bırakıp kendi yalnızlığımıza çekilmektir. Yine de boşanma aşamasına gelmiş bir evlilik için bazen boşanmanın daha hayırlı olacağı durumlar da vardır.
Nitekim çarelerin tükendiği aşamaya gelinmiş olabilir. Böyle yuvalar dağılmasa bile eşler arasındaki bağ son derece zayıfladığı için evlilik sözde evlilik halini alır. Böylesi ailelerin meyvesi olan çocuklar da olumsuz şartlarda yetişmiş olduklarından, sorunlara karşı daha korumasız hale gelirler. Zira sıcak aile ortamı, aile içindeki bireyleri koruma altına alır. Özellikle çocuklar bu korumadan en büyük payı alacak olanlardır. Bunun aksi düşünüldüğünde de koruma pozisyonunu kaybetmiş bir ailenin bireyleri -özellikle çocuklar- her türlü dış tesire açık hale gelmektedir.
Gidişat nereye?
Dış kültürlerden oldukça fazla etkilendiğimiz şu günleri bir de bahsettiğimiz açıdan değerlendirelim. Ülkemizde basit nedenlerle boşanma oranları hızla artmakta ve manzaraya baktığımızda haklı olarak endişe etmekteyiz. Bozulma bu şekilde sürüp gittiği takdirde aileden kazanılan değerlerin de gittikçe zayıflayacağı bir gerçektir. Aslında bu gidişin bizleri Batı toplumlarındaki “bireyin yalnızlaşması” ve “güven duygusunun yitimi” noktasına getirmesinden korkmalıyız.
Aile sıcak bir ortamdır. İnsan yaratılışı gereği böyle bir ortama daima muhtaçtır. Zira yuvanın kişiye sağladığı anne-baba ve evlat ilişkisi merhamet bağlarını güçlendirir. Bundan başka insandaki güven duygusunun artmasına, günlük hayatta karşımıza çıkan sorunların sebep olacağı bunalımların engellenmesine vesile olur.
Aksi takdirde evlenip boşanmaların sıradanlaştığı, çocuklar ile aile arasındaki bağların zayıfladığı, insanların birbirlerinin sorunlarını kendilerine dert edinmediği bir manzara ile karşı karşıya kalırız.
Bir müslüman olarak ailenin farkına varmak
Peki, neleri düzeltirsek sarsılmakta olan aile bağlarını kurtarabiliriz, böylece çocuklarımızın yarınlarından endişe etmeyiz, gözlerimizi huzur içinde bu dünyaya kapatabiliriz?
İlk şu noktadan başlamak gerekiyor. Hepimizin gördüğü gibi, manevi değerlerimizden yoksun yetişen yeni kuşak, ailenin kutsiyetinin farkında değil. Oysa İslâm’ın biz müslümanlara öğrettiği şeylerden birisi de, aile ortamının bizlere müslümanlığımız için daha elverişli bir ortam sunuyor olmasıdır.
Müslümanın ibadeti sadece namaz kılmak, oruç tutmak gibi hemen aklımıza gelen ibadetlerle sınırlı değildir. Mümin kişi hayatının her diliminde ibadettedir. Aile ortamı da bunların en başında gelir. Kişi, Hz. Peygamber’in buyurduğu üzere eşinin ağzına koyduğu lokmadan bile ibadet sevabı alır. Hatta harama düşmeden fıtrî ihtiyaçlarını helal yoldan karşıladığında dahi sevap alır.
İnanan kişi, her zaman ibadette olduğu düşüncesini zihninde tutamasa bile, özünde bu niyet olduğundan dolayı, ailesinin maişetini temin için çalışmasından, onlara güler yüz göstermesinden, bilebildiği, dilinin döndüğü kadar İslâm’ın güzelliklerini anlatmasından, fırsat bulduğu vakitlerde camiye götürmesinden... kısaca ailesinin Allah ve Rasulü’nün istediği bir yaşam sürmesi için çaba harcadığı her şeyden sevap alır. Allah ve ahiret bilincinin yüksek olduğu bu yuvalarda öncelikli amaç Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak, helal çizgi üzerinde yürümeye gayret ederek müslümanca bir ömür sürüp, yine müslümanca vefat etmek olduğundan, eşlerin manevi olarak birbirlerine ve çocuklarına verecekleri çok şey vardır. Eşlerin beraber vakit geçirmesi, sorunlara birlikte çara araması, konuşması, birbirlerini dinlemesi manevi olarak güçlenmelerini, birbirlerinden destek alarak Allah’a daha kuvvetli yönelmelerini ve yaşadıkları hayattan müthiş derecede manevi haz almalarını sağlar. Hz. Peygamber efendimizin, insanın yanında huzur bulduğu eşini, müminin elde edebileceği en büyük nimetlerden biri olarak saymasının nedeni bu olsa gerektir. Elbette bu güzellik çocuklarına da sirayet edecektir.
Büyük beklentilere gem vurmak
Ailenin çabuk dağılmasının en büyük nedenlerinden birisi, manevi açlığın artmasına paralel olarak insanların maddi beklentilerinin ve kanmak bilmez iştahlarının azmasıdır.
Yabancı kültürlerin ve İslâm’ın hayattan çekilmesinin de etkisiyle birlikte insanlarda sınırsız bir madde hastalığı baş göstermiştir.
Gittikçe kanaat duygusunu kaybeden toplum artık elde ettiğini yeterli bulmamakta, her zaman daha fazlasını istemektedir. Kanaat duygusu kaybolduğu için çoğu zaman kazanılan para ihtiyaçları karşılamaya yetmemektedir. Televizyonlarda seyredilen şaşalı yaşantılar, dizilerde gösterilen zengin evleri ve her gün bir yenisi reklamlarda arzı endam eden ürünler insanların yetinme duygularını aşırı derecede örselemektedir. Marka merakı, birkaç ayda bir yenisini alma gibi tatminsizlikler ailenin maddi imkanlarını çok zorladığından ve talepler karşılanmadığından dolayı aile içinde büyük huzursuzluklar baş göstermektedir. Bu kanaatsizliğin son derece vahim bir sonucu olarak eşler birbirini de yetersiz bulmakta, sürekli kıyaslama duygusuyla hareket etmektedir. Oysa başkalarının sahip olduklarına özenmek ve gücünün üstünde, hayatın ona sunduğundan farklı bir yaşam sürmeye çalışmanın varacağı nokta huzursuzluktur. Bu ise aile saadetini kökünden dinamitlemektedir.
‘Para kimdeyse’ ilkelliğine düşmemek
İstatistiklere göre, günümüzde ekonomik bağımsızlık da ailenin dağılmasını kolaylaştıran etkenlerin başında gelmektedir. Hanımların iş alanında bağımsızlıklarını kazanmaya başladığı son yıllardan itibaren boşanma oranlarının artmasında bunun etkisi çok fazladır.
Önceleri yuvanın dağılmaması ve boşanma durumunda sığınılacak yer bulmadaki endişeden ötürü hanımlar eşlerinin kendilerine karşı olan yanlış, katı tutum ve davranışlarına katlanmak durumunda kalıyorlardı. Ancak maddi imkanların artmasıyla birlikte kadın kendisini özgür ve bağımsız hissetmeye başlamış, “Böyle bir eşin çilesini çekeceğime boşanıp kendi hayatımı yaşarım.” demeye başlamıştır.
Fakat bunun altında yatan neden, kadının para kazanıyor olmasından ziyade, yine yanlış giden evliliktir. Erkeklerimizin hanımlarını elleri altındaki bir eşya gibi görmesinin, şiddet uygulamasının, acı çektirmesinin durumun bu noktaya gelmesindeki tesiri çok fazladır. Kadını ezmeyi din sanan anlayış, boşanmaların ana sebeplerinden biri olmaktadır. Burada yaşanmış bir örneği aktarmak isterim: Anne vefat eder ve çocuklar annelerinin vefat etmesinden yaklaşık bir yıl kadar sonra emekli imam olan babası için eş aramaya başlarlar. Çünkü babaları yanlarında rahat edememekte, yalnız kaldığında da hizmetini görememektedir. Sonunda emekli maaşı olan dul bir hanım bulurlar. Kadını evinde ziyaret ederler. Hoş beşten sonra niçin geldiklerini zaten anlamış olan kadına durumu anlatırlar, babalarıyla evlendirmek arzusunda olduklarını söylerler. Kadının cevabı şu olur:
– Birinciden kurtulana kadar canım çıktı, bir ikincisinin sıkıntısını çekemem. Ondan kalan emekli maaşımla kimseye bağlı olmadan huzur içinde yaşıyorum.
Bu cevap erkeklerimizin eşlerine karşı nasıl davrandıklarını, aile yuvalarını zehir edip etmediklerini anlamaları açısından çarpıcı bir örnektir. Lütfen şu soruyu erkekler kendilerine sorsunlar: “Eşimin bir meslek sahibi ve para kazanabiliyor olsaydı evliliğini devam ettirir miydi?”
Hanımların ekonomik özgürlüklerini kazanmalarının boşanmayı kolaylaştırdığını söylerken, suçu tamamen erkeklerin üzerine atmak da haksızlık olur. Zira ekonomik bağımsızlıkla birlikte kocaya karşı olan bağın zayıfladığını ve “olmazsa da olur” noktasına çok çabuk gelinebildiğini söylemek gerekir. Paranın verdiği rahatlıkla her şey bir anda sonlandırılmak istenebilmektedir. Elbette bu da dinî duyguların zayıflamasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla her iki tarafta da kusurlar söz konusudur.
Tekrar başlama zamanı
Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, “Allah’ın en sevmediği helal” olarak boşanmayı zikreder. Neden zikretmesin ki? Evlilik boşanmak için yapılmaz ki!.. İnsan neden evlenir? Mutlu bir yuva kurmak, huzur bulmak ve güzel çocuklar yetiştirmek için... Ancak faziletlerin gözden düştüğü, eşlerin maddi ihtiraslarını öne çıkardığı, harama helale dikkat edilmediği, ibadetlerin ihmal edildiği, Sünnet’in manevi havasının evi kuşatmadığı bir yuvanın ne bereketi olabilir ki? Bedensel ihtiyaçlar giderildiği, aşk bittiği zaman eşleri bir arada tutan bir şeyler varsa o yuva devam eder. Bu şeyler de mümin inançlar, faziletler, güzel ahlâk, güzel örf ve adetlerdir.
Sanırım biz büyükler olarak kendimizi suçlamak hiç aklımıza gelmiyor. Oysa biz önce eşimize, sonra çocuklarımıza maneviyat adına ne sunduk ki yavrularımızın yuvalarının sağlam zeminde devam etmesini bekleyelim. Ya da İslâm’a hizmet edecek çocuklar yetiştirmelerini ümit edelim? Gerçekten biz Allah ve Rasulü adına evimizi maneviyatla kuşandıramadık ki! Onları iyi birer örnek olamadık ki!
Öyleyse, etrafımızda olup biten ve çocuklarımız da dahil olmak üzere hepimizi etkileyen olumsuzluklardan dert yanmak yerine, kendi üzerimize düşen sorumluluk çerçevesinde ne yaptığımızı, çocuklarımıza değerlerimizi, ibadet aşkımızı, kanaatkâr olmayı, gönül huzurunu ne kadar verebildiğimizi, gösterebildiğimizi bir düşünelim ve önce buradan başlayalım. Zira biz düzelirsek ailemiz düzelir. Aile daha sağlam temeller üzerine kurulur ve sorunlar daha kolay bertaraf edilir.
Taha YILDIZ