Doyumsuzluk ve Çocukluk
Birçok ebeveyn, çocuğunu üzmemek için her istediğine evet der. Bu da çocuğun doyumsuz birey olarak yetişmesine sebep olur. Önü alınmazsa gelişir, büyür ve tedavisi imkânsız bir hal alır. Zira bugünün doyumsuz çocuğu, yarının tatminsiz yetişkini olmaya adaydır.
Doyumsuzluk, kanaatin zıddıdır ve bedenin değil kalbin hastalığıdır. Bu hastalığa müptela olan bir kimsenin, vadiler dolusu serveti olsa yine de gözü doymaz, asla “yeter” demez. Elindeki ile yetinmez, hep daha fazlasını ister, daima yenisini arzu eder. İstekleri gerçekleştiğinde ise kanaat etmez, daha yenisiyle değiştirmeye bakar.
Kişilik çocuklukta şekillenir
Doyumsuzluğun altyapısında çocuklukta yaşananlar vardır. Oyuncağa boğulmuş, daima yenisi geldiği için elindekileri hoyratça kırıp atabilen bir çocuk, yarın etrafındaki insanları, belki ailesini de tüketilecek bir eşya gibi görmeye başlayabilir.
Yeterli ve dengeli ilgiden mahrum kalmış, bu eksikliği ölçüsüz tüketimle giderilmeye çalışılmış bir çocuk sorunlu bir kişilik inşa eder. Bencilleşir.
Diğergâmlığı ve fedakârlığı öğrenemez. Rahat bir hayat ister, asla sıkıntıya gelemez. Başıboş olmak ister, asla sorumluluk alamaz.
Tahammülsüz olur, sabredemez. Hırslı olur, kanaat edemez. Daima şikâyet eder, şükredemez. Herkesten ilgi bekler, ama kimse ile ilgilenmez. İş hayatında da aile hayatında da kolay kolay sağlıklı ilişki kuramaz. Sorunlu ve sıkıntılı bir kişi olur.
Çocuğun her isteğinin yerine getirilmesi ya da en tabii çocukluk isteklerinin bile sürekli reddedilmesi doyumsuz kişiliğin en önemli temelidir. Anne babanın bu iki hatası daha çocukluk çağında olumsuz sonuçlar doğurmaya başlar. Pek çok anne babanın “Çocuğum hiçbir şeyden memnun olmuyor, hiçbir şeyi beğenmiyor, hiçbir şeyin kıymetini bilmiyor, hep mutsuz” diye yakınmasını bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Her istediğine zahmetsiz kavuşan bir çocuk, büyüyüp gerçek hayatla yüzleşince bocalar. Eksik ve pasif kalır. Özgüvenini yitirir. Bu eksiğini ya yalnızlaşarak ya da başkalarına tahakküm ederek gidermeye çalışır.
En tabii istekleri bile reddedilmiş, kendisine değer verilmemiş çocuklar ise büyüdüklerinde etrafındakilere kendi yaşadıklarını yaşatır. Kimseye değer vermez. Kendisinden yukarıdakilere ölçüsüz boyun eğerken altındakilere zulmeder. Bu da değer verilmemenin doğurduğu başka bir doyumsuzluk halidir.
Sorumluluk bilinci aşılamak
Anne ve baba, çocuğunu sorumluluk bilinciyle yetiştirmeli. Yaşına uygun işler vermeli. Ona evin patronu olmadığını, aksine, üzerine düşenleri yapması gereken bir aile ferdi olduğunu hissettirmelidir. “Çocuğum henüz küçük, ona kıyamam veya beceremez” gibi cümlelerden kaçınmak gerekir.
Günümüzde pek çok anne baba kıyamadıkları ya da yapamayacaklarını düşündükleri için çocuğa sorumluluk vermekten kaçınıyor, dahası onların her işini kendileri yapıyor. Bu tavır, çocukta sorumluluk bilincinin gelişmesi bakımından büyük engeldir. İleride sorumluluğunu yerine getiremeyen, en ufak görevin bile altından kalkamayan kimseler haline getirme riski taşır.
Her anne baba, gerek dünya işlerini gerek Allah Tealâ’ya karşı görevleri çocuğuna öğretmeli, mesuliyetlerini bildirmelidir. Aksi halde hem dünya işleri hem de manevi vazifeler hususunda şuuru eksik, duyarsız bir karakterin temeli atılmış olur.
Saygıyı, sabrı ve kanaati öğretmek
Saygı ve sevgi çocuğa örneklenerek öğretmelidir. Kendi aralarında muhabbet ve saygının eksik olduğu anne babalar, bu hususta çocuklarına da kötü örnek olduklarını bilmeliler. Ayrıca çocuğun büyüklere karşı nasıl davranması gerektiği uygun zaman ve lisanla hatırlatılmalıdır. Çocuğunun bir büyüğe karşı saygısız davranış ve hitaplarına tanık olan anne baba bu durumu aklında tutmalı, yeri geldiğinde nasıl olması gerektiğini söylemelidir. “O daha çocuk” diyerek bu tarz durumlarda çocuğunu savunmamalı ve bu durumu asla hafife almamalıdır. Göz yummak, duygusallık göstermek, kırmamak için ikaz etmekten kaçınmak, çocuğa yapılmış bir iyilik değil, kötülüktür.
Çocuğu disipline etme çabasında her şeyden önce anne baba kararlı ve güvenli olmalıdır. Pasif davranmamalı, fakat aşırı da zorlamamalıdır.
Çocuk eğitiminde en önemli unsur dengedir. Ebeveynin fazla katı ya da aşırı tavizkâr davranması çocukta disiplinsizliğe sebep olur. Disiplinin dozu önemlidir. Aşırı disiplin ya çocuğun kişiliğini baskılar ya da tamamen duyarsızlaştırır. Bu nedenle her zaman ve her zeminde dengeli davranmak gerekir.
Anne baba, çocuğuna sabrı aşılamalı, kanaate alıştırmalıdır. Bu da ancak anne babanın sabırlı ve kanaatkâr olmalarıyla mümkündür. En küçük olumsuzluğa tepki veren anne veya baba, çocuğuna ne kadar telkin ederse etsin sabrı öğretemez. Aynı şekilde kendisinde kanaat ahlâkı olmayan ebeveyn çocuğuna nasihatle kanaatkârlık öğretemez.
Diğer taraftan çocuğa, istediği her şeye hemen ulaşamayacağı, beklemesi ve sabretmesi gerektiği onun anlayacağı bir dille anlatılmalıdır. Onun sahip olduğu nimetlerden yoksun yaşayanları göstererek şükretmesini, elindekileri paylaştırarak merhamet ve yardım duygusunu edindirmek mümkündür.
Kısaca; çocuğun doyumsuz bir kişilik inşa etmemesi için şımartılmaması ama mahrum da bırakılmaması gerekir. Doyumsuzluk aynı zamanda sabır, şükür ve kanaat eksikliği demektir. Bu güzel hasletleri edindirmenin yolu, öncelikle anne babanın bu ahlâka sahip olup örneklemesiyle mümkündür. Ayrıca çocuklara zamanında ve zemininde gereken uyarıları yapmak da çocuk yetiştirmenin önemli bir unsurudur.