İslam'a Göre Evlat Terbiyesinde Anne Babanın Konumu
Daha önceki yazımızda İslam’da evlat terbiyesinin öneminden bahsetmiştik. Bu yazımızda ise terbiyenin ve ahlakın önemi ile birlikte evlat terbiyesi hususunda annelerin konumundan bahsetmeye çalışacağız.
Sözümüze, sözlerin en güzeli olan Kur’an ile başlamak isteriz.
’Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.’1
Bildiğimiz üzere bu ayetten dolayı evlat terbiyesi ile birlikte aileyi muhafaza etmek bizim için farz olmuştur.
Ali b. Ebî Tâlib (r.a.)’den rivayet edildiğine göre o bu ayet-i kerimenin tefsiri sadedinde: ’Kendinize ve ailenize hayrı öğretin.’ demiştir.2
Müslümanlar, kıyamet gününde kendi yapmış olduğu amellerden sorumlu olduğu gibi evlat ve ailelerinin yapmış olduğu amellerden de sorumlu tutulur ve hesap verir. Biz bunu yukarıda zikredilen ayetten anlamaktayız. Bu yüzden de kişi kendini cehennem ateşinden sakınması gerektiği gibi ailesini de o ateşten sakındırmalıdır. Kişi ne zaman ailesinin ıslahına vesile olabilir? Ne zaman ki hayat arkadaşı olan eşi de kendisi gibi aynı duyguları his edip arzuları bu yönde birleşirse işte o zaman. Bu ise ancak Allah (c.c.)’ı hakkıyla tanımakla mümkün olur. İşte böyle bir aile yani aynı duyguları ve düşünceleri paylaşan aile saadetli bir aile sayılır.
Şimdi şu konuya dikkat etmenizi ermenizi istiyorum. Hoşumuza gitse de gitmese de, biz istesek de istemesek de evlatlarımızı kadınlar yani eşlerimiz (annelerimiz) terbiye ediyorlar. Eş! Bu kelimenin altında çok derin manalar gizlidir.
Eğer eş olarak gördüğümüz erkek veya kadın bireyler Allah’ı hakkıyla tanıyorlarsa, ona itaat ediyorlarsa, onun rızası için birbirlerine boyun eğiyorlarsa ve sevgi-saygı sunuyorlarsa, ev işlerinde ya da dışarı ile münasebetlerinde birbirlerine destek veriyorlarsa işte o zaman arzuları evlatları üzerinde de birleşir. Ama kocanın hayalleri başka, hanımın arzuları ise daha başka olursa böyle bir aile, evlatlarına gereken terbiyeyi veremez.
Terbiye konusunda kadınlara daha çok iş düşüyor. Kadının aile hayatında da önemi yüksektir. Eğer kadın imanî yönden yükseliş gösterirse, elinde var olan nimetlere kanaat ederek sabrederse ve kocası ile amaçlarını birleştirirse hayırlı evlatları yetiştirme potansiyeli Müslümanlar açısından artış gösterir. Ama aksi olursa ve kocasının güç yetiremediği şeyleri isteyip kanaatsiz ve isyankâr olursa işte o zaman böyle bir aile evlatlarını manevi anlamda kaybedecektir.
Burada ev hanımı olan annelerimiz ve ablalarımıza seslenmek istiyorum. Siz hizmetçi veya köle değilsiniz. Evde oturuyorsunuz diye başkalarının sözlerine kanarak kendinizi küçük görmeyin. Çünkü sizlere Peygamber efendimizin müjdeleri vardır. Enes (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.): ’Hangi kadın, evlatlarının evinde (onların terbiyesi için) oturursa, işte o kadın cennette benimle birliktedir.’ buyurdu ve (bu birlikteliği ifade etmek için) işaret ve orta parmağıyla işaret etti.3
Sizler onların dediğinin aksine evde en ağır görevi üstlenmiş fedakâr Müslümanlarsınız. Çünkü siz çağımızın hayırlı evlatlara ne kadar ihtiyacı olduğunu gören ve bunun için kendinizi feda eden aydınlarımızsınız. Eğer siz bu fedakârlığı yapmayıp kanaatsiz olan kadınlar gibi eşleri ile kazanç konusunda yarışa girseydiniz o zaman sizler de evlatlarınızı kaybederdiniz. Yeri gelmişken şunu da söylemek gerekir ki arzusu ve amacı sadece ve sadece dünya olan kadınların eşleri onlardan sıkılır ve uzaklaşmak isterler. Aynı şekilde bu erkekler için de geçerlidir. Eğer erkek ailesi için yaptığı işleri ve getirdiği kazancı minnete dökerse işte o zaman kadınlar böyle bir erkekten hoşlanmayacaktır. Böyle bir aile saadete kavuşamadığı gibi hayırlı evlatlar yetiştirme fırsatını da kaçırırlar. Doğal olarak; ’Evlat terbiyesi başlıklı bir yazıda bunlar neden zikrediliyor?’ diye sorabilirsiniz. Fakat şunu unutmamalıyız, evlatlarımızı terbiye edecek olan bizleriz. Dolayısıyla önce kendimizi terbiye etmeliyiz ki evlatlarımızı doğru terbiye edebilelim. Çünkü onlar bizim devamımız. Bizim doğru veya yanlış bildiklerimizi örnek alarak büyüyecekler. Bu yüzden kendimizi de terbiye etmeliyiz ki hatalarımız onlara da bulaşmasın.
Konumuzu ilgilendiren fakat cevabı yine aynı olan başka bir sorunumuz! ’Karı-koca arasında ne zaman barış ve huzur sağlanır? Eve yeni koltuk takımı alınca mı? Yoksa yeni araba veya ev aldığımızda mı?’ Hayır! Ne zaman ki her iki taraf da hakkıyla Allah’ı tanıyıp sair akraba ve eş dostlarıyla dünyalık hususunda yarış yapmaktan vazgeçip kendilerinin bir aile olduklarının farkına vardıklarında o ailede barış ve huzur sağlanır. Emin olunuz ki böyle bir huzura kavuşan aileler iki dünya saadetine de erişirler.
Her kim ki ’dünya hayatı sorunsuz olanların evlatları hayırlı evlatlar olur’ diye düşünüyorsa veya bunu savunuyorsa şüphesiz ki o yanılmaktadır. Çünkü dünya malının çok olması saadetin veya imanın belirtilerinden değildir. Dünya malı devamlı bir mutluluk sunmaz. Başka bir değimle devamlı surette mutluluğu tattıracak bir dünya malı yoktur. Örnek olarak aile hayatınıza bakabilirsiniz. Yeni buzdolabına kavuşan eşinizin sevinci en fazla bir ay sürer. Siz kendiniz yeni araba aldığınızda sevincinizin ne kadar sürdüğünü hatırlayın veya evlatlarınıza yeni telefon aldığınızda onların bu telefon sevincinin ne kadar sürdüğünü yâd edin. Sonuç olarak dünya malı ile elde edilen mutluluk geçicidir. Ama ailenize devamlı olan mutluluğu getirmenin yolu Allah’ı tanımaktan geçer. Siz Müslüman olarak eşinizin veya evlatlarınızın Allah’ın emir ve yasaklarına uyuyor olduğunu gördüğünüzde her zaman kendinizi mutlu hissedersiniz.
Evlilik hayatına adım atarken sadece dış görünüşe göre evleniyorsanız veya evlendiyseniz unutmayın ki bu da geçicidir. Ya da evliliğiniz bir çıkar amaçlı olursa yani maddiyat üzerine bir evlilik gerçekleştiriyorsanız emin olun ki böyle bir aile de saadeti yakalayamaz. Çünkü olur da bu çıkar ortadan kalkarsa yani işlevini yitirirse onları birleştiren unsur da ortadan kalkmış olur ve doğal olarak aileler de ayrılırlar. Ama Allah (c.c.)’nun rızası için bir evlilik gerçekleştirmişseniz bu evliliğiniz kıyamete kadar devam eder. Her bir birey evlenirken evleneceği kişiyi kendi hayalindeki gibi arzu eder. Her biri kendisine hizmet edilmesini ister. Bir bakarsınız ki bu beklenti zamanla birbiri ile çarpışır ve dağılmaya doğru bireyleri sürükler. Hiçbirimize sır değil, neden biz Müslüman toplumlarında dahi boşanma oranı çok yüksek? Neden boşanmaya yüz tutan ailelerimizin sayısı gittikçe artış göstermekte? Çünkü biz kendimiz dahi Allah’ı hakkıyla tanıyamadık. Ne zamanki eşler birbirlerine Allah’ı tanıtmaya başlarlarsa işte o zaman boşanma oranı da düşecektir. Eşler kendi aralarındaki ilişkiyi güçlendirirlerse ve üzerlerine Allah’ın koymuş olduğu hakları öğrenirlerse işte o zaman İslamî olarak evlatlarını yetiştirebilirler. Kadınlar kocalarına itaat ettikleri müddetçe Allah’a itaat etmiş olma sevabını alacaklarını bilirlerse, erkekler de kadınların omuzlarına Allah (c.c.) tarafından konulmuş bir emanet olduğunu bilirlerse işte böyle bir aile uzlaşmaya varır ve arzularını evlatları üzerinde birleştirebilir. Ama az bir eksiklikten veya anlaşmazlıktan dolayı boşanıyor olanlara şu soruyu yöneltmek isterim: Sizin başka bir evlilik yapabileceğinize veya yapsanız bile mutlu olabileceğinize dair garantiniz var mı? Neden sabır sıfatından bir zerre bile üzerinizde gözükmemekte?
Babanın evlatları için yapacağı en hayırlı amel ne diye sorsam nasıl bir cevap alırım acaba? İyi bir kazanç elde edip onları zengin biri ile evlendirmesi, iş sahibi yapması mıdır? Hayır! Kur’an ve Sünnet’ten anladığımıza göre bir babanın evlatları için yapacağı en hayırlı amel, onlara imanı, salih ameli, edep ve ahlak öğretmektir. Eğer siz evlatlarınıza bunları öğrettiyseniz onlar büyüyüp evlendiklerinde de bu temel üzere hayatlarını geçirirler. Kocası veya hanımı hastalanıp hizmete yaramadığında onu hemen boşamazlar. Buna Allah’tan korkuları müsaade etmez. Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular:
’Evlatlarınızı (şu) üç haslet üzere terbiye ediniz: Peygamberinizin sevgisi ve Ehlibeyti’nin sevgisi üzere ve Kur’ân tilaveti üzere. Zira muhakkak ki hamele-i Kur’ân4, Peygamberleri ve Asfıyaları (seçkin kulları)yla beraber, gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı günde Allah’ın gölgesindedirler.’5
Siz bu hadisi okur okumaz eve gidip çocuklarınıza kaba bir şekilde ’Peygamberi sevin’ derseniz komik bir durum ortaya çıkar. Çünkü kişi tanıdığı, bildiği kişiyi sever. Siz evlatlarınıza Peygamberin kim olduğunu, onun insanlara karşı davranışını, merhametini vs. anlatın ve sünnete uyarak ona örnek olun. İşte o zaman çocuklarınızın kalbine Peygamber sevgisi yerleşir. Evlat terbiyesinde çocuklarınızın yaşının küçük olmasına bakmayın, onlara büyük insanlar gibi konuşun. Yumuşak bir şekilde büyükler gibi davranmayı öğretin, onlara arkadaşmışçasına davranın. Çünkü Allah’ın Rasûlü yeni doğan bebeğin bile kulağına ezan okumamızı emrettiyse demek ki evlatlarımızın ruhu ve cesedi küçüklükten bunlara alışmalıdır, bu işte yaşın önemi yoktur.
Çocuklarımızın kimleri sevdiğini, kimlerle birlikte olduğunu, kimleri kendine örnek aldığını takip etmeliyiz. Ne yazık ki günümüzde çocuklarımıza terbiyeyi ailelerimiz değil televizyonlar vermektedir. Çocuklarınız hangi takımda kimlerin oynadığını, kıyafet ve ayakkabılarının markalarını, ünlü şahsiyetlerin kimlerle oturup kalktığını, ne kadar para kazanıp nereye harcadığını vs. biliyorlar; ama ’Peygamberimize ashablık eden bir yıldızın hayatını bana anlat’ dediğinizde hiçbir bilgiye sahip değiller. Peki, bu kimin suçu? Eğer bizler onlara canlı örnekler olsaydık çocuklarımız bu duruma düşer miydi? Emin olun ki biz kendimiz örnek olabilseydik çocuklarımız elbette bizim yolumuzu takip ederlerdi. Bu yüzden biz, tekrar-tekrar ’Erkek veya kadın bir birey için en meşakkatli iş kazanç elde etmek veya ev almak olmayıp en meşakkatli iş evlat terbiyesidir’ diyoruz.
Biz bunları söylediğimizde insanlardan aldığımız cevaplar genelde: ’Hocam, biz bunları biliyoruz fakat zaman değişti, şartlar da değişti, bugün dediklerinizi uygulamaya geçirmek çok zor.’ şeklinde oluyor. Bunu söyleyenlere ben de soruyorum! Siz madem bu hali kabullenmiş durumdaysanız ne diye evlatlarınızdan şikâyetçisiniz? Sizin bu düşüncenizin neticesinde çocuklar egoist oluyorlar. Halbuki İslam dini, mensuplarına sadece kendi için yaşaması gerektiğini değil toplum için yaşamasını salıklar. Çocuklarımız bugün en ufak bir sıkıştırmada niçin ’Beni rahat bırakın!’ cümlesini kullanır oldu?
Aileler evlerinin duvarlarına bereket duaları, ayet ve sureler asıyor, bununla beraber bunların manasını anlamakta, yaşamaktan ve anlatmak çok uzaklar. Allah’ın zikrinden gafil bir şekilde uzun zaman müzik dinleniyor. Halbuki o duaların kabulü, bereketin ana kaynağı; çocuklarımıza güzel örnek olmaktan, Allah’ı hakkı ile tanımak ve O’nun zikri ve ibadetiyle meşgul olmaktan geçer.
Bu sayıdaki yazımızı, etrafında cereyan eden fitne ve hadiseler dolayısıyla hüzünlenen, başına gelen olumsuzluklar neticesinde gam ve kederle dolarak ümidini kaybetmeye başlayan Müslüman’a Kur’ân’ı Kerim’in bir ayetini hatırlatarak sonlandırmak istiyorum. Bir sonraki yazımızda inşallah Ashab’ın hayatından örnekler zikredecek ve çocukların itikadî terbiyesinin nasıl olması gerektiğini ele almaya çalışacağız.
لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَا
’Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir.’6
Ey mümin, sen mahzun olma. Çünkü gam, geçmişini rahatsızlığa geleceğini korkuya sokar, akıbetinde bugününü kaybedersin. Mahzun olma çünkü kalp gam ile uğraşırda ruhun ölür, yüzünün nuru kaybolur, arzuların yok olur.
Ey mümin, sen mahzun olma. Çünkü gam düşmanını mutlu edip dostunu mahzun eder. Gam sebebiyle hakikati göremezsin.
Mahzun olma çünkü kaza-i kadere itiraz, nimetlere ise nankörlük olur.
Mahzun olma çünkü gam, kaybedilen şeyi geri getiremez, faydalı olmaz, ölüleri diriltemez. Mahzun olma çünkü gam şeytandandır, fakirlik ve umutsuzluktur.
Mahzun olma, eğer sen fakirsen, ömrü borçlu olanlar var. Eğer binmeye araba alamıyorsan, ayakları felç olanlar var. Mahzun olma, eğer bir evladını kaybettiysen ailesinin tümünden ayrılanlar var. Mahzun olma, eğer günahkârsan tevbe et. Allah’ın rahmeti sonsuz, tevbe kapıları daima açıktır. Mahzun olma, eğer gama batarsan sınırlarını zorlar, geceni uykusuz edersin. Mahzun olma çünkü kader kalemi işini bitirmiş, sahifeler kurumuş, kitaplar kapanmıştır. Ondan fazlası da eksiği da olmaz.
Mahzun olma, elinden giden şeye gam etme, çünkü biri gittiyse daha elinde Allah’ın sayısız nimetleri var, sabret.
Mahzun olma, hasetçi batıl ehlinin iftira ve dedikodularına aldırma, çünkü onların sözlerine sabretmende sana sevap vardır. Senin hakkında konuşmaları senin değerini belirtir.
Mahzun olma, hastalık elbette geçici, musibetler elbette kaldırılır, günahlar af edilir, borçlar ödenir, mahpuslar azat edilir, kaybolanlar, çıkıp gidenler dönecekler, elbette kötüler cezasını çekecek.
Mahzun olma, çünkü sen yaptığın bir hasene için 10 dan 700 a kadar, belki de daha fazla ecir alırsın. Ama işlediğin bir kötülük karşılığında sadece bir günah kazanırsın.
Mahzun olma, sende en büyük nimet var, çünkü sen tevhit kelimesini söyleyenlerdensin. Ehl-i kıblesin, Müslümansın, elini duaya açanlardansın.
Mahzun olma, görmüyor musun ki siyah bulutların dağıldığını, karanlık gecenin aydınlığa kavuştuğunu, rüzgârların durduğunu. İnşallah meşakkatlerin rahatlığa, hayatın aydınlığa, geleceğin nimetlerin bolluğuna kavuşur.
Mahzun olma, yolların kapansa, çaren kalmasa, umutsuzluk aniden gelirse, işlerin ters gitse, dünya sana dar gelse, kapılar yüzüne kapansa ’Yâ Allah!’ de. Zira eller sahurda O’na kaldırılır, ihtiyaçlar O’na söylenir ve medet O’ndan umulur, kalpler O’nun merhametinden umut eder. O’nun ismi tekrar edilerek gönüller teselli bulur, ruhlar lezzet alır, sinirler yatışır.
---------------------------------------------------------------------------------------------
1 et-Tahrîm, 66/6.
2 Hâkim, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2002, Kitâbu’t-Tefsîr/Tefsîru Sûrati’t-Tahrîm, h.no:963/3826, c. II, s. 536.
3 İbn-i Bişrân, el-Emâlî, Dâru’l-Vatan, Riyad 1997, h.no:869, c. I, s. 379.
4 Hamele-i Kur’an: Kur’ân’ı ezberleyip devamlı okuyan ve hükümleriyle amel edenler.
5 Ahmed b. Ebî Bekr el-Bûsayrî, İthâfu’l-Hîrati’l-Mehera Bi-Zevâidi’l-Mesânîdi’l-Aşera, el-Kıyâmetu Ve Ehvâluhâ, Dâru’l-Vatan, Riyad 1999, Bâb:14, h.no:7753, c. VIII, s. 185.
6 et-Tevbe, 9/40.