Yıldızlar Gibi Nesil Yetiştirmek
Neredeyse herkes çocuklarından dertli. Oysa onlar dünyâya gelmeden önce ne hayâller kurmuştuk. Öyle bir yetiştirecektik ki onları, bizim gerçekleştiremediğimiz bütün ideallerimizi onlara devredecektik. Bir bir hayâta geçireceklerdi ideallerimizi. İnançlı, ahlâklı, ibâdetli, bilgili, kültürlü, dâvâ heyecânıyla dolup taşan insanlar olacaklar, kendi milletimizden başlayarak bütün İslâm âlemine ve bütün insanlığa hak, adâlet, merhamet getireceklerdi. Bizde tohum olarak kalmış fikirleri onlar yeşertecek, dala ve meyveye yetireceklerdi. İnsanlık onların omuzlarında yeni bir dirilişe ve uyanışa erişecekti. Dünyâ onların nefesleriyle yeni bir saâdet soluyacaktı.
Olmadı, olamadı.
Kendi eserimiz karşısında şaşakaldık. Elimizde yetiştiğini sandığımız çocuklarımızın kılık-kıyâfetinden ilgi/alâkalarına, merâklarına, ahlâklarına, dil ve üslûplarına, karşı cinsle münâsebetlerine… kadar hemen hemen her şeyleri bizi hayrete düşürdü. Hayret, benim çocuğum namaz kılmıyor, örtünmüyor, İslâm târîhine ve kültürüne hiç mi hiç ilgi duymuyor, zulüm altındaki Müslümanlar karşısında kılı kıpırdamıyor, karşı cins karşısında aşırı rahat, hatta cins farkı yokmuş gibi davranıyor, ağzında bizim dünyâmızda mevcût olmayan kelimeler, üslûbunun kökünü tâyîn edemiyorum. Çocuklarımızın sohbetlerine Filistin, Doğu Türkistan, Myanmar, Arakan… uğramıyor. Hz. Peygamber, sahâbe, Alpaslan, Fâtih, Yavuz… heyecân vermiyor onlara. Yabancı müzik gruplarını tâkîp ve taklît ediyorlar. Bütün dünyâsını ve vaktini bilgisayar-telefon ve internet dolduruyor. Dünyâ hayâtının bir oyun olduğunu Kur’an’dan öğrendik (En’am, 32) ama çocuklarımız bu oyunun içinde de oyunlara kapılmış vaziyette. Hem de ne oyun… Eğlendirirken rûhunu çalan bir oyun dünyâsı… (Şikâyetim şahsî değil, umûmidir.)
Dindar anne-babaların çocukları arasında bile ateizmin, deizmin hızla yayıldığı söyleniyor.
Çocuklarımızın kafasında deli sorular. İslâmî bilgi ve kültüre uyandıramadığımız, isteklendiremediğimiz çocuklarımız ateistlerin, deistlerin bilgilerine aç kurt gibi saldırıyor. Onlardan öğrendiği suâllerin cevâbını bulacağı kaynaklara ise dönüp bakma istek ve heyecânı duymuyor. Âilesini yetersiz bulduğundan veyâ tepkilerinden çekindiği için beynini kurt gibi kemiren suâllerini soramıyor, içinde biriktirip duruyor. Cevâbını bulamadığı suâllere kendince cevâplar uydurarak yavaş yavaş yoldan çıkmaya başlıyor. Biz vaziyeti öğrendiğimizde çok zaman iş işten geçmiş oluyor, karşımızda kaybettiğimiz bir evlât duruyor. Kör dünyânın göbeğine hak yol İslâm yazmasını beklediğimiz nesil kör dünyânın göbeğinde körleşmiş bir nesil olmaya gidiyor, Allah korusun.
Bu nesli biz yetiştirdik. Vebâlin büyüğü bizimdir. Bilgisayar, telefon, internet, sosyal medya… evet büyük rakîpler. Ama bütün kabâhati bunlara yükleyip mes’ûliyetten kurtulamayız. Bizde bir şey eksik olmalı ki çocuklarımızı bu derece kaybetmiş olalım. Bilgimiz, ilgimiz, heyecânımız, aşkımız, dürüstlüğümüz, sözümüzün eri olmaklığımız, adâlet duygumuz, merhametimiz, tahammülümüz… Bir şey eksik olmalı. Aşkı, heyecânı olan ve bunu amel hâline getiren bir insan muhâtabına tesîr eder. Anne, baba, muallim, usta, patron… Söylediğini yaşayan etkiler.
Ağacın cinsi ve kalitesi meyvesinden belli olur. Çocuklarımız meyvemiz. Şu hâlde onlarda şikâyet ettiğimiz her menfîliğin kökü bizde olsa gerektir. Kendimizdeki kusûru bulduğumuz ve düzeltmeye azmettiğimiz an çocuklarımızın da kurtulmaya başladığı an olacaktır. “Âyînesi iştir kişinin lâfa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” diyor Ziya Paşa. Bir muallimin kalitesi talebesinden, bir ustanın muvaffakiyeti çırağından anlaşılır. Bir eğitim sisteminin de aslî mâhiyeti yetiştirdiği nesilden çıkarılabilir. Basamaklarından çıktıkça nesilleri İslâm’dan, kendi kültür ve medeniyetinden uzaklaştıran bir eğitim sisteminin millî olduğu iddiâ edilemez. Bütün müspet istek ve gayretlere rağmen eğitim sistemimizin İslâm’dan uzak ve millî-mânevî değerlerimize lâkayt (hatta düşman) yetiştirme husûsiyeti bitmiyor, hattâ artıyor diyebiliriz. Atatürk büstüne tapındırma oyunları bu ülkenin mekteplerinde yapılabiliyor.
Eğitimin aslî unsûru muallimdir. Doğru muallim seçmeden doğru nesil yetiştiremezsiniz. Yaptığınız bütün iyi niyetli reformlar İslâm düşmanı öğretmenler tarafından tatbîkât içinde etkisizleştirilir ve boşa çıkarılır.
Hz. Peygamber’in sözüdür: “Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden mes’ulsünüz.”
Anneler, babalar, muallimler ve devlet olarak bu mes’ûliyeti içimizde duyduğumuz ve gereğini yaptığımız ölçüde yeni nesilleri kendi kökleri üzerinde sevdirerek ve heyecânını duyurarak yetiştirebileceğiz.
Hz. Peygamber, “Ashâbım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız doğru yolda olursunuz.” buyuruyor.* Her türlü iğrençliğin, zulmün, kibrin yaygın olduğu bir cemiyetten çıkardığı insanları “Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz” noktasına getirebilmiştir. Bu, aslında Efendimizin büyüklüğünü gösteren bir noktadır.
Hangi muallim “Talebelerim yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz” diyebilir?
Anneler, babalar, muallimler ve devlet olarak yetişmesinden mes’ûl olduğumuz nesillerin -hadi tamâmı olmasa da ekserîsinin- îmânı, ahlâkı, dürüstlüğü hakkında garanti veremiyorsak bir yerlerde bir bit yeniği var demektir. Verebildiğimiz zaman ise âilelerin, muallimlerin ve eğitim sisteminin düzeldiği zamandır.
• Kaynaklar bu hadîsin zayıf olduğunu ama sahâbenin fazîletini ifâde için kullanılabileceğini söylüyor.