Doğru Bir Dilimiz Var Mı
Dinin anlaşılmasını temin edecek olan en temel unsur, hiç şüphesiz dine özgü temel kavramlar ve bu kavramlara yüklenilen anlamlardır. Ancak bu ifade ve kavramlar toplumla iletişim sebebiyle zamanla değişime uğrar. Zira insanlar tarafından inşa edilen kültür ve anlayış sürekli değişmektedir. Bu değişim, ilahi mesajın aktarılmasında yeni bir din dilinin ortaya çıkmasını da zorunlu kılacaktır. Mesele çocuklar ve gençler olunca daha fazla önem arz etmektedir. Peki, çocuklar ve gençlerle iletişimde doğru bir din dilimiz var mı?
Günümüzde dini kesimler arasında gözlerden kaçmayan ayrıştırıcı/kutuplaştırıcı üslup artık utanılacak seviyededir. Her kesim mutlak hakikatin kendinde olduğuna adeta iman etmiş gibidir. Yine her dini yaklaşım, yegâne doğruyu kendi anlayışında görmekte, diğerine asla tahammül etmemekte hatta Müslüman kardeşini tekfir etmeyi bile rahatlıkla göze alabilmektedir. Resul-i Ekrem’in:
“Müslüman; elinden ve dilinden Müslümanların güvencede olduğu kimsedir. Sizden biri, istediğini/sevdiğini kardeşi için de istemedikçe gerçek mümin olamaz” * uyarısına rağmen bir Müslümanın, farklı düşünen kardeşine karşı takındığı bu acımasız tavır anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir durum değildir. Gençlerin de bu ayrışmadan fazlasıyla etkilenmeleri haliyle kaçınılmaz olmuştur.
GENÇLER DİN DİLİMİZDEN NE ANLIYOR?
Genelde İslam dünyasında özelde de Türkiye’de Hz. Peygamber’in; “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız” uyarısına rağmen; din dilimizdeki kırıcı, yıkıcı ve özellikle de korkunun egemen olduğu söylem biçimi çocukları ve gençleri fazlasıyla etkilemekte, hatta inançsızlığa itmektedir. Deizm tartışmaları bunun neticesi olsa gerek.
Konuyla ilgili yapılan kapsamlı bir araştırmada** dikkat çekici tespitler elde edilmiştir. Yayımlanan raporda öfke ve nefret dilinin arttığı, buna karşı sevgi dilinin öne çıkartılması gerektiği belirtilmiş, sevgi dilinin kuşatıcı, nefret dilinin ise ayrıştırıcı olduğu özellikle vurgulanmıştır.
Raporda ehliyet ve liyakat sorununa temas edilerek dini temsil konumunda olan kişilerin durumu da irdelenmiştir. Buna göre yetkin olmayan hocaların ön planda tutulmasının dini anlama ve yorumlama noktasında gençler arasında çeşitli sıkıntılara yol açtığına dikkat çekilmektedir. Bu yüzden çocukların ve gençlerin psikolojisini bilmeyen, gençliğin yaşadığı sosyolojik gerçeklerden bihaber olan kişilerin gençlere yönelik dini söylemlerinin deizm tartışmalarına zemin hazırladığına da ayrıca işaret edilmektedir.
NEREDE YANLIŞ YAPIYORUZ?
Hz. Ali, bilge kimseyi “Kur’an’ın önüne hiçbir şeyi geçirmeyen kimse” olarak tanımlar. Bu yüzden din dili öncelikle Kur’an merkezli ve Resul-i Ekrem’in örnek hayatını esas almalıdır. Akla ve kalbe hitap eden, saygı ve hayranlık uyandıran bir mahiyette olmalıdır. Pratik ahlak ve sorumluluk bilinci özellikle öne çıkarılmalı, önyargıdan da uzak olunmalıdır. Hz. Ali’nin; önyargılı kimseler için söylediği “Kur’an konuşmaz. Onlar Kur’an’ı konuştururlar’’ sözü bu bakımdan çok anlamlıdır.
Günümüzde var olan vaaz dilinin artık gençlere hitap etmediği çok açıktır. Özellikle de ağlamaklı, tahakküm edici ve buyurgan ifadeler gençlerde bir karşılık bulmadığı gibi dinin ciddiyetine de halel getirmektedir. Hatta bu vaaz dilinin medya vasıtasıyla magazinleşmesi bile söz konusudur. Her türlü ekol, cemaat ve gruplar üstü olması gereken din dilinde şu hususlar bilhassa önemlidir:
Dini söylemin, her şeyden önce muhatabın seviyesine uygun olarak anlaşılabilir ve kabul edilebilir olması isabetli olacaktır. Çocukların ve gençlerin dilinden anlayan, onlara hitap edebilen bir üslup tercih edilmelidir. Bu da ancak muhatap kitlenin dünyasını çok iyi bilmekle mümkün olacaktır. “Yaşanabilir bir din” anlatımı söz konusu olduğuna göre, bunun için en etkili yöntemin de ahlaki davranışların bizzat sergilendiği söylem ve eylem birliği olduğu unutulmamalıdır. Çocukların ve gençlerin yoğun olarak beslendiği edebiyat, tiyatro, sinema ve müzik gibi alanların da dikkatle takip edilerek içlerinin doldurulması kaçınılmazdır.
Cemil Meriç’in de ifade ettiği gibi bu konuda “En büyük ihtiyacımız hoşgörü, en büyük düşmanımız da önyargıdır.”