Bir Hazinedir Gençlik
İnsana bahşedilen hayat bir takım evrelerden oluşur. Bunlar; çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlıktır. Her dönemin kendine has özellikleri vardır, fakat gençlik döneminin insan hayatında ki yeri hem bir başkadır, hem de çok önemlidir.
Gençliğin ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz. Ben yinede “Genç” kelimesine sözlükten bakmak istedim. Karşıma birçok tanımı çıktı. Osmanlıca sözlüklerde ki anlamına baktığımız zaman, bize mesaj verir nitelikte bir anlamla karşılaşıyoruz; “Define, hazine, gömülü hazine” olarak geçiyor. Diğer anlamları ise; “Yaşı ilerlememiş olan, ihtiyar karşıtı” “Kısa bir geçmişi olan” “Zihin bakımından yeterince gelişmemiş olan” gibi. Tanımların içinde dikkatimi en çok çeken ise şu oldu; “Gençlikteki özelliklerini koruyan, dinç”
Bu tanım aklıma birçok şeyi beraberinde getirdi. Yaratıcımızın bizlere verdiği muhteşem özellikler var. Üstelik bu özellikler saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok. Sahip olduğumuz bu özellikler, çocukluk çağının çıkıp, gençlik çağının girmesiyle daha bir ön plana çıkıyor. Çünkü kişi artık kendisine bahş edilen özelliklerin farkındadır ve ona göre bir hayat sürme eğilimindedir. Zaten gençlik dönemi, ahlaki erdemlerin yerleştiği, kişiye gerekli olan değerlerin kazanıldığı bir dönemdir.
Gençlik, hayatımızın zirvesidir aslında. Bu sebepledir ki bu çağı hayatımızın en büyük hazinesi olarak görmek ve gaflete düşmeden geçirmek gerekir. Zira gerek maddi, gerekse manevi anlamda sahip olduğumuz özellikleri ve potansiyeli en iyi kullanabileceğimiz çağdır. Bu dönemde elde ettiğimiz maddi ve manevi kazanımlar, hayatımızın ilerleyen dönemlerini etkilemekte ve bu dönemde ekilen tohumlar ilerde kazanç ya da kayıp olarak karşımıza çıkmaktadır.
Gençliği, bize verilen çok kıymetli bir emanet olarak görmemiz ve o emanete çok iyi sahip çıkmamız gerekir. Bu da emaneti verenin kim olduğunu bilerek, bu emanetle bizlerden neler beklediğini öğrenerek ve ona göre bir hayat yaşayarak mümkün olur. Nasıl ki çocukluk çağı hızla akıp gitti, elbette gençlik çağı da hızla akıp gidecektir. Ve bize uzak gibi gelen yaşlılık (Allah ömür verirse) bir gün bizim de kapımızı çalacak, hep bizimle kalacağını zannettiğimiz gençlik uçup gidecektir.
Bazen gençlik çağımızın yavaş yavaş bizi terk ettiğini anlarız aslında. Görmezlikten gelmek, kuralı bozmuyor maalesef. Saçımıza düşen aklar, ellerimizde, yüzümüzde beliren kırışıklıklar, ortaya çıkmaya başlayan fiziksel rahatsızlıklar bir şeyler anlatıyordur aslında. Bu yüzden insanın kendisini doğru okuması ve doğru bir şekilde yorumlaması çok önemlidir. Burada da “Bilinç” faktörü devreye giriyor.
Bilinçli İnsan
Bilinçli insan; kendini tanıyan, yaşadığı hayatın neresinde olduğunu ve nereye doğru gittiğini bilen insandır. Bilinçli insan; nefsi muhasebesini yapmayı ihmal etmeyen, maddi hayatının yanında manevi hayatının da doyuruculuğunu ve akışını sağlamaya çalışan, bugünü düşündüğü gibi yarını da düşünen, dünyasını yaşanılır kılmaya çabalarken, aynı gayreti ahireti içinde sarf eden insandır.
Yaşadığımız çağ; kendini ve sorumluluklarını bilen, hayatını sadece kendi kurtuluşu için değil, başkalarının kurtuluşu için de adayan bilinçli ve uyanık gençlere muhtaçtır. Hayat gayesini bilmeyen veya unutmuş, nefsinin esiri olmuş, egosuna yenik düşmüş, küçüğünü büyüğünü bilmeyen, canının her istediğini yapan ve Rabbiyle arasında uçurumlar bulunan bir genç dünya ve ahiret hayatı adına ne vaat edebilir ki? Sahip olduğu özellikleri sadece nefsinin çıkarları için kullanan bir gencin, kendisine ve çevresine zarar vermesi kaçınılmaz olur. Böyle bir genç sadece Ahiret hayatına kıymaz, aynı zamanda dünyasını da karartabilir.
Maddenin esiri olan, hayatı sadece yemek, içmek, eğlenmek olarak gören gençlerin yaşadığı bunalımları görmemiz zor değil. Görüntüde mutlular ama içlerinde kıyametler kopuyor. Çünkü ruhları bakımsız ve gıdasız bırakılmış, kalpleri ölmüş, sahip olduğu nimetleri hor ve hakir görerek şükür duygusundan yoksun kalmış, huzurun adı tadı unutulmuş. Verilen emekler sadece maddi beklentiler için olunca, ruhlar sıkışıp kalıyor bir yeden sonra, bu haldeki gençlik bir süre sonra bunalımın, depresyonun kucağına düşerek adeta patlamaya hazır bir bomba haline gelebiliyor.
İşte tamda bu yüzden bazı gençlerimiz mutluluğu, huzuru yanlış yollarda ararken kendisini alkolün, uyuşturucunun, boş hayallerin ellerinde oyuncak olmuş durumda buluveriyor.
Annelere babalara çok büyük iş düşüyor. Onlar evlatlarına ne verirse yarın onda onu göreceklerdir. Evlatlarımızı iyi bir gelecek için sınavdan sınava koştururken, afili meslekleri olsun diye dualar ederken, ruh dünyalarını karanlıkta bıraktığımızı unutuyoruz.
Sonra da hayatın gayesini unutmuş, duygu dünyası oradan oraya savrulan, yabancı şarkıcı, film artistlerine özenen ve onlara benzemeye çalışan, haberlerde anne, baba, vatan düşmanı gençleri buluyoruz karşımızda. Oysa hayat sadece dünyayı kazanmak için verilmemiş bizlere, çocuklarımıza bunu aşılamalıyız. Dünya ve ahiret dengeli bir hayat hedeflemeyi öğretmeliyiz onlara.
Allah Tevbe Eden Genci Sever
Gençlikte yapılan ibadetlerin ayrı bir yeri vardır Allah katında. Gençlik hayat enerjisinin en yüksek olduğu devredir. Bir genç düşünün ki bu enerjiyi Allah yolunda kullanıyor. Dinini yaşamayı ve yaşatmaya vesile olmayı isteyen bir genç, gençliğinin kıymetini biliyor demektir. Gençliğini Allah yolunda tüketmeyi hedef edinen biri ile Allah’tan habersiz bir yaşam sürdürerek günahtan günaha koşan birini birbirine eşit tutamayız elbette.
Gençlerin günahlarının farkına varması ve tövbeye yönelmesini Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) Allah katında ki değerini şu hadis-i şerifle bildiriyor; “Allah tevbe eden genci sever” (Münâvî ,Feyzü’l-Kadîr)
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem birçok hadis-i şerifinde faziletli gençleri övmüştür. Bir Hadis-i Şerifinde ise şöyle buyuruyor; “Allah, yedi sınıf insanı hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde (arşının) gölgesinde gölgelendirecektir (Bunlar, şu özelliğe sahip müminlerdir)
1-Âdil yöneticiler
2-Rabb’ine ibadet ile yetişen gençler
3-Kalbi mescidlere bağlı olanlar (yani namazlarını cemaatle camilerde kılanlar)
4-Allah için birbirilerini seven, Allah için bir araya gelen ve Allah için ayrılan kimseler
5-Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine, ‘Ben Allah’tan korkarım’ diye yaklaşmayan genç
6-Sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka verenler
7-Tenha yerlerde Allah’ı anıp gözyaşı dökebilenler (Buhârî)
Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan Kehf sûresi, Allah’a iman etmiş bu yüzden kralın zulmüne, hışmına uğrayan gençlerin (Ashâbı Kehf) kıssasını anlatıyor. Bu gençler zalim kraldan kaçarak bir mağaraya sığınırlar ve o mağarada Allah’ın dilemesiyle uzun yıllar uykuda kalırlar. Yüce Allah, bu kıssada o mübarek gençlerden bahsetmiş; “Hakikaten onlar, Rab’lerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırdık.” (Kehf 18/13) buyurarak imanlarından dolayı, hidayetlerini arttırdığını beyan etmiştir.
Gençken sahip olunan ahlaki güzelliğin de ayrı bir önemi vardır dinimizde. Peygamber Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde; “Herhangi bir genç yaşından dolayı bir ihtiyara saygı gösterirse Allah da o gence yaşlılığında hizmet edecek kimseler verir.” (Tirmizi, Birr) diye buyurmuştur.
Gençlerin ruh halini anlamak ve ona göre muamele etmek de çok önemlidir. Onlarla iletişimde bulunurken dikkatli olmaya özen gösterilmelidir. Herhangi bir konuda onları mahcup etmemek, rencide etmemek, aşağılamamak gerekir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Huneyn savaşından dönerken, yolda bir grup sahabeyle karşılaşıyor. Müezzini namaz için ezan okuyor, bu sırada aralarında Ebû Mahzûre’ninde bulunduğu bir grup müezzinin sesini işitince alay ederek, müezzinin söylediklerini tekrar ediyorlar.
Peygamber Efendimiz işittiği bu ses üzerine o gurubu yanına çağırıyor ve onlara ‘Sesini duyduğum kimse hanginizdi?’ diye soruyor. Gruptakiler Ebû Mahzûre’yi gösteriyor. Peygamber Efendimiz gruptakileri yolluyor ama Ebû Mahzûre’yi göndermiyor. Sonra kendisine ‘Kalk ve ezan oku’ buyuruyor. Ebû Mahzûre ayağa kalkıyor ve kendisine öğretilen şekliyle ezanı okuyor. Peygamber Efendimiz bunun üzerine kendisine içinde bir miktar gümüş olan bir kese veriyor. Ebû Mahzûre’de; “Ey Allah’ın resûlü! Bana Mekke’de ezan okumam için müsaade et” diyerek izin istiyor. Efendimiz de kendisine izin vererek; ‘Seni bu işle görevlendirdim’ buyuruyor.
Ebû Mahzûre radıyllahu anh vefat edene kadar Mescid-i Harâm’da müezzinlik yapmış; kendisinden sonra da çocukları ve torunları aynı görevleri sürdürmüşlerdir.
Görüldüğü gibi Efendimiz o gençleri yanına çağırdığında onlara kızmıyor, aksine Ebû Mahzûre’ye iltifatta bulunarak müezzin olmasına katkıda bulunuyor. Bunları kaleme alırken aklıma camilerde koşturup, oynayan çocuklara yani yarının gençlerine kızarak onları susturmak isteyen ve belki de bu sebeple camilerden uzaklaşmalarına sebep olan amcalar geldi! Hassas olmamız gereken bir nokta da bu değil mi?
Çağımız Sahabe Ruhuna Sahip Gençlere Muhtaç
Çağımız; Peygamber Efendimizi öldürmek isteyen müşriklerin kapıda pusuda beklerken, Efendimizin isteği üzerine, hiç tereddüt etmeden, O’nun yatağına girerek bekleyecek kadar cesur yürekli davranan Hz. Ali’lere muhtaç.
Çağımız; yanında cehennem bahsi geçince ağlamaya başlayan ve bu yüzden eve kapanan, kendisini ziyaret etmesi üzerine Efendimizi karşısında görünce heyecanlanan ve Allah korkusundan oracıkta vefat eden gençlere muhtaç. Öyle ki Allah Resûlü kendisi için; “Arkadaşınızı cenaze namazı için hazırlayınız. Allah korkusu onun ciğerini parça parça etmiş” diye buyurduğu Sehl b. Sa’d’lara muhtaç.
Çağımız; Peygamber efendimizin isteği üzerine kısa bir süre içinde İbranîce ve Süryânîce’yi ve mirasla ilgili ferâiz ilmini çok iyi öğrenmiş, Peygamber efendimizin; “Ferâizi en iyi bilen Zeyd’dir” iltifatına mazhar olan Zeyd b. Sâbit’lere muhtaç.
Çağımız; Hasta annesine bakan, ona saygıda kusur etmeyen Veysel Karani’lere muhtaç. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi vesellem aşkıyla yanıp tutuşan bu yüzden çok uzun süren bir yolculuğun sonunda Efendimizin kapısına varmış ama kendisinin evde olmaması üzerine, annesine verdiği sözü tutmak için aşkını kalbine gömerek Efendimizi görmeden geri dönen Veysel Karani’lere muhtaç.
Çağımız; Peygamber efendimizin “İstanbul mutlaka feth edilecektir. Onu feth eden ne ulu bir komutan, onun askerleri ise ne güzel askerlerdir” müjdesine nail olabilmek için, günlerce uykusuz kalmış, plan üstüne plan yapmış, gemileri karadan yürütecek kadar hedefine ve davasına sahip çıkmış Fatihler’e muhtaç.
Çağımız;
Kendisini ve dinini bilen,
Her işinde Allah’ın rızasını gözeten,
Vatanına milletine sadık,
Annesine babasına saygıda kusur etmeyen,
Helal daireden ayrılmayan,
Haram sınırlarda gezmeyen,
İleriye yönelik kayda değer hedefleri olan,
Boşluktan uzak,
Zamanın kıymetini bilen,
Her güne yeni ve taze ümit tohumları eken,
Şeytanın ve nefsinin esiri olmayan,
Kendisine bakınca her haliyle Allah’ı ve Rasülünü sallallahu aleyhi vesellem hatırlatan gençlere öylesine muhtaç ki!