Gençliğin İhmali Geleceğin Kaybı Demektir
“O gençler mağaraya sığınmışlar ve ‘Rabbimiz! Bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster.’ demişlerdi.” (Kehf, 18/10.)
Kehf suresine ismini veren olayın vuku buluşu şöyledir: Putperest bir kavmin içinde Allah’ın varlığına ve birliğine inanan, sayıları ihtilaflı birkaç genç bu inançlarını açıkça dile getirip putperestliğe karşı çıkmış, taşlanarak öldürülmekten ya da zorla din değiştirmekten kurtulmak için bir mağaraya sığınmışlardır. Yanlarında bulunan köpekleriyle birlikte uzunca bir süre sağ taraflarından sol taraflarına döndürülmek suretiyle mağarada belirlenen vakte kadar uyutulmuşlardır. Peki, bu gençleri içinde bulundukları toplumdan soyutlayıp diğerlerinden farklı kılan neydi? Bu gençler neden seçilmiş ve bir surenin nüzulüne sebep olmuşlardı? Burada sorulan soruya verilebilecek en anlamlı ve en kısa cevap (herhâlde) “iman”dır. Çünkü iman, insanı değerli ve seçilmiş kılar. İman, insanı benzerlerinden ayıran en hassas çizgidir. Belki de kişi bu çizgiye tutunup sırat köprüsü üzerinden şimşek hızıyla geçip sırat-ı müstakime ulaşacaktır. İşte bu sebeple bu gençlerin imanları onları Rableri nazarında toplumlarında bulundukları diğer gençlerden bir sıfır öne geçirmiştir. Ve bu bir sıfırlık galibiyet onları üzerinden asırlar geçse de insanlık nezdinde hatırlanır ve arkalarından hayır dua edilir kılmıştır. Bir genç için de bundan daha önemli bir durum olmasa gerektir.
Ashab-ı Kehf’in gençlerinin yaşadıkları tarihle alakalı farklı rivayetler olsa da şurası muhakkaktır ki bu gençler Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ve Ashab-ı Kiram’dan asırlar önce yaşamışlardır. Din ve iman uğruna böyle gençler hep var olagelmiştir. Efendimiz zamanındaki genç profiline baktığımızda durum o zamanın şartlarında çok iç açıcıdır. Çünkü Peygamber Efendimizin en yakın aile efradındaki gençlerden tutun da yeni Müslüman olmuş, dünyanın diğer ucundan Efendimize biat edip dinî vecibelerini öğrenmeye gelmiş bir sürü genç mevcuttur. Ama biz senelerdir sahabe denildiğinde yaşlı başlı, saçı sakalı ağarmış, ciddi anlamda bu dünyada hüküm sürüp yaş almış kişileri düşündük hep. Siyer alanında yapılan çalışmaların hız kazandığı günümüzde sahabe efendilerimizden birçoğunun zannettiğimiz yaşta olmadığını, hatırı sayılır bir kısmının genç olduğunu; hatta bugün rüşde erme yaşının 18 olduğunu da hesaba katarsak önemli bir bölümünün de çocuk olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte Peygamber Efendimizin (s.a.s.) komutanlık ve öğretmenlik başta olmak üzere önemli görevlere gençleri getirdiğini ve bu noktada onlara ne denli güvendiğini hayretler içerisinde görmekteyiz. Hayret etmemizin sebebi ise bizim bugün en basit görevleri verirken bile birden fazla düşündüğümüz gençlere öyle sıkıntılı ve zor zamanlarda Efendimizin hiç tereddüt etmeden hassas konularda danışıp vazife tevdi etmesidir. İlk sahabe neslinin yaşlarına baktığımızda şu ilginç tabloyla karşılaşırız. İlk Müslümanlardan birkaç kişi 50 yaş civarında, birkaç kişi 35 yaşın üzerinde, geri kalan çoğunluk ise 30 yaşın altında bulunuyordu. Mesela genç yaşta İslam’ı kabul edenlerden Hz. Ali 10, Abdullah b. Ömer ve Ubeyde b. Cerrah 13, Ukbe b. Amir 14, Cabir b. Abdullah ve Zeyd b. Harise 15, Abdullah b. Mesud, Habbab b. Eret ve Zübeyr b. Avvam 16, Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Erkam b. Ebü’l Erkam, Sa’d b. Ebu Vakkas ve Esma bint Ebu Bekir 17, Muaz b. Cebel ve Mus’ab b. Umeyr 18, Ebu Musa el-Eş’ari 19, Cafer b. Ebu Talib 22, Osman B. Huveyris, Osman b. Affan, Ebu Ubeyde, Ebu Hureyre ve Hz. Ömer 25-31 yaşlarında idiler. Buradan anlaşılıyor ki ilk sahabe nesli bugün tam da “genç” olarak niteleyebileceğimiz yaşta idiler. Bu bölümde üzerinde durulması gereken en hassas nokta ise Peygamber Efendimizin gençlere verdiği önem ve onlara duyduğu güvendir.
Peygamber Efendimiz zamanında savaşlarda komutan olarak vazifelendirilip kendisine sancak teslim edilen, Yemen’e vali olarak tayin edilen, Medine’ye İslam’ı tebliğ için öğretmen olarak gönderilen Sahabe-i Kiram’ın gençleri vardır hatırlanmaya değer. Her biri birer yıldız mesabesinde ve “hangisine tutunursak doğru yolu bulduğumuz” hatırı sayılır gençler. Bugün yakın tarihimizde yaşadığımız 15 Temmuz darbe girişiminde adını tarih sahnesine altın harflerle yazdırmış şanlı gençlerimiz de var bizim. İşten gelir gelmez abdest alarak anasıyla helalleşmiş, al yıldızlı bayrağını boynuna dolamış ve bir dakika sonrasını düşünmeden meydana atılmış yiğitlerimiz var. Tanklarına ve tüfeklerine güvenenlerin karşısına dimdik dikilmiş; göğsü imanlı kalbi vicdanlı gazilik ya da şehitlik mertebesine erişmiş kahraman gençlerimiz var.
Yine gençlerimiz var; ellerinden, gönüllerinden tutulmazsa kayıp gidecek… Bunun için de peygamberî metot bugün gençler üzerinde en mühim kurtarıcımız olacaktır. Eğer ekran başında bir gencin, dahası bir neslin uyutulmasını ve kaybolmasını istemiyorsak Efendimizin öğretilerini bir adım bile şaşmadan takip etmeliyiz. Onun gençler üzerinden takip ettiği siyaseti takip etmeli, onun görevlendirdiği alanlarda gençlere gözü kapalı güvenmeli, deyim yerindeyse din ve dünya işlerimizde gençlere güvenmeyi ve alan açmayı öğrenmeliyiz. Ama bu demek değildir ki orta yaş ve üstünün, hatta yaşlıların tecrübelerinden faydalanmayalım. Aksine gençlerin enerjisini ve üretkenliğini yaşı ilerlemiş olanların tecrübe ve deneyimleriyle harmanlayıp ortaya yeni bir dünya düzeni çıkaralım. Bu dünya gencin de en az ihtiyar kadar söz ve fiil sahibi olduğu bir dünya olsun!
MÖ IV. yüzyılda yaşamış olan Çinli filozof Chuang Tsu’nun şu sözü üzerinde durulmaya değerdir: “Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek. Ağaç dik, on yıl sonrasıysa tasarladığın. Ama düşünüyorsan yüz yıl ötesini halkı eğit o zaman…” Bizim niyetimiz ne bir yıl sonrası ne de on yıl sonrası. Biz Müslümanlar olarak yüz yıl, hatta bin yıllar sonrasına talibiz. Biz daimi ebediyet yurdu olan cennete talibiz. İşte sırf bu yüzden gençlerimizi bugünler için çoktan eğitmiş olmalıyız. Tıpkı bir suyun içinde bulunduğu kabın şeklini alması yahut ağacın yaş iken eğilmesi gibi gençler de çocukluğunda ve hatta daha öncesinde şekil alırlar. Şimdiden sonra da bunları göz önünde bulundurmalı, bugünün çocuklarını yarının gençleri olarak hayata hazırlamalıyız. Tüm bunların ötesinde çocuklarımızın nasıl gençler, gençlerimizin nasıl yetişkinler olmasını istiyorsak önce değişime kendimizden başlamalıyız. Hiç bir şey için geç kalmış değiliz. Henüz vakit varken gençleşelim hep beraber.