Gençlere Nasıl Yaklaşalım
Gençlik, harmandaki bir avuç tanede gizlenmiş, var oluşun ve geleceğin şifrelendiği bir tohum gibidir. O tohumun geleceği, kimin ellerine düşeceğine, ne niyetle, nasıl korunup geliştirileceğine veya yok edileceğine bağlıdır. Eğer nâdân ellere teslim edilirse, topraktan uzak ambarlarda kurutulursa, gelecek ümidi de soluk gider. Ama ehil eller ve uygun çevre şartları ile buluşursa, var olduğu gibi, geleceğin var oluşunu da inşâ eder.
Gençlerin ihmali, geleceğin ihmalidir. Gençlerin ihyâsı da geleceğin îmarı… Kendisiyle, kültür ve medeniyetiyle, fıtrat ve dîniyle, toplum ve dünyasıyla barışık genç; ümit dolu geleceğin müjdesidir.
Kendisine ve topluma kapalı, menfaatperest, nefsânî duygularının oyuncağı hâline gelmiş; türlü bağımlılıklarıyla sağlıklı düşünemeyen, doğru kararlar veremeyen, boş ve bâtıl inanç ve ideolojilerin kurbanı hâline gelmiş genç de tükenip gidecek bir milletin acı feryadıdır.
İnançları ve dâvâları diri tutan gençlerdir. Kendi inanç ve fikirlerini genç nesillere aşılayamayan, sevdiremeyen her türlü din, fikir ve ideoloji yok olmaya mahkûmdur.
Gençlik; samimiyet, sadakat, hareket ve diriliğin sembolüdür. Gençler içten pazarlıklı olmazlar; içlerindekini saklamak için türlü yolları öğrenecek kadar yaşamamışlardır henüz… Onlar, inanç ve düşüncelerine sadakatle bağlıdırlar; menfaat ve dünya sevgisi, henüz onları yeterince kuşatmamıştır. İdealleri uğruna, her şeylerini, hattâ canlarını bile seve seve verebilirler. Yorulmak bilmezler, kin tutmazlar. Her an “akıp gitmenin” derdindedirler.
İşte bu saf ve dolu dolu olan gençliğe ulaşmak, onların samimiyet ve enerjileriyle yenilenmek gerekir. Onlara öğretirken onlardan öğrenmek; onlarla büyüyüp temizlenmek ve şekil almak gerekir.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de getirdiği dinin, yaşlıların taassup ve alışkanlıklarına toslaması üzerine, gençlere yönelmiştir. Onların ihlâs ve gayretleriyle İslâm Dîni, kısa bir zamanda gelişmiş, kök salmış ve enerjik bir yapıya kavuşmuştur.
Şanlı mâzimiz de gençlerin ideal ve enerjisinin hayra yönlendirildiğinde ne büyük fetihlerin gerçekleşmiş olduğunun misalleri ile doludur.
Bugün maalesef gençlerimize ulaşmakta ve onları idealler uğrunda yetiştirmekte zorlanıyoruz. Gençliğimiz, boşa akıp giden sular misali, çıkmaz sokaklarda, boş ve bâtıl ideolojiler uğrunda yok olup gidiyor. Bazen inançsızlık, bazen terör, bazen ahlâksızlık ve türlü kötü alışkanlıklar, gençlerle aramıza giriyor ve bizi onlardan, onları bizden uzaklaştırıyor.
Bu bir ümitsizlik ve çaresizlik ifadesi değil. Elbette güzel şekilde yetişen, kendisine ve çevresine faydalı olmaya çalışan gençler de var. Ama bu, bütün gençlerimizin kaçta kaçı? Yeni bir döneme girerken gençlerimize nasıl ulaşmalıyız? Nereden başlamalı, nelere öncelik vermeli ve neler yapmalıyız?
“Nereden başlanmalı?” şeklinde muhtevaya girmeden önce, “Nasıl yaklaşılmalı?” diye düşünmelidir. Bunun için de Kur’ân-ı Kerîm’in verdiği ölçü daima göz önünde bulundurulmalıdır:
“(Rasûlüm!) Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!...” (en-Nahl, 125)
Bu ve benzer âyetleri ölçü alan Peygamber Efendimiz, muhataplarına sabır, şefkat, merhamet, muhabbet ve hikmetle çağırmış; onların ferdî farklılıklarını, üstünlük ve zaaflarını göz önünde bulundurmuştur. O, herkese “anlayacağı dil” ile konuşmuş ve herkese ulaşacak bir “dil” bulmuştur. Ama bütün insanların anladığı en sade ve güzel ifade şekli, samimiyet ve tatlı dildir.
Gençlere ulaşmak isteyen anne-baba ve eğitimcilerin, önce böyle bir dil oluşturmaları ve bu dili geliştirmeleri gerekir. Mülâyemetle ve hoşgörü ile yaklaşıldığında, ulaşılamayacak bir yara, el uzatılamayacak bir insan yoktur.
Davet; muhatabın yaş seviyesine, anlayış kapasitesine göre uygun ve akıllıca bir seyir tâkip ederek yapılmalıdır. Konuşmalar, kalabalık ortamlarda, insanların yorgun ve sinirli oldukları vakitlerde değil; yüz yüze konuşarak, istifhamların çözüldüğü, söylenenin anlaşılır olduğu bir zeminde ve mâkul ortamlarda olması tercih edilmelidir. Zira insanlar ancak sâkin ve berrak bir zihinle, şartlanmamış bir gönülle anlatılanları kavrayabilirler.
Konuşurken laf kalabalığına gerek yoktur. Anlatılması gerekenler, zihinleri yormadan en asgarî cümleler kullanılarak abartıya kaçmadan söylenmelidir. Süreç içerisinde konuşmayı monotonluktan kurtaracak çarpıcı misallerle yahut muhatabın hoşlanacağı konulardan bahisler açarak konuşmaya farklı bir samimiyet katılabilir. Karşımızdakini anlatılanları anlayabilecek seviyeye getirmek de akıllıca bir davranıştır. Verilmesi gerekenler muhatabı sıkmadan, bunaltmadan verilmeli;
“-İllâ da bu anlattıklarımı yapmalısın!” demeden,
“-İstersen anlattıklarımı bugün düşün, sonra yine konuşmak istersen konuşabiliriz, olmaz mı?” diyerek muhatap duygularıyla baş başa bırakılmalıdır.
Konuşurken gerektiğinde muhataba farklı bir bakış açısı sunmak adına tecrübelerden ya da güncel hâdiselerden konuya derinlik kazandırılabilir. Hakikatleri anlatırken aslâ şahsî görüşler ön plana çıkarılmamalı, dâima “hak” önde tutulmalı, asıl verilmek istenen konuya odaklanmalı, nefisler konuşmamalıdır. Hele:
“-Bak, benim dediğime nasıl da geldin, gördün mü?!” gibisinden sözler kesinlikle kullanılmamalıdır. Zira mühim olan doğruda buluşmaktır. Bizim söylediklerimizin her zaman doğru olmaması da sözkonusu olabilir, o zaman da gururu bir tarafa bırakarak tevazuyla hakka teslim olmak gerekir.
1-Önce İnanç Boşluğu Giderilmeli, Îman Telkin Etmeli
Günümüzde bir ahtapot gibi insanlığı kasıp kavuran inançsızlık buhranı, en önce gençleri tesir altına almıştır. Maalesef hayat ve enerji dolu gençlik, çevresinde mü’min/müslüman olarak gördüğü insanların yanlış tavır ve davranışlarının da tesiriyle, inanç dünyasında farklılık aramaktadır.
Yaklaşık üç asırdır toplumlara tesir eden “inançsızlık” (ateizm), “bilimi şaşmaz doğru kabul etme” (pozitivizm) ve “kâinâtı, kendi kendini tesadüfen yaratan bir varlık olarak görme” (darvinizm, materyalim) vs. düşünce ve felsefî akımlar, dünya çapında pek çok taraftar bulmuştur.
Bunlara; “kişinin menfaat ve hazları peşinde bir hayat sürmesi, kendisi dışında kimseyi düşünmemesi, modernizm ve teknolojinin kölesi hâline gelmesi” gibi moda akımlar da eşlik etmiştir. Bugünün insanı, fıtratında var olan “her şeyi yaratan yüce güce inanmak” yerine, O’nu göklere hapsetmiş ve dünyayı istediği gibi yaşama mekânı olarak seçmiştir.
İşte bütün bu menfî düşünce ve inançlara karşı, kendimizi ve neslimizi inşa etmemiz şarttır. Hayat, boşluk kabul etmez. Kafa ve gönlüne giremediğimiz, önlerine ideal modeller koyamadığımız gençlerimizin kendilerini böyle bir küresel akıntıdan koruması çok zordur.
Öyleyse her şeyin başı, fıtratımızda yer alan “inanma” meylini, en doğru, en güzel bilgilerle beslemek ve onları, hayata hazırlamaktır. Pek çok sahte tanrının yer aldığı dünya sathında, gençlerimizi tevhide yöneltmek ve onlara ilâhlara karşı “Lâ” demenin şuurunu vermek zorundayız.
2-Güzel Ahlak Aşılanmalı
Îman kuru bir iddia, saf bir felsefî ideoloji değildir. Aksine o, insanı bütün özellikleriyle kuşatan, onu yücelten, arındıran, huzur ve tatmin veren bir hayat tarzıdır.
İnançsızlığın en büyük faturası, ahlâksızlıktır. Bugün dünya, doğusuyla batısıyla büyük bir ahlâk çöküntüsü yaşamaktadır. Ahlâkî erozyon; âileyi yıpratmış, toplumları çökertmiştir.
Senelerdir eğitim sistemimizdeki Batı menşeli bozuk sistem, bozuk fikirli, dünyâperest bir nesil yetiştirdi. Bunun sonucunda kontrolünü kaybeden gençlik; eğlenceye ve sefahate dalmış, egoizm, şehvetperestlik, düşünce dağınıklığı, menfaatperestlik, merhametsizlik, şiddet, uyuşukluk ve tembellik, hazırcılık, başıboşluk, mesûliyetsizlik, gösteriş budalalığı, geçmişi hor görme, yağcılık, asalaklık, gâye ve hedeften uzak yaşama gibi pek çok rûhî dengesizlik ortaya çıkmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm, ahlâken bozulmuş eski ümmetlere, Allâh’a ve âhirete îmanı bir reçete olarak sunmuştur. Bizim de bugün ahlâkı tekrar ihya etmek için bu metoda ihtiyacımız vardır. Kendi değerlerimizden yola çıkmış, ruh-beden dengesini gözeten, fert ve toplum ahlâkını yeniden yeşertecek bir gayreti kuşanmalıdır.
3-Kimlik Arayışı
Batı kültürü, bütün imkân ve güçleriyle insanlığı istilâ etmesine rağmen insanoğlu aradığı huzur ve mutluluğu Batı kültüründe bulamamıştır. Çünkü Batı kültüründe insan, tıpkı câhiliyede olduğu gibi kendi putunu kendi yapmakta, sonra da onu yemektedir.
Batı kültürünün insanlığın ve özellikle gençlerin önüne bir “ilah gibi” koyduğu “rol modeller”; filozoflar, sanatçılar, siyasetçiler kendini yiyip bitirmektedir. Psikiyatrik vak’alar olarak her birinin problemli düşünce ve hayat tarzları, bağımlılık ve hastalıkları, ahlâkî sapkınlık ve intihar teşebbüsleri; insanlığın sonunu hazırlamaktadır.
Medya ve propaganda tesiriyle dünya çapında öne çıkarılan bu insanlar ve onların hastalıklı/sapık hayatları; onları örnek alan gençler/insanlar yüzünden bir salgın gibi her yere yayılmıştır. Batı dünyası, bugün kendi başlatıp yaydığı bu hastalıklı yapıya yenik düşmüş ve artık kendi kendini tüketmiştir. Ancak onun geldiği bu tükenmişlik durumunu görmeyen, görmek istemeyen “uydu” devletler, aynı sonu kendi milletlerine revâ görmeye devam etmektedirler.
Milletlerin kendi değerlerini kuran ve yaşatan âile yuvası ve irfan mektepleri tahrip edildiği için bu zehrin panzehiri bir türlü yeterince tesir göstermemektedir. Bugün milletlerin, özellikle İslâm ümmetinin âcilen bu büyük çöküşün altından sıyrılmaya ve kendini yeniden inşa etmeye ihtiyacı vardır. Yoksa bu enkaz, bütün insanlıkla beraber bizim de üzerimize çökmek üzeredir.
4- Hedef-Gâye Aşılanmalı, Dâvâ Şuuru Verilmeli
Bugün gençler kendisini ilgilendirmeyen pek çok lüzumsuz bilgi ve fikirlerle meşgul edilmektedir. Ömrünün en kıymetli zamanlarını boşa geçirmekte, iş işten geçtikten sonra da gerekli bilgi, irade ve enerjiyi bir türlü bulamamaktadır.
Gereksiz gündemler, dünya ve âhirete faydası olmayan meşguliyetler, boş tartışmalar; en hayatî gündemleri, ümmet olarak elimizin-ayağımızın bağlandığı prangaları fark görmemizi engellemektedir.
Bitip tükenmeyen spor tartışmaları, kısır siyasî kavgalar, sanal gündemler, sanatçıların boş ve ahlâk dışı magazin hayatları; insanların ufuklarını daraltmakta, gündemlerini ve hassasiyetlerini yok etmektedir.
Böylece kendi hayatında ne yapacağını bilmeyen, kendisini tanımak için hiç gayret sarf etmemiş “amaçsız, hedefsiz, idealsiz” milyonlar yetişmektedir. “Kendi başına düşünemeyen”; “hep başkasının güdümünde olan” vizyonsuz bu insanlar, milletler adına en büyük insan kaybıdır.
Aklını kullanmayan bir insanın, aklı olmayan bir insandan ne farkı vardır? Aklını yitirmiş bir kimseden de “insanca” davranışlar beklenebilir mi? Uğrunda yürüyeceği bir dâvâsı olmayanlar; nefis ve arzularının peşinde koşup şeytana uyarak sefâhate ve boşluğa sürüklenirler. Bugünkü acı tablo da bundan ibarettir.
5- Doğru Arkadaş-Doğru Çevre
“Arkadaş insanı vezir de eder, rezil de…” sözünden hareketle, hayatlarının en enerjik, sevgi ve muhabbet dolu devresinde çoğu genç, yanlış arkadaş seçiminin kurbanı olabiliyor. “Büyükler bizi anlamıyor!” derken kendisini yanlış anlayan veya yanlış yönlendiren kişiler, o gencin sonunu hazırlıyor. Bu sebeple, Peygamber Efendimizin “Kişi, dostunun dîni üzeredir!” buyruğunu bir hayat tarzı olarak benimsemek şarttır. İyilikler de, kötülükler de arkadaş eliyle rahatlıkla öğrenilebilir ve yerleşebilir. Gençlere, iyi arkadaş olabilecekleri/bulabilecekleri yerler kazandırmamız gerekir.
6- Gençlere Doğru ve Müspet Meşguliyetler Sunulmalıdır
Gençlerin mevcut potansiyellerini keşfedip yönlendirecek bir eğitim-öğretim sistemine geçilmelidir. Onların ilgi ve merakları, güzel sahalara yönlendirilmeli, her türlü kötü alışkanlıktan, boşluk ve istismardan kendilerini koruyacak bir sistem oluşturulmalıdır. Onun bir insan olduğu, hoşça vakit geçirmeye muhtaç olduğu göz önünde bulundurulmalı ve bu ihtiyaçları meşru zemin ve uygun ortamlarda temin edilmelidir. Bugün gençlerin gelişimi için harcadığımız bir lira, yarın onların tedavisi ve korunması için harcamak zorunda kalacağımız binlerce liradan daha ucuzdur.
Allâh’ın bize emanet olarak verdiği tertemiz gençleri, yine O’nun rızası istikametinde seferber etme borç ve vazifemiz vardır. Aksi hâlde hem bu dünyada, hem de âhirette büyük bir bedel öderiz.
Fidanlarımız solmasın, büyüyüp gelişsin ve çiçek açsınlar, inşâallâh.