Gençlerin Değer Algısı "Ben” Mi, "Biz” Mi?
nsanlık tarihindeki en uzun soluklu çatışmalardan biri, toplumsal menfaatlerle kişisel çıkarlar arasında yaşanagelendir şüphesiz. Kimi sistemlerde; insan, tarihi belirlemekten uzak bir öge olarak görülmüş, toplumun yüksek menfaatleri için birey feda edilmiştir. Kimi sistemlerde ise kişisel çıkarlar her şeye yön veren bir faktör hâlini almıştır. Bu çatışmanın sadece makro düzeyde kalmadığını; değerlerimizi, tercihlerimizi, olaylara bakış açımızı ve hatta çocuklarımızı eğitme yöntemimizi etkilemekte olduğunu görmek ise oldukça şaşırtıcı.
Günümüzde, yeryüzünün büyük kısmına hakim olan ekonomik sistemin temel kavramlarına bakıldığında, ibrenin "birey" tarafına kaydığı gayet açık. Ortaya çıkan tabloda, herkes karşısındakinin bencilliğinden dert yanıyor, kişisel çıkarlar yüzünden harcandığını iddia ediyor. Yaşlılar, gençlerin fedakârlık, yardımlaşma gibi değerlere sa- nip olmadığını ifade ediyor. Hani çocuk gelişiminde 3-4 yaşlar ben-merkezli (ego-santrik) dönem olarak tanımlanır ya, çağımızın bazı yetişkinleri de bu devreyi atlatamamış durumda. Çocuklar 3-4 yaşlarında, her şeyin merkezinde kendilerinin olduğunu zannederler. Bir nesnenin özelliklerini kendi gördükleri kadarıyla tanımlarlar. Başkalarının isteklerinin kendi- lerininkilerle aynı olduğunu sanırlar. En sık kullandıkları zamir "ben" dir vs. Tüm bunlar yaş özelliği olarak kabul edilir ve 7 yaşa kadar azalarak devam etmesi beklenir. Lâkin kişisel çıkarlara bu kadar çok vurgu yapıldığı ve değerlerin kaybının yaşandığı zamanlarda, bırakın yediyi 1 7 yaşındaki gençlerimizin ben-merkezlilik- ten kurtulamadığını görebiliyoruz.
Böyle bir zihinsel yapıya sahip olan yeni nesiller, tüm kararlarını kişisel fayda sağlayıp sağlamadığına göre veriyor. İş tercihlerini ele alalım, örneğin. Üniversite sınavına hazırlanan öğrencilerimizin kaç tanesi hedefini "vatanıma, milletime, insanlığa faydalı" olan bir meslek sahibi olabilmek şeklinde belirliyor? Öğretmenlik gibi bölümleri getirisi az olmasına rağmen sadece idealleri uğruna kaç gencimiz tercih ediyor? Bu konuda, değerli bir aile büyüğümün sergilediği davranışlar beni gerçekten şaşırtıyor ve aramızdaki 35 yılın ne kadar büyük bir tutum değişikliğine neden olduğunu görmeme yardımcı oluyor. Şu an 6070 yaşlarında olanlar için; okumak çok büyük bir nimet, lise mezunu olabilmek büyük ayrıcalık, hele üniversiteye gidebilmek az sayıda insana nasip oluyor, malum. Ancak o dönemin öğrencileri öyle bir hizmet bilinciyle yetiştirilmişler ki yaptıkları yeni neslin aklına gelecek cinsten değil. Sürekli olarak çevrelerine faydalı olmaya çalışmak gibi bir amaç edinmiş bu insanlar. Örneğin, ömrü eğitimcilikle geçen bu büyüğüm sitelerinin bahçesine komşularıyla beraber oturmaya inerken dahi cebine birkaç tane takvim yaprağı koyuyor. O ortamda uzun, tumturaklı sohbetlerin yapılamayacağını pekâla bildiğinden takvim yapraklarından okuduğu bir iki hadis-i şerif, kıssalı söz vs. ile çevresine değer katmaya çalışıyor. Çardak sohbetlerine bu güzel sözler ilham kaynağı oluyor. Böylece kendisi gibi eğitim alabilme şansı bulamayan komşularına yeni ufuklar açmaya, faydalı olmaya çabalıyor. Bu küçük gibi görünen gayretin arkasında çok önemli bir motivasyon olduğu inancındayım. Ülkemin üniversitelerindeki öğrencilere böyle bir nosyon verildiği takdirde neler olabileceğini düşündüğümde her şey farklılaşıyor.
İyi eğitim, piyasa şartlarına en uygun olan anlamında kullanılmakta. Bu okullardan mezun olan gençlerimizin pek çoğunun öncelikli hedefi "çok para kazanmak" hâlini almış durumda. Kişisel fayda üstte tutuluyor. Peygamber Efendimiz’in "Sizin en hayırlınız, insanlara faydalı olanınızdır" şeklindeki ifadesi yeni neslin değerlerine ve tercihlerine yön veremiyor, maalesef. Bu gidişat, gelecekte büyük toplumsal defektlere neden olacaktır, korkarım ki.
İnsanlara faydalı olmak değil de kendine fayda sağlamak hedefine sahip olan yeni nesil, hizmet ehli olmaktan çok uzak bir yerde, şüphesiz. Ailesinden ve çevresindekilerden hep kendisine hizmet etmesini bekliyor. Ebeveynler, çocuklarının hiçbir sorumluluk almadığından dert yanıyor. Gerçekten de sadece kişisel çıkarlar ön plâna alınırsa başkalarına hizmet etmek, fedakârlık, hiçbir karşılık beklemeden yardımlaşmak gibi kavramlar ne değer ifade edebilir ki? "Halka hizmet etmek, Hakk’a hizmet etmektir" gibi düsturlara kim sahip çıkabilir ki? Çocuklarımızı hizmet etme bilinci ile yetiştirmezsek, hizmet etmeleri gereken konuma geldikleri halde sadece kendilerine yarar sağlamaya çalışan insanlara kızmaya hakkımız olur mu? Terbiyedeki hizmet etme metodu anlamlı bulunabilir mi?
Gençlerimizin çevreden sürekli olarak benlikleri ile ilgili uyarılar aldıkları şu dönemde, ailenin bu tür ahlâkî değerleri çocuklarına aşılayabilmek için daha çok gayret sarfetmesi gerektiği aşikâr. Ancak bir taraftan da yeni çocuk eğitimi yöntemleri, karakter gelişiminde bağımsız birey olmanın önemini o kadar çok vurguluyor ki; aileler dengeyi tutturmakta iyice zorlanıyor.
Çocuğunuzu hem kendi tercihleri, fikirleri olan sizden farklı bir birey olarak kabul edip yetiştirmeniz gerekiyor, hem yeri geldiğinde başkası için fedakârlık etme bilinci vermeniz gerekiyor. Aksi halde "Benim hayatım, kimse karışamaz" şeklinde aşılması güç bir kalkanla karşılaşmak işten bile değil. Böyle bir tutum, sadece insanlığın gelişmesinin en önemli yollarından biri olan, eski tecrübelerin yeni nesillere aktarılmasına engel olmakla kalmaz. Pratik açıdan da, bireyleri bu formatta olan bir toplumda ne kayınvalidesi ile oturan, ailedeki hastaya bakan gelin, ne gurbette okuyan öğrenciye evinin kapısını açan aile yakını, ne hayatını özürlü çocuğuna bakmaya adayan ebeveynler bulunur korkarım. Hele sırtındaki gömleği çıkartıp ihtiyaç sahibine verebilecek, servetinin tamamını vakfedebilecek bir baba yiğide rastlayabilmek hiç mümkün olmaz.
Sadece güçlü olana yaşam hakkı tanıyan bir topluma dönüşmemek için yapılması gerekenler ulaşılması kolay olmayan "denge" kavramı etrafında şekilleniyor. Hem özgüveni gelişmiş, hem "yeryüzünde tevazu içinde yürüyen"(Furkan, 63) gençler yetiştirebilmek gibi zor bir görev düşüyor ebeveynlere. Her insan bambaşka fikir ve kabiliyetlerle donatılmış özel bir birey olarak yaratıldığının farkında olmalı elbette. Ancak "Ben mi, biz mi?" sorusu ile karşılaştığı zaman tercihini her zaman "ben"den yana yapmamalı. Fedakârlık, yardımseverlik, hizmet etmek gibi değerler eski önemlerini kazanmalı zihinlerde.