Gevşemiyoruz Şükrediyoruz
Şöyle bir sorsak hiçbirimiz musibet istemeyiz ve belalardan uzak olmak için ne gerekiyorsa yapmaya dair bir içgüdümüz vardır. Fakat belki de hiç farkında olmadan sürekli birşeylerin kötüye gitmesine neden olan bir yanımız olabilir.
Kendimde, bazı yakınlarımda, hatta tanıdığım bir çok kişide hatta bu zamanda çoğu insanda böyle bir yan olduğunu düşünmeye başladım bugünlerde. Tabi bela derken sel, yangın, hastalık gibi klasiklerden söz etmiyoruz. Ailevi musibetler, psikolojik hastalıklar, gitgide derinleşen sorunlar…
Bir şeylerin kötüye gitmesine neden olan yanımız dedim ya, işte o yanımız hayatta bir şeylerin iyi gittiğini düşündüğümüzde içimizde peydahlanan hırs. O iyi halin tadını çıkarma, sonuna kadar sömürme arzusu.
Şöyle oluyor mesela özellikle evliliklerde. Diğer bazı insanların yaşadığı sorunları duyup Aman Yarabbi millet nelerle uğraşıyor bizimse öyle sorunlarımız yok, iyi ya biz rahatız problemli değiliz, ohh be diyor ve gevşiyor bir kişi. Bu gevşeme hali, etrafına daha özensiz davranmasına, bir çok hassas davranılması gereken durumu ciddiye almamasına, nasılsa bizim için tehlike yok deyip her geçen gün daha arızalı tavırlar sergilemesine neden oluyor. Elbette ki bu arızalı davranışlar, o kendi dünyalarında yok sandığı sorunların özel olarak davet edilmiş gibi başlarına hücum etmesine neden oluyor.
Ben bunu çocuklarla ilişkimde çok yaşıyorum. Bir süre yoğun bir gayret dönemi geçirip de aramızdan su sızmaz hale kavuşunca, bana bir rahatlama geliyor bazen. Amaaan diyorum nasıl olsa aramız iyi, sıkma kendini ya boşver o kadar dikkatli davranmak zorunda değilsin. Ağzından çıkan şeyleri de bu kadar tartmana gerek yok yaa, sonuçta biz bir aileyiz birbirimize ‘şunu’ falan da söyleyemeyecek miyiz?
Bazen de nasılsa aramız iyi diye ev işlerinde yaptıkları yardımın fazlasını beklediğim oluyor. Nasıl olsa iyiyiz, birşey demezler, deseler de birşey olmaz gafleti.
Ama öyle olmuyor, hemen birşeyler kötüye gitmeye başlıyor. Etki tepki kanunu, birşeyi bırakırsan yere düşer, taşımayı bırakırsan ilişkiler de yerle bir oluyor.
‘Dünya sevgisi bütün hataların başıdır’
demiş, Nebi aleyhissalatu vesselam. Hoşumuza giden birşeylerden sınırsızca faydalanma telaşımızın, tüm hataları arkasına toplayan bir öncü olduğuna vurgu yapmış.
İbrahim Suresi 14. ayette bizim bütün bu dünyevî eğilimlerimizi, gizli gizli herşeyden nemalanma ve sömürme arzumuzu bilen Rabbimiz, İlahımız, Herşeyimiz diyor ki:
Hani Rabbiniz size şöyle bildirmişti: “Bana şükrederseniz muhakkak ki, size olan nimetimi arttırırım. Yok eğer nankörlük ederseniz bilin ki, benim azabım gerçekten çok çetindir.”
Nankörlük her zaman beğenmemek demek olmuyor, o çok ortada olanı.
Sevdiğimiz beğendiğimiz şeyleri sahiplenmek aslında nankörlüğün iç yüzü. ‘Tamam ya bu cepte, öyle dikkat etmem gereken bir yanı yok, bunu öyle kaybedebileceğim bir şey olarak görmüyorum, ben buna sahibim zaten.’ deyip verildiğini görmemek.
Musibetler ve sorunlar hayatımıza girerek diyor ki, madem o kadar emindin, sahibiydin o güzelliğin, tutsaydın ya elinde.
Çok şükür ki ayetin verdiği mesaj var yıkılmadan ayakta kalabilmek için. Hemen şükre çevir kalbini, yani önce nimetin senin hakimiyetinde olmadığını bil, geldiği yeri gör, oraya dön. Artmasını O’ndan iste.
İnsan bu isteme ve dua halinde olduğu zaman, hiçbir durumu garanti olarak görmediği zaman insanlara özenli davranacağı psikolojiye de bürünmüş oluyor zaten. Hiç bir şeyi yönetemeyen, elinde tutamayan ve bunun farkında olan kişi niye hoyrat davransın ki, değil mi…
Üstelik hiç bir şeyin ikinci seçenekte yine güzel anların tadını alma var, yine güzel şeylerden güzelce istifade var. Hem de güvenli bir şekilde.