KUR’AN’IN ÖVDÜĞÜ GENÇLIK
“O gençler mağaraya sığınmışlar ve ‘Rabbimiz bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster!’ demişlerdi.” (Kehf, 18/10)
Kıssa “O gençler mağaraya sığındıkları zaman…” diye başlar. Allah’a iman eden bir grup genç, içinde yaşadıkları putperest toplumun inançlarını reddederek “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir; O’ndan başkasına asla tanrı deyip yakarmayız.” (Kehf, 18/14) sözlerini yüksek sesle dile getirmekten çekinmezler. Hakkı gördükten sonra yanlışa boyun eğmekten kaçındıkları için suçlu kabul edilirler. Şirke dayalı inanç sistemine bağlı topluluklarda Allah’ın birliğine/tevhide inanmanın karşılığı dışlanmaktır, cezalandırılmaktır. Mümin gençler, öldürülmek ya da dinlerinden döndürülmek korkusuyla yaşadıkları yeri terk ederek bir mağaraya sığınırlar. Ellerini açıp yakardıkları an talepleri Allah’ın kendilerine merhameti ve zalim toplumun kötülüğünden onları kurtarmasıdır.
Hikâyelerini kısaca özetlediğimiz “Ashâb-ı Kehf/Mağara Arkadaşları”nı Kur’an-ı Kerim, Arapça fetâ/genç kelimesinin çoğulu olan fitye/gençler kelimesi ile zikreder. Sayılarının önemi yoktur, nerede yaşadıklarının da. Allah bu gençlerin başından geçenleri anlatmaya değer bulmuş ve öldükten sonra yeniden diriltilme gerçeğini bir defa da onların üzerinden göstermeyi hedeflemiştir. Onları örnek olarak öne çıkaran tutumları, kararlılıkları ve dik duruşlarıdır. Cesaretlerinin kaynağı imanlarıdır. Ancak genç olmaları da yadsınamayacak bir durumdur. Çünkü Hz. İbrahim de kavminin putlarını kırdığında bir gençti. Halk şaşkınlıkla bu işi kimin yaptığını araştırırken birileri “İbrahim denen bir gencin bunları diline doladığını işitmiştik.” (Enbiyâ, 21/60) diyerek onu ele vermişlerdi. İbn Kesir bu ayeti tefsir ederken İbn Abbâs’tan “Allah ancak peygamberleri genç olarak göndermiş, her bir âlime ilim ancak genç iken verilmiştir.” rivayetini nakletmektedir (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim, 5/349).
Ahlaksızlığa davet edildiğinde hapse girmeyi yeğleyen Hz. Yusuf (Yûsuf, 12/33), iffetin sembolü Hz. Meryem (Tahrîm, 66/12), kötülükten çok sakınan ve anne babasına iyi davranan Hz. Yahya (Meryem, 19/13-14) da Kur’an’da gençliğin ideal sembolleridir. Gençliğin kıymetini bilmeyen, bir kıskançlık yüzünden kardeşini öldürerek ilk katil olayını gerçekleştiren Hz. Âdem’in oğluyla (Mâide, 5/30) vahiy yerine aklına güvenerek gökten inen ve yerden çıkan suları göre göre dağa çıkıp kurtulacağını iddia eden Hz. Nuh’un oğlu da (Hûd, 11/43) gençtir.
İnsan, dünya için kendisine ayrılmış yaşam süresinde bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik gibi farklı evrelerden geçer. Onun kulluk sorumluluğunun başladığı ergenlik/ilk gençlik dönemi, çocukluktan yetişkinliğe adım attığı, biyolojik ve duygusal birtakım değişiklikleri yaşadığı zorlu bir süreçtir. İslam hukukuna göre alt sınırı kız çocuklarında dokuz, erkek çocuklarında on iki yaş olan bu dönemin son sınırı on beştir. Bir genç, bu yaşa ulaşınca bedensel olarak ergenliğe girmemiş olsa bile hükmen bâliğ/ergen sayılır. O, artık dinin muhatabıdır. Kulluk sorumluluğunu yüklenecek, “Gerçek, Rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf, 18/29) emrinin bildirdiğine göre tercihlerini belirleyecektir. Çocukluktan gençliğe, oradan yetişkinliğe uzanan bu yolda herkes dilediğini seçmekte serbesttir.
İslam dini, ferde tercihlerini belirleme sorumluluğunu ergenlikle birlikte veriyor. Aslında bu yaş, iyiyi kötüden ayırt edebilecek yaştır. Bugün “O daha çocuk, yapamaz!” diye sorumluluk vermekten kaçındığımız bir yaş grubunu konuşuyoruz. Üzerine titremekten, bireysel ihtiyaçlarını gideremeyecek hâle getirdiğimiz ergenlerimizden bir kısmı, hayata bu kılıfın ardından devam ediyor, “Ben yapamam.”ı benimsiyor. Tecrübe etmediği için de gerçekten yapamaz hâle geliyor. Oysa ergenlikle başlayan ve yirmili yaşların sonlarına kadar devam ettiği düşünülen bu dönem, hayatın en verimli dönemidir.
Farsça kökenli olan genç kelimesi, “hazine, define” gibi anlamlarla gerek bireysel gerek sosyal yönlerden gençliğin ne kadar kıymetli olduğunu göstermektedir. Yetişkinler gibi duygusal yönden ve olumsuz tecrübelerle yıpranmamış gençler, fıtraten dine daha yatkın olmaktadır. İslam dininin yayıldığı dönemlerde Hz. Peygamber’in etrafını saran, ona yardım noktasında öne çıkanların hep gençlerden oluşması, bu durumu desteklemektedir. Dine ilk girenlerden Hz. Ali, dinî tebliğin yapılması için evini açan Erkam b. Ebi’l Erkam, hicretten önce Medine’ye öğretmen olarak gönderilen Mus’ab b. Umeyr bu konuda akla ilk gelen isimlerdir. Medine’de Hz. Peygamber’in dizinin dibinde ilim tahsil eden Ashab-ı Suffe de gençlerden oluşmaktaydı.
Allah’a kullukla yetişmek büyük bir kazançtır. Hayat yolu nasıl başlarsa öyle devam eder. Güç, heyecan, merak ve zihnî yeterliliğin üst düzeyde olduğu gençlik dönemini doğru değerlendiren, kul olduğunun bilincindeki genç, karşılığını hem dünyada hem ahirette fazlasıyla alacaktır. Peygamber müjdesi hiçbir gölgenin olmadığı günde arşın gölgesinde serinleyecek yedi gruptan birinin “Allah’a ibadetle yetişen genç” (Müslim, Zekât, 91) olacağını haber vermiştir.
Gençleri sürekli sorunlarla anmak doğru bir yaklaşım değildir. Gençler, toplumun bir grubu olarak toplumdaki olaylardan etkilenir, sorunları toplumun prototipi olarak yansıtırlar. Onlarda mevcut, yetişkinleri rahatsız eden durumlar yaygın olarak toplumdan kaynaklanmaktadır.
Unutulmamalıdır ki “Gül dibinde gül biter.” Ancak bu yaklaşım, gerçekleri görmemize engel değildir. Günümüz gençliği küreselleşen dünyanın empoze ettiği yoğun bireyselcilik, dünyevileşme, sanal yaşam ve popüler kültürle tek tipleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu durum, insanlık için büyük tehlikedir. Kişiliğimizi, kimliğimizi, farklılığımızı korumak için herkes gibi olmak, popüler kültürün dayatmalarına göz yummak, her şeyi hoş görmek, her türlü yaşayışı özgürlük adı altında kabul etmek zorunda değiliz. Hz. Peygamber (s.a.s.), yaşadığı toplumdaki yanlışları görmüş, Hira’daki inzivasından önce Mekke inançsızlarının yediklerinden, eğlencelerinden uzak durmuş, güzel davranışları ise desteklemiştir. Gençliğinde iyilik adına kurulan Hilfu’l-fudul derneğine katılmış, sonraları da bu çabadan övgüyle söz etmiştir.
Gençlerin en verimli dönemlerini sonradan pişman olacakları şeyler yerine güzelliklerle donatmalarını temin etmek için biz yetişkinlere de görevler düşmektedir. Öncelikle bizler “kökü mazide ve gözü atide bir gençlik” idealine sahip olmalıyız. Sonra da iyi bir rehberlik faaliyetiyle akli ve ahlaki gerçeklerle donatılmış zihinlere sahip, toplumun içinde ama gerektiğinde toplumdan uzak olmayı yeğleyen, yalnızlığa sığınıp günahlardan korunan, yeri geldiğinde Hz. İbrahim gibi yol gösterici, derdi olan, önceliklerini belirleyebilen gençler yetiştirmeliyiz.
Sema Çelem