NİKAH
Allah Teâlâ, evlenip çoğalmaları, nesillerini devam ettirmeleri için insanları kadın ve erkek olarak iki cins yaratmış, birbirlerine karşı alâka uyandırmış ve cinsler arasında nikah akdini meşru kılmıştır. Böylece fıtrî duygular, fıtrî alâkalar meşru bir zeminde hayat bulmuş ve insan nesli behimî bir yaşantıdan korunmuştur. Zina ve zinanın öncüleri olan her türlü söz ve fiiller, nikahsız beraberlikler yasaklanmış, temiz yaratılan insanın, temiz ve nezih yaşaması için çok mükemmel hükümler konulmuştur.
Nikah akdi ile başlayan aile hayatı çok ulvî değerler üzerine bina edilmiştir. Bu sebepledir ki tarih boyunca bir çok soykırımlarına, istilalara ve zulümlere mâruz kalan Müslüman milletler, inançlarını, dini değerlerini koruyabilmiş, kısa bir zamanda yeniden derlenip toparlanabilmişlerdir.
Şu husus asla unutulmamalıdır ki, sağlam inançlı, sağlam karakterli fertler sağlam aileleri, sağlam aileler sağlam toplumları oluştururlar. O bakımdan fert ve ailelerin eğitimi çok önemlidir. Aile nizamı bozulmuş toplumların, insanca, huzur içinde yaşamaları mümkün değildir.
Dikkat edilsin, düşman güçler asırlardan beri İslam ümmetinin dinî ve ahlâkî değerlerini, aile düzenini tahrip etmek, aile fertleri arasındaki dinî ve millî bağları parçalamak, başıboş, sevgisiz, saygısız, itaatsız, mesuliyetsiz bir yığın haline getirmek için büyük çaba göstermektedirler. Bunun adı sosyal ve kültürel istila, kültür emperyalizmidir. Maalesef düşmanlar bu konuda her zaman yerli işbirlikçileri, yerli uşakları bulmuş ve en büyük tahribatı onların eliyle gerçekleştirmişlerdir.
Bu bakımdan aile reislerine çok büyük vazifeler düşmektedir. Hanımları ve çocuklarını bu aşağılık istilâdan, bu kör emperyalizmden korumak için asla ihmal etmeden her türlü çaba ve gayreti göstermeli, alınması gereken tedbirleri almalıdırlar.
İslam’da aile reisi erkektir. Fakat bu reislik, aile fertleri üzerinde bir tahakküm, bir zorbalık değildir. Çok ağır bir mesuliyet, çok büyük bir vazifedir. Dinimiz, aile reisi ile aile fertleri arasındaki vazife ve mesuliyetleri en ince ayrıntılarına kadar açıklamıştır. Keyfî ve nefsânî tasarruflar ve davranışlar yasaklanmıştır. Ailede her ferdin hak ve vazifeleri doğrultusunda hareket etmeleri istenmiştir.
Ailenin huzur ve saadeti, karşılıklı sevgi ve saygıya, hak ve vazifelere riayet etmeye bağlıdır. Allah Teâlâ: “Erkekler kadınlar üzerinde hâkimdirler. O sebeple Allah onlardan kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler mallarından onların nafakasını temin ederler.” (Nisa/34)
İslam’da kadının yeri çok büyüktür. O, kocasının haramlara, günahlara dalmaması için bir örtü, evini, iffet ve namusunu koruyan, hayat mücadelesinde en yakın yardımcısı olan bir fedakârlık âbidesi, çocuklarının mürebbîsi ve ailenin ana tahtında oturan sultanıdır.
“Kadınlar sizin için örtü, siz de onlar için bir örtüsünüz.” (Bakara/187)
Herbirine ayrı ayrı üstün meziyetler verilen, ayrı ayrı güzellikler ve kabiliyetlerle donatılan kadın ve erkek, bu meziyetlerini, güzellik ve kabiliyetlerini çok iyi bir şekilde değerlendirir, meczeder, birbirlerini tamamlayarak bir ahenkler cümbüşü meydana getirebilirlerse, dünya saadetini de, ukba saadetini de yakalamış, aynı zamanda din, vatan ve millete, tüm Müslümanlara faydalı olacak, hizmet edecek, sağlam nesiller yetiştirmenin zeminini hazırlamış olurlar.
Adalet ve eşitlik, herkese kaldırabileceği kadar yük yüklemek, yaratılışına uygun vazife ve mesuliyet vermektedir. Kadın ve erkek arasında en büyük eşitliği ve adaleti İslam dini sağlamıştır. İnsanı yoktan var eden Allah Teâlâ, yarattığı kadın ve erkeğe yaratılışlarına en uygun vazifeler vermiş, hak ve vazifeleri adalet ölçülerine göre belirlemiştir.
Maalesef zamanımızda bir kısım Müslüman kadınlar, cehaletleri sebebiyle feminist düşüncelerin, Batı’nın bu hastalıklı, bu tahribkâr cereyanının tuzağına düşmektedirler. Aile nizamını bozan, Kur’an ve sünneti gözardı eden, hatta savundukları hastalıklı ve yıkıcı düşüncelerine set çeken bir kısım hadis-i şerifleri, red ve inkâr eden davranışlar sergilemektedirler.
Bu gibi kadınlar güya İslam adına hareket ettiklerini zannediyorlar. Fakat aslında nefislerine ve şeytana uyuyor, İslam’ın aile düzenini yıkmaya matuf çalışmalara bilerek veya bilmeyerek yardımcı oluyorlar. Neticede aile düzeni bozuluyor. Kadın kendi başına buyruk yaşıyor. Karşılıklı sevgi ve saygı yok oluyor. Çocuklar sevgisiz ve ilgisiz kalıyor. Ailede bir başıboşluk hüküm sürüyor.
Tüm İslam ülkelerinde yer yer bozulan aile düzenini yeniden ve en iyi bir şekilde tesis etmek için her türlü çaba ve gayret gösterilmeli, bu konuda kadınların eğitimine ağırlık verilmelidir. “Yuvayı yapan dişi kuştur.” atasözü rastgele söylenmiş bir söz değildir. Yuvayı yapan bu dişi kuş iyi eğitilmezse kurduğu yuvanın ne demek olduğu iyi anlatılmaz, iyi öğretilmezse yuvayı yapan kuş, yuvayı yıkan kuş olabilir.
Kızlarımız ve gençlerimiz evlenme çağına geldiklerinde ve hatta daha önce aile hayatı, aile düzeni, karı kocanın karşılıklı hak ve vazifeleri, yardımlaşmaları, fedakârlıkları, çocuk bakımı ve eğitimi ile ilgili doğru bilgilerle donatılmalıdır.
Evlilik çağına gelen gençlerimiz, zamanında evlendirilmelidir. Fakirlikten dolayı evlilik imkanı bulamayan gençlerimize yardım eli uzatılıp evlenmeleri sağlanmalıdır.
Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi davranışlı olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (herşeyi) bilendir.” (Nur/32)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır:
“Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlenmeye gücü yetiyorsa hemen evlensin. Zira evlilik, gözü haramdan, ferci (zinadan) daha iyi korur. Kimin gücü yetmiyorsa o da oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti kırar.” (Müslim)
“Ashab-ı Kiram’dan üç kişi, Peygamberimizin hanımlarının evlerine gelerek, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ibadetinden sormuşlar. Kendilerine O’nun ibadetinden haber verilince herhalde bunu az görerek: “Biz nerede Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem nerede? Allah O’nun gelmiş geçmiş bütün günahlarını affetmiştir.” demişler. Bunlardan biri: “Ben ilelebet geceleri namaz kılacağım.” diğeri, “Ben de ömrüm boyunca oruç tutacağım.” öteki de: “Ben de kadınlardan uzak kalacağım, ebediyyen evlenmeyeceğim.” demiş. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gelip bundan haberdar olunca:
“Şöyle şöyle diyenler sizler misiniz? Dikkat edin. Vallahi sizin Allah’dan en ziyade korkan ve sakınanınız benim. Lâkin ben hem oruç tutarım, hem tutman. Hem namaz kılar hem uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” buyurmuşlardır.” (Buhari)
Diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:
“Kim evlenirse imanının yarısını tamamlamış olur. Diğer yarısı hakkında ise Allah’tan korksun.” (Tâberâni)
İslam’da nikahın, yani evlenmenin pek çok hikmetleri vardır.
Bunlardan bir kısmı şunlardır:
1- Neslin çoğalması.
2- Neslin muhafazası.
3- Zinanın önlenmesi.
4- İnsan fıtratında mevcut olan temayüllerin meşru yoldan tatmini.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“.... Beğendiğiniz (ve size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer ve dörder olarak nikah edin. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın. Yahut da sahip olduğunuz (câriyeler) ile yetinin. Bu adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.” (Nisa/3)
İslam’da aslolan tek evliliktir. Ancak bazı durumlarda dörde kadar kadınla evlenmek, eşler arasında adalet şartına bağlı olarak meşru kılınmış, cevaz verilmiştir.
İslam dini cihanşümul bir dindir. Son dindir. Son şeriattır. Artık İslam’dan sonra ne bir din, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden sonra da ne bir Peygamber gelecektir.
Durum bu olunca son ve ekmel din olan İslam’ın hükümleri kıyamet sabahına kadar geçerlidir. Üzerinde hiçbir değişiklik yapılamaz, O’na hiçbir şey ilave edilemediği gibi, O’ndan hiçbir şey de çıkarılamaz.
İslam dini bir bölgeye, bir kavme gönderilmemiştir. Bütün coğrafyalara ve bütün milletlere gönderilmiştir. Bir asra değil, bütün asırlara hitap etmektedir. O bakımdan O’nun ahkâmı da, koyduğu hükümler de ona göre olacaktır. İnsanı yoktan yaratan ve onun bütün özelliklerini bilen Allah Teâlâ, insan için en uygun olan, en faideli olan hükümler koymuştur.
O şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa onlar cahiliye hükümlerini mi arıyorlar? İnanan, iyi anlayan bir toplum için Allah’dan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Maide/50)
Her konuda olduğu gibi evlilik konusunda da hükmün en güzelini koyan Allah Teâlâ’dır. Bir kısım cahiller veya İslam düşmanları birden fazla kadınla evlenmeyi dillerine dolayarak İslam’a bir noksanlık izafe etmeye, kadınları aşağılanmış gibi göstermeye çalışıyorlar.
Halbuki İslam’ın bu konuda verdiği cevaz onun ne büyük bir hukuk düzeni, ne büyük bir adalet nizamı olduğunu göstermektedir. Bu cevazdaki inceliği, maslahatı görebilen bir kısım gayri müslim sosyolog, psikolog ve hukukçular bile hayranlıklarını ifade etmekten kendilerini alamamışlardır.
Birden fazla kadınla evlenmek, kadınları aşağılamak, onların hukukunu çiğnemek, onları şehvetin tatmin vasıtası yapmak değil, bilâkis onların toplum içinde yerlerini sağlamlaştırmak, erkeklerin oyuncağı olmaktan korumak, insanca yaşamalarını sağlamaktır. Böylece hem erkekler, hem de kadınlar birçok kötülüklerden, haramlardan ve fitnelerden korunmuş olurlar.
Şöyle ki:
1- Yukardada ifade edildiği gibi birden fazla kadınla evlenmek eşler arasında adalet üzere hareket etmek şartına bağlıdır. Bir kişi hanımları arasında adaletle davranamayacaksa ikinci bir evlilik yapması uygun görülmemiştir.
Bu adalet:
a- Giyim ve kuşamda.
b- Yiyecek ve içecekte.
c- Günlerin paylaşımında.
d- Eşlerinin çocuklarına karşı vazifelerinde.
e- Eşleri ile olan her türlü ilişkilerde.
Yani kalbî meyil hariç kişinin hanımları ile olan hârici bütün ilişkilerinde adâleti gözetmesi gerekir. Meselâ: Aynı meselede birine sert birine yumuşak davranmak yanlı, âdil olmayan bir davranıştır.
Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kimin iki hanımı olup da, birine daha fazla meylederse, kıyamet günü bir tarafı felçli olarak gelir.” (Ebu Davud, Tirmizi) buyurmaktadır.
Ancak kalbî meyil yani kişinin hanımlarından birini diğerinden fazla sevmesi, bu sevgisini muamelelerine aksettirmemek şartıyla memnu değildir. Çünkü kişinin buna mani olmaya gücü yetmez.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hanımları arasında adaletle muamele eder ve şöyle derdi: “Allah’ım, bu benim elimden gelen taksimatımdır. Senin gücün yetip de, benim gücümün yetmediği (kalbimin birine karşı fazla sevgisi) hususunda beni kınama.” (Ebu Davud, Tirmizi)
2- İstatistikler göstermektedir ki, kadın nüfusu erkeklere göre genellikle çoğunluğu teşkil etmektedir. Bilhassa savaş yıllarında bu fark daha da artmaktadır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında Avrupa’da bilhassa Almanya ve Fransa’da bir erkeğe karşı 4-5 kadın fazlası vardı.
Bu durumlarda birden fazla evliliğe müsaade edilmediği takdirde kadınlar şu hallerden birisi ile karşı karşıya kalacaklardır:
a- İffetini muhazafa edecek, hayatının sonuna kadar evlilik ve çocuk özlemiyle yaşayacak. Hayatın ağır şartları altında ezilecek.
b- İffetini koruyamayacak, bir kısım şehvetperest, ahlaksız erkeklerin eline düşecek, onların metresi olacak.
c- Bir kısım kadın avcıları, namus düşmanları şebekelerin eline düşecek, hayat kadını olacak.
d- Kocası ölmüş ve küçük çocukları ile dul kalmış ise, hem çocuklarının geçimi ve terbiyesi, hem de kendini kötü nazarlardan, kötü niyetli kişilerden korumak için çok büyük ve ağır mesuliyetlerin altına girecek, yıpranacak ve ezilecektir.
Birazcık insafı ve merhameti olan bir insan bu neticelere nasıl razı olabilir? Hele kadınlar kesinkes kendi aleyhlerine olan böyle bir şeye nasıl duyarsız kalabilirler?
Bu konuda Meryem Cemile, “Garb Metaryalizmi Karşısında İslam” adlı eserinde şöyle yazıyor:
“Ne Kur’an-ı Kerim’de ve ne de sünnette teaddüdü zevcatı bizatihi bir kötülük imiş gibi ayıplamayı haklı gösterecek bir şey yoktur. Şunu anlamalıyız ki, modernistlerin yaptığı bu gayretkeşâne tefsir, tamamen garb medeniyetinin değerlerine akıldan yana olan köleliğin bir neticesidir. Batı dünyasının baktığı teaddüdü zevcat, modern cemiyette hakim olan müfrit bir ferdiyetçilikten ileri gelir. O dereceye kadar ki, zina bundan çok daha az iğrenç görünür. İslam ise onu ferdin vicdanına terkeder. Hariçten bir makamın böyle hususi bir işe karışmaya hakkı yoktur. Ben evlendiğim zaman kocamın bir hanımı ve bu hanımdan dört çocuğu vardı. Tam bir samimiyet ve sadakatle diyebilirim ki kocamın tek zevcesi olsaydım, kızım ve ben ondan ancak bu kadar şefkat ve ihtimam görebilirdik. Eğer bir erkek iyi ahlâk sahibi ise, bütün zevcelerine karşı da müşfik ve muhabbetli olur. Değilse tek zevcesinin de hakkını gözetmez.”
3- İnsanlar madenler gibidir. Her birinin ayrı ayrı özellikleri, ayrı ayrı kabiliyetleri, ayrı ayrı alâka alanları vardır. Kimisi çok çocuk yapmaktan sakınırken, kimisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin isteğine uygun olarak fazla çocuk yapmak arzusu duyar. Kimisinde cinsel arzu ve güç fazladır, bir kısmında da bu hususta isteksizlik vardır.
Bütün bu çeşitlilikler karşısında meşru hudutlar içerisinde kalmak şartıyla kişilerin tabii istek ve arzularına imkan vermek gerekir. İkinci bir evliliğe müsaade edilmeyen bir ortamda, hanımı hiçbir hizmet yapamayacak kadar hasta veya fıtraten cinsel arzusu yetersiz olan bir kadınsa, erkek ne yapacaktır?
a- Hanımını mı boşayacak?
b- Metres mi edinecek?
c- Çeşitli kadınlarla zina mı edecek?
d- İffetini koruyarak sürekli bir bunalım içinde mi yaşayacak?
İffetini koruyan, asla zinaya tevessül etmeyen her zaman ahireti, dünyaya tercih eden, Allah’tan korkup nefsine hakim olan, bırakınız kötülük yapmak, kötülükleri aklına bile getirmeyen yiğit Müslümanlar elbette vardır. Ancak bütün insanların böyle davranması, nefislerine hakim olması mümkün değildir. Öyleyse bütün insanları kötülüklerden korumak, onları muhafaza edecek tedbirler almak gerekir. İşte gerçek hukuk, gerçek adalet budur. İslam bunu yapmaktadır.
Toplumun her kesimini kucaklamakta, durumlarına en uygun olanı öngörmektedir. Sosyal, ruhsal ve dinî duyarlılıkları ön plana çıkarmayan, tepeden inme, ideolojik yaklaşımlarla çıkarılan kanunlarla insan neslini korumak mümkün değildir.
4- Bugün gerek Batılılar ve gerekse Batı güdümünde güya modern düşünceli yarı okumuşların, sürekli bir kadınla evliliği savunan bu gibi kişilerin yaşantılarına baktığımız zaman, bir çok kadınla gayri meşru ilişkiler içinde bulundukları görülmektedir. Demek ki onlar, nikahla helal kılınan temiz kadınları değil, İslam nazarında, her aklı selim sahibi insan nazarında bir pislik, bir necâset olan zinayı, gayri meşru ilişkileri tercih ediyorlar. Neticede toplumda zina mahsulü bir çok çocuk meydana geliyor. Dolayısıyla kadınlar ve çocuklar eziliyor. En büyük zarara onlar uğruyorlar.
5- Gerçekleri eğip bükerek kendi çıkarlarına tevil edenler, çirkin emellerine nail olmak için hakikatleri, doğruları istismar edenler her zaman bulunabilir.
Dolayısıyla bir toplumda birden fazla kadınla evlenmeyi istismar edenler, bir kadının hakkına riayet edemeyen, adalet gözetemeyen, çoluk çocuğuyla yeteri kadar ilgilenemeyen, aile reisliği vazifesini yerine getiremeyen, nefsine, şehvetine zebun olmuş bir takım kişiler hiçbir haklı mazereti olmadan, ikinci evlilik yaparak hem kendine, hem de aile efradına hayatı çekilmez hale getirebilirler ve bu hususta çok kötü bir örnek olabilirler.
Bu gibi kişilerin varlığı, doğru olan, bir şeyin, yani teaddüdü zevcatın aleyhinde kullanılarak istismar edilmemelidir.
Bir erkek evlendiği zaman;
1- Aile hukukuna riayet edemeyeceğinden, hanımına zulmedeceğinden korkarsa evlenmesi mekruhtur.
2- Aile hukukuna riayet edemeyeceği, hanımına zulüm yapacağı kesin olursa evlenmesi haramdır.
Tek evlilik konusunda bu kadar hassas olununca ikinci evlilikte adalet şartına uyamayacağı kesin olan, şehvetinin, nefsinin zebûnu kişilerin böyle bir evliliğe kalkışması ne kadar doğru olur? Elbette böyle birinin ikinci bir evlilik yapması asla caiz değildir. Kaldı ki meşru bir sebeple, mesela; hanımının aşırı hastalığından dolayı veya çocuk sahibi olmak için ikinci bir evlilik yapmak isteyen kişiler, bu hususu birinci hanımıyla, sonra diğer yakın akrabaları ile istişare etmelidirler.
Onların görüş ve düşüncelerini almalı, öncelikle hanımının rızasını almalı, onu bu hususta ikna etmeli, daha sonra böyle bir evliliğe teşebbüs etmelidir. Nefsi arzularına göre hareket edip, aile saadetini baltalamamalı, yanlış ve hatalı davranışlarda bulunmamalıdırlar.
“Yoksa onlar, cahiliye hükümlerini mi arıyorlar. İnanan bir toplum için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Maide/50)
Gerek erkek, gerek kadın evleneceği kişiyi seçerken çok dikkatli olmalıdır. Kadın erkeğin, erkek kadının güzelliğine, zenginliğine, makam ve mevkisine değil ahlâkının güzelliğine, dindarlığına, İslamî şahsiyetinin sağlamlığına bakmalıdır. Bir kadın veya erkekte hem dindarlık, hem diğer özellikler varsa nûrun alâ nurdur.
Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Kadınla dört şeyi için evlenilir:
- Malı,
- Soyu,
- Güzelliği,
- Ve dini için.
Ey elleri toprak olası! Sen dindarını al.” (Buhari, Müslim)
“Kadınları güzellikleri için almayın. Belki güzellikleri helaklarına sebep olur.
Malları için de olmayın. Kimbilir malları onları azdırır.
Onları dinleri için alın. Dindar olan kara ve burnu kesik bir cariye daha hayırlıdır.” (İbni Mace)
“Sevimli ve doğurgan kadınlarla evlenin. Çünkü diğer milletlere karşı, sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim.” (Ebu Davud)
“Dünya bir metadır. Onun en iyi metaı saliha kadındır.” (Müslim)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme: “Ya Rasûlallah! Kadınların hangisi daha hayırlıdır.” diye sorulduğunda şöyle cevap verdi:
“Hayırlı olan kadın o kadındır ki, kocası ona baktığında mesrûr olur, bir şey emrettiği zaman yerine getirir. Nâmusunda ve malında kocasının hoşlanmayacağı bir harekette bulunmaz.” (Ebu Davud, Tirmizi)
Kadında olduğu gibi erkekde de aranacak en önemli özelliğin dindarlık olduğunu şu hadis-i şeriften anlıyoruz:
“Size dininden ve ahlâkından razı olduğunuz biri geldiğinde ona kızınızı nikahlayınız. Eğer böyle yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat çıkar.” “Ya Rasulallah eğer onda (fakirlik) varsa?” “Size dindarlığını ve ahlâkını beğendiğiniz biri gelirse ona kızınızı nikahlayınız.” buyurdu ve bunu üç kere tekrar etti.” (Tirmizi)
Yukarıda zikredilen hadisi şeriflerden de anlaşılacağı üzere evlenecek eşler arasında aranan denklik dindarlıktır, ahlaktır.
Zamanımızda dindar aileler bile çoğunlukla bu hususa dikkat etmiyorlar. Gerek kızları için, gerek erkek çocukları için zengin, makam ve mevki sahibi eşler arıyorlar. Dinî yönlerine, ahlâkî durumlarına pek bakmıyorlar. Bu durum her geçen gün İslam aile düzenine darbeler indiriyor. Müslüman toplumların İslamî yaşantılarını zaafa uğratıyor. İslamî meselelere bakış açılarında sıkıntılar doğuruyor.
Aile ve toplumun dünyevîleşmesini çabuklaştırırken, İslamî hassasiyetlerini dumura uğratıyor.
Halbuki İslam’da fazilet ve üstünlük ne malda, ne mülkte ve ne de makam ve mevkide, ne de soy soptadır. Üstünlük ve fazilet takvadadır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en üstün olanınız, ondan en çok korkanınızdır. Muhakkak Allah Alîm’dir, Habîr’dir.” (Hucurat/13)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Haseb, yani kişiyi halk nazarında itibarlı kılan maldır. Kerem, yani kişiyi Allah katında yücelten şey de takvadır.” (İbni Mace)
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e;
“Ya Rasulallah, insanların hangisi daha faziletlidir?” diye soruldu.
O da:
“Kalbi mahmûm, dili doğru olan her mü’min kişidir.” buyurdu.
Dediler ki; “Ya Rasûlallah dili doğru olanı biliyoruz. Mahmûm kalb nedir?”
O:
“Mahmûm kalb, Allah’dan korkan, tertemiz, içinde günah, zulüm, kin ve haset olmayan kalbdir.” buyurdu. (İbni Mace)
Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin önünden bir adam geçti. Yanında oturanlardan birine, “Şu geçen kişi hakkında ne dersin?” buyurdu. O da: “Eşrafdan biridir. Vallahi kız istese verilir. Bir şey hakkında konuşsa sözü dinlenilir.” dedi. Biraz sonra başka bir adam geçti. Yine o kişiye: “Ya bunun hakkında ne dersin?” buyurdu. Adam: “Ya Rasulallah! Bu Müslümanların fakirlerindendir. Kız istese verilmez. Bir şey hakkında şefaat etse kabul olunmaz. Bir şey konuşsa dinlenilmez.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
“Bu kişi, yeryüzü dolusunca öbüründen hayırlıdır.” (Buhari)
Evliliğin üç mühim özelliği Kur’an-ı Kerim’de şöyle zikredilmektedir:
“Kaynaşmanız, sükûnet bulmanız için kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de onun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, iyi düşünen bir topluluk için ibretler vardır.” (Rum/21)
Ayette zikredilen üç mühim özellik şunlardır:
1- Kadının erkekte, erkeğin kadında rûhî ve bedenî sukûnet bulması, birbirleriyle kaynaşmaları.
2- Karşılıklı sevgi.
3- Şefkat ve merhamet.
Bir evlilikte bu mühim şartlar gerçekleştiği takdirde, evliliğin hikmetleri tezahür eder. Yani:
1- Neslin devamı.
2- Neslin korunması.
3- Zinanın önlenmesi.
4- Fıtrî temayül ve ihtiyaçların meşru yoldan tatmini, doruk noktada gerçekleşmiş olur.
KIZ İSTEME
Asr-ı saadette kız isteme hususunda dinî gayret ön planda idi. Dolayısıyla zamanımızda olduğu gibi bir çok merasimlere tâbi değildi. Şöyle ki:
1- Bir aracı vasıtasıyla istenirdi.
2- Evlenecek kişi bizzat kendisi talip olurdu.
3- Bir şahıs kızını, kız kardeşini veya yakınından birini dininden, ahlâkından emin bir kişiye nikahlamayı bizzat teklif ederdi.
4- Kadın ahlâkını ve dindarlığını beğendiği bir erkeğe evlenme teklifinde bulunurdu.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Aişe validemizi Hz. Ebu Bekir radıyallahı anh’den, Hz. Ali kerremallahu veche Hz. Fatıma radıyallahu anhayı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden bizzat kendileri istemişlerdir.
Ancak bu konuda İslam’ın esaslarına aykırı olmamak şartıyla, her belde kendi örf ve adetlerine göre hareket etmelidir.
Herhangi bir Müslüman, bir kıza talip olunca, ikinci bir kişi onun üzerine varıp aynı kıza talip olmamalıdır. Bu durum ahlâkî olmadığı gibi, bir kısım fitnelere, Müslümanlar arası dargınlık ve düşmanlıklara sebep olabilir. Ancak;
1- İlk talip olan istemekten vazgeçmiş,
2- İlk tâlibe kız verilmeyerek alaka kesilmiş,
3- Kendisine de talip olabileceği hususunda birinci tâlip tarafından izin verilmiş ise, o takdirde talip olabilir.
Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Bir kimse, Müslüman kardeşinin üzerine varıp aynı kızı istemesin. Ancak birincisi vazgeçmiş veya ona izin vermişse o başka.” (Buhari, Müslim)
İddet bekleyen bir kadına, iddeti tamamlanmadan açıktan evlilik teklifinde bulunmak uygun değildir. Ancak ima yoluyla teklif yapılabilir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“İddet bekleyen kadınlara üstü kapalı bir şekilde evlenme teklif etmenizde veya onu içinizden geçirmenizde sizin için bir günah yoktur.” (Bakara/235)
Evlenecek eşler nişanlanmadan önce mahremleri yanlarında olmak şartıyla görüşebilirler, birbirlerinin el ve yüzlerine bakabilirler.
Bir adam, Ensar’dan bir kadına talip oldu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- Ona baktın mı? diye sordu.
Adam:
- Hayır, ya Rasûlallah, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- O zaman git bak. Çünkü Ensar’ın gözlerinde bir şey olur.” buyurdu. (Müslim)
Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:
“Herhangi biriniz bir kadınla evlenmek istediğinde evlenmeye celbedecek yerlerine (ellerine ve yüzüne) baksın.” (Ebu Davud)
NİŞAN
Kız isteme müsbet olarak neticelenir ve her iki taraf evlenmeye karar verirlerse, bu karardan nikah akdinin yapıldığı zamana kadar geçen döneme nişanlılık dönemi denir.
Nişanlılık dönemini meşru bir mazeret bulunmadıkça aşırı derecede uzatmak uygun değildir.
Nişanlılar nikah akti yapılana kadar birbirlerine yabancı sayılırlar.
1- Yanlarında bir mahremleri olmadıkça yalnız başlarına bir arada kalamazlar.
2- Yanlarında bir mahremleri olmadıkça yalnız başlarına beraberce seyahat edemezler. Çarşı, pazar dolaşamazlar.
3- Birbirlerine dokunamazlar.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Bir kimse kendine helal olmayan bir kadınla başbaşa kalmasın. Bir arada kalırlarsa üçüncüleri şeytan olur. Yanlarında bir mahremleri bulunursa o başka.” (Buhari, Müslim)
Nişanlılık döneminde İslamî ölçülere dikkat edilmediği için gerek nişanlılar ve gerekse aileleri bir çok sıkıntılar yaşamakta ve hatta aile faciaları olmaktadır. Bu konuda en çok sıkıntıya düçar olan, rencide olan taraf da kız ve kızın ailesi olmaktadır.
Nişanlıların sanki evlilermiş gibi hareket etmelerine her iki tarafın ailesi de müsaade etmemelidir. Aslında nişanlı olan kız ve erkek öncelikle çok dikkatli olmalıdırlar. Çünkü evlilik öncesi böyle aşırılıkların, İslam dışı beraberliklerin her iki tarafa da hiçbir faydası olmadığı gibi bir çok zararları vardır. En doğrusu yukarıda da ifade edildiği gibi geçerli bir zaruret olmadıkça nişanlılık dönemini uzatmamak ve nikah akti yapıp evlenmektir.
DÜĞÜN
Müslüman ailelerin düğünleri de, Müslümanca olmalıdır. Bir sünnet icra edilirken haramlara, günahlara dalmamalıdır.
Maalesef zamanımızda, bir kısım Müslüman aileler, içkili, çalgılı düğünler tertip ederek, aile binasının temellerine haram harcı koymaktadırlar.
Düğünler, evlenecek eşlerin en mutlu günlerinden biridir. O günler sevinç ve neşe günleridir. O bakımdan elbette düğünlerde meşru olan eğlenceler, şenlikler yapılacaktır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:
“Nikahı ilan edin. Onu mescitlerde yapın. Düğünde tef çalın.” (Tirmizi)
“Helal ile haram (zina) arasındaki fark nikah kıymak, tef çalmak ve haram olmayan şarkı, türkü, şiir okumaktır.” (Tirmizi)
Hz. Aişe radıyallahu anh yakınlarından bir kızı Ensar’dan bir kişiyle evlendirdi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ya Aişe! Galiba düğünümüzde oyun ve şenlik yoktu. Halbuki Ensar oyundan hoşlanırlar.” buyurdu. (Buhari)
DÜĞÜN YEMEĞİ
Düğün merasiminin bir parçası da, düğün yemeğidir. Düğün sahipleri kendi durumlarına göre düğün yemeği hazırlayıp fakir, zengin ayırımı yapmadan, akraba, komşu ve tanıdıkları bu yemeğe davet etmelidirler.
Özellikle fakir olanların davet edilmesine dikkat edilmelidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Yemeğin en fenası zenginler davet edilip de, fakirlerin terkedildiği düğün yemeğidir.” (Buhari, Müslim) buyurmuşlardır.
Bir gün Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna geldi. Üzerinde sufra kokusu vardı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- Bu (koku) nedir? buyurdu.
Abdurrahman bin avf radıyallahu anh:
- Ya Rasûlallah! Ben mehir olarak verdiğim bir çekirdek ağırlığında altın üzerinde bir kadınla evlendim, diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- Allah mübarek kılsın.
Bir koyun ile de olsa velime, düğün yemeği hazırla.” buyurdu. (İbni Mace)
Hz. Ali kerremallahu veche ile Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin gözünün nuru Hz. Fatıma radıyallahu anhanın hem düğünleri ve hem de düğün yemekleri tüm Müslüman kadın ve erkeklere ibret alıp insafa gelmeleri için büyük bir misal teşkil etmektedir.
Peygamberimiz, Efendimiz, Canımız, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin muhtereme hanımları, annelerimiz, Hz. Aişe radıyallahu anha ile Ümmü Seleme radıyallahu anha Hz. Fatıma radıyallahu anha ile Hz. Ali kerremallahu vechenin düğün ve düğün yemeklerinden şöyle bahsetmişlerdir:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hz. Fatıma radıyallahu anhanın gelinlik hazırlığını yapıp onu Ali radıyallahu anhın evine götürmemizi emretti. Bunun üzerine biz Ali radıyallahu anhın evine gittik. Batha taraflarından getirilen yumuşak toprağı odaya serdik. Sonra ellerimizle diktiğimiz iki yastığı hurma kabuğunun elyafı ile doldurduk. Daha sonra düğün yemeği olarak kuru hurma ve kuru üzüm yedirdik. Güzel su içirdik. Sonra üzerine elbise ve su kabı asılacak bir direk getirip odanın bir kenarına diktik. Biz Fatıma radıyallahu anhanın düğününden daha güzel bir düğün görmedik.” (İbni Mace)
DAVETE İCABET
Gerek düğün yemeklerine ve gerekse diğer ziyafetlere çağrılan kişinin davete icabet etmesi sünnet-i müekkededir. Ancak düğün yemeğinde ve diğer ziyafetlerde haram işleniyorsa, içkili, çalgılı, çeşitli masiyetler yapılıyorsa böyle bir davete icabet etmek gerekmez. Böyle bir yemeğe, böyle bir düğüne gidilmez.
Ancak her şeyiyle İslam’a uygun olan bir düğüne, bir düğün yemeğine veya ziyafete gitmek gerekir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kim davete icabet etmezse, şüphesiz Allah’a ve Rasulüne isyat etmiş olur.” buyurmaktadır. (Buhari, Müslim)
Davet edilen kişi oruçlu olsa da davete icabet etmelidir. Şayet tuttuğu oruç nafile bir oruçsa isterse orucunu bozar, sonra kaza eder. İsterse bozmaz. Hayır duada bulunarak düğün sahibinin gönlünü alır.
Düğün yemeğinin ya düğünün ilk gününde ya da ikinci gününde verilmesi uygundur. Ancak yedi gün içinde verilmesinde de bir sakınca yoktur, caizdir.
MEHİR
Mehir, nikah akti yapan eşlerden, erkeğin kadına vermek mecburiyetinde olduğu bir maldır. Bu mehir altın, gümüş, para olabileceği gibi araba, ev, bağ, tarla gibi şeyler de olabilir.
Mehir, nikahın şartı veya rüknü değildir.
Nikahın sıhhati için mehrin nikah akti esnasında konuşulması şart değildir.
Mehir, mehr-i müsemma ve mehr-i misil olmak üzere iki kısımdır.
1- Mehr-i müsemma: Karı kocanın kararları ve rızaları ile belirlenen mehire, mehr-i müsemma denir.
Bu belirlenen mehir:
a- Mehr-i muaccel.
b- Mehr-i müeccel olmak üzere ikiye ayrılır.
Mehr-i muaccel: Peşin olarak verilen mehirdir. Bu mehir taraflar arasında daha önce konuşulmuş, karara bağlanmış ve zifaftan önce kadına teslim edilmiş mehirdir. Şayet zifaftan önce verilmemişse kadın kendisini kocasına arzetmeyebilir. Bu durumda koca hanımını zorlayamaz.
Mehr-i müeccel: Tecil edilmiş, sonraya bırakılmış mehir demektir. Bu mehir için kadın kocasını zorlayamaz. Kadın bu mehre ancak şu iki halden birisi vukû bulunca sahip olur:
a- Kocasından boşanınca,
b- Kocası ölünce.
Ancak kocası isterse daha önce verebilir. Kadın da isterse mehrini kocasına hibe edebilir.
2- Mehr-i misil: Nikah aktinden önce, nikah akti esnasında veya nikah aktinden sonra mehir konuşulup belirlenmemiş ise, kadının baba tarafından akrabası olan kendi dengi bir kadının mehri ne ise, o kadına da o mehir takdir olunur ki, bu mehre mehr-i misil denir.
Şayet baba tarafından dengi olan böyle bir kadın yoksa kendi yaşıtları arasında aynı özelliklere sahip diğer kadınların mehri esas alınarak tesbit edilir.
Mehr-i misil tesbit edilirken iki kadın arasında göz önünde bulundurulması gereken özellikler, yani denklik şu hususlardadır:
1- Bakirelik,
2- Yaş durumu,
3- Güzellik,
4- Ahlâk,
5- Akıl,
6- İlim,
7- Olgunluk,
8- Malî durum.
Mehirin en azı on dirhem gümüştür. Bundan daha azı mehir olarak kabul edilmez. Bugünkü tartı birimi ile 10 dirhem 33.650 gramdır. Otuz üç gram altıyüz elli mili gramdır. Mehrin çoğu için bir sınır yoktur.
Mehir eşlerin malî durumuna göre değişir. Ancak evliliği zorlaştıracak şekilde yüksek mehir talebinde de bulunulmamalıdır.
Ebû Seleme radıyallahu anh şöyle demiştir.
“Ben Aişe radıyallahu anhaya:
- Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in eşlerinin mehri ne kadar idi? diye sordum. Aişe:
- “Onun eşlerinin mehri on iki okiyye ve bir neşş idi. Neşşin ne olduğunu biliyor musun? O yarım okiyyedir. O, on iki buçuk okiyyede beşyüz dirhem gümüştür.” diye cevap verdi.” (Müslim, İbni Mace)
NİKAH AKDİ
Nikah, nev’i şahsına mahsus bir akittir. Bir yönüyle muamele, bir yönüyle de ibadettir.
Nikahın:
1- Sebebi,
2- Rüknü,
3- Şartı,
4- Sıfatı vardır.
Nikahın sebebi: İnsan neslinin devam etmesi ve korunmasıdır.
Nikahın rükhü: İcap ve kabuldür. Karı koca olacakların bizzat veya vekillerinin yahut velilerinin karşılıklı olarak karı koca olmak için akitleşmeleridir.
Nikah akti için kullanılan kelimeler mâzî sıgası ile olmalıdır.
“Sana zevce olarak vardım.”, “Seni zevce olarak kabul ettim.” gibi.
Nikahın şartı: Nikahın şartları şunlardır:
1- Karı koca olacak kişilerin evlenmelerine mani şer’î engel olmamak.
2- Tarafların birbirinin icab, kabul ile ilgili sözlerini işitmeleri.
3- Nikah akti esnasında:
a- Hür,
b- Mükellef,
c- Müslüman iki erkek veya bir erkek iki kadın şahidin bulunması ve bu şahitlerin tarafların icab ve kabul sözlerini işitmeleridir.
Nikahın hükmü: Nikahın hükümleri şunlardır:
1- Karı koca birbirlerine helal olurlar.
2- Kocanın usûl ve furuu ile hanımının, kadının usûl ve furuu ile de kocasının evlenmeleri haram olur.
3- Karı koca birbirlerine varis olurlar.
Nikahın sıfatı: Nikahın sıfatları şunlardır:
1- Evlenmediği takdirde zina edeceği kesin görünen bir kişiye evlenmek farzdır.
2- Evlenmediği zaman zina edeceği kesin görünmemekle beraber, zina edeceğinden korkulan kimseye evlenmek vacibdir.
3- İtidal üzere olan ve zina etmesinden korkulmayan bir kişinin evlenmesi sünnettir.
4- Evlilik hukukuna riayet etmeyeceği, hanımına zulmedeceği kesin gözüken bir kişinin evlenmesi haramdır.
5- Evlilik hukukuna riayet edemeyeceği, hanımına zulmedeceği kesin gözükmemekle beraber, böyle yapacağından korkulan kişilerin evlenmesi mekruhtur.
6- Evlenmeye mâni bir durum bulunmadığında evlenmek mübahtır.
NİKAH AKTİ İLE İLGİLİ BİR KISIM HUSUSLAR
1- Nikah aktinin cuma günü yapılması menduptur. Çünkü cuma günü, günlerin en şereflisidir.
2- Halk arasında iki bayram arasında nikah yapmak uygun değildir diye bir yanlış kanaat vardır. Bunun aslı yoktur. İki bayram arasında nikah yapmak caizdir.
3- Nikah akti, bizzat evlenecek kişiler tarafından yapılabileceği gibi, vekâlet verdikleri kişiler tarafından da yapılabilir.
4- Küçük kız ve erkek çocukların, deli ve bunak olan kadın ve erkeklerin nikahları velileri tarafından akdedilir. Bu kişilerin evlenmeleri, velilerinin müsaadesine bağlıdır.
5- Nikah akti yapılınca, evlilik hakkında, karı koca hakları hususunda bir konuşma yapmak, eşlere hayır nasihatta bulunmak, sonra dua etmek müstehaptır.
6- Nikah akdinin, nikahı yapan tarafından yazılıp imza altına alınması müstehaptır.
7- Dul kadın, akıl baliğ kız rızaları alınmadan evlendirilemezler. Kendi rızaları dışında zorla nikah yaptırılırlarsa kadıya müracaat ederek nikah akdini feshettirebilirler.
8- Allah’ı, Peygamberi ve melekleri şahit yaptım diyerek, şahitsiz nikah yapmak batıldır.
9- Nikahın ilan edilmesi gerekir. Şahitsiz ve gizli olarak yapılan nikah sahih değildir.
10- Nikah aktinin mescidde yapılması menduptur.
FASİT NİKAH
Nikah şartları bulunmayan bir nikah akdi fasit nikahtır. Şöyle ki:
1- Neseb veya süt emme sebebiyle kendine haram olan bir kadınla evlenmek.
2- Nikahlı karısı üzerine, karısının kız kardeşini, halasını, teyzesini nikahlamak.
3- Başkasının boşadığı bir kadını henüz iddet müddeti bitmeden nikahlamak.
Fasit nikahın hükmü:
1- Fasit nikahla evlenenler, kendi istekleri ile ayrılmazlarsa kadı tarafından ayrılmaları sağlanır.
2- Aralarında cinsî münasebet olmamış ise kadına mehir verilmesi gerekmediği gibi, kadının iddet beklemesi de gerekmez.
3- Cinsi münasebet vâki olmuş, nikah esnasında da mehir konuşulmuşsa, kadın o mehri alır. Mehr-i misil konuşulmamışsa mehr-i misil tahakkuk eder.
4- Halvet-i sahiha veya cinsi münasebet olmuşsa kadına iddet gerekir.
5- Cinsi münasebet olmamışsa, evlilikten dolayı evlenilmesi haram olanlar bu hükme girmez.
Yani bir kişi fasit bir nikahla evlendiği kadından ayrıldıktan sonra, o kadının annesi ile evlenebilir.
6- Fasit nikahla evlenenler birbirine vâris olamazlar.