Hz. Peygamberin Çocuk Sevgisi
Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed (a.s.)
Allah Rasûlü (a.s.) çok merhametliydi. O bu duygusunu, “Merhamet etmeyene merhamet edilmez”[1] sözüyle ifade etmiştir. Düşmanları da olsa o, şefkat ve merhametini esirgemezdi. Nitekim İslam’ı yaymak için Tâif’e giden Allah Rasûlü (a.s.)’nün kıymetini Tâifliler bilemediler. Kendilerine gelen zatın Allah’ın Habîbi olduğunu inkâr ettiler ve onu taşladılar. Mübarek ayakları kan içinde kaldı. Cebrâil (a.s.) Tâif’in altını üstüne getirmek istedi, ancak Allah Rasûlü (a.s.), “Hayır! Belki bunların soyundan İslâm’a girenler olur”[2] buyurdular.
Mekkeli müşrikler kendisine hayat hakkı tanımak istemiyorlardı. Onunla görüşen ve müslüman olanları da tehdit ediyorlardı. Üç yıla yakın müslümanları aç ve susuz bıraktılar. Onlarla alışveriş yapmadılar. Kız alıp vermediler. Ancak Allah Rasûlü (a.s.) o esnada bile Allah’ın onları affetmesi için dua ediyor, gözyaşı döküyordu. Ne var ki, kavmi bunlarla da kalmadı onu hicret etmeye, Mekke’yi terk etmeye zorladılar. Kendisine her türlü eziyet ve kötülüğün yapılmasına rağmen Allah Rasûlü (a.s.), “Allah’ım kavmimi affet. Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar”[3] diye yalvarıyordu.
Allah Rasûlü (a.s.) üzülerek ve istemeyerek ayrıldığı Mekke’yi fethetmiş, sekiz sene gibi çok kısa denebilecek sürede muzaffer olarak şehre geri dönüyordu. Fetih gerçekleşmişti. Ebû Süfyan’ın evine ve Kâbe’ye sığınanlara dokunulmayacak deniliyordu. Kendine yapılanları affetmiş, pek çok insanı bağışlamıştır. Onun bu affı ve rahmeti karşısında Mekkeli müşrikler adeta eriyor, bölük bölük İslâm’a giriyordu.
Çocukları Çok Seven Peygamber
Hz. Peygamber (s.a.v.), çocukların ağlamasına hiç dayanamazdı. Bir gün Mescidde namaz kıldırırken bir çocuğun ağlaması üzerine annesi sıkıntı çekmesin diye namazı daha erken bitirmişti.[4] Torunlarını da çok severdi. Namazda bile çocukların Mesciddeki davranışlarına kızmaz, aksine onların gönlünü hoş tutar, onları öper, başlarını okşar, hatta bazen onlarla oynardı.
Hz. Hatice (r.a.), peygamberliğin ilk gelişinde Rasûlullah’ın (a.s.) endişe ve korkularını yatıştırmak için ona şöyle hitap etmiştir: “Hayır korkma! Allah’a yemin olsun ki Allah seni asla mahzun etmez. Çünkü sen akrabayı ziyaret eder, zor durumda olana yardım eder, muhtaca kazandırır, misafire ikram eder, hak sahiplerine haklarını ödersin.”[5]
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resülullah (a.s.), bir gün evinden çıkarak benimle birlikte Benû Kaynuka çarşısına gelinceye kadar hiç konuşmadan yürüdü. Sonra oradan da Hz. Fâtıma’nın (r.a) evinin önüne geldi ve, “Küçük! Orada mısın? Küçük! Orada mısın?” diyerek, torunu Hasan’ı çağırdı. Hz. Fâtıma çocuğu hemen göndermemişti. Sanırım o arada çocuğun üzerini giydirmiş yahut banyo yaptırmıştı. Sonra çocuk koşarak geldi. Rasûlullah (s.a.v.) torunu Hasan’ı kucakladı, öptü, okşadı ve sonra: “Allahım sen bu çocuğu sev, bunu seveni de sev!” diye duâ buyurdu.[6]
Hz. Peygamber, sadece erkek çocuklarına değil, aynı şekilde kız çocuklarına da sevgi ve şefkat göstermiştir.[7] Hz. Peygamber kızı Zeyneb’den olan kız torunu Ümame’yi omzuna alarak Mescide çıktı ve Ümame’yi taşıyarak namaz kıldırdı. Rükuya vardığı zaman onu yere koymuş, rükudan başını kaldırdığı zaman onu yerden tekrar alarak boynuna kaldırmıştı.[8] Bu davranış o dönem de insanların alışkın olduğu bir durum değildi.
Torunu Ümame’nin namazda iken omuzlarda taşınmasındaki incelik, kızları sevmemek, taşınmalarından çekinmek gibi cahiliyetten kalma çirkin adetlerin hükmünü iptal etmektir. Bu münasebetsiz çekinme ve büyüklenmeyi reddetmekte mübalağa olsun diye omuza alınabileceklerini bilfiil göstermiş oldu ki, fiil ile beyan, söz ile beyandan elbette daha kuvvetlidir.[9]
Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) ahlâkça insanların en güzeliydi. Benim (üvey) bir erkek kardeşim vardı ki, ismi Ebû Umeyr idi. Zannederim sütten kesilmişti. Ebû Umeyr’in oynadığı bir kuş vardı. O kuş ölmüş, kardeşim de çok üzülmüş ve ağlamıştı. Bize geldiğinde bu olayı peygambere anlatmıştık. Artık Rasûlullah (s.a.v.) onu her gördüğünde: ‘Ey Ebû Umeyr! Ne yapıyor o Nuğayr (küçük kuş)?’ der onun gönlünü alırdı.”[10]
Şeddâd b. Üsâme el-Leysî (r.a.), tanık olduğu bir olayı şöyle anlatıyor: “Günün sonraki namazları olan öğle ya da ikindi namazlarından birinde Hz. Peygamber (s.a.v.) yanımıza geldi. Hasan’ı veya Hüseyin’i taşıyordu. Rasûlullah (s.a.v.) öne geçti ve çocuğu yere bıraktı. Sonra namaza durdu, namazın ortasında secdeye gitti ve secdeyi uzattı. Ben başımı kaldırdım, o da ne, Rasûlullah (s.a.v.) secdedeyken küçük çocuk onun sırtında duruyor, ben (tekrar) secdeye döndüm. Rasûlullah (s.a.v.) namazı bitirince insanlar:
‘Ey Allah’ın Rasûlü! Sen namaz ortasında secdeyi o kadar uzattın ki bir şey oldu veya sana vahiy geliyor zannettik’ dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ‘Bunlardan hiç biri olmadı. Ancak oğlum (torunum) beni binek yaptı. Onu acele ettirmek istemedim, böylece istediği olsun diye uzattım’ buyurdu.”[11]
Hâlid b. Saîd (r.a)’in kızı Ümmü Hâlid, babasıyla beraber üzerinde sarı (renkli, yeni) bir gömlek olduğu halde Hz. Peygamber’e geldiklerini ve Peygamber’in, “Güzel, çok güzel olmuş, gömleğini güle güle giy” dediğini anlatmıştır.[12] Hz. Peygamber, bu tavrıyla bireysel özelliklilerini dikkate aldığı küçük çocuğa sıcak ilgi göstermiş, üzerindeki elbise ile mutlu olan çocuğun sevincini, onun seviyesine uygun mutluluk ifade eden sözleriyle dile getirmiştir.
Allah Rasûlü (a.s.) insanlar için ve özellikle çocuklar için merhamet kaynağı idi. O inananlar için her şeyini feda etmiş, insanlığın kurtuluşu için çırpınmıştı. Onun gözyaşları bunu temsil ediyordu. O çocuklara karşı gayet şefkatliydi. Onlarla şakalaşır, onları severdi. Muhammed b. er-Rebi’ “Ben beş yaşlarında iken Rasûlullah’ın kovadan su alarak ağzıyla yüzüme su püskürttüğünü hatırlıyorum” demektedir.[13] Çocukların dünyasına girebilen, onların seviyesine inerek onlarda tatlı bir hatıra bırakan Rasulullahın, zaman zaman çocukların oyunlarını seyrettiği, onların sevinçlerine ortak olduğu ve başlarını okşadığı bilinmektedir.
Hz. Peygamber torunları Hasan ve Hüseyin’i öpüp okşar, severdi. Onlar için, “Bu iki torunum benim dünyadan öpüp kokladığım iki reyhanımdır” buyurmuştur. Hz. Peygamber’e bir Bedevî geldi: “Yâ Rasûlallah! Sizler çocukları öper misiniz? Biz çocuklarımızı öpüp okşamayız”, dedi. Peygamber (s.a.v.), “Allah senin kalbinden merhamet ve şefkati çekip almışsa ben senin için ne yapabilirim” diye cevap verdi.[14]
Allah Rasûlü (a.s.), duygu yüklüydü, o bir rahmet peygamberiydi. Bazen gözyaşlarını tutamaz ağlardı. Sevgili peygamberimiz gayet yumuşak kalpliydi. Bu konuda hayatından zikredilen bir olay çok etkileyicidir.
el-Vadîn isimli bir zat şöyle anlatmaktadır: “Bir adam Rasûlullah (s.a.v.)’a geldi ve şunları aktardı: ‘Yâ Rasûlullah (s.a.v.)! Biz cahiliyye ehlinden iken putlara tapar, çocuklarımızı öldürürdük. Benim bir kız çocuğum vardı. Ona seslendiğim zaman sevinçle yanıma gelir neşelenirdi. Yine bir gün yanıma çağırdım, o da geldi. Evimin yakınında kendimize ait bir kuyu vardı, oraya götürdüm ve kızımı kendi elimle kuyuya attım... Yavrucağızım benim ardımdan Babacığım! babacığım! diye bağırıyordu. Allah Rasûlü (a.s.) bu olayı dinlerken ağlıyordu; o kadar çok ağlıyordu ki, gözünden yaşlar boşanıyordu.
Rasûlullah (s.a.v.)’ın arkadaşları o adama, ‘Allah Rasûlü (a.s.)’nü üzüyorsun’ dediler. Rasûlullah (s.a.v.), “Bırakın! Bu adam önemli bir şey soruyor” dedi. Sonra o şahsa dönerek, “Şu olayı bana bir daha anlat” buyurdu. Adam aynı olayı tekrar anlattı. Rasûlullah (s.a.v.)’ın gözyaşları güzelim sakalını ıslatıyordu. Sonra adama şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah, senin kâfir iken yaptıklarını silmiştir. Şimdi artık her şeye yeniden başlamalısın.”[15]
Hayvanlara da Merhametliydi
Allah Rasûlü (a.s.), hayvanlara karşı da gayet merhametliydi. O, bu konuda ümmetini sürekli uyarmıştır. Bir köpeği suladığından ötürü günahkâr bir kimsenin affedildiğini, bir kediyi hapsederek açlıktan ölmesine sebep olan bir kadının da cehennemlik olduğunu vurgulamış,[16] “Her can taşıyanı sulamakta ecir vardır” buyurmuştur.[17]
Sevgili Peygamberimizin hayatından nakledilen şu olay, onun hayvan hakları konusunda ne derece hassas olduğunu gözler önüne sermektedir. Abdullah b. Cafer (r.a.) anlatıyor: Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) beni hayvanının terkisine almıştı. Ensar’dan birinin bahçe duvarının yanına geldik. Orada zayıflamış bir deve duruyordu. Rasûlullah (s.a.v.) devenin inlediğini duydu. Bunun üzerine devenin yanına gitti ve gözlerinin yaşla dolmuş olduğunu görünce hayvanın başını okşadı. Devenin iniltisi kesilmişti. Allah Rasûlü (a.s.); “Bu devenin sahibi kim, bu deve kimin?” diye sordu. Ensar’dan bir genç gelerek, benimdir Yâ Rasûlullah! diye cevap verdi. Rasûlullah (s.a.v.); “Allah’ın sana bahşettiği bu hayvan hakkında Allah’tan korkmaz mısın? Bak o bana seni şikâyet ediyor; sen onu aç bırakıp ona eziyet ediyormuşsun” buyurdu.”[18]
Tabi ki, hayvanın dili yoktu. Ancak onun halinden ıstırabı anlaşılıyordu. Dolayısıyla Allah Rasûlü (a.s.) hayvanın sahibine yaptığı yanlışı bu şekilde anlatmak istemiştir.
Şefkat örneği Allah Rasûlü (a.s.), hicretin sekizinci yılı Mekke fethine giderken, Arc vadisinde yolun kenarında yeni doğmuş yavrularını emziren bir köpek gördü. Derhal Cuayl b. Surâka ed-Damrî adlı sahabîyi çağırarak köpeğin ve yavruların rahatsız edilmemesini sağlamak üzere ordu geçinceye kadar orada nöbet tutmasını emretti.[19]
Hz. Peygamber hayvanlara eziyet edilmesini, bağlanıp hedef yapılmasını, organlarının kesilmesini yasaklamıştır. Nitekim Abdullah b. Ömer bir takım gençlerin bir tavuğu bağlayarak ona atış yaptıklarını gördü. Gençlerin yanına geldiğinde onu görenler dağıldılar. Abdullah, “Bu tavuğu buraya hedef olarak kim dikti? İyi biliniz ki, Peygamber (s.a.v.) canlı bir hayvanı böyle atış hedefi edinen kimseye lanet etti” demiştir.[20] Yirmi birinci yüzyılda horoz döğüşü, boğa güreşi yaptıranların bu merhametten öğreneceği daha çok şey olduğu anlaşılmaktadır.
O, Alemlere rahmet olarak gönderilmiş, müminlere son derece merhametli, insana değer veren, çocukları seven, hayvan haklarına karşı son derece duyarlı bir insandı. Herşeyin horlandığı, insanların köle olarak pazarlarda satıldığı, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü bir devirde bunları yapabilmek büyük bir inkılaptır. Bugün dünya onun merhametine, onun ahlakına ve öğretilerine muhtaçtır. Müminler, ona ne kadar benzerse, yolunu arayan susamış gönüllere o kadar yardımcı olacaktır. Salat ve Selam O’nun üzerine ve O’nun yolunda gidenlere olsun.
------------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhârî, Edeb 16.
[2] Buhârî, Bedyü’l-halk 6, 7; Müslim, Cihad 111.
[3] Buhârî, Bedyü’l-halk 51.
[4] Buhârî, Ezân 65.
[5] Buhârî, Bedyü’l-vahy 3.
[6] Buharî, Buyû 49.
[7] Müslim, Mesâcid 41-43.
[8] Buhârî, Edeb 18.
[9] Bkz. Mîrâs, a.g.e., II, 374-377.
[10] Buhârî, Edeb 81.
[11] Buhârî, Sulh 9; Nesâî, Tatbîk 82.
[12] Buharî, Cihad 188; Edeb 17.
[13] Buhârî, İlim 18.
[14] Buhârî, Edeb 18.
[15] Dârimî, Mukaddime 2.
[16] Müslim, Selâm 151,155.
[17] Buhârî, Edeb 27.
[18] Ebû Dâvud, Cihad 44.
[19] eş-Şâmi, Sübülü’-hüdâ ve’r-reşâd, Kahire 1989, VII. 51 (Çakan, a.g.e., s. 42’den naklen).
[20] Buhârî, Zebâih ve Sayd 25.