* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: En Samimi Sevginin Şahidi Camiler  (Okunma sayısı 253 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2330
En Samimi Sevginin Şahidi Camiler
« : Ekim 06, 2020, 04:12:01 ÖÖ »
En Samimi Sevginin Şahidi Camiler

Camiler Yüce Allah’ın evleri, İslam’ın en belirgin sembolleridir. Bununla birlikte yüklendikleri eğitim fonksiyonuyla da yüzyıllardır Müslümanların dinî, millî ve ahlaki eğitiminde çok önemli merkezler olmuşlardır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s.) bir hadisinde buyurduğu üzere, camiler Allah’ın en sevdiği mekânlardır. (Müslim, Salât, 53.) Böyle olunca bu mekânların inşasında, imarında ve her türlü hizmetinde bulunan Müslümanlar, Allah’ın (c.c.) rızasını kazanma yolunda ilerleme kaydetmiş olacaklardır. Nitekim ayet ve hadislerde, camilerle ilgilenen bu insanlara yönelik pek çok taltif ifadeleri görmekteyiz. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, camileri imar edenlerin Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazını dosdoğru kılan, zekâtını veren, Allah’tan başka kimseden korkmayan kimseler olduğunu buyurmaktadır. (Tevbe, 9/18.) Bu ayette geçen camilerin imarı ifadesi, âlimlerimiz tarafından maddi ve manevi imar olmak üzere iki türlü anlaşılmıştır. Buna göre maddi imar, caminin inşası ve yapımı ile ilgili bütün çalışmaları kapsar. Manevi imar ise camilerin asrısaadette olduğu gibi canlı ve sürekli dinî faaliyetlerle aktif olarak kullanılmasını ifade eder. Manevi imarın kapsamına camilerde verilen Kur’an-ı Kerim öğretimi, tefsir, hadis, ilmihâl ders ve sohbet halkaları gibi faaliyetler de dâhil edilebilir. Ayrıca itikaf ve iftar programları gibi caminin içinde ve bahçesinde, cemaatin kalbini camiye bağlayacak, İslam kardeşliğini ve kulluğu pekiştirecek pek çok faaliyet de bu kapsama girer denilebilir. Fiziksel yapısı bakımından ne kadar gösterişli olursa olsun cemaati az olan camiler tam olarak mamur olmuş sayılmazlar. Bu sebeple ayette geçen camilerin imarı ifadesinde, manevi imara daha güçlü bir vurgu olduğu kabul edilmiştir. Toplumumuzda da camileri imar etmek samimi bir kulluğun tezahürü olarak görülmüş ve camilerle ilgilenen kimseler, iyi Müslümanlar olarak telakki edilmiştir.

Camiyle kurduğu yakın bağın mümine kazanımı elbette büyük olacaktır. Peygamberimiz (s.a.s.) bir hadisinde, “Bir kimsenin camilere gitmeyi alışkanlık hâline getirdiğini görürseniz, onun mümin olduğuna şahitlik edin!” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 9.) buyurmuştur. Esasen bu, büyük bir müjdedir. Kişinin mümin olduğuna din kardeşlerinin şahitliğidir. Ve her mümin, kendisinin mümin oluşunun tasdikinden büyük mutluluk duyar.

Peygamberimizin (s.a.s.), camiyle irtibatı iyi olan Müslümanlara başka müjdeleri de vardır. Bir hadisinde, Allah’ın arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı ahiret gününde, o gölgeden istifade etmeyi hak edecek kimselerden birinin, kalbi “camilere bağlı kimseler” olacağını buyurmuştur. (Müslim, Zekât, 91.) Demek ki Müslümanın kalbi camiye bağlanabilir ve de bağlanmalıdır. Öyleyse kalbini camiye bağlayanlar kimler olabilir? Muhtemeldir ki vakit namazlarına camide devam edenler ve etmeye gayret gösterenler, camilerin maddi ve manevi imarı ile ilgilenenler, gönlünde cami sevgisi olanlar, camileri sevip orada vakit geçirenler ve geçirmek isteyenler, cami ders halkalarına katılanlar, camilerin içinde, etrafında, bahçesinde bulunup ona hizmet etmeyi sevenler için kalbi camilere bağlı kimseler denilebilir. Camiyle bağını sürdüren ve oradaki sohbet ya da ders halkalarına devam eden kişilere yönelik büyük bir müjdeyi daha şu hadis ifade etmektedir. “Bir topluluk Kur’an’ı okuyup onu aralarında müzakere etmek üzere Allah’ın evlerinden birinde bir araya toplandıklarında,
mutlaka üzerlerine sekînet (huzur) iner ve onları Allah’ın rahmeti bürür. Melekler de onları kanatlarıyla sararlar. Allah Teâlâ da onları huzurunda bulunan yüce topluluğa (meleklere) anar.” (Müslim, Zikr, 38.)

Cami ile bağın sürekliliği aslında Allah’la bağın sürekliliği ve canlı tutulması anlamına gelir. Elbette Müslümanlar için tek ibadet mahalli camiler değildir. Yeryüzü Müslümanlara mescit kılındığından onlar, uygun olan her yerde ibadet yapabilirler. Müslüman kişi Rabbiyle olan bağını evinde yapacağı ibadetle de sürdürebilir. Ancak yukarıdaki ayetler ve hadisler çerçevesinde söylenebilir ki İslam’ın şiarı olan camilerin işlevini yerine getirebilmesi, onların sahiplenilmesine ve kullanılmasına bağlıdır. O halde camileri bir ibadet mahalli olarak görmenin yanında, Müslümanın camiye her gittiğinde dinine de destek verdiğini ve sahip çıktığını bilmesi çok önemlidir. Böylece, namazını evinde değil de camide kılan, camisine ve bu surette dinine sahip çıkan Müslümanın mükâfatı daha büyük olacak, evinde kıldığı namaza kıyasla camide cemaatle kıldığı namazdan 27 kat daha fazla sevap kazanacaktır.

Camilerin dinî eğitimdeki güçlü fonksiyonu Suffa ashabı ile asrısaadet dönemine dayanır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bir grup genç Müslümandan oluşan Suffa Ashabıyla Mescid-i Nebevi’de başlattığı bu İslami eğitim geleneği, ilim-ders halkaları şeklinde günümüze kadar süregelmiştir.

Elbette cami dersleri günümüzün örgün eğitimi gibi her gün yapılan sistematik bir eğitimi ifade etmez. Ancak örgün eğitim kurumlarının hepsi belli aralıktaki yaş gruplarına eğitim verirken camiler ise her yaş grubuna dinî eğitimi bazen ayrı, bazen de aynı zamanlarda vererek daha yaygın olarak dinî ve ahlaki eğitime destek verir. Ve bu eğitim, bilgiyle birlikte İslam ahlakının pratiğe dönüştüğü bir biçimi de kapsar. İslam ahlakının şekillendirdiği cami cemaatinin toplumda temsil ettiği şahsiyet örnekliği, insanlara bir rol model sunar. Örnek almak, etkilenmek, iyi gördüğü şeye benzemeye çalışmak insan varlığının bir özelliği olunca, cami ahlakı ile donanmış bu örnek şahsiyetlerin sayısının artmasının, toplumun selameti ve dindarlığı açısından ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır.

Cami adabını öğrenen ve cami kültürünü özümseyen Müslüman, aslında pek çok ahlaki ilkeyi farkına varmadan yaşayarak öğrenmiş olur.

Örneğin, Müslüman birey, din görevlisi tarafından verilen vaazı dinlerken dinlemeyi öğrenir ve eğer bu vasfı karakterine yerleştirirse eşini, çocuğunu, insanı dinlemeyi öğrenir. Camide birlikte namaz kılarken kardeşini sevmeyi, ona hoşgörülü davranmayı, onunla vakit geçirerek öğrenir. Statülerin Allah katında değerli olmadığını, asıl statünün kulluk olduğunu saflarda omuz omuza namaz kılarken kardeşiyle eşitlenince öğrenir. İnsana ve yaşlıya saygıyı, nezaketi, camiye giriş çıkışlarda kardeşine yol vererek, onu camide ibadet esnasında rahatsız etmeyerek, huşusuna engel olmayarak pratik yaparak öğrenir. Ayrıca kardeşine rahatsızlık vermemek için kötü kokulardan arınıp tertemiz olarak camiye geldiğinde hem kendine, hem etrafındaki insanlara olan saygısı pekişir. Dahası camiye gelirken düzgün ve temiz kıyafetleriyle geldiğinde, özen gösterdiğinde Allah’a saygısı perçinlenir. Çünkü saygı ve özen gösterilen bütün ilişkiler güzelleşir. Müslüman kimse kardeşine saflarda yer açtığında ise paylaşmayı öğrenir. İşte cami Müslümanları böyle içten içe eğitir ve güzel vasıflarla donatır.

Dahası cami çıkışında usulen tanıdıklarına hâl hatır soran Müslümanların yaptığı tatlı sohbetlerde bile hayır vardır denilebilir. Çünkü bu sohbetler bir kardeşlik ilişkisinin başlangıcı niteliğinde olabilir. Bu iletişimin bir sonraki safhası ise mahalleliden haber alarak hasta bir komşuyu ziyaret kararı gibi yine hayırlı bir amele dönüşebilir. Özetle şunu söylemek yanlış olmaz, camide cemaate katılmanın başı, ortası, sonu hep hayırdır.

Camiler Müslümanlara ümmet olma bilincini kazandırır. Çünkü cemaat olma ruhu ve dayanışma orada öğrenilir. Saflarda birlikte namaz kılan Müslüman kardeşlerin birbirlerinden aldığı manevi güç, onlara ancak birlikte ve bütüncül hareket ettiklerinde daha güçlü olabileceklerini hissettirir. Cemaatle birlikte yapılan ibadetlerde kişi aidiyet duygusunu güçlü hisseder. Ben buraya aitim, ben İslam’a aitim der kendine, içten içe Müslümanlar. Bu aidiyeti güçlü hissederlerse bu his onlarda çok olumlu davranışlara sevk edici olur, yalnızlık hissetmezler, yaşadıkları toplum için pozitif faaliyetlere yönelirler.

Camiye giderek cemaate katılmanın, camiyi sahiplenmenin ve cami ahlakını kuşanmanın bunca maddi ve manevi faydaları ve kazanımları yanında, caminin bir de Müslümana sirayet eden ruhaniyeti ve feyzi vardır. Camilerin ruhaniyeti yani Müslümanda bıraktığı güzel tesir, Allah’ın kuluna orada verdiği huzur ve manevi duygu coşkunluğunu kapsayan bu lütuflar, kelimelerle tam olarak anlatılamaz. Dünyadaki hiçbir sevgi ihlaslı bir kulun Rabbine duyduğu sevgi kadar samimi ve muhteşem değildir. Allah ile kulu arasındaki sırlı paylaşım orada gerçekleşirken camiler bu huşunun ve ihlasın sürekli tanığı olurlar. Bu en safi sevgiye, rükûların, secdelerin, gözyaşlarının içtenliğine duvarlar, çiniler, mihrap, minber, kürsü şahit olur. O yüzden camilerin duvarlarına ayetlerin, duaların, zikirlerin maneviyatı sinmiştir. Bu maneviyat camiye giren kişiyi hemen etkisi altına alır, onu sarıp sarmalar. Böylece kişi camide kendini iyi ve güvende hisseder. Söz konusu maneviyat sebebiyle camiler, benzeri olmayan mekânlardır. Camide dinlenilen ihlaslı bir vaaz, caminin ruhaniyeti ve feyzi ile birleşince Müslümanın yaşadığı duygu yoğunluğu ve ibadetten alınan lezzet, tarifi imkânsız bir manevi mutluluğa da dönüşür. Tüm bu lütuflar, camiyle bağını koparmayan ve cemaate devam eden insanlara Yüce Allah’ın bahşettiği hediyelerdir.

Camiler Allah’ın evleri ise Müslümanları Rablerine misafir olmaktan alıkoyan nedir? Camiler sorgulamadan yargılamadan Müslümanları beklemektedir. Gelenlere kalbini açmakta, bir dost sıcaklığı ile manevi ikramlar sunmaktadır.

Rabbimizin bizi iyilerden yazması için, O’nun en sevdiği mekânları seven ve en sevdiklerinden olabilmek için, mümin olduğumuza din kardeşlerimizin şahitlik etmesi için, Rabbimizin bizi ahirette arşının gölgesine alması için, kardeşliğimizi pekiştirmek için camiyi hayatımızın merkezine alalım! Buluşma noktalarımız camiler olsun! Gönlümüz camilere bağlansın!

Nagihan Koç

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2330
Ynt: İslm Medeniyetinde Camiler
« Yanıtla #1 : Ekim 06, 2020, 04:19:02 ÖÖ »
İslm Medeniyetinde Camiler

İslam medeniyetinde camiler ve mescitler, Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanından günümüze kadar hayatın ve toplumsal yaşamın merkezi olmuştur. Camiler ve mescitler diğer toplumsal fonksiyonlarının yanı sıra asrısaadetten günümüze kadar birer eğitim ve öğretim kurumu olma vasfını da taşımışlardır. Bu manada, Müslümanların ilk eğitim ve öğretim kurumunun camiler ve mescitler olduğunu söylemek mümkündür. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Medine’de inşa ettiği Mescid-i Nebevi ile başlayan bu süreç, fethedilen veya İslam’ı kabul eden bölgelerde yapılan camiler ve mescitlerle devam etmiştir. Özellikle cuma namazı kılınan cami ve mescitler, hem bir ibadet mekânı hem de İslam’ın anlatılıp öğretilmesi için birer eğitim ve öğretim kurumu olarak büyük hizmetler ifa etmişlerdir.

Camilerin etkin bir ilim ve eğitim kurumu olma vasıflarını İslam’ın ilk dönemlerinde müşahede etmekteyiz. Zira tabiun devri büyük âlimlerinden Ebu Müslim, bir gün Humus Mescidine girdiğini, orada aralarında otuz iki sahabinin de bulunduğu bir ders halkası gördüğünü haber vermekte, devamla şunları aktarmaktadır: “…Bunların içinde gözleri sürmeli, ön dişleri parıldayan, dizlerini dikip elleriyle kavuşturarak oturmuş genç birisi vardı. Bir konuda ihtilaf ettikleri zaman ona soruyorlar ve onun söylediklerinde karar kılıyorlardı. ‘Bu kim?’ diye sordum; ‘Muaz b. Cebel’ dediler. (Ebu Yusuf Yakub b. Süfyan b. Cüvvân el-Fesevî, el-Ma‘rife ‘ve’t-tarih, Beyrut: müessesetü’r-risale, 1981, 2/185; Ahmed b. Hanbel, V, 328.) İbn Cevzi ise hicri on yedinci yılın olaylarından söz ederken Kufe’deki Büyük Cami’de yüz fıkıh halkasının varlığından bahsetmektedir. (Ebu’l-Ferec, Muhammed b. Cevzi, el-Muntazam fi Tarihi’l-Umem ve’l-Muluk, Beyrut: Daru’l kütübi’l ilmiyye, 1992, 4/221.)

Şam’ın İslam ordularınca fethedilmesiyle inşa edilen Emevi Camii, yapıldığı ilk günden itibaren İslam dünyasının en önemli ilim merkezleri arasında yer almış, yüzyıllar boyunca da bu vasfını devam ettirmiştir. Bu şaheser cami, her daim âlimlerin ve ilim sahiplerinin uğrak yeri ve ilmî faaliyetlerini sürdürdüğü bir mekân olmuştur. (İbn-i Asakîr, Ebü’l-Kāsım, Târîhu Medîneti Dımaşk, Daru’l-fikr, 1995, 26/163; İbn Batuta, Muhammed b. İbrâhîm el-Levâtî et-Tancî, er-Rihle, Daru’ş-şarki’l-arabi, 1/71.) Meşhur seyyah İbn Batuta Şam’a gitmiş ve orada Emevi Camii’ni ziyaret etmiştir. İbn Batuta, Emevi Camii’nden şehrin en önemli ilim merkezi olarak bahsetmekte ve orada gördüğü pek çok ders halkası hakkında ayrıntılı bilgilere yer vermektedir. Camide ilim tahsil eden talebelere ve ders veren müderrislere geniş imkânlar tahsis edildiğine de yer veren İbn Batuta, bu bağlamda bazı ders halkalarına özel vakıflar tahsis edildiğini belirtmiştir.

Ayrıca İbn Batuta, kütüphanelerin ve medreselerin ilk örnekleri diyebileceğimiz bazı yapılardan (zaviye) bahsetmektedir. Zira onun aktardıklarından camide kitap istinsahı, ders çalışmak ya da dinlenmek için ilim taliplerine ayrılmış çok sayıda zaviye bulunduğu anlaşılmaktadır. (İbn Batuta, er-Rihle, 71-72.) Bu zaviyeler zamanla medreseye dönüşmüştür. Tarihçi Nu‘aymî, İbn Şeddâd’dan nakille Emevi Camii’nde halka veya zaviyeden zamanla dönüşmüş altı medrese olduğundan bahsetmektedir. (Abdülkâdir b. Muhammed en-Nuaymî, ed-Dâris fî târihi’l-medâris, Beyrut: Dârü’l-Kitâbi’l Cedîd, 1981, 1/438-439.)

Mısır’ın fethinden hemen sonra inşa edilen Amr b. el-As Camii de İslam’ın nurunu ve ilmin ışığını yeryüzüne yayan camilerin başında gelmektedir. Bina edildiği günden itibaren İmam Şâfiî ve Taberi gibi büyük fakihlerin ders okuttuğu bu cami, günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir. Yine Mısır’daki İbn Tolun Camii de özellikle Tolunoğulları döneminde İslam medeniyet tarihinde ders halkalarıyla, müderris ve talebeleriyle meşhur olmuştur. (İbn Cübeyr, Muhammed b. Cübeyr el-Kinânî el-Belensî, er-Rihle, Beyrut: Dar-u Beyrut, 26-27.) Ayrıca Ezher Camii de ilim halkalarının bulunduğu ders yapılan yerler arasındaydı. Mısır camilerinin bir başka özelliği de bazılarında oldukça büyük kütüphanelerin mevcut olmasıydı.

Bağdat’ın fethinden sonra inşa edilen Mansur Camii, Abbasiler döneminde ilmin merkezi olan camilerden birisiydi. Abbasiler döneminde Bağdat’ın en büyük camisi olma özelliğini koruyan bu camide pek çok ilim halkaları mevcuttu. Abbasiler dönemi Bağdat’ındaki cuma namazı kılınan camilerden birisi olan Rufasa Camii de önemli ilim merkezlerindendi. (“Bağdat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 4/425-433.) Abbasilere başkent olduğu dönemde Bağdat camilerinin çoğunda çeşitli konularda dersler verilirdi. Bu sebeple camilerdeki bu dersler için yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu camilere hoca tayini “Nakîbü’n-nükabâ” veya “Nakîbü’l-Hâşimiyyîn” denilen resmî bir görevli tarafından yapılırdı. Bu görevli aynı zamanda derslerin sükûnet içinde geçmesini sağlamakla da görevliydi. (Cami, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 7/46-56.)

Bugün Tunus sınırları içinde kalan Kayrevan Ulu Camii de İslam medeniyetinde önemli ilim merkezlerinden birisiydi. Öyle ki burada bütün mezhep ve fırka mensuplarının katılabildiği münazara meclisleri yapılırdı. Bunun yanı sıra Kudüs’teki el-Aksa ve Kubbetü’s-Sahra camileri tarih boyunca önemli birer eğitim müessesesi olarak hizmet vermişlerdir. Ünlü Maliki fakihi Ebu Bekir İbnü’l Arabi, Mescid-i Aksa’da yapılan ilmî münazaralardan detaylı olarak bahseder. (İbnü’l Arabi, Abdillâh b. Muhammed el-Meâfirî, Ahkâmu’l-Kur’an, Beyrut: Daru’l kütübi’l-ilmiyye, 2003, 1/61-62.) İslam medeniyetini Avrupa kıtasına taşıyan Endülüs camileri de birer ilim merkeziydi. Özellikle Kurtuba, Gırnata camileri zamanın önemli ilim merkezleri arasında yer almaktaydı.

İslam tarihine yön vermiş müçtehit imamlar hep camilerde ders alarak yetişmiş, talebelerini de yine camide ders halkaları oluşturarak yetiştirmişlerdi. Nitekim Ebu Hanife’nin kendi mescidinde, İmam Malik’in Mescidi Nebevi’de ve İmam Şâfiî’nin Kahire’de Amr b. As Camii’nde, Ahmed b. Hanbel’in Bağdat camilerinde ve İbn Rüşd’ün de Kurtuba mescitlerinde ders verdiği bilinmektedir. Ayrıca tefsir, hadis, tarih, mantık, matematik, cebir, tıp alanlarında oldukça bilgi sahibi olan Taberi, gününün bir kısmını eser yazmaya, bir kısmını mescitte ders vermeye ayırırdı. (Cami, DİA, 7/46-56.)

Camilerin bir ilim merkezi olması hâli medreselerin ortaya çıkmasından sonra da devam etmiştir. Medreselerin teşekkülünden sonra tarih sahnesine çıkan Osmanlılarda da camilerin eğitim ve öğretimde kullanılması geleneği devam ettirilmiştir. Özellikle büyük
selatin camileri, hadis dersleri ve kıraat dersleri için birer merkez olarak kullanılmıştır. Ayrıca medreselerde okuyan öğrenciler, medresede belirli dersleri gördükten sonra genel dersleri camilerde takip etmekteydiler. Camilerde halka açık olarak verilen bu dersler için XVII. yüzyıldan itibaren dersiâmların tayin edildiği bilinmektedir. (Cami, DİA, 7/46-56.) Osmanlının son dönemine kadar halka açık dersler veren bu tecrübeli müderrislere dersiâmlık maaşı verilirdi. (Dersiâm, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 9/185-186.) Şehir, kasaba ve köy gibi ilkokul (sıbyan mektebi) bulunmayan yerlerde, camilerin çocukların eğitimi için okul olarak kullanılması da çok yaygındı.

Osmanlı döneminde cami merkezli ilmî faaliyetlerden bir diğeri ise cami görevlileri tarafından gerçekleştirilen eğitimlerdi. Bu ilmî faaliyet veya eğitim, namaz sure ve dualarının usulüne uygun olarak okunması, yapılmış ezberlerin sağlamlaştırılması, gerekli dinî bilgilerin Türkçe ilmihal (Mızraklı İlmihal vb.) kitaplarından ya da “Nûru’l-İzah” ve “Halebi Sağir” gibi Arapça kitaplardan okunması ve açıklanmasını kapsıyordu.

Bunun yanı sıra, Osmanlı camilerinde hat meşki gibi uygulamalı ilmî faaliyetler de yapılmaktaydı. Hatta bazı camiler geleneksel olarak yerleşmiş hat dersleriyle meşhur olmuştu. Mesela Nuruosmaniye ve Amasya Beyazıt gibi bazı camilerde hat meşk edilirdi. Bu dersler bazen camiye bir kapı ile açılan bitişik odalarda yapılırdı. (Cami, DİA, 7/46-56.)

Osmanlı dönemi camilerinde ilmî faaliyetleri tamamlayıcı önemli unsurlardan birisi de camilerde kütüphane yapma geleneğiydi. Bu durum, camilerin ilmî bir merkez olma vasıflarını güçlendirmiştir. Müderrislere, cami derslerini takip eden talebelere ve namaz vakitleri arasında boş vakti olan cemaate bu kütüphanelerin çok katkıları olmuştur. Bu gelişimin sonunda Osmanlı’da, merkezinde cami olan büyük külliyeler ortaya çıkmıştır. İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan Ayasofya ve Fatih külliyeleri ile Kanuni Sultan Süleyman tarafından kurulmuş olan Süleymaniye külliyeleri bunun örnekleridir. Aslında cami ve mescitlerin ilmî eserlerin muhafazası ve âlimlerin istifadesine sunulması yönündeki fonksiyonları, İslam’ın ilk dönemlerine kadar gitmektedir. Zira bazı bölgelerde müellifler, şehir veya mahalle camilerine, isteyenlerin okuması için eserlerinin birer nüshasını bağışlamayı âdet edinmişlerdi. Bu eserler “hizâne” denilen dolaplarda muhafaza edilir, bazen de caminin bir köşesinde kütüphane şeklinde düzenlenirdi. (Cami, DİA, 7/46-56.)

Camilerimizde asrısaadetten medreselerin ortaya çıkışına oradan da günümüze kadar hutbe ve vaazların dışında ilmî bir faaliyet olarak hemen hemen bütün ilimlerin okutulduğu anlaşılmaktadır. Camilerde okutulan derslerin başlıcaları Kur’an, dil (nahiv, sarf ve belağat), tefsir, hadis, fıkıh ve kelam ilimleri olmuştur. Bunların yanı sıra tıp, tarih, astronomi gibi ilimler de okutulmuştur.

Görüldüğü üzere çağrının ilk gününden itibaren camiler ve mescitler, bir eğitim kurumu ve okul olma vasıflarını hep devam ettirmişlerdir. İslam’ın ulaştığı beldelere ilk önce camiler yapılmış, bu camiler de İslam’ın ve ilmin taşıyıcıları olmuşlardır. Ecdadımızın bu camilerin zahirini taşla bina; ruhunu ibadet ve ilimle imar ederken Allah Resulü’nden bize nakledilen şu hadiseyi örnek aldıklarını düşünüyoruz:

“Bir gün evinden çıkıp mescide giden Hz. Peygamber (s.a.s.), orada halka olmuş iki toplulukla karşılaşmıştı. Bu halkaların birisinde bulunan kişiler, Kur’an okuyor ve Allah’a dua ediyorlardı. Diğer halkada olan kişiler ise ilim öğreniyor ve öğretiyorlardı. Allah Resulü Efendimiz bu manzara karşısında şöyle buyurdular: “Her biri hayır üzeredir. Şunlar Kur’an okuyor ve Allah’a dua ediyorlar; Allah dilerse onlara verir, dilerse vermez. Bunlar ise ilim öğreniyor ve ilim öğretiyorlar. Ben de muallim olarak gönderildim.” buyurdu ve onların halkasına katıldı. (İbn Mâce, Sünnet, 17; Dârimî, Mukaddime, 32.)

Sonuç olarak İslam medeniyetinde ilmin, eğitim ve öğretimin ana merkezi camilerdir. Daha sonra ortaya çıkan medrese gibi eğitim kurumları camilerden doğmuştur. Bu sebeple camilerin ilmî anlamda merkez olma vasfını yeniden ortaya çıkarmak veya devam ettirmek bütün Müslümanların görevidir. Zira Müslüman için cami, bir ibadet mekânı olduğu kadar aynı zamanda eğitim aldığı bir okuldur.

Mahmut Kayış

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]