HAKİKİ SEVGİDE ÖLÇÜ
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillahi Rabbi’l-âlemin. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî ve ezvâcihi ve evlâdihi ve etbâıhî ve ehl-i beytihî ve ümmehâtihî ve ebîhi bi adedi külli şey’in fi’d-dünyâ ve’l-âhirati ve kezâlik ve’l-hamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn.
Bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan rabbime sonsuz hamd-ü senalar olsun. Tüm nimetlerin sahibi olan Allah’ıma sonsuz hamd-ü senalar olsun. Kullarının gevşekliklerine, zayıflıklarına, isyanlarına bakmadan yine de onlara rahmet eden Rabbime sonsuz hamd-ü senalar olsun. Peygamber (s.a.v.) Efendimize salât ve selamların en güzeli olsun. Âline, Ashabına ve Ehl-i Beyt’ine…
Sevgi Cenâb-ı Hakk’ın yaratmış olduğu diğer şeyler gibidir. Birçok şeye tahammül veya birliktelik sevgi üzerine bina edilmiştir. Örneğin bir anne, gece defalarca çocuğunun ağlaması için uykusunu böler böler kalkar. Dışarıdan bir insan için bu kadar şeye katlanılamaz ama sevgi nereye yönelmişse, kuvvet bulmuşsa o sevginin kuvveti kadar, hem sabrı hem tahammülü kuvvet bulur. Hem de kalbinin oraya meyli bu sevginin kuvvetine bağlıdır. İmanın hakikatine sirayet eden şey de sevgidir, çünkü sevmeden iman olmaz. Sevmeden iman olmaz. Bunun daha ötesi; sevginin kuvvet bulmuş ve tüm vasıfları yakıp kül etmiş hâli olan aşktır.
Allah (c.c.) Peygamberlerine birçok sıfatlar vermiş, onlar içerisinde kendisine en ziyade yakın kıldığını “Habibim” diyerek sevgiyle zikretmiş. Mübarek Efendime (k.s.) sevgiyle alakalı bir şey söylemiştim de: “Oğlum imanın hakikati de aşktır.” demişti. Peygamber (s.a.v.) Efendimizi ve bütün peygamberleri bu aşkla donatmıştır Cenâb-ı Hakk ki Allah’tan gayrı hiç bir şeye dönecek kendilerinde kuvvet bulamamışlardır.
Peygamberler Allah'ın dışında hiç bir kuvvete tevekkül etmemiştir, itimat bağlamamıştır. İbrahim (a.s.)'ın ateşin içerisine atılırken tevekkülünü hiç bozmuyor, kendisine yardıma gelen meleklere de: “Sizi gönderene talibim. Benim itimadım onadır” diyerek doğrudan Hz. Allah’a tevekkül ve teslimiyet gösteriyor.
Aslında bir salikin gönlüne taa en temelden düşen sevginin de nüvesi buradadır. Bir salikin gönlüne düşen en temeldeki sevginin nüvesi de buradan neşet eder. Öyle olur ki o sevgi onun bütün varlığını kaplar. Kendisinde irade bırakmaz hayatının gidişatını tamamıyla o sevginin eline teslim eder. Onun dışındaki hayat ona züldür. Bu sevgiden ayrılma korkusu onun için cehennem azabı gibidir. Zaten sevene en büyük ıstırap firaktır, ayrılıktır. Sevgiden nasibi olanların hepsi hep ayrılıktan dert yanmışlardır. Efendimiz (s.a.v.)'den ayrı düşen sahabeler hep Rasûlullah Efendimiz’in sevdasıyla yandılar, hep o ıstırabı çektiler. Peygamber Efendimizin dünyadan ayrılışıyla, sevgiyi bu hususta en güzel ve en istikamet üzere yaşayan Ashab-ı Kiram da bu acıyı yaşadı.
Sevgi bir nurdur ki, aslı Cenâb-ı Hakk’tan gelir ve bir nüve olarak bir kulun kalbine düşerse mecrasına akacak yer arar ve sonunda geldiği yere dönüş derdine düşer. Ve kimin de gönlündeyse onu da oraya taşır. Allah dostları da bundan nasibi olanlardır. Bu hususta irşat ile vazifeli olanlar da adeta Cenâb-ı Hakk’tan kullarının kalplerine ilka olunmuş bu nuru tanırlar ve onun zayi olmaması, gelişmesi için onun etrafını saran cürufu temizleyerek aslına rücu edecek yolları açarlar. Bu hususta böyle bir nurun sahibi olan fakat zahiren bu sevginin şartlarına riayet edemeyen kimsenin hâli bir yakutun, bir zümrüdün, cevherin, toz-toprak, kir-pas içerisine bulaşmış hâli gibidir. Dünyanın kirleri, nefsin hevaları o yakut ve zümrüdün etrafını sarar da, kir-pas içerisinde bırakır.
Ne zaman ki, Allah (c.c.) merhamet eder, o nurun sönmesine sebep olacak şeyleri ondan temizleyecek bir kuvveti onun rehberliğine bırakır, işte o zaman o, yavaş yavaş aslına rücu ederek yollar açar. Mübarek Efendim de işte böyle bir nuru mecrasına akıtacak kuvvetin sahibidir elhamdülillah. Fakat sevginin şartları vardır. Allah bu nuru verir ama bunu da kime verdiyse ondan bunun şartlarına riayet etmesini ister. Sevgi, sevilene karşı teslimiyettir. İtiraz illetini insandan bertaraf eder. Kim, eline düştüğü sanatkârın elinde sevgisinin şartlarına riayet ederse vuslata açılan kapıyı çabuk bulur.
Bu şartlara uymayan, daha doğrusu nefsinin tasallutuna mazhar olmuş, nefsinin tasallutuna düşmüş, sevgisinin gereğini değil de nefsinin hevasını sevginin önüne almış olan kendi yakınlık yollarını kapatır, vuslat yollarını kapatır.
Bir zaman memleketin birine gittim de orada kardeşlerimiz vardı. Her birisi büyük büyük sevgilerinin olduğunu iddia ederken ne namazdan ne sünnetten ne Allah’ın zikrinden bir şey kalmadığı gibi haramlara da birçok kapılar açılmış.
Allah’ın zikrini terk etmişler, Mübarek Efendimden aldıkları emanet dersleri terk etmişler. Kolay kolay haramlarla uğraşacak hale düşmüşler. Ehl-i Beyt sevgisi, sahabe sevgisi, Peygamber sevgisi bunlar hep perdelenmiş. Sonrasında da bütün buna rağmen sevgi iddiasında bulunuyorlar. Aslında bir yerde doğru, sevgileri var ama hepsi sevgilerine sahip çıkamamışlar. Cenâb-ı Hakk’ın açtığı o nimeti köreltmişler, kendilerine teslim edilen gül bahçesini kurutmuşlar. Sevgi, sadakat suyuyla beslenmelidir. Sevgi, teslimiyetle onu zedeleyecek her şeyden korunmalıdır. Bu konuştuklarım bazen yolculuğun baş kısmına ait, bazen son kısmına ait. Bazen geçmişe, bazen de atiye işaret vardır. Sevginin dilinden anlayanlar onu çözerler zaten.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hadis-i şerifinde buyuruyor ki: “Kim benim sünnetimi ihya ederse beni sevmiştir.” Sevginin şartı sevilenin ahlakıyla ahlaklanmaktır, onun vasfına bürünmektir. Mübarek Efendim, Rabbimi seviyor. Öyle seviyor ki O’nun emirlerinin önünde hiç bir şeye tahammülü yok. Onun itaatının önünde hiç bir şeye tahammülü yok. Sen dışarıdan onu nasıl vasf edersen vasfet. Sen dışarıdan onu nasıl telakki edersen et. Onun yanında tek kıymet bulan şey vardır, oda Allah (c.c.)..
Bir kimsenin gönlündeki sevginin hak olarak muhafazası da ancak sevilenin ölçülerini muhafaza etmesiyledir. Aksi hâlde bu sevgi sadece senin kendine ait olan bir sevgi olur. Sana fayda vermeyen, yolunu aydınlatmayan, ruhuna kuvvet vermeyen, kalbini hâlden hâle sokmayan bir sevgi olmuş olur. Aslında sen de sevmiyorsun. Sevilenin merhametinden bu haldesin. Eğer sen sevmiş olsaydın, sevgine teslimiyet gösterir, sevilenin vasfına bürünmek en büyük derdin olurdu.
Mecnun çölde yürüyormuş da namaz kılan birinin önünden geçmiş. O da namazını hemen bitirmiş peşinden koşmuş:
”Bire adam, görmüyor musun ben namaz kılıyorum, niye önümden geçiyorsun” Mecnun, yani deli, sevgisinden deli olmuş. Hem de bir beşere. “Ben” diyor “Leylanın sevgisinden ne yaptığımı bilmezken sen Mevla'nın huzurunda senin önünden geçtiğimi nerden biliyorsun?” diyor.
Sevgi, sevilenle kesrette ve vahdette bir olmaktır. O sevgi, suyun içerisinde yaşayan balık gibidir. Nasıl su balığın her tarafını kavrar, sevgi de ehlini böyle kavrar da onun dışında bir hayat bırakmaz insana.
Seviyorsan, sana sevgi makamından gelen şeye karşı sırtına hançer saplansa, ön tarafta yüzün, düğünde bayram gibi olacak, şeklin hiç değişmeyecek, velevki hançer yesen bile sırtına.
Sevgiyi doğru telakki etmek lazımdır çünkü itaate dönüşmeyen sevgi sahibini hezeyana sürükler, orada kalır. Elinden ölçüyü götürür. İtaate kapı açmayan sevgi ölçüsüz bir sevgidir. Kontrol edilmeyen, kıymeti bilinmeyen bir sermaye gibidir. Ve eğer ölçülerine riayet etmezsen uçar gider.
MUZAFFER YALÇIN.