* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İslam'da Sevgi ve Barış  (Okunma sayısı 128 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 2153
İslam'da Sevgi ve Barış
« : Eylül 19, 2021, 04:41:12 ÖS »
İslam'da Sevgi ve Barış

Yüce Rabbimize hamd, sevgili peygamberimize, ehl-i beytine ve ashabına salât ve selâm olsun.

“Sevgi ve barış”  İslâmi hayatın ve kültürümüzün ayrılmaz bir parçasıdır. Bu kavramlar İslâm’ın özünde vardır. İslam, her zaman sevgi ve barıştan yana olmuştur. İnsanları da bu yola davet etmiştir.

“Sevgi ve barış”, günümüz dünyasında üzerinde en çok konuşulan, tartışılan, fikir yürütülen, konuların başında gelmektedir. Bu kadar konuşulan konu hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz? Gerçekte bu konuda İslâm ne kadar hoşgörülüdür? Hep tahakküm taraftarı mı olmuştur? Bu sorulara cevap bulmak için İslâm’ın bu konularda takip ettiği yolu öğrenmek gerekir. 

   Kimilerine göre “sevgi ve barış” sadece davet sırasında Kur’an’da belirtilen hikmet ve mevize-i hasenedir. Diğer bir görüşe göre savaş sırasında kadın, yaşlı, ve çocuklara iyi davranmaktır. Bir görüşe göre ise gayr-i müslimlere tanınan haklardır. Bize göre ise sevgi ve barış İslâm bütünlüğün ayrılmaz bir parçasıdır. Sevgi ve barış İslâm Şeriatının tüm aşamalarında görülebilir. O’nun bir konuda sevgi ve barışı benimsemesi, öbür konularda ise farklı bir davranış sergilemesi düşünülemez. İslâm kendi bütünlüğü içerisinde bütün olayları eşit ve ölçülü bir şekilde hükme bağlamaktır.

Burada “sevgi ve barış”tan  kasdetmek istediğimiz, tesahül ve eklemlemecilik veya bir yerlere hoşgörünmek değildir. Çarpıtılmak istenilen bir  anlayışın hakikatının ortaya çıkarılması çabasıdır.

KUR’AN VE SÜNNETTE SEVGİ VE BARIŞ KELİMESİNİN KULLANILIŞ ŞEKİLLERİ

Kur’an’ı Kerim’de Sevgi ve Barışın Kullanılış Şekilleri:

İnsanın başkalarıyla olan ilişkilerini düzenleyen, sosyal ilişkileri çözümleyen, ibadetlere renk veren İslami  metodun  ifade edilmesi gerekirse; sanırız ki “Sevgi ve barış” kavramlarından daha iyisini bulamayız. Bu kavramlar gerçekten de Islam şeriatının bu alandaki tüm incelik ve ayrıntılarını barındıran kapsamlı kavramlardır.

Kur’an’ı Kerim’de sevgi/barış prensibini incelediğimizde bunun çeşitli ayetlerde; afv/“af”, safh/“serbest bırakma”, ihsan/ “iyilik”, “kötülüğü iyilikle savuşturmak”, “cahillerden yüz çevirmek”, “leyn/ “yumuşaklık”,  Hevn/ “tevazu”, kıst/ “adalet”, yüsr/ “kolaylık” gibi Sevgi ve barışyle birleşen çeşitli tabirlerle ifade edildiğini görüyoruz.

 “Afv/af” ( عفو  ) Kelimesinin Anlamı ve Sevgi ve barış ile İlişkisi

Afv kelimesi, imha etmek, örtmek, kolaylık, malın fazla olanı bir şeyi almaya kasdetmek, günahlardan arınmak anlamlarına gelmektedir.

Af kelimesi Kur’an’ı Kerim’de müteaddid defalar geçmektedir.

فاعف عنهم واستغفر لهم وشاورهم فى الامر   ”

“Onları affet bağışlanmaları için dua et, iş konusunda onlara danış”
 
فبما رحمة من الله لنت لهم ولو كنت فظا غليظ القلب لانفضوا من حولك فاعف عنهم واستغفر لهم وشاورهم في الأمر فإذا عزمت فتوكل على الله إن الله يحب المتوكلين

“Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalblerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler.(Kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkamın önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç , onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.

Bu ayeti kerimede yahudilerin bu kadar cinayetten sonra behemehal tecziye edilmeleri lazım gelir gibi bir zan def’edilmiş ve dini İslamın semahati gösterilmiştir. Bu ayetin hasıl manası: maziyi affet, istikbalde de her hiyaneti tecziye taraftarı olma” demek olur.

İhsan ( احسان) Kelimesinin Sevgi ve barış ile İlişkisi :

İhsan kelimesi sözlük anlamı itibariyle kötülüğün zıddı, ihlas, murakebe, ve başkasına iyilikte bulunmak, işini iyi yapmak anlamlarına gelmektedir

 إن الله يأمر بالعدل والإحسان وإيتاء ذي القربى وينهى عن الفحشاء والمنكر والبغي
 
“Allah, adaleti iyilikte  bulunmayı ve yakınlarla dayanışmayı emreder”

وابتغ فيما آتاك الله الدار الآخرة ولا تنس نصيبك من الدنيا وأحسن كما أحسن الله إليك ولا تبغ الفساد في الأرض إن الله لا يحب المفسدين

“Allah sana ihsan (iyilikte)te bulunduğu gibi sen de iyilikte bulun ve yeryüzüne bozgunculuk arama.”

İhsanın Sevgi ve barışla ilişkisini İbn-i Hatim’in  Şa’bi’den Onun da İsa b.  Meryem (a.s.)den rivayetinde görebilmekteyiz: İhsan; sana kötülükte bulunana iyilikte bulunmandır. İhsan, başkasının senin üzerindeki haklarını yerine getirmen ve kendi hakkından vazgeçmendir. Başkaları üzerindeki tüm haklardan vazgeçebilmendir.

Safh (صفح ) Kelimesinin Sevgi ve barış ile İlişkisi:

Kelime olarak bir şeyin eni, kenarı anlamlarına, istilahi olarak da azarlama ve kınamaktan vazgeçmek anlarına gelmektedir. Azarlamak ve kınamaktan vazgeçme affın bir derecesidir.

Kur’an’ı Kerim’de:

 فاعفوا واصفحوا حتى يأتي الله بأمره إن الله على كل شيء قدير

 “Siz, Allah onlar hakkındaki emrini yerine getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye Kadir’dir.”

Safh, afv’den daha geneldir. Çünkü bazı insanlar affettiği halde bağışlamaz. Bağışlamanın olduğu yerde affetme oluyor. “Afv, kötülükle karşılamayı red etmek, “safh” kötülüğün izini kalbinden de izale etmektir”

Kıst (قسط ) Kelimesinin Sevgi ve barış İle İlişkisi

Kıst fiili, adalet, mizan, ölçü, pay, hisse, paylaşma   insaflı, adaletli davranmak anlamlarına gelmektedir.

وإن طائفتان من المؤمنين اقتتلوا فأصلحوا بينهما فإن بغت إحداهما على الأخرى فقاتلوا التي تبغي حتى تفيء إلى أمر الله فإن فاءت فأصلحوا بينهما بالعدل وأقسطوا إن الله يحب المقسطين

   “Eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever.

لا ينهاكم الله عن الذين لم يقاتلوكم في الدين ولم يخرجوكم من دياركم أن تبروهم وتقسطوا إليهم إن الله يحب المقسطين

“Allah sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü, Allah adaletli olanları sever.

Ayet, Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma’nın  Mekke’de kalan müşrike annesinin, kendisini ziyaret için geldiğinde kabul etmemesi üzerine nazil olmuştur.

İslâm barış dinidir. Tüm dünyayı gölgesinde kardeşçe, sevgiyle barındırmak isteyen bir dindir. Bu gayesini, ancak düşmanların saldırısı bozabilir. Fakat İslâm’la barış içerisinde kalmak isterlerse, İslâmiyet husumet isteyen ve baskı uygulayan bir din değildir. Bu İslâm’ın gayri müslimler için benimsediği temel asastır. Bu İslâm dininin tabiatıyla bütünleşen, insanlığa bakış açısını belirleyen en adaletli kaidelerdendir.
Hevn ( هون ) Kelimesinin  Sevgi ve barış ile İlişkisi:

Kur’an’ı Kerim’de konumuzla ilgili olarak bir yerde geçmektedir.

وعباد الرحمان الذين يمشون على الأرض هونا وإذا خاطبهم الجاهلون قالوا سلاما

 “O çok merhametli Allah’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler kendilerine laf attığında (incitmeksizin) “selam” derler geçerler

   Ayeti Kerimede geçen “hevn” kelimesi, Allah’a karşı tevazu ve korku sükunet ve vakar anlamındadır. Hasta hasta yürümek, riyakar olmak anlamında değildir.

   Cahiller kendilerine kötülükle hitab ettiğinde onlar, övgüyle karşılık verirler. Cahiller kendilerini kötüledikleri, alay ettikleri vakit mü’minler, şefkat, güzel ahlak, güzel sözle mukabele ederler. Rasulullah’ın buyurduğu gibi: Cahilin şiddeti onun (mü’minin)  merhametini artırır.

   Onlar ki arz üzerinde mülayim yürürler, etraflarını iz’ac etmez, eza vermez, hisablı, saygılı, tavrı merhametli, emniyet-u asayiş  neşrederek giderler. Cahiller, edepsiz guruh laf attığı vakit kendilerine selam ederler, yahut selametle derler, onlara çatmağa tenezzül etmezler, tahammül de ederler.

Leyn (لين ) Kelimesinin Sevgi ve barış ile İlişkisi

Bu kelime, sertliğin , kabalığın zıddı yani yumuşaklık, kolaylık anlamındadır.

Kur’an’ı Kerim’de:

 فبما رحمة من الله لنت لهم ولو كنت فظا غليظ القلب لانفضوا من حولك فاعف عنهم واستغفر لهم وشاورهم في الأمر فإذا عزمت فتوكل على الله إن الله يحب المتوكلين

 “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onları yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde affet, bağışlanmaları için dua et.”

اذهبا إلى فرعون إنه طغى فقولا له قولا لينا لعله يتذكر أو يخشى

“Firavun’a gidin. Çünkü o iyiden iyiye azdı. Ona tatlı dille konuşun. Belki o, aklını başına alır ve korkar.”

KUR’AN’I KERİM’DE “BÜTÜNLÜK” İLKESİ İLE
GERÇEKLEŞTİRİLEN SEVGİ/BARIŞ

1- İnanç

İslâm’ın köklü prensibini teşkil eden bir tek ilaha inanma, bütün insanlığın birlik ortamında bulunması gereğinin açık ve güzel sembolüdür. İslâm bunu ilân eder durmadan. En önemli davalardan biridir, bu.

وإلهكم إله واحد لا إله إلا هو الرحمان الرحيم

“İlahınız bir tek ilahtır, O’ndan başka ilah yoktur, O Rahman’dır, Rahimdir.”

Mü’minlerin namazlarda aynı saflarda namaz kılmaları, aynı duaları okumaları, hiçbir kimseye ayrıcalık tanınması bu bütünlüğe verilecek güzel örneklerdendir.

Öldükten sonra insanların tümüne aynı muamelenin görüleceği, herkesin tek tip bir kefen içerisinde huzuru ilahiye çıkması beraber gömülmeleri, eşit alanda gömülmeleri yine bütünlük ilkesinin güzel örneklerinden birtanesidir.
2. Dil, Renk Farkının Gözetilmemesi

Allah, insanın ve tabiatı hadiselerin bir çokluğu arasında dil, renk ve şekil ayrılığını zikreder ki hepsini kendi mevcudiyetinin delilleri gibi takdim eder. Bütün bu vakıa ve farklılıklar arasında bir en önemli olanı vardır ki bunun üzerinde daha derin bir inanç kazanmak amacıyla ve ruhumuzu sevgi, merhamet üzerine kurulan bir aksiyona ittiğinden dolayı düşünmeliyiz, mecburen. “Sizi bir topraktan yaratması O’nun ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır beşer oldunuz. Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.

ومن آياته خلق السماوات والأرض واختلاف ألسنتكم وألوانكم إن في ذلك لآيات للعالمين

 “O’nun delillerinden biri de gökleri ve yerleri yaratması lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.”

İnsanlar arasındaki renk ve dil farklılığı hususunda Kur’an’ın telakkisi, tabiattaki farklılık hakkında öne sürdüğü  telakkinin aynısıdır. Bunlar ilahi kudretin tezahürleridir; ve bu sıfatla saygı ve ta’zime layıktır. Vazifemiz her türlü şartlar altında ve bize bahsettiği her fırsatta Allah’ın emirlerine göre davranmaktır.

Bu ayeti kerime hakkında alimler; birincisi; bütün bu tenevvu’ ve ihtilaf, tabiatın ittiradını değiştirerek muhtelif tabiatlar yaradan Allah Teala’nın kudretini gösterir. Ve bütün bu ihtilaf içinde nizamı koruması da ilim ve yaratıklarının temel ve hikmetini gösterir. Ikincisi; demek ki elsine, ve elvanın ihtilafından hikmet vardır. Bu hikmetlerden birisi de intişar içinde tearüftür. Böyle muhtelif lisanları ve ırkları kapsayan bir cemiyyet teşkil edebilmek  ancak ilim ile mümkün olabilir. Demek ki bir insan ne kadar çok lisan bilirse Allah Teala’nın ayetleri hakkında o kadar çok ma’lumat edinmiş olacaktır.

3.Yer ve Mekan Farklılığının Gözetilmemesi.
Kur’an, insanlar arasındaki çoğrafi farklılıklar problemine de değinir. İnsanlar her biri bir ülkeye sahip kabileler ve milletler halinde yaşıyorlar. Tanışmaya ve birbirlerine yardım etmeğe mecburdurlar. Allah (c.c.) bu konuda şöyle buyurmaktadır.

ياأيها الناس إنا خلقناكم من ذكر وأنثى وجعلناكم شعوبا وقبائل لتعارفوا إن أكرمكم عند الله أتقاكم إن الله عليم خبير

“Ey insanlar, hakikat biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi sırf birbirinizle tanışasınız diye büyük bir cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki sizin Allah katında şerefliniz takvaca ileride olanınızdır. Hakikaten Allah her  şeyi bilen, herşeyden haberdar olandır.”

Ayeti Kerime; Mekke’nin fethi sırasında Bilal (r.a.) Ka’be’nin üzerinde ezan okuduğu zaman; Hers İbn-i Hişam ve İtab İbn-i Useyd kızıp, bu siyah köle mi Ka’be’in üzerinde ezan okuyacak? Demeleri üzerine nazil olmuştur.
İslâm, insanları çiçekleri sayısız renklerde, fakat hiçbir rengin diğerinden üstün olmadığı muazzam bir bahçe gibi telakki eder. Bunun anlamını Peygamber (s.a.v) şöyle ifade etmiştir; “Ben arabın habercisiyim. Suhayb Greklerin, Selman acemlerin, Bilal Habeşlilerin. Böylece her birimiz bir kavmin sembolüdür.”

Zikrettiğimiz bu kısacık ayette Allah Teala bütün insanlığa hitap ederek son derece önemli üç temel gerçeği açıklamıştır;

Birincisi; Hepinizin aslı biridir. Sizin her türünüz bir tek erkek ve kadından yaratıldı ve bugün dünyada var olan bütün ırklarınız da aslında bir anne ve babadan başlayan bir temel ve ilk ırkın dallarıdır. Bu yaratılış dizisinin hiçbir yerinde o ayırımlar ve sakat iddialarla müptela olduğunuz alt ve üst tabaka veya üstün ve aşağı ırk görüşlerine zemin hazırlayan hiçbir şey yoktur. Yaratıcınız bir olan Allah’tır. Bir tek maddeden hepiniz yaratıldınız. Bir anne ve babanın çocuklarınız.

İkincisi; Asıl ve temel yönü ile siz bir olmanıza rağmen milletlere, soylara ayrılmanız yaratılış icabı idi. Yeryüzünün her tarafında bütün insanların bir tek aile  olamayacağı meydandır. Neslin çoğalması ile beraber sayısız ailelerin, daha sonra da ailelerden soyların ve milletlerin meydana gelmesi kaçınılmazdı. İşte bunun gibi yeryüzünün çeşitli bölgelerinde yerleştikten sonra renk, şekil, dil ve yaşayış tarzlarının mutlaka çeşitli olması da gerekli idi. Fakat bu yaratılıştan gelen farklılıklar ve ayrılıklar asla onun temeli üzerinde, aşağı, üstün, soylu, adi, üstün sınıf ve aşağılık kabul etmesini bir ırkın diğer bir ırka üstünlük kurmasını ve insan hakları konusunda bir zümrenin diğerine üstün tutulmasını da gerektirmezdi.

Üçüncüsü; insanlar arasında bir üstünlük ve fazilet varsa ve olabilirse o da sadece ahlaki üstünlük ve fazilettir.
Bu ayetlerden, insanların, tarağın dişleri gibi eşit olduğunu; bunun, kökenleri itibariyle, insani konumları itibariyle, hukuk itibariyle, kanuni yükümlülükler itibariyle eşit olduklarını anlıyoruz.

Hadis-i Şerif’te Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır; “Hepiniz Ademoğullarınız, Adem de topraktan yaratılmıştır. İnsanlar babaları ve dedeleri ile övünmekten vazgeçsinler. Çünkü Onlar Allah nazarında daha değersizdirler. Diğer bir hadisi şerifte “Allah Teala kıyamet günü sizin soyunuzdan sopunuzdan sormayacaktır. Şüphesiz ki Allah katında en üstün olanınız kötülüklerden en çok sakınanızdır.

3. Gayri Müslimlere Tanınan Haklar

İslâm, içinde barınan değişik dinlere mensub toplulukları göz önünde bulundurur. Müslüman ve ğayri müslim halkı arasındaki ilişkileri sevgi ve barış, adalet ve merhamet esasları çerçevesinde düzenler. Bu ilişkilerin temelini şu ayeti kerime oluşturmaktadır:

لا ينهاكم الله عن الذين لم يقاتلوكم في الدين ولم يخرجوكم من دياركم أن تبروهم وتقسطوا إليهم إن الله يحب المقسطين

 “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarından çıkarmayanlarla iyilik yapmanız ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizin yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte zalimler onlardır.”

ولا تجادلوا أهل الكتاب إلا بالتي هي أحسن إلا الذين ظلموا منهم وقولوا آمنا بالذي أنزل إلينا وأنزل إليكم وإلهنا وإلهكم واحد ونحن له مسلمون

 “İçlerinden zulmedenleri bir yana ehl-I kitapla ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki, bize indirilene de size indirilene de iman ettik. Bizim rabb’imiz de birdir sizin Rabbiniz de ve biz ona teslim olmuşuzdur.”

 Allah’u Teala; kafir olup müslümanlarla savaşmamak üzere anlaşmış bulunan, onlara karşı diğer müşriklere de yardımda bulunmayanlara karşı iyilikte bulunmaktan, onlarla adaletle muamele  yapmaktan alıkoymamaktadır.  Huzaa ve Resulullah’ın anlaştığı diğer kabileler gibi. Katade bu ayetin “Müşrikleri nerede görürseniz onlara öldürün” ayetiyle nesh olduğunu iddia etse de te’vil ehilin büyük bir bölümünü bu ayetin muhkem olduğunu, mensuh olmadığını söylemektedirler. Buna delil olarak da Esma (r.a.)’ın annesine yardımda bulunmasının peygamberimiz tarafından engellenmemesini gösterilmektedir. Hz. Ebu Bekir’in hanımlarından Kuteyle binti Abdiluzza kafirdi ve kocasının hicret etmesinden sonra bile Mekke’ye gelerek, ona birtakım hediyeler getirir. Hz. Esma’nın rivayet ettiğini göre, kendisi Hz. Peygamber’e onunla konuşayım mı, bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) “Evet ona iyi davran” diye cevap verdi.

Allah’u Teala bu ayeti kerime ile; müslümanlarla savaşmayan kadın ve zayıflarla savaşmanızı nehyediyor. Onlara adaletle hükmetmenizi ve iyilikte bulunmanızı emrediyor.

2.3.1.İslâm Devletinin Ğayri Müslim Tebaaya Karşı Yükümlülükleri

1.  Dış saldırılardan korumak,

2.   İç zulümden korumak,

3.   Kan ve canlarını korumak,

Mallarını himaye etmek,

Irzlarını himaye etmek,

Fakirlik, ihtiyarlık ve hastalık halinde kendilerine sahip çıkmak,

Dini hürriyet sağlamak,

Çalışma ve kazanma hürriyeti vermek,

Devlet görevlerine gelebilmeleri imkan sağlamak.

Cihadla İlgili Âyetler Ve Sevgi / Barış

İslâm’da kuvvet kullanımı konusuna girerken karşımıza çıkan ilk nokta, İslâm’ın cihadı herhangi bir dini fariza gibi öngörmüş olmasıdır. Bu fariza da tıpki diğer dini farizalar gibi pekçok görüş ve hükmün dayanağı olmuştur. Bu nedenle cihad, dinin zorunlu ve belli başlı konularından birisi haline gelmiştir. Cihad konusu bu seviyede yer aldığına göre herhangi bir ameli farizada olduğu gibi, bunda da meşruluk-gayri meşruluk şeklinde sorgulama yapma cihetine gidemeyiz. Cihad konusunda yalnızca İslâm’ın cihadı öngörürken varmayı düşündüğü teşrii (yasal) hedefleri sorgulayabiliriz.

Acaba, İslâm cihad anlayışında yeri bulunan savaş, insanları İslâm’a girmeye zorlamanın pratik bir yolu ve insanları zorla ikna etmenin İslâmi metodu mudur? Yoksa dış etkenlerin doğurduğu; her tür davet ve disiplinin kendi varlığını garanti etmek ve düşmanlarından korunma için başvurduğu zorunlu bir yol mudur?

Şimdi savaşın    İslâmi hedef ve amaçlarını doğru-dürüst bir şekilde anlayabilmek için özellikle savaşla ilgili ayetleri tek tek ele alacağız.

“Kendilerine zulmedilen ve kendilerine savaş açılan (mü’minler) artık izin verildi. Şüphesiz, Allah onlara yardım etmeye güç yetirendir. Onlar, yalnızca Rabbimiz Allah’tır dediklerinden dolayı haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın insanların bir kısmıyla bir kısmını defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır, giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah güçlü olandır, aziz olandır.”

Suyuti, ayetin nüzul sebebini tafsilatlı olarak anlatan şu açıklamayı yapmıştır: Allah’a ve Resülüne iman eden bazı müslümanlar, Mekke’den Medine’ye çıktılar. Mekke kafirleri de onları takip ettiler. Bunun üzerine ayeti kerime nazil oldu.

Savaşı ilk olarak yürürlüğe koyan bu ayeti kerime konuya, savaşın savaşa uğrayanlar için bir hak olduğunu ve yeni dinin gölgesinde sürdürmek istedikleri yeni hayatlarını korumalarının zorunlu bir sonucu olduğu yönünden yaklaşmaktadır. Ayeti Kerime, bunu yaparken söz konusu yasamanın hikmetine ve ortaya konan hükmün karakterine değinmektedir. Buna göre, ne zaman olursa olsun zülme uğramış birisi kendisini  zülumdan uzak tutma ve zalimden hakkını tahsil etmeye hak kazanmaktadır.

2-“Onlarla savaşınız; ta ki, (yeryüzünde) fitne kalmasın ve din (yalnızca) Allah’ın olsun. Eğer vazgeçerlerse artık zulüm yapanlardan başkasına düşmanlık yoktur.”

“Onlarla savaşınız ta ki (yeryüzünde) fitne kalmasın ve din (yalnızca) Allah’ın olsun. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz ki gerçekten Allah sizin mevlanızdır. O ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır.”

İslâm kendi varlığını hep tehdit altında hissetmiştir. Öyle ki mesele ölüm-kalım meselesi haline gelmiştir. Bu durumda, İslâm’ın kendi halinde gitmesi, sevgi ve barış  yolunu takip etmeye çalışması, çok kritik bir ortamda kendisine baskın çıkan bir tehlikeyle yüzyüze gelmesine yol açacaktır. Bu durumda, ne kendisini savunmaya güç yetirebilecek ne de ilerleme mümkün olabilecektir. Bu nedenle öğüdün olmadığı yerde savaş İslâm açısından varlık sorununa ilişkin zorunlu hayati bir konu haline gelmektedir. İşte tam bu sırada ayeti kerime nazil olarak müslümanlara savaşı emretmiş, inançları açısından ölüm-kalım meselesi haline gelen bu savunma savaşının hedeflerini açıklamıştır. Ayeti  kerimelerde değinilen savaşın hedeflerini açıklamıştır. Ayeti kerimelerde değinilen savaşın insanları zorla dine sokma savaşı olmadığını görüyoruz. Ayeti kerime, “İslâm’a girsinler diye insanlarla savaşınız!” emrini vermemiştir. Bilakis  ayeti kerimenin sözüyle –yorumuyla tüm dileği, yeni doğan akidenin harici baskı ve etkilerden uzak bir şekilde özgürlük ve güven içersinde davet görevini yapabilme ortamına kavuşmasıdır.

Savaşın amacı sadece onları fitneden vazgeçirmektir. Gerçek İslâm tüm gayri müslimlere inanç özgürlüğü verir. Kişi istediği yaşama tarzını seçebilir ve istediği şeye tapıp tapmamakla özgürdür. İslâm mü’minlere, kafir ve müşrikleri yanlış inanç ve alışkanlıklarından ikna yoluyla vazgeçirmeye çalışmalarını emreder; fakat bu amaçla savaş yapmaya izin vermez. Diğer taraftan kimseye insanları Allah’a kulluktan vazgeçirip başka bir şeye kul etme hakkı da vermez.
Savaşın meşru kılınmasının nedeni düşmanlığın redd edilmesi davetin himaye edilmesi ve ilahi dinin özgürleştirilmesi içindir. İnsanlığı İslâm’a zorlamak için değildir. Bu Kur’an’ı Kerim’in şeriatında mefyedilmiştir.

3-“Sizinle savaşanlarla Allah yolunda (siz de) savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.”

“Savaş hoşunuza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı. Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki sevdiğiniz şey de sizin için bir şer (kötülük)dür. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar, de ki: onda savaşma büyük (bir günah)dır. Ancak, Allah yolundan alı koymak, onu inkar etmek, Mescid-I Haram’a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük (bir günah)dır. Fitne (çıkarmak) ise öldürmekten beterdir. (Şunu biliniz ki): Eğer güçleri yeterse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler…”

Yukarıda sıraladığımız âyetler, İslâm’da savaşın hedeflerine dolaylı ve açık biçimlerde işaret eden âyetlerdir. Bu ayetlerden şu sonuçları çıkarabiliriz.

Müşrikler tarafından baskı altında tutulan ve özgürlüğü tamamen yok edilmek istenen “akideye”yardımcı olmak. İşte “Allah yolunda alıkoymak…” ifadesinden karşılaştığımız konu budur.

b)Bir inancı benimseyip sahiplendikleri için, mustazaflar oluşları sebebiyle zülum ve baskı altında yaşatılan erkek ve kadınlara yardımcı olmak.

c)İslâm’ın kendi yolunda yürüyebilmesi, devrimci ve islahatçı hedeflerini gerçekleştirebilmesi için, küfrü bir güç ve engel olarak bertaraf etmek ve bu amaçla müşriklerin gücünü kırmak –kötülük yollarını tıkamak.

e)Müşriklerin çeşitli yöntemler kullanarak müslümanları dinlerinden döndürmeyi veya caydırmayı amaçlayan eylemlerde ısrar etmesi.

f)Müşriklerin Hz. Peygamber’e verdikleri sözleri ve yaptıkları anlaşmaları defaatle bozmaları ve bunun altındaki düşmanca tutumları.

Hz.Peygamberin Savaşlarına Genel Bir Bakış

Hz.Peygamber (sav)’in zamanında ortaya çıkan savaşlar, Kur’an vahyinin yanısıra seyretmiştir. Bunların hedefini, genel çerçevesini belirleyen, bunlara ruh veren Kur’an vahyi olmuştur.
Bedir Savaşı

Medine’de İslami oluşumun başlangıcında zuhur etmiş olan bu savaş, oryantalistlere göre, İslâm’ın başkalarını zorla dine sokmasının ve insanları kendisini kabule zorlamasının ilk düzenli eylemi olmuştur. Bu kanaatler Bedir Savaşı’nın müslümanlar tarafından Mekke-Şam arası sefer yapan bir Kureyş ticaret kervanına saldırılması sebebiyle çıkmış olmasından kaynaklanmaktadır.

Müslümanların Kureyş’e karşı sağlam bir hareket geliştirmeleri, davetin yaşamaya olan ihtiyacının ve nefsi müdafaanın bir gereği olmuştur. Müslümanların Kureyş’le yaşamış olduğu tecrübelerin ve o günkü Arap toplumuna hükmeden psikolojik atmosferin doğal sonucu budur.

Benu Kaynuka’ Savaşı

Kureyş’in gücü kırılıp ittifak doğduğunda, Hz. Muhammed (sav) ve ashabı, Benu Kureyza’nın bu hıyanetine el atarak onları kuşatma altına aldılar. Benu Kureyza ahalisi, kendileri hakkında Hazrec reisi Sa’d, İslâm’dan önce onların müttefiki olduğundan, onlar Sa’d’ın kendileri lehinde karar vereceğini sanıyorlardı. Hz. Muhammed (sav) da onların bu taleplerini kabul ederek, onlarla ille de savaşmak istemedi. Ancak Sa’d öldürülmelerini hükmetti ve onun bu kararı hainler hakkında infaz edildi. Halbuki, onlar da kötülüklerinden emin olunacak uzaklıkla bir yer sürgün edilmeyi seçseler, Hz. Muhammed (sav) da önce bu Kaynuka’ ve Benu Nadir yahudilerine izin verdiği gibi onlara da izin verecekti. Çünkü Hz. Peygamber’in halinden; onun barışı, insanlığın huzurunu, fesada sebeb olunacak şekilde, zayıflık ve korkaklık görüntüsü vermeyen bir affediciliği tercih ettiği anlaşılmaktadır.

Hayber Savaşı

Medine’den sürüldükten sonra Hayber mıntıkasına giden Benu Nadir Yahudileri, diğer Hayberlileri de peşlerinden sürükleyerek Hz. Muhammed’e savaş açarak onu yok etme için planları yapıp duruyorlardı. Ahzab savaşına da önayak olanlar, yine Benu Nadir yahudileri olmuşlardı. Hz. Peygamber (sav) Hicri II. Yılın sonlarında Hayber’e savaş açarak Benu Nadir, Naim, Benu Ebi’l-Hakik, ve diğer bazı kaleleri fethetti. Bu savaşta yalnızca “Vatih” ve “Salalum” kalelerine dokunulmadı. Çünkü bu kalelerin sakinleri, Hz. Peygamber’den kendilerini bağışlamasını ve kanlarını dökmemesini taleb etmişlerdi. Hz. Peygamber, onlara güzellikle davrandı.

Mekke’nin Fethi

Kureyş ve müttefikleri 10.000 kişilik ordudan korkarak kendilerinde mukavemet gücü görmeyince, Hz. Peygamber onların şimdiye kadar kendisi aleyhinde işledikleri kötülükleri onlara karşı bir koz olarak kullanmadı. Tersine, Mekke’ye görülmedik bir nezaket ve cömertlikle girdi. Kureyş’in üstüne sürdüğü bu ordu; af, minnet, merhamet ve üstün ahlak ordusuydu sanki.

Hazırlanan Seriyye ve Birlikler

Hz. Peygamber (sav)’in oluşturduğu seriyye ve birliklerin tamamı, savunma amacına yönelik olmuştur. Bunların herbiriyle, aleyhte yapılmış bir planı bozmak, yapılan bir savaş hazırlığını dağıtmak ve çıkarılmak istenen bir karışıklığı önlemek türünden bir gaye güdülmüştür. Tarihin tesbitine göre, bu seriyye ve birliklerin hiçbirisiyle kendi halinde bir beldeye ilk taraf olarak saldırıda bulunulmamıştır.

Anlattığımız konularda belirtmek istediğimiz Hz. Muhammed’in “insanlarla Allah’tan başka ilah kabul etmeyinceye kadar savaşmakla emronuldum.” Hadisi arasında bir çelişki sözkonusu değildir. Hadisin anlamı; İnsanları Allah’a ve imana davetimde karşıma çıkan düşmanlıkları menetmekle emronuldum. Eğer düşmanlıkları alıkoymam sadece savaş ile gerçekleşecekse bu Allah’ın bana emrettiği bir görevdir. Hadisi şerifte geçen “اقاتل” kelimesi karşılıklı ve karşı taraafın saldırıyı başlatan taraf olması halinde kullanılır.

Savaşın Sona Erişi

“Eğer (düşmanlar) barışa meylederlerse, sen de ona yanaş ve Allah’a güvenip dayan. Çünkü her şeyi hakkıyla işiten, kemaliyle bilen bizzat O’dur.”

İki karşıt grubun, ateş kesmeye karar vererek yapacakları bir antlaşma ile sona ermiş olur. Çünkü savaşın amacı gerçekleşmiştir.

Saldırıyı püskürtmek.

İslâm yaptığı antlaşmayla, iki noktayı kendisi amaç edinir.

Kan dökülmesine, insan kasaplığına bir son vermek. İslâm’ın temel hedeflerinden birisi budur.

Anarşi ahlaksızlık ve düşkünlük doğuran, insanlığı çöküntüye, bataklığa götürmek isteyen şer kuvvetlerinin önünü almak, savaş bu zorunluluklardan dolayı meydana çıktığı için bunların ortadan kaldırılmasıyla da savaş, tamamen sona ermiş olur.

HZ. PEYGAMBER VE SEVGİ / BARIŞ

Resulullah (sav) bulunduğu mevkiin ve peygamberlik görevinin gerektirdiği Sevgi, merhamet, digergamlık, görmezlikten gelmenin en yüce örneğiydi. Aleyhisselatü Vessellam Efendimiz ilk öğretmendir. Rabbinden aldığı mesajı duyuran, detaylarına inerek açıklamasını yapan ve hayatında  uygulayan “O”dur. Biri ona gider bir soru sorar, bir başkası onunla kucaklaşır açıklama ister, bir diğer yanına oturur, Resullullah onu tatmin eder, bir grup insan kararına şaşar açıklama bekler, gelen emir diğer bir grubu gücendirir, hemen kendisine koşarak huzurunda  bilmedikleri bir görüşe sarılarlar. Bunların arasında ihtiyarlar olduğu gibi gençler de vardır, erkekler olduğu gibi kadınlarda vardı, ince ruhlu olanların yananda kaba olanlar da eksik değildi. Kalbleri imanla dolan müslümanların yanında  henüz İslâm’a giren yeni müslümanlar da vardı. Veciz ifadeleri kavrayabilen zekilerin yanında geniş açıklama yapılmadan anlayamayan zeka yoksunları da mevcuttu. Elbette bunların hepsini kapsayacak cömert bir gönül, kasıtlı-kasıtsız ortaya çıkan olayları hazmedecek son derece yumuşak bir karakter, öfke ve bunalım anlarında hem öfke ve bunalımı hem de onlardan doğacak yanlış davranışları engelleyecek nefse hakimiyyet gereklidir. Bu da Hz. Peygamberde mevcuttur. Allah’u Azimuşşan da şu ayetinde bunu doğrular.

فبما رحمة من الله لنت لهم ولو كنت فظا غليظ القلب لانفضوا من حولك

“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba kötü yürekli olsaydı, hiç şüphesiz, etrafında dağılıp giderlerdi.”

Resulullah (sav)’in sabrı, tahammülü, merhameti, affı, keremi hülasa tüm yaşantısıyla barışa çağırıyor. Düşmanlığa karşı anlaşmayı tercih ediyordu. O, Kur’an’dan aldığı eğitimle barış ve sevgi peygamberi olmuştu. Eğer savaşta kurtuluş imkanı yoksa kuvvete kuvvetle karşılık vermelidir.

Müslümanlara Olan Sevgisi

Hz. Peygamber (sav) bütün insanlığa olduğu gibi özellikle ashabına son derece hoşgörülü, alçak gönüllü, mütevazi, affedici bir davranış içersindeydi. Onları mutlaka razı etmeye çalışır çok nadir zamanlarda onları geri çevirirdi.

Uhud Savaşında Übeyr b. Mutim’in kölesi Vahşi, Hz. Hamza b. Abdulmuttalib’i katletti. Peygamber (sav) Efendimiz Mekke’yi fethettiği sırada Vahşi Taif’e kaçmıştı. Taif’in hey’eti İslâm’ı kabul etmek üzere Resülullah’a gitmek için yola çıktığında Vahşi’ye bütün yollar daralmıştı. Kendisi olayı şöyle anlatır. “Şam’a, Yemen’e ya da başka bir yere sığınırım diyordum. Allah’a yemin ederim ki, ben bu düşünceler içersindeyken biri bana:

-“Yazıklar olsun o dinine giren ve şahadetini söyleyen hiç kimseyi şimdiye kadar öldürmedi.” dedi. Bana bu sözler söylenir söylemez yola çıktım ve Resullullah’ın huzuruna vardım, kulağına, şehadet kelimesini söyleyen benim sesimden başka ses gelmedi, beni görür görmez.

-Vahşi sen ha?

-Evet. Ey Allah’ın elçisi dedim. Resülullah:

-Gel otur, Hamza’yı nasıl öldürdüğünü ban anlat dedi. Anlattım. Sözümü bitirir bitirmez:

-Yazıklar olsun sana! Gözüm görmesin dedi. O günden ölümüne kadar olabildiğince Resülullah’tan beni görmemesi için uzak durmaya çalıştım.

Gencin biri Resülullah (sav)’e gelerek:

-Ey Allah’ın elçisi zina konusunda bana  izin verir misiniz? Dedi. Bu sözü duyanlar derhal bağırdılar. Peygamber (sav) Efendimiz:

-Yaklaştırın!… dedi. Genç, peygamberimizin önüne oturdu, Resulullah (sav) dediler ki:

-Annene zina yapılmasını arzu eder misin? Genç:

-Canım uğrunuza feda olsun asla!… diye cevapladı. Peygamber (sav) Efendimiz:

-İşte diğer insanlar da senin gibi anneleriyle zina edilmesini arzu etmezler. Peki kızına ilişilmesini arzu eder misin?  Diye sorduğunda genç:

-Uğruna canım feda olsun asla!… diye cevaplar. Resülullah:

-İşte senin gibi diğerleri de kızlarına ilişilsin istemezler. Peki kızına ilişilmesini arzu eder misin? Diye sordu. Bu soruya halasını ve teyzesini de ekledi. Her soruya aynı cevabı tekrarlayan gence Resulullah işte diğer insanlar da senin gibi bu nahoş davranışı hiçbir yakını için istemezler dediler.

Sonra peygamber (sav) Efendimiz mübarek ellerini gencin göğüslerine koyarak:

-“Allah’ım kalbini temizle, günahını affet, eteğini koru” diye duada bulundular. Halbuki Resulullah (sav) zinaya kızdığı gibi hiçbir şeye kızmazlardı.

İşte burada ilk öğretmenliğin hikmeti ve yüce amacı kendini gösteriyor. O genci azarlamıyor. Davranışını hafiflik sayarak ya da horlayarak ona karşı cephe almıyor, aksine gönlünü rahatlıyor, içini aydınlatıyor, canlı örnekleri gözlerinin önüne seriyordu. Ta ki, zinanın kötülüğünü ve çirkinliğini anlasın diye. Sonra şefkatli bir babanın sıcak ilgisini gösteriyor, iyi olmayacağını ve kurtulmayacağını zannettiği hastalığından kurtulması için duada bulunuyordu.

HZ. PEYGAMBERİN HADİSLERİNDE SEVGİ  VE BARIŞ MOTİFLERİ

Hadislerinin çoğunda konumuzla ilişkili noktalar bulmak mümkündür. Biz hadislerden sevgi/barış içerikli olan veya bu konuyla doğrudan ilişkili olan bazı hadisi şerifleri zikretmeyi uygun gördük.

احب الدين الى الله الحنفية السمحة

   Allah’a en sevgili olan din, semahat ve suhulet üzerine kurulmuş olan  Hanif İslâm’dır.

يسرو ولا تعسروا وبشروا ولا تنفروا

Kolaylık yolunu gösterin güçlüğe gitmeyin. Tebşir edin tenfir ettirmeyin.
قام اعرابى فبال فى المسجد فتناوله الناس فقال لهم النبى صلى الله عليه وسلم دعوه وهريقو علي بوله سجلا من ماء- او ذنوبا من ماء- فانما بعثتم ميسرين ولم تبعثوا معسرين

Ebu Hureyle  (r.a) şöyle demiştir:A’rabinin bir mescid (in bir tarafın)de durup bevletti. Oradakiler bağrıştılar. Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.)        Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: Bırakın (işini görsün) sonra bevlinin üzerine bir kova su dökün. Zira siz güçlük değil kolaylık göstermek üzere meb’us olmuşsunuzdur.   
               
 Hz. Peygamber buyurdu ki: Allah (c.c.) beni zorlaştırıcı ve zor olanı kabul eden biri olarak göndermedi; fakat beni öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.

 تلقت الملاءكة روح رجل ممن كان قبلكم فقالوا  ا عملت من الخير شيءا ؟ قال كنت
امر فتيانى ان ينظروا ويتجاوزوا عن المعسر

Huzeyfe (r.a.) Nebi  (s.a.v.) buyurdu  dediğini rivayet edilmiştir. “Sizden evvel geçen milletlerden (semahatli) bir kişi (öldüğünde onun ruhunu) melekler karşılayarak

(Dünyada) bir hayır işledin mi? Diye sormuşlar. (Hiçbir hayrı bulunmayan bu kişi)

Ben hadimlerime; fakir(meydun)ı ihmal, ganiye de müsahama ediniz! süretinde emrederdim, diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Cenab-ı Hak;

(Bu müsahama asıl bizim şan-ı uluhiyyetimize layıktır –bu kulumdan vaz geçiniz!) onu af buyurmuştur.

Hadis-i Şerifteki (intizar) ihmal manasındadır; fakir borçlulara vade veriniz! Demektir. (Tecavüz) burada müsahama manasındadır; hal-ü vakti yerinde olanlara da kolaylık gösteriniz, cömerd olunuz! Demektir. Müslim7in rivayetinde varid  olduğu üzere bu müsamaha ve müsahele, ilahi bir haslettir. Müslümanın bu gaye-i kemale erebilmesi bu müsamahakarlığın  ancak riza-yi ilahi için iltizam olmayısle meşruttur. Ufak bir şaibe-i riya veya hergangi bir gaye-i sufliyye onu bu mertebe-i kemalinden düşürür.
اسمح يسمح لك

“Müsamaha göster ki müsahama göresin”

Sahabenin Hayatında Sevgi Ve Barış Örnekleri:

Hülefa-i Raşidin’in din hürriyetini tam manası ile idrak etmeleri, hiç kimseyi dininden dolayı zorlamamış ve kanını akıtmaya çalışmamıştır. Biz o devre baktığımız zaman, hak ve batılı keskin idrak terazisinde görüyoruz. Namaz zamanı gelmiş olduğu bir anda Adil Ömer başpapaz ile beraber kiliseyi geziyor. Papazdan teklif gelmesine rağmen kilisede namaz kılsaydı, ondan sonra gelen müslümanlar Ömer’in hatırasını yaşatmak isteyecekler ve o kiliseyi belki de zorla camiye çevireceklerdi. Hatta birçok misaller  verebiliriz. Biz o adil imamın başka bir hareketini görüyoruz. Şöyle ki; Kudüs ahalisiyle muahede yapmak için Kudüs’e geldiğinde, yalnız başı görünebilecek bir şekilde toprağa gömülmüş bir heykel görür. Bu heykeli yahudilere mahsus olduğunu ve Romalılar tarafından oraya gömüldüğünü anlar. Derhal elbisesinin etekleriyle heykelin üzerindeki toprakları silmeye başlar. Ehli tevhid ordusu da derhal, halifesinin yapmaya çalıştığı işe iştirak eder. Kısa zamanda heykel tamamen ortaya çıkarılır. Bu ehli Kur’an’ın geniş sinesinde taşıdığı  müsamaha duygusudur.

Ömer (ra) valilerin durumunu tetkik ediyor ve ettiriyordu. Nüfusu arasında gayri müslim bulunan valileri, evvela zimmilere yaptığı muameleden dolayı sorguya çekerdi. Eğer şefkatli davrandıklarını ispat edebilirlerse ne ala… Eğer zimmilere karşı zulmettikleri ortaya çıkarsa derhal azledilir ve cezaya çarptırılırdı.  Kur’an’ın hükmüyle hakim bulunan Halife Ömer (ra)’in kendisidir ki, Mısır valisinin oğlunun hücumuna maruz kalmış bir Mısırlı kıptinin eline kamçıyı veriyor ve “Amr bin As’ın oğlundan kısasını al ve aldığın kısas tam olsun ve halifenin huzurunda icra edilsin” diyordu. Ve valinin oğlunun göz yaşına bakmadan kısas yaptırıyordu. Ta ki, mazlumun gönlü rahat etsin ve İslâm devletinin adaletinden hiç kimse şüpheye düşmesin. Kısas yaptırdıktan sonra, ta kıyamete kadar insanlığın şeref sedası olarak çınlayacak olan şu büyük sözü, Vali Amr bin As’a  dönerek bağırıyor: “Anaların hür doğurduğu çocukları  siz ne zamandan beri köle edindiniz?”

Hz. Ebubekir-i Sıddık (ra) de ordu kumandalarına gönderdiği mektupta: “Tebaanız olan kimseleri, dinlerini bırakmaya ve İslâm’a girmeye zorlamayın. Papazları, kiliselerinde serbest bırakın. Onlara, baskı, eziyet ellerinizi uzatmayın.” diye emrederdi.

Hz. Ömer’in hilafeti devrinde Mısır’da oturan bir hristiyan hanım, Amr İbn-i As’ın evini zorla yıktığını halifeye gelerek şikayet eder. Bunun üzerine Hz. Ömer, Amr İbn-i As’ı çağırarak sorar. Amr İbn-I As: “Bir cami yapılacaktı, evi ona mani oluyordu. Para karşılığında vermeyince kendisi icin Beytül maldan bir miktar para ayırmaya ve evi yıkmaya mecbur kaldım” Hz. Ömer, evin tekrar yeniden yapılarak hanıma teslim edilmesini ve caminin yıkılmasına karar verir. Bunun için de Amr İbn-i As’a emir verir.”

Bir gün adamın birisi Hz. Ömer (ra)’e “Allah’tan kork Ya Ömer” diye seslenir. Orada bulunan diğer bir müslüman da “Nasıl olur da mü’minlerin emirine (Allah’tan kork) dersin diye adamı azarlar. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) “Onu bırak söylesin, şayet biz bunu kabul etmezsek bizden hayır gelmez. Bunu siz söylemezseniz sizden hayır gelmez.” Diye buyurdular. Yine Hz. Ömer (ra) bir gün hutbede: “Ey insanlar, eğer benden bir eğrilik görürseniz ne yaparsınız? diye sorar. “Sahabilerden biri ayağa kalkarak: Allah’a yemin ederim ki mü’minlerin emiri, eğer senden bir eğrilik görürsek, kılıçlarımızla düzeltiriz diye cevap verir.  Bunun üzerine  Hz. Ömer (ra) Hamdolsun o Allah’a ki bu ümmetten  Ömer’in eğriliğini kılıcıyla düzeltecek kimseler var kılmıştır.” der.

Yine ikinci halife Hz. Ömer şöyle derdi: “Ebu Bekir bizim efendimizdir, ve yine o bizim bir  efendimizi azad etmişti. (Bilal’i kastediyordu. İslâm’ı ilk kabul edenlerdendi, Bilal.”

Sevgi Ve Barışın Sınırı

İslâm Sevgi ve barış dinidir. Sevgi ve barışa davet eder; fakat bu kendi gerçeklerinden taviz vererek, insanları kim olursa olsun hangi maksatlarla olursa olsun razı etmek amacıyla değil. Bu Sevgi ve barış anlayışında, dine alay etme anlamını kazanır. Müslümanlar başkasına sevimli görünmek maksadıyla kendi realitesinden vazgeçemez.

Sevgi ve barıştan maksat, dini hükümlerin dondurulması, hayat yolunun heder edilmesi, sınırlarının iptal edilmesi değildir. Sevgi ve barışın sınırları diğer insanlarla belirlenen iyi komşuluk, her iki tarafa da hayır istemek ve adaleti her ikisine de gerçekleştirme yönünde olmalıdır. Her dinin kendine göre  özellikleri  vardır. Yüzeysel güzellikler uğruna, bu temel özelliklerinin gizlenmesi uygun olmaz.

Yine eğer İslâm ümmetinin akidesine saldırıda bulunulursa bu saldırının önüne geçilmelidir. Sevgi ve barış ile karşılanamaz.

Müslümanların taassub ve laubalilik bakımından dikkat etmesi gereken bir takım İslâmi akımlar vardır. İlk zamanlarda Hariciler tarafından yürütülen taassub daha sonra çeşitli fırkalar tarafından devam ettirilmiştir. Müslümanlar taassuba dayanan cereyanlardan kendini ve yapısını korumayı bilmelidir. Buna karşılık bazı muahhar oluşumlar dini ahkama karşı ilgisiz ve laubali davranmakta ve buna da müsamaha adını vermektedir. Müslümanlar biraz cazip görünüşlü olan bu nevi hizipler karşısında gaflete düşmemeli ve bunlara karşı kesin bir tavır takınmalıdır.

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]