Allah Sevgisi ve Allah’ın Sevmesi
Sevgi her insanın içine yerleştirilmiş ve diğer insanların ulaşamayacağı, yalnızca Allah’ın bildiği, Allah’dan saklanamayacak içsel bir duygu. Her şeyin ölçüsü olduğu gibi sevginin de bir ölçüsü olduğu muhakkak.
Sevmek, sevgi! Bana göre tarif edilmesi, anlatılması çok zor bir kavram. Gözle görülemeyen, “İşte sevgi budur” diyemediğimiz elle tutamadığımız, yalnızca hislerimizin bizi yönlendirmesiyle, ilişkilerimizde hal ve davranışlarımızla gösterebildiğimiz içsel (gaybî) bir duygu. İnsan sokakta bir arkadaş, bir komşu, bir akraba ile karşılaştığında ne sebeble olursa olsun yüz yüze geldiğinde, o kişi ile olumlu veya olumsuz bir ilişkisi olmuştur. Bu durum insanın hal hatır sorduğu o kişiye karşı beslediği duyguların, ister sevgi yönünde olsun, isterse sevgisizlik yönünde olsun, davranış, konuşma, bakış, yüz ifadelerinden ve bedenin belli belirsiz verdiği tepkilerinden karşılaştığı insanın anlamaması zor bir şey değildir. İnsanın mutlu olabilmesi için sevdiği eşi, sevdiği işi, sevdiği arkadaşı, sevdiği komşusu, sevdiği milleti, sevdiği vatanı ve sevdiği dini olması gerekir ki fedakârlık yapsın, gerektiğinde canını versin. Dememiz o ki sevgi, iman etmek nasıl bir gönül (içsel) meselesi ise, sevgi de bir başkasının zorlaması ve dayatması ile olacak şey değildir. İnsanların yaşadığı her dönemde olduğu gibi, yaşadığımız şu zamanda dayatmalarla çok şeyler sevdirilmeye çalışılıyor. Sonuçta insanlar ikiyüzlü münafık davranmakla, münafık olmakla yüzyüze getiriliyorlar. Bizim anlatmak istediğimiz Allah sevilmeli mi sevilmemeli mi? Yaşadığımız imtihan dünyasında bu iki tercih den birisini seçmek insanın kendisine bırakılıyor. Öyleyse sevgiyi, sevmeyi ve sevilmeyi oluşturan sebebler neler, sevmenin ölçüleri nedir, bir insan için anlamı nedir, nasıl olmalıdır? Hem bizi yaratan Rabbimizin kitabından, hem de insan olarak yaşadığımız tecrübelerimizden faydalanarak tespit etmeye ve Rabbimizin vahyettiği kitabında bu konuda bizden neleri istediğini anlamaya çalışıyoruz.
Gökleri yeri yaratan Allah, insanları imtihan alanı yeryüzünde yaratmasından sonra, insanlara kendilerini yaratan Allah’ı tanımaları için, insanlar arasından seçtiği elçileri vasıtasıyla onlara vahyederek kendisini tanıtmıştır. Yarattığı insan ve diğer varlıklar (melekler hariç) için gayb (varlığını görmediği) durumunda olan Allah’ı, elçilere indirilen kitaplarda, Rabbimiz Allah’ın kendini tanıtması onlara yetmiyor veya tatmin olmuyorlar ki yaratıcılarını kendi akılarıyla ve tecrübeleriyle tanımaya çalışıyor. Elçilerine indirdiği kitaplarda Allah, “Hiçbir şey Allah’ın benzeri değildir.”(42/10) ve “Allah’ın dengi ve benzeri olmamıştır.”(112/3) bildirdiği, dediği halde, insan elçilere kitapların indirildiğine inanmayan insanların bir kısmı (deistler ve akıllarını ilahlaştıran felsefeciler), kendilerinin icat ettikleri, kendilerinin oluşturdukları ve aklın hakemliğinin kabul edeceği kıyaslama (Burhan) yöntemiyle yaratıcıyı tanımaya, bulmaya çalışmışlardır. Sonuçta akıllarının ortaya çıkardığı sonuç “En büyük ulaşılmaz bir tanrının (Allah) var olduğu ve bu müteal (erişilmez) yaratıcı tanrının, kendine yardımcı bir tanrı yarattığı sonucuna varıyorlar. O tanrıda var olan her şeyi kendi varlığından yarattı sonucuna varıyorlar (Hermes felsefesi). Tasavvuf inancına göre “Vahdeti Vücut” inancı bu Hermes felsefesinden alınarak, bu batıl felsefeye İslam elbisesi giydirilerek insanlara takdim ediliyor. Kendilerini ve akıllarını ilahlaştıran bu insanların, Allah’dan başka ilah var diye bir takım insanları ikna etmeleri sonucunda, yeryüzünde yaşayan insan toplulukları da (kavimler) kendilerinin ihtiyacına göre, beklentilerini karşılayacak ve verebilecek, verebileceğine inandığı her kavim veya millet, kendilerine göre farklı farklı ilahlar icat etmişler ve sahiplenmişlerdir. Kur’an’ın indiği dönemlerde her kavim “lat, uzza, menat (53/19), vedd (kelb kabilesi), suuva (hemdan kabilesi), yegus (mezhiç kabilesi), yeuk (murad kabilesi), nesr (himyer kabilesi)(71/23)“ gibi dişi isim verdikleri tanrı(ilah)larının temsîli olarak kabul ettikleri bu putların Allah’ın kızları olduklarına inanıyorlardı. Bu putlara tapan arap kabileleri, ilahlarının putlarını yaşadıkları, yerleştikleri şehir, kasaba veya köylere dikmişler, yaşadıkları yerlerdeki o putların dikildikleri alanlar ibadet hane olarak kutsallaştırıp, o alanlarda ihtiyaçları olduğunda elleriyle yaptıkları putlarına kulluklarını arz ihtiyaçlarının karşılanmasını talep ediyorlardı. Her kavim minyatür olarak yaptıkları bu putların benzerlerini hac mevsiminde tavaf ettikleri Kâbe’ye koymuşlar ve hacc mevsiminde Kâbe’yi ziyarete gelen her kavim, inançlarının temsîli olan bu küçük putlara kulluklarını arz edip, onları kutsuyorlardı. Bu gün günümüzdeki kiliselerin duvarlarına yerleştirilen İsa ve Meryem ikonlarının önünde dua ve istekte bulunan insanları görmek şaşırtıcı bir şey değil. Uzak doğuda yaşayan insanların inandıkları o devasa Buda heykellerine secde ve dua ettiklerini, oralara gitmesek de televizyonlarda görüyoruz. Kur’an öncesi arap kavimlerinin ve bugün yaşadığımız şu çağda insanların putlarına olan sevgilerini ve bağlılıklarını anlatan Rabbimiz şöyle bildiriyor: “Öyle insanlar var ki, Allah’dan başka putlar edinip, onları Allah’ı sever gibi severler. Ama tam aksine, iman edenlerdeki Allah sevgisi ise, her şeyin üzerindedir. Kendilerine zulmedenler, azabı gördüklerinde, bütün güç ve kuvvetin Allah’ta olduğunu görebilselerdi (putlar edinmezlerdi). Elbette ki Allah, azabı en şiddetli olandır.”(2 Bakara 165) Müşriklerin putlarına duydukları bu aşırı sevgi ve saygıları, Allah’ın elçisi Muhammed (as)’ın “Kendilerine bile faydaları ve zararları olmayan, ellerinizle yaptığınız bu putlar, size ne bir fayda ne de bir zarar veremezler. O halde sizi yaratan kendinden başka ilah olmayan Allah’a kulluk edin” demesiyle, içlerinden birisi ve güvenilir olan Allah’ın elçisine düşman kesildiler. Muhammed (as) da on üç yıllık tevhid mücadelesinden sonra baskı ve tehditler karşısında doğduğu ve yaşadığı Mekke’yi terk etmek mecburiyetinde kalmıştı.
Bir insanın kendini yaratan İlahını sevmesi kadar doğal bir şey yok. O ilah ki yarattığı kulunun yeryüzünde yaşayabilmesi için, nefes aldığı havasından tutun da, yiyeceği rızıklardan içtiği sularına kadar her türlü ihtiyaçlarını yaratarak karşılayandır. Ayrıca yaşadığı coğrafyalara uyumlu yaşayabilme ve korunma yetenekleri ile donatılmış insanların bilmedikleri nice şeyleri yaratan Rabbi Allah, insanların aralarından seçtiği elçilere vahiyle bilmediklerini öğretmiştir. Öyleyse kendisini yaratan Rabbinin insandan kendisine kulluk edip, emirlerine ve yasaklarına itaat etmesini istemesi O’nun ilahlık hakkı olmasın mı? Bitmez tükenmez nimetleri kendilerine lütfeden bir ilaha karşı insanın kulluk etmesi de, insanın kulluk borcu değil mi? İnsanı yaratan Allah bunca verdiği nimetlerine karşı nankörlük eden kuluna, nankörlüğünün karşılığını azap olarak vermesine kim engel olabilir ki? Kendisine itaat edip teslim olan kullarına hem dünya, hem de ahiret hayatında ikramlarda bulunması, onları sevmesi ve onlardan razı olması yüceler yücesi Allah’ın Rahmetinin tecellisi değil midir? “Ey İman edenler? Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah başka bir topluluğu getirir. Allah onları sever, Onlar da Allah’ı severler, inananlara karşı alçak gönüllü, inkâr edenlere karşı çok güçlü bir şekilde dururlar, Allah yolunda mücadele ederler ve kendilerini kınayanların kınamasından da korkmazlar. Bu davranışları sergileyenlere Allah lütfu ile onları kuşatacak olup, o lütfu dilediğine verir. Allah her şeyi lütfu ile saran ve her şeyi bilendir.”(5 Maide 54)
İnsanlar kendi aralarında birbirleri ile en basit konularda yardımlaştıklarında, birbirlerine karşılıksız alıp vermelerinde, nasıl birbirlerini seviyorlarsa, kendisini yaratan ve tüm ihtiyaçlarını önüne seren Rabbini sevmemesi, nankörlükten başka bir şey değildir. Bizler insan olarak sevdiğimiz birilerine yardım ve fedakârlık yapıyorsak, ihtiyacımız olduğunda o sevdiğimiz insandan, aynı şekilde yaptığımız yardımı ve fedakârlığı görmediğimizde, o insana olan sevgimizi devam ettirebilir miyiz? Allah’ın kulundan istediği, kendisini elçilerine indirdiği kitap haline getirilmiş vahiyler ile öğrettiği şekilde kulluk etmelerini ve kendisini sevmelerini istemesi O’nun ilahlık hakkı değil midir? Öyleyse kendilerini yaratan tek ve bir olan ilahları Allah’ı tanımayan veya O’na kulluk etmeyi kibrinden dolayı reddeden, O’na ortaklar aracılar koşarak kulluk ettiklerini zannedenlere dünya ve ahirette vereceği azap, insanın Rabbine nankörlük edip, kendi nefsine zulmetmesinin karşılığıdır. “Eğer iman eder ve Allah’a şükrederseniz, Allah size niçin azap etsin ki. Allah şükrün karşılığını veren ve her şeyi bilendir.”(4 Nisa 147)
Allah’ın kulu olarak iman etmiş, yaratanına kulluk edenlerin, dünya hayatında diğer insanlar ve varlıklarla olan ilişkilerinde, Allah’ın onlar için belirlediği ölçüleri iyi öğrenmeleri gerekir. Yüce Rabbimizin öğrettiği her şey, inanan bir insanın dünya ve ahiret hayatını inşa etmesinin, oluşturmasının yapı taşlarıdır. Yaşadığı dünya hayatında ahiret hayatından beklentileri olan insanlar, Rablerinin öğrettiği yapı taşlarını yeri geldiğinde yerlerine oturtamıyorlarsa, hesap gününde önüne konulacak hesap defterindeki kayıtlı, kendine ait yapmış olduğu amelleri, kendisinin mutlu bir yaşamı elde edememesine sebeb olabilir. “İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde, siz onlara sevgi besliyorsunuz ve kitabın hepsine inanıyorsunuz. Hâlbuki onlar sizinle karşılaştıkları zaman ‘İnandık’ diyorlar, kendi başlarına kaldıklarında, size olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırıyorlar. De ki ‘Kinlerinizle birlikte mahvolun, Allah göğüslerde gizlenenleri en iyi bilendir.”(3 Aliimran 119) Rabbimizin kendisine inananlara öğrettiği öğretilerin içinde, insanların inançları ne olursa olsun onlara merhametli davranmamızı ve ilişkilerde ihtiyaçları olduğunda yardım etmemizi istiyor. “Allah’a ortak koşanlardan herhangi birisi, senden yardım dilerse, ona yardım et ki, belki Allah’ın sözlerini işitir de teslim olur. Aynı zamanda onun emniyetini sağlayan güvenli bir yere ulaştır. (Onların Allah’a ortak koşmaları) Gerçekleri bilmeyen bir toplum olmalarından dolayıdır.”(9 Tevbe 6) Yardım etmenin ve duygusal olarak acımamızın dışında, Rabbimizin belirlediği gibi iman edip müslüman olmamışsa, yardım etmenin dışında en yakınlarımız da olsa, sevgi beslemenin yanlış olduğu bize öğretiliyor. “Ey İman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz inkâr etmeyi iman etmekten daha çok seviyorlarsa onları asla kendinize yardımcı (veli) edinmeyin. Kim onları veli edinirse, böyle yapanlar zalimlerdir.”(9 Tevbe 23) Rabbimizin her öğretisinin inanan her müslüman’a bir sorumluluk yüklediğini Allah’ın öğretilerine talip olan her insan bilmelidir. Şahsen benim bu ayetten “İnanmayan yakınlarını sevebilirsin ama onlara sorumluluğunu verip, korumaları altına girmen (veli edinmen), senin hem inançlarına ve hem de emanet ettiğin işlerine malına mülküne zarar verebilirler” şeklinde anlıyorum.
Bir insan, Allah’ın kulu olduğunu unutmadan Allah sevgisinin nasıl olması gerektiğini, yine Rabbimizin indirdiği kitabından öğrenmeli ve Kur’an öncesi insanların bu konuda yaptığı yanlışlardan sakınmalı ve kaçınmalıdır. Rabbimiz tüm insanlar için indirdiği Kitabında, “Allah mü’minleri, iyilik yapanları (muhsinîn), tevbe edenleri, yanlış batıl inanç ve düşüncelerini temizleyenleri (mutahhirîn), kendilerini Allah’ın azabına uğratacak inanç ve fiillerden koruyanları (muttakîn), sabredenleri, Allah’a güvenip dayananları (mütevekkilîn), adaleti gözetip uygulayanları, (muksitîn), gerektiğinde yolunda mallarıyla canlarıyla savaşanları sever.” dedikten sonra, bu inanç ve davranışların gereğini yerine getirenlere hem dünyada ve hem ahirette ikramlarda bulunacağını ve azap yurdundan uzak tutulacaklarını müjdelemiştir. Rabbimizin sevdiğini belirttiği inanç ve amelleri yerine getirmek her Allah’ın kulunun kulluk borcudur. Buna rağmen Allah’ın kitabının dışında kendilerine rol biçenler olmuş (Allah’ın sevgilisi, Allah’ın dostu “velisi”, Allah’ın oğlu, kızları gibi) “Yahudiler ve Hıristiyanlar ‘Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz’ dediler. Onlara de ki ‘Öyle ise günahlarınızdan dolayı Allah size niçin azap ediyor?’ Hayır, siz sadece yarattıklarından biri olan insanlarsınız. Allah dilediğini bağışlar dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve her ikisi arasında olan şeylerin tamamı Allah’a aittir, dönüş O’nadır.”(5 Maide 18) hatta kendilerinin Allah’ın bir parçası olduklarına inanan, Maide 18’inci ayette olduğu gibi iddia edenler çıkmıştır. İslam coğrafyalarında yaşayıp da, kendilerini Allah’ın parçaları olduğunu ve böylece kendilerinin Allah olduğunu iddia eden İbni Arabiler, Hallac’ı Mansurlar, Yunus Emreler ve daha pek çok vahdet’i vücut’a inan ve kabul eden günümüz ilahiyatçıları ve yazarçizerleri var. Maide 18’inci ayette kendilerini Allah’ın oğulları ve sevgilileri olduğunu iddia edenleri Rabbimiz Allah “Hayır, siz benim sadece yarattıklarımdan birileri olan insanlarsınız” diyerek genelleme yapıp red etmesine rağmen, Allah’ın elçisi Hz. Muhammed’e “Habîbullah = Allah’ın sevgilisi” diyebilen insanlar olduğu gibi, Allah’ın elçisine Allah’ın sevgilisi olmak yakışır diyen insanlarımız da var. Sonra bunu diyen insanlar, vaazlarının sona ermesinden önce cemaate “Son nefesimizde “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluhu = Ben Allah’dan başka ilah olmadığına ve Muhammedin Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ediyorum” dedirtiyor. Hâlbuki daha önceki söyleminde “Allah’ın sevgilisi” dediği Muhammed (as)’a, bu defa vaazının son sözünde “Muhammed Allah’ın kulu (kölesi) ve elçisidir” demesiyle, çelişkiye düştüğünün farkında bile değil. İnsanlar edindikleri kölelerine bırakın sevgili gibi davranmayı, insan gibi davranmadıkları halde, Allah’ın kendisine kulluk etsinler diye yarattığı insanlardan bir kısmını, kendilerine yakıştıramadıkları köle sahip ilişkilerini, Allah’ın kullarından bazı insanları Allah’ın sevgilisi olduğunu söyleyerek Allah’a nasıl yakıştırıyorlar (43/15). İnsanların bu tür Allah’a isnad ettikleri yanlışları ve inançları yakıştırmaları, Allah’ın açık ve anlaşılır ayetlerini red ve inkâr anlamına gelmiyor mu, gelmez mi?
İnsanlar arasındaki sevgi ve aşk “ölçüsüz sevgi”, dilimizde “delicesine sevgi” anlamında Türk edebiyatına (Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin) halk hikâyeleri olarak girmiştir. Aynı zamanda tasavvuf edebiyatında yer bulan “tanrı aşkı”, kulun tanrı ile tek taraflı kurduğu aşk ilişkisini anlatan “âşık ile maşuk” şiirleri, Osmanlı Türk divan ve halk edebiyatında, sanki doğru imiş gibi kendine yer bulmuştur. İşin garip tarafı, konu ile ilgili yazılanların içeriği hakkında ne edebiyatçılar ve ne de din âlimleri denilen insanlardan, tevhid inancına ve Allah’ın kitabına aykırı olan, insanların görmedikleri, ulaşamayacakları gayb durumunda olan yüceler yücesi Allah’ı, insan seviyesinde görmeleri hakkında hiçbir eleştiri yapmamışlardır. Bu insanlar eleştiri yapmadıkları gibi, kendilerinin hak aşığı olduklarını iddia eden kendilerini öven ve yücelten insanları, kendilerinden menkul anlattıkları tek taraflı uydurmalarını gerçekmiş gibi kabul edip, onların Allah dostları (evliya) oldukları propagandasını yapmışlardır. İçinde yaşadığımız Türkiye coğrafyasında halk tabiri olarak kullanılan “Allah aşkı” söz olarak, bazen açılmadık kapıları açan bir istismar aracı, açılmadık kapıyı açan bir anahtar olarak kullanır. Misafirine ev sahibi ikramlarını yemeyen içmeyen birisine “Allah aşkına ye veya iç”, ihtiyacı olan birisi istediği kişiye “Allah aşkına yardım et veya ver”, satıcı yoldan geçene “Allah aşkına al” der. Allah ismine izafe yapılan bu “aşk” kelimesi Kur’an da hiç kullanılmamıştır. İnsanlar arasında kullanılan “para aşkı, mal aşkı, kadın veya erkek aşkı, meslek aşkı gibi kullanımlar, aşırı tutku veya aşırı sevgiyi ifade etmek için kullanılır. Yusuf suresi 30’uncu ayetteki azizin karısının Yusuf as’a olan aşkını “Şehirdeki kadınlar (kendi aralarında) ‘Azizin karısı, hizmetçi gençlerden birisini arzulamış, sevgisinden (aşkından) dolayı ona gönlü kaymış. Biz o kadını açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz’ demişlerdi.”(12 Yusuf 30) anlatan bu ayet de, Allah’ın koyduğu hükümlerle hükmetmeyen toplumlarda evli bir kadının arzularına yenik düşmesi sonucunda, eşine ihanet edebilecek hale gelmesini ve bu tutkusunun haklılığını çevresindeki insanları ikna etmek için yaptığı mücadele anlatılıyor. Anlatılan bu hikâye, Allah’ın yasalarını bilen ve insan olarak beşeri zaafları olan bir gencin (Yusuf as), neredeyse karşı cinsin isteğine kapılmak üzere iken Rabbinin yasağını hatırlayarak, kaçmaya çalışmış olan, doğru bir inanca sahip gencin hikâyesi anlatılmaktadır. “Yusuf ‘Rabbim! Hapis bu kadının bana teklif ettiği (gayri meşru ilişki)den daha sevimlidir. Eğer sen onların hilelerinden beni korumazsan, ben onlara uyabilirim ve o zamanda cahillerden olurum’ dedi.”(12 Yusuf 33) Bu hikâyeden bir müslümanın çıkaracağı ders, insanların birbiriyle ilgili olan gönül ilişkilerinde kullanılan “aşk = bir şeye karşı aşırı tutku” Allah için kullanılamayacağını bilmelidir. Süleyman Çelebi’nin Muhammed (as) için Allah adına söylediği “Gel habibim (sevgilim) ben sana âşık olmuşam, cümle âlemi sana ben de kılmışam (köle etmişim)” yalanı, mevlid adlı şiirinde Allah’a söylemiştir! Allah’ı insan gibi gördüğü, insan seviyesine indirip, insana benzetmiş olması, bir insan olan Allah’ın elçisi Muhammed (as)’ı yüceltme ve ilahlaştırma çabasından başka bir şey değildir.
Rabbimizin insanı eğitmek, insana doğruların neler olduğunu öğretmek için indirdiği kitabında “Hiçbir şey Allah’ın benzeri değildir” diye kendisini tanıtmasına, bildirmesine rağmen, insanların Allah’ı insan gibi görme çabaları, insanları hesap gününde zor durumda bırakabileceğini bilmelidirler. Mesela: “Allah iyilik yapan (muhsin) kulunu sever.”(3/134) Allah’ın iyilik yapan kulunu sevmesi, o kulun yanlış ve hatalı davranmasını da sever anlamına gelmez. Öyle ki “Allah’ın dosdoğru yolu budur, kullarından dileyenleri bu yola iletir. Eğer onlar Rablerine ortak koşsalardı, onların bütün yaptıkları boşa giderdi.”(6 En’am 88) Rabbimiz, bu ayet öncesi ayetlerde 18 peygamberin ismini vererek, onların doğru davranışlarını ve Allah için yaptıkları mücadelelerini, doğru inanç sahipleri olduklarını bildirip, onlardan sonra gelen nesillerin onları örnek almalarını ve takip ettikleri doğru yolun takip edilmesini tavsiye etmiştir. Böyle olmalarına rağmen, eğer bu geçmişte yaşamış örnek insanlar, yaptıkları doğrulardan sonra Allah’a ortaklar koşmuş olsalardı, yapmış oldukları doğru amellerin tamamının boşa gideceği, inandım diyen insanlara hatırlatılıyor.
Konumuz Allah sevgisi ve Allah’ın sevmesi olduğu için, Allah’ın kitabından Allah’ın neleri sevip sevmediğini öğrenip ona göre davranması gerektiğini tavsiye ederiz. Bizler çocuklarımızı severiz ama bizi sevdiğini her fırsatta belli eden ve bize karşı saygılı davranan, itaat eden çocukları ile bunların aksini yapan çocukları bir tutmayız. Bunların aksine “Ben çocuklarımı bana karşı ne yaparlarsa yapsınlar, hepsini aynı şekilde ayırmadan seviyorum” diyen insan fıtratına aykırı davranıyor derim. Testiyi kıranla kırmayanı aynı tutmak doğru olmadığı gibi, akıl sahibi insanlar, Allah’a dönüleceğini ve hesab gününün olacağını kabul ediyorlarsa, sevgi konusunu çok iyi öğrenmeli ve bunları yeri ve zamanı geldiğinde uygulamalıdırlar. “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun, Allah’a ve Elçisine savaş açmış kimseleri sevdiklerini bulamazsın. Bu savaş açanlar, babaları yahut oğulları yahut kardeşleri veyahut kendi kavimleri de olsa (inananlar onları asla sevmezler). İşte böyleleri Allah’ın kalplerine iman’ı yazdığı ve kendinden bir Ruh (Cebrail) ile desteklediği ve sürekli kalmak üzere, altlarından ırmakların aktığı cennetlere koyduğu kimselerdir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’dan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın tarafında yer alanlardır. Allah’ın tarafında olanlar, kurtuluşa erenler değil mi dir?”(58 Mücadile 22)
Sevgi her insanın içine yerleştirilmiş ve diğer insanların ulaşamayacağı, yalnızca Allah’ın bildiği, Allah’dan saklanamayacak içsel bir duygu. Her şeyin ölçüsü olduğu gibi sevginin de bir ölçüsü olduğu muhakkak. “İbrahim kavmine ‘Aranızdaki sevgiyi, dünya hayatında Allah’dan başka putlar edindiniz. Sonra Kıyamet gününde bir kısmınız bir kısmını (kendisini put edinmesinden dolayı) inkâr edip tanımamazlıktan gelir ve bir kısmınız da, diğer bir kısmına lanetler yağdırır. Sizin varacağınız yer ateş olup, orada sizin için yardımcı da bulunmaz’ dedi.”(29 Ankebut 25) İbrahim (as)’ın kavmine yaptığı, ondan sonra gelen tüm insanların kulaklarına küpe olacak uyarısı, kavminin kendi aralarındaki sevginin aşırı hale gelmesi sonucunda, sevdiklerini putlar haline getirip ilah edinmeleri ibretlik bir uygulama. Bu uygulamaların günümüzdeki örnekleri o kadar çok ki, hangi birisini sayalım. Sevdiği kadına “tapılacak kadın”, sevdiği siyasi lidere “tapılacak insan”, peygamberine “tapılacak peygamber”, İsa (as)’a “tapılacak ilah”, parayı, malı, dünya nimetlerini vazgeçilmez, uğrunda ölünecek tabular haline getirip ilahlaştıranlar ilk akla gelenler. Hele bir de şeyhini Allah gibi gören ve Allah’ın şeyhinin cesedine girdiğini, o’nun suretinde göründüğünü iddia eden ve “şeyhine bakmak, Allah’ı görmek gibidir” diyen cübbeli gibi birilerini unutmak mümkün mü?
Rabbimizin insana emrettiği, yapması gereken amellerden hangisi olursa olsun isteyerek ve Rabbi’nin rızasını kazanmak için yaparsa seveceğini, bunun aksi olarak neleri yapmaması gerektiğini, rehber olarak indirdiği kitabında belirlemiş olduğu ayetleri hatırlayalım. “Allah iyilik yapanları (muhsinîn) (2/195), tevbe edenleri (2/222), yanlış batıl inanç ve düşüncelerini temizleyenleri (mutahhirîn) (2/222), kendilerini Allah’ın azabına uğratacak inanç ve fiillerden koruyanları (muttakîn) (3/76) sever. Sabredenleri (3/146), Allah’a güvenip dayananları (mütevekkilîn) (3/159), adaleti gözetip uygulayanları (muksitîn) (5/42), Allah yolunda binaların tuğlaları gibi düşman karşısında saflar halinde duranları (61/4) sever.” Yapılmasını yasakladığı ve sevmediği davranışları yapan insanları sevmediğini bildiren ayetleri de hatırlayalım. “Allah Zalimleri (haksızlık yapanları) (3/57), kâfirleri (Allah’ın belirlediği doğruları red edip inkâr edenleri) (3/32), Allah’ın hükümlerine isyan edip, aşırı aksi davranışları yapanları (5/87, 2/190), yeryüzünde bozgunculuk yapanları (2/107, 5/64), müsrifleri (ölçüsüzce gereksiz harcayanları) (6/141, 7/31) sevmez. Kibirlenenleri (kendilerini ihtiyaçsız görenleri) (16/23), günahkâr hainlik yapanları (4/107), sürekli övünüp böbürlenenleri (4/36), tüm inkârcı hainlik yapanları (22/38), küstahça övünüp böbürlenenleri (57/23), kötü ve çirkin sözleri açıktan açığa, zulüm ve baskı altında olanların dışında söylenmesini sevmez (4/148).”
Günümüz yayın organlarında gündeme getirilen “İnsanlara Allah sevdirilmeli mi, yoksa korkutulmalı mı” şeklinde bir önerinin veya tartışmanın ortaya atılması sebebinin “İnsanların Allah’ı doğru tanımadığını, onlara tanıtılan Allah’ın cezalandırıcı, azap edici, öfkelendiğinde dünyayı başlarına yıkan bir ilah olduğu şeklindedir. Öyleyse Allah’ın bu yönünü değil de, insanlara “Merhametli, lütufkâr, cömert, kullarını seven ve hatalarını bağışlayan ilah olarak tanıtılmalı” denilmektedir. Benim bu konudaki böyle bir öneriyi gündeme getirenlere söyleyeceğim “Allah’ı insanlara tanıtanlar Allah’ı gereği gibi tanımadıkları ve anlatmadıkları kanaatindeyim. Allah elçisine indirdiği kitabında kendini insanların anlayabileceği şekilde, kendisine itaat edenleri seven, hem de kulunun sevmediği, yasakladığı yanlışları yapması ve yaptığı yanlışı ölmeden önce tövbe edip düzeltmediğinde, yanlışının karşılığı olarak azap edeceğini bildirmektedir. Eğer bu şekilde Allah kendisini tanıttığı gibi insanlara tanıtılmaz ise, insanların beklentilerine göre farklı farklı Allah tanımı ortaya çıkacağı kesindir. Hâlbuki Allah, sevdiği kullarını sevmesinin nedenini, azap ettiği kullarına da neden azap ettiğinin sebeblerini açık ve anlaşılır bir şekilde açıklamıştır. Kendisine itaat eden kullarıyla, itaat etmeyen kullarını bir tutmayacağını bildirmesine rağmen, yaptıkları affedilmez hatalardan kurtuluşlarını Allah’dan başkalarını aracı koyarak kurtulacaklarına inananlar, yaşadığımız dünyada sayıca epey fazla. Aynı inanç, Kur’an’a inandım diyenlerde de oran olarak az değil.
Allah’ın indirdiği kitabında indirdiklerine (42/13) inandım ve ben Allah’ın koyduğu tüm hükümlere teslim oldum diyenler, Rablerinin rızasını ve sevgisini isteyenler, kulluklarının delili olan inanç ve amellerini Allah’ın razı olacağı şekilde yerine getirmeleri, ahiret hayatına yapacağı yatırımların en büyüğüdür. Ne mutlu gereği gibi inananlara ve Allah’a kul olanlara, Allah’ın Selamı Rahmeti Bereketi onların üzerine olsun.