Sevgi Dindarlığı
Allah (cc) hem sevilen hem korkulan bir varlıktır. Allah’tan korkmamız, düşmandan veya yırtıcı bir hayvandan korkma duygusuna benzemez. Korkumuzun sebebi, O’na olan büyük saygımızdır. Nasıl ki, babasını çok seven bir çocuk onu incitecek davranışlardan şiddetle kaçınır, onu üzmekten korkarsa, bizim Allah’tan korkmamız da bir bakıma O’nu çok sevmemizden kaynaklanıyor demektir.
Kur’ân-ı Kerim’de “sevgi” sözüne sıkça rastlanır. Meselâ “Allah iyilik edenleri sever.” (Bakara 2/195), “Tövbe edenleri sever”, “Temizlenenleri sever” (Bakara, 222), “Müttakîleri sever” (Âl-i İmrân 3/76), “Sabırlı olanları sever.” (Âl-i İmrân, 146) buyrulur. Mâide sûresi 54. âyette “Allah onları sever onlar da Allâh’ı severler” denir. Buna göre sevmek ve sevilmek Allâh’ın vasıflarıdır.
Allah Aşkı
Bâzıları Allah sevgisini kabûl etmekle beraber, “Allah aşkı”, “ilâhî aşk” sözlerini benimsemek istemez, ilâhî aşk kavramını hoş karşılamazlar. Bilindiği gibi “aşk” sevginin ileri derecesidir, sevginin şiddetli hâlidir. Bakara sûresi 165. âyette “Mü’minlerin Allâh’a karşı pek şiddetli sevgisi olduğu” üzerinde durulur. Şiddetli muhabbet ise aşktan başka bir şey değildir.
Allah sevgisi, ilâhî aşk neden önemlidir? Sevgi insanda bulunan duyguların en güçlüsü, en etkileyicisi ve yapıcı olanıdır. Allâh’a inanmak, O’na kulluk etmek sâdece akılla olup biten bir şey değildir. Îmânın ve kulluğun bir de duygu boyutu vardır. Severek iş yapmak, severek kulluk etmek daha derin ve feyizlidir. İşini, iş yerini, âmirini seven kimse, çalışmalarında daha başarılı ve daha verimli olur. Kulluk da böyledir. Severek yapılırsa, külfet olmaktan çıkar ve daha zevkli hâle gelir.
Tanıyan Sever
Allah (cc) sevgisi nasıl gerçekleşecektir? Allâh’ı sevmek, O’nu daha iyi bilmek, daha iyi tanımakla mümkün olur. Eski ifâdesiyle “muhabbet mârifetin netîcesidir.” Bâzı kimseleri yakından tanıdıkça sevgimizin arttığı bir gerçektir. Allâh’ı bize tanıtacak olan O’nun kitâbı ve Peygamberidir. Bu hususta Kur’ân-ı Kerim’de önemli bir ipucuna rastlıyoruz. “Resûlüm de ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin.” (Âl-i İmran 31)
Demek ki Allah sevgisi kuru bir iddia olmamalıdır. Âyete göre, gerçekten Allâh’ı sevenler O’nun peygamberine (sav) uyacaklar, onun ahlâkıyla ahlâklanacak, onun yolundan gideceklerdir. Allah sevgisi, ancak böyle olursa sonuç verecektir. Sevgi tek yönlü olursa eksik kalır. O halde, hayâl kırıklığına uğramış âşıklar gibi sevgimizin karşılıksız kalmamasını, yâni Allâh’ın da bizi sevmesini istiyorsak, O’nun sevgili peygamberine uyacağız. Bu şekilde olmayan sevgiler boştur, kişinin kendini aldatmasından öte bir değer taşımazlar. Şâir ne güzel söylemiştir:
Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl!
Şunu demek istiyor: Bir anlayışa göre Hz. Muhammed (sav) Allâh’ın zâtî sevgisinin sonucu olarak meydana gelmiştir. O, ilâhî muhabbetin eseridir. Dolayısıyla Hz. Muhammed’in rengini taşımayan, onun yoluna uygun olmayan sevgi iddialarının hiçbir değeri yoktur.
Sevgi ve Ahlāk
Allah sevgisinin birtakım belirtileri vardır. Meselâ rikkatli, hassas, ince bir kalb taşımak bu belirtilerdendir. Enfâl sûresi 2. âyette dile getirilen vasıflar onlarda bulunur: “Gerçek mü’minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri ürperir, karşılarında âyetleri okununca bu onların îmânını arttırır.”
Allâh’ın adını duyunca kalbleri ürperen bu kişiler, aynı zamanda şefkat ve merhamet hisleriyle doludurlar. Allâh’ın yarattığı her şeye sevgi duyarlar. Bilhassa zayıfa düşküne, âcize karşı şefkat ve ilgi gösterirler. Onların dertleriyle dertlenir, yaralarına merhem olmaya çalışırlar. İlâhî aşkın bu ahlâkî ve sosyal boyutu çok önemlidir.
Allah sevgisiyle dolup taşan gönüller öylesine büyür ki, onların sâhipleri sâdece dost ve yakın saydıklarına değil, bilerek bilmeyerek kendilerine karşı duranlara bile hayır duâda bulunurlar. Taş atana gül atarlar, vurmak isteyenin elini öperler.
Sevgi ve Kulluk
Allah sevgisi iyi bir kulluğu da berâberinde bulunduracaktır. Hakk âşıklarından biri şöyle der: “Allâh’ı sevdiğin halde O’na karşı mı geliyorsun? Ne tuhaf şey, seven sevdiğine itâat eder.”
Belli bir ahlâkî olgunluğa erişmemiş olanın ilâhî aşktan nasîbi olamaz. Meselâ sabırlı ve tahammüllü olmak güzel ahlâkın bir göstergesidir. Hâdiseleri soğukkanlı ve tahammülle karşılamak, öfke ve isyan tavırları sergilememek bir olgunluktur. Nihâyet her olayın ilâhî takdîre dayanan bir yönü yok mudur? En acı hâdiseleri bile anlayış ve tevekkülle karşılamak akılcı bir davranış değil midir? Şikâyet ve isyân içinde olduğumuz takdirde, hem boşuna kendimizi yıpratmış oluruz, hem de sevdiğimizi söylediğimiz Allah’tan gâfil oluruz.
Allâh’ı gerçekten seven kimseler, sâdece mutlu günlerinde değil; her türlü acılı, ıstıraplı ve felâketli günlerinde de O’na olan îman ve bağlılıklarını devâm ettirirler.
Hadislerde de “Allâh’ı ve Hz. Peygamber’i her şeyden çok sevmek lâzım geldiği, bir kimseyi sevenin de ancak Allah için sevmesi gerektiği, “îmânın tadı”nın ancak böyle duyulabileceği” belirtilir1. Başka bir kudsî hadiste “Çeşitli faydalı hareketlerle kendisine yaklaşmaya devâm eden kulu sonunda Allâh’ın seveceği, onu sevince gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olacağı“2 ifâde edilir.
Bu bakış açısından sevgi dindarlığı dediğimiz anlayış çıkmaktadır. Sevgi ve aşka dayalı din ve îman anlayışı daha içten, daha sıcak ve daha kucaklayıcı bir görünüm taşır. Aşka dayalı îman, sâhibinin eşyâya, çevresine, öteki insanlara ve Allâh’a karşı daha içten ve candan yaklaşmasını sağlar. Varlıklar içinde aşkın yabancısı olabilecek bir zerre bile yoktur. Fakat her varlığın aşkı, kendi istidat ve seviyesine göredir. Hakîkî aşk ise insan rûhunun Allâh’a karşı bir özlemidir.
Sâdece kitâbî bilgilere dayanan bir îmân anlayışı vecd ve heyecandan mahrum, son derece “kuru” bir mâhiyet arzeder. Böyle bir dindarlık da şuur ve mânevî zevkten yoksun, âdetâ robotlaşmış ve mekanik bir görüntüye sâhip olur. Îman ve dîne ruh ve revnak verecek olan sevgidir, aşktır. Hz. Peygamber’in ifâdesiyle Allah ve Peygamber sevgisi “îmânın tadı”nı bulmaya vesîledir.
Hakk âşıklarından Yûnus Emre de böyle düşünenlerdendir. Bütün âlem ilâhî sevginin eseri olduğu için herkeste ilâhî muhabbetten bir iz vardır. Fakat bu kâfî değildir, ona göre Allâh’ı aşk derecesinde, şuurlu ve candan sevmeyenin îmânı taş gibi sert ve kurudur:
Cümle âlemin gönlünde vardır O’nun muhabbeti
O’nu candan sevmeyenin bil ki îmânı taş oldu
Yûnus Emre gibi düşünenlere göre Allah aşkı gönülleri yakarak yumuşatır, muma döndürür, rikkat, incelik ve hassâsiyet kazandırır. Bundan nasipsiz olan gönüller ise kararmıştır, kaya gibi kaskatı, sert ve kış gibi soğuktur:
“Aşkı var gönül yanar yumşanır muma döner
Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer.”
Kur’ân-ı Kerim’de bir kaç yerde “Kalbleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun” denir. (Bk. Zümer,39/22; Hacc 22/53)
Cihad-Mücâhede
Sevgi sözünün yer aldığı Mâide Sûresi 54. âyetin tamâmı şöyledir:
“Ey mü’minler, aranızda dîninden dönmek isteyenler varsa bilsinler ki, Allah onların yerine başka bir millet getirecektir. Ki, Allah onları sever onlar da Allâh’ı severler. Bunlar mü’minlere karşı alçakgönüllü ve merhametli, düşmanlara karşı ise başları dik ve güçlüdürler. Onlar Allah yolunda mücâhede ederler. Kendilerini kınayanların kınamasından korkmazlar, buna aldırmazlar. Bu Allâh’ın bir lütfudur, dilediğine verir. Allâh’ın lütfu geniştir. O her şeyi bilendir.”3
Allah Teâlâ’yı sevenlerin özellikleri sayılırken âyette “Allah yolunda cihâd ederler.” buyrulur. Cihadla mücâhede aynı köktendir. Cihad, dışarıdaki düşmanla savaşmak, mücâhede ise kendimizle, nefsimizle savaşmaktır. Kibrimizi, gurûrumuzu, bencillik ve kıskançlık gibi kötü huylarımızı yenmeye çalışmaktır. Cihad ve mücâhede, her ikisi de önemlidir. Hattâ ikincisi, yâni nefisle savaş daha zordur. Onun için “büyük cihad” olarak nitelenmiştir.
Kıyâme Sûresi 2. âyette Yüce Allah وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ buyurarak, “kendi kendini kınayan nefse yemîn” eder. Yâni bir bakıma onu övmüş olur.
Bu iki âyetten hareketle, nefisle mücâdele mânâsına alındığında “melâmet” şu demek oluyor: Allah tarafından sevilmek, Allâh’ı sevmek, O’nun yolunda nefsiyle mücâdele etmek ve bu mücâdele sırasında kendisini kınayanların ayıplayanların kınamasından korkmamak..
Bu konuda Hz. Peygamber (as) örnek gösterilir. Kendisine vahiy gelip risâletini bildirmeden önce Mekke’de herkes Hz. Muhammed’i beğenirdi, ona güvenirdi, adı Muhammedü’l-emîn idi. Ne zaman ki Peygamberlik geldi, Cenâb-ı Hakk tarafından dostluk tâcı giydirildi; Mekke halkı ona mecnun, şâir, hâin diye dil uzatmaya, onu kınamaya başladılar. Ama o, kınayanın kınamasından korkmadı.
Demek ki sevginin bir bedeli vardır. Allah sevgisi kuru bir iddia değildir. Allâh’ı ve Resûlünü seven, bu yoldaki her türlü sıkıntıya, kınamaya seve seve göğüs germesini bilecektir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Buhari, iman, 9: Müslim, iman, 67,68.
2 Buhari, rikak, 38.
3 Mâide, 5/54
Prof. Dr. Mehmet Demirci