Aşk ve Sevgi
İnsanda harikalar yaratan iki önemli sıfat vardır. Aşk ve sevgi. Her ikisi de iyinin, güzelin sembolüdür; iyiye, güzele gönül vermek, candan bağlanmak demektir.
İnsanı en güzeli elde etmeğe ask önce yöneltir, sonra da sevdirir. Bu duygu insana Tanrı tarafından bir lütuf olarak bahşedilmiştir. Aslında bu aynı zamanda Tanrı’nın da bir sıfatıdır. Çünkü Tanrı, önce kendine asık oldu; sonra bu ask onun bu evreni yaratmasına ve sevmesine neden oldu. Bu yüzdendir ki, Allah tüm yarattıklarını sever ve merhamet eder. Bir başka ifadeyle Allah güzeldir, tüm güzelliklerin de yaratıcısıdır.
İbnu’l-Arabi, “Allah’ın güzelliği bütün güzelliklerin çıktığı kaynaktır, O’nun güzelliği biçimlerin ötesindedir. Ancak O, biçime varlığını ve güzelliğini aksettirir. O halde biçimi seven, varlığı seven, Allahı da sevmiş olacaktır. Çünkü varlıkta her şey Allah’ın kudret elinden çıkmış ve bir sevginin sonucu olarak yaratılmışlardır.” der. Bu doğru ifadeleri anlayabilmemiz için gözümüzü su evrene çevirip baktığımızda ve aklımızla düşündüğümüzde görür ve idrak ederiz ki, evrenin işleyişinde, bir nizam ve intizam içinde görünmelerinde aslolan hiç kuşkusuz sevgidir.
Titreyen havanın letafeti, rakseden suların kıvranışı, bulutların sevgi kanatlarıyla basımızın üstünde dolaşması, yağmurun imdadımıza yetismesi, yıldırımların, şimşeklerin çakması hep sevgi müjdeleridir. Kur’an-ı Kerim bu gerçeği söyle ifade etmektedir.” Allah’ın yarattıklarında hiç bir düzensizlik, uyumsuzluk göremezsiniz. Gözünüzü çeviripte bir bakın, acaba bir çatlak, bir bozukluk, bir aksaklık görebilir misiniz? [67/3). Bu herşeyi gayet mükemmel, sapasağlam yapan Allah’ın yapısıdır (27/88). O ki, yarattığı her şeyi güzel yaratmıştır [32/7).
Bu ayetler varlıkta olan her şeyin bir sevginin ve bir hikmetin sonucu olarak yaratıldıklarını ifade etmektedir. Nasıl evren ilahi ask ve sevginin neticesinde meydana gelmişse, insanoğlu da aşk ve sevgi tohumlarının birleşmesinden meydana gelmiştir. Zaten Yüce Yaratıcı insanı en büyük nimet olan, aşk ve sevgi mayasıyla yoğurmuştur. Bu yüzden insandaki aşk ve sevgi Allah’ın nurudur, güzelliğidir. Bu nur ve bu güzellik insanın içini, gönlünü, ruhunu ve bedenini kaplamalıdır. İşte o zaman insan kemale erer, dünya da sevgi ve ask atmosferinde barışa, huzura ve güvene kavuşur. Böyle bir insan, bütün parçaları tek tek sevdiği gibi tüm varlıkların özeti olan insanı da sever, insanı seven benlik ve bencillik davasından da vaz geçer. İnsanlık idealinin var olması için kendini feda eder. Böyle- leri yani, ask ve sevgi için kendini feda edenler insani idealin şehidleridirler; bunlar ölmezler, arşa yükselirler, Allah’a ulaşırlar; her yerde ve her şeyde O’nun kudretini temaşa ederler. Olanla olması gerekeni bir kılarlar, bütün insanların mutluluğu için kahrını da cefasını da çekerler ve sevgilerini bir gönülden başka bir gönüle, oradan bir başkasına ve bütün gönüllere aktararak gökkubbede varlığa can verirler ve Yaratıcı ile bütünleşirler. Bunlar hüznü, şiddeti, kin ve nefreti, kırgınlığı, bıkkınlığı, umursuz duyguları körelten zorbalıkları aşk ve sevgi harikalariyle sona erdirirler. Bunlar, aşk ve sevgi tohumlarını yüreklerinin ve gönüllerinin derinliklerine, bedenlerine ve zihinlerine ekerler ve bu inanç içinde olgunlaşırlar, ilahi sanatın mukaddes eseri olan insanın kırılmasına, incinmesine, itilip kakılmasına, horlanılmasına, zulme uğramasına razı olmazlar, rıza göstermezler.
“Her gönül ka’be’dir tavaf edene Çıkmış bina değil mimar elinden”, (Seyrani)
İnancını, aşkını ve idealini gönüllerinde yaşarlar, insanlık idealinin meyvelerini gerçekleştirirler; manevi gıdalarını, olgunlaşma ve kurtuluşun sırrını aşk ve sevgide bulurlar. Her şeyin sevgi düşündüğünü, sevgi konuştuğunu, ses ve solukların, tek ve çift nağmelerin aşk ve sevgi ritmi içinde akıp gittiğini bilirler ve yaşarlar.
Aşktan ve sevgiden nasibi olmayanlar ise, Gönül Ehli Seyrani’nin dediği gibi “yetmemiş, olgunlaşmamış, mürüvvet bağına ermemiş kimselerdir.” Böylelerinin oluşturduğu toplumda huzur ve mutluluğu temin etmek mümkün değildir. Çünkü aşksız ve sevgisiz bir insanın, bir toplumun mükemmelliğe, aydınlığa yükselmesi de kabil değildir.
Su da bilinmelidir ki, yaşamımızda, bir kez, iki kez, on kez sevmiş olmamızın önemi yok. Kendimizi her zaman güzele, iyiye ve Hakk’a götüren, varlığımızı süsleyen sevgiyi nerede olursa olsun arayıp bulmamız insan olmamızın bir gereğidir. Aslında o içimizde, gönlümüzde, ruhumuzda mevcut. Biz onun peşine düştüğümüzde, o da bizi karşılamaya çıkacaktır ve bizi kurtaracaktır. Bunun için insan sevgi uğruna acı çekmeli, sevgi karşılıksız olmalı, sevgi insanın kendi kurallarını karşısındakine benimsetmemeğe çalış- mamalıdır. Gelişmemizin tohumu sevginin içindedir. Ne kadar çok seversek, ilahi rızaya o kadar yaklaşmış oluruz.
Allah güneşi her gün yeniden doğdurarak, bizi mutlu kılan her şeyi değiştirmemiz için zaman tanıyor bize. Oysa biz her gün, böyle bir zamanın bize bağışlandığını görmezden geliyoruz, bugünün düne benzediği gibi, yarına da benzeyeceğini düşünüyormuş gibi davranıyoruz.
Ama dikkatini yaşamakta olduğu güne veren kişi, o büyük anın varlığını keşfediyor. O büyük an belki sabah evimizden çıkıp arabamızın kapısını açtığımız dakikada, akşam yemeğini izleyen suskunluk sırasında, bize birbirine benzer gibi gelen bin bir şeyde gizli. Ama öyle bir an var ve iste o anda tüm güzellikler içimize doluyor, işte o anı hazırlayan, insan ruhunu derece derece tasfiye ederek yücelten şey aşk ve sevgidir. Sevgi bizi mutlu edecektir. Mutluluk ise bir fetihtir. Bu fetih, günün bu büyük anında değişmemize, Hak deryasına açılan pencereden varlığa bakmamıza, aşk ve sevgi aynasıyla tüm kötülükleri silmemize yardımcı olacaktır.
Yüce Yaratıcı tarafından benliğimize ekilen sevgi tohumları ve varlığın büyülü anları sayesinde kini, nefreti, acıyı, ızdırabı, şiddeti ve zulmü bir çukura gömmeliyiz. Zira şiddet, kin ve nefret üzerine ne din bina edilir ne de devlet. Mevlana’nın da dediği gibi, “Sevgi, acıyı tatlıya, toprağı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve kahrı rahmete dönüştürür. Demiri yumuşatan, tası eriten, ölüyü dirilten sevgidir.”