Kurtuluş Anahtarı İslam
وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ دِيناً فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِين
“Kim İslam’dan başka bir din arama çabası içine girerse bilsin ki bu, kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır.”
(Âl-i İmran, 3/85.)
İlk insan Hz. Âdem’den (a.s.) itibaren Yüce Allah (c.c.) insanlara yol gösterici olarak peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Bütün ilahi dinlerin temelini, Allah’tan başkasına kulluk etmemek şeklinde özetlenebilecek olan “tevhid” inancı oluşturmuştur. Bu bağlamda olmak üzere İslam, genel olarak Allah’a teslimiyetin ifadesi olan tevhide dayalı ilahi dinlerin, özel olarak ise Hz. Muhammed (s.a.s.) aracılığıyla gönderilen son dinin adı olmuştur.
İnsanlık tarihi boyunca gönderilmiş olan ilahi hakikatler zamanla unutulmuş veya tahrif edilmiştir. Buna karşın Yüce Allah, gönderdiği peygamberler ve kitaplar vasıtasıyla her seferinde, unutulan veya değiştirilen bu hakikatleri tekrar hatırlatmıştır. “Hz. Adem’le başlayan vahiy geleneğinin son halkasını oluşturan İslam, peygamberler tarafından tebliğ edilen fakat zaman içinde unutulan ya da insanlar eliyle bazı sapmalara uğratılan ilahi mesajın kıyamete kadar kalıcı olmak üzere tashih edilerek yeniden ifade edilişinin adıdır.” (Ömer Faruk Harman, DİA, İslam md.)
Son ilahi kitap olan Kur’an’da yer alan “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslam’ı seçtim.” (Maide, 5/3.) mealindeki ilahi beyan, tam ve mükemmel olması yanında İslam’ın son din olduğu hakikatinin de ifadesidir. Böylece Yüce Allah (c.c.), insanlığın muhtaç olduğu itikadi ve amelî ilkelerin en mükemmel hâlini içeren Kur’an-ı Kerim’i indirmek suretiyle, ilk peygamber Hz. Âdem’den (a.s.) itibaren gönderilmiş olan ve İslam diye isimlendirilen dini, kıyamete kadar farklı coğrafyalarda yaşayan muhtelif toplumların düşünce, hayat ve medeniyet alanındaki ihtiyaçlarını karşılayacak bir nitelikte ve mahiyette olmak üzere kemale erdirmiştir. Bundan böyle Müslümanlar, karşılaştıkları yeni problemleri Kur’an ve sünnet ışığında içtihat ederek çözüme kavuşturabilecekleri ana ilkelere sahip olmuşlardır. (Kur’an Yolu, c.2 s.216.)
Ayette din olarak İslam’ın seçildiğinin belirtilmesi, İslam’ın Allah katında makbul olan tek din olduğunun beyanıdır. (Nesefi, Medariku’t-Tenzil, 1/427.) Ayrıca, “Kuşkusuz Allah katında din İslam’dır.” (Âl-i İmran, 3/19.) ayeti de bu hakikatin bir başka ifadesidir. İtaat ve kulluğun sadece Yüce Allah’a olması gerektiğinin, O’nun emir ve yasaklarına bağlılığın, O’nu ilah olarak tanıma ve O’na ibadet etme hususunda bir sapma veya şirke düşmemek gerektiğinin tekididir. (Taberi, Camiu’l-Beyan, 6/275.) Zira İslam, ihlas ve samimiyettir. Aynı şekilde, “İbrahim ne Yahudi idi ne de Hristiyan. Fakat o, hanif (Allah’ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir Müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi.” (Âl-i İmran, 3/67.) mealindeki ayet de Allah’a ortaklar koşmanın veya tahrif edilmiş dinlerin değil sadece Allah’ı hakiki ilah kabul edip O’na teslim olmayı ifade eden tevhid inancının gerekliliğinin bir başka delilidir. (Matüridi, Te’vilatü Ehli’s-Sünne, 2/331-332.) İslam’dan başka bir din arama gayreti içerisinde olanların bu çabasının kabul edilmeyeceğini ve bu kişilerin ahirette kaybedenlerden olacağını beyan eden ayet de (Âl-i İmran, 3/85.) son ve mükemmel din olan İslam’ın gelmesiyle birlikte dünya ve ahirette kurtuluşa götürecek olan yegâne dinin İslam olduğu gerçeğinin ilahi beyanıdır. Öyle ki Kur’an kıssalarında anlatıldığı üzere, helak edilen geçmiş toplumlarda olduğu gibi günümüz dünyasında yaşanan zulüm ve haksızlıklar, gayriahlaki yaşam tarzları, Allah’a tam manasıyla teslimiyeti ifade eden İslam’dan uzaklaşıldığında nelerle karşılaşılacağının somut örnekleridir.
İslam kelimesinin “bağlanmak, itaat etmek, teslim olmak, esenlik ve barış içinde olmak” şeklindeki sözlük anlamıyla, “Hz. Muhammed’in din adına bildirdiklerinin tamamını bütün varlığıyla benimsemek ve bunu ortaya koyan bir teslimiyet içinde olmak” şeklinde ifade edilen terim anlamı arasında güçlü bir alaka vardır. (Kur’an Yolu, c.1 s.522-525.) Bu anlamıyla İslam, kalben Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmenin ötesinde onun emir ve yasaklarına teslim olmak ve bunu fiilî olarak göstermektir. (Ragıb, el-Müfredat, slm md.) Zira Allah’a teslim olmayı ifade eden İslam; iman ve ibadetle ilgili ilkeleri, helal ve haramlarla ilgili emir ve yasakları yanında, salih ameller ve güzel ahlakla bir bütündür. İbadetler imanın koruyucusu, salih ameller ve güzel ahlak ise süsüdür. İman ve İslam bütün bunların toplamıdır.
Bu hakikatler yanında, sadece imanın yeterli olduğu, ilahi vahye ve bir peygambere gerek olmadığı ya da peygamberin sadece bir tebliğci olduğu, dolayısıyla sünnete gerek olmadığı şeklindeki söylemlerin Müslüman nazarında bir değeri olmayacaktır. Zira bir Müslüman, Kur’an ve sünneti hayattan dışlayan kuru bir din anlayışının, Kur’an ve sünnetin belirlediği İslam’dan çok uzak olduğunun bilincindedir. Bütün bu hakikatler biz Müslümanlara önemli bir sorumluk da yüklemektedir aynı zamanda. Bu ise İslam’ı temsil sorumluluğudur. İslam toplumunun her bir ferdi, İslam’ı yaşamak ve başta ailesi ve yakın çevresi olmak üzere diğer Müslüman kardeşlerine ve nihayet bütün bir insanlığa örnek olmakla mükelleftir. Geçmişte olduğu gibi bugün de Müslüman toplumlarda görülen birtakım kusur ve zaafları İslam dinine mal etmek isteyenler olduğu bir gerçektir. Bilinçli hiçbir Müslüman kendi hataları üzerinden İslam’a saldırıldığı bir hayatın içerisinde olamaz. Tam aksine o, ibadet hayatından aile hayatına, toplumsal hayattan ticari hayata kadar, kısacası hayatın her anında İslam’ın güzelliklerinin kendi şahsında tezahür ettiği örnek bir mümin olma gayretinde olmalıdır.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) de buyurduğu üzere Müslüman, diğer Müslümanların kendisinden emin olduğu kimsedir. (Müslim, İman, 65.) Örnek Müslüman, kendisine bakılınca Allah’ın hatırlandığı kimsedir. (İbn Mace, Zühd, 4.) Bunların yanında, Kur’an’da yer alan ibadetler, emir ve yasaklar, imanla birlikte zikredilen salih amel ve diğer ahlaki güzellikler İslam üzere olmanın, Müslümanca yaşamanın önemine yapılan vurgulardır. Bütün bunlar insanlığın, İslam’ın hayat veren ilkelerine muhtaç olduğunun göstergeleri olması yanında, Müslümanların İslam’ı temsil etme sorumluluklarının da ifadesidir aynı zamanda.