Bela ve Müsibetlerden İpret Almak
Eski Mısır deyince, önemli birkaç isim hatırlanmadan geçilmez. Bunlar içinde şüphesiz ki Peygamber Hz. Musa gelir. Hayatı boyunca insanları doğru yola getirmek için mücadelesi, Kur’ân-ı Kerim’de bizlere haber verilmektedir. Bu isimlerden birisi de, kendisiyle Hz. Musa’nın iman-küfür merkezli yaptığı mücadelede yenilen azılı Firavun’dur. O günün coğrafyasında, İsrailoğullarını ve onlarla iç içe yaşayan Kıptîleri görüyoruz. Bu milletin inatçı küfürleri, tebliğ akidesinin tebliğcisi Musa’ya (a.s) açtıkları amansız savaş sebebiyle Rabbu’l-Âlemîn, onları çeşitli azaplarla cezalandırmıştır. Bu azabın birkaç çeşit olduğunu görüyoruz.
1. Küçük Tufan: Nuh tufanı gibi olmasa da bir tufan kopmasıdır. Bir nevi korkunç bir yağmur, her tarafın sularla kaplanması, evlerin sular içinde kalışı, insanların birçoklarının boğularak ölmeleri ve hayvanların telef olmalarıdır.
2. Çekirgeler bulundukları bölgeyi istila etmiş, bunların önü alınamamıştır. Bunlar ibretli olaylardır. Böyle olaylar Rabbimiz tarafından bizlere haber verilir ki, ibretler alalım. Ebâbil kuşlarının Cenâb-ı Allah’ın emriyle Ebrehe’nin ordusunu tarumar etmeleri de ve diğer felaketler de biz insanlara neler neler anlatmaktadır. Bu hayvancıkların, cisimleri küçük olmasına rağmen yaptığı tahribat çok büyüktür. Böyle kendileri küçük olup ta getirdikleri felaket ve tahribatın çok büyük olduğu birçok hayvanat vardır. Bugün bile yurdumuzun belli başlı bazı bölgelerinde kene salgını ve ölümler var. Bunun, senelerce önce İsrail yahudisiyle bağlantılı olduğu gazete ve televizyonlarda da çıkmıştı. Bu melûn, Kur’ân ve Sünnet diliyle lanetlenmiş olan millet, her kötülüğü yapar. Müslüman âleme yapılanlar da ortadadır. Ama konumuz bu değil. Hiç değilse, ‘ben hakkıyla inanıyorum’ diyen her müslümanın bunlardan haberdar olması lazımdır. Yine unutmamak lazımdır ki, İbrahim’in (a.s) karşısındaki Nemrud sivrisineklerle helâk edilmiş, O’nu yakma eylemleri hep akamete uğramıştır. Bu oyunlar hep akamete uğramaya da mahkûmdur.
“Eğer Allah size yardım ederse, size üstün gelecek hiçbir güç ve kuvvet yoktur.”1 Asıl olan o yardıma ulaşmak ve onu kazanmaktır. Kazanamıyorsak, demek ki çok eksiğimiz var. O halde günlük hesabımızı yapalım. İslâm’ın kuvvet bulması için, küfrün münhezim olması için, ezanların susmaması, Kur’ân-ı Kerim’in bizden alınmaması için yapılan dualar mutlaka kabul görüyor, görecektir. Kimse, İslâm ağırlıklı başarısını kendisinden bilmesin.
3. Bitlerin istilasına uğramaları neticesinde hayatlarının kendilerine zindan olmasıdır. Bu hayvancıkların tevlit ettiği hastalıklar neticesinde birçok hayvanın ölmesidir. Bu salgın daha çok Kıptîlerin yaşadıkları bölgelerde çok ağır yıkım yapmıştır. Bu olaylara bakıp da derin derin düşünmemek ve bunlardan ibret almamak mümkün mü? İnsanın âcizliği, ne kadar teknolojide ilerlemiş olsa bile ilahî kudret karşısında bir hiç olduğu kolayca anlaşılır. İşte biz müslümanlar bu iman ile mücehheziz elhamdülillah.
4. İlahî ceza olarak kendilerine dört bir taraftan, doğu, batı, güney ve kuzeyden kurbağa akımları olmuş toprakları kurbağalar tarafından tamamen istila edilmiştir. Aman Allah’ım, ne ibretli bir olaydır bu! Bazıları yılanlardan korkar ve tiksinirler, bazıları örümceklerden, bazıları da kurbağalardan çekinirler. Hatta onları görmenin ötesinde, adları anıldığında bile büyük bir ürperti duyarlar. Zülcelâl ve’l-İkrâm sahibi olan Rabbimiz, hiçbir şeyi boşuna halketmemiş, canlıları hem insanlara ve hem de çevreye yararlı ekolojik denge unsuru kılmıştır. Yeri geldiğinde de Rabbimin emriyle en vurucu, insan gücünün yapamayacağı bir silah olmuşlardır.
5. Kan olayı (ed-dem). Tefsir âlimlerimizin izah ettikleri gibi ahaliden olan Kıptîler -ki bunlar çingene ırkıdır-, yukarıda sayılan felaketler, isyanları sebebiyle kendilerine indiği zaman korkuyorlar ve çareyi Hz. Musa’ya koşup yalvarmakta buluyorlardı. Ona ağlaya sızlaya yakarıyorlar ve ‘bu belaları bizden kaldır, sana iman edeceğiz’ diyorlardı. O da dua edip belalar ortadan kalkınca, ya Firavun’un korkusundan ya da başka sebeplerden sözlerinde durmuyorlardı. Tekrar eski azgınlıklarına dönüyorlardı. Bu dönme olayı tam dört defa tekrar edilip de fayda vermeyince, iman etmeyip eski azgınlıklarını sürdürünce azabın daha şiddetlisi kendilerine verilmiştir ki, o da kan olayıdır. Bu olay Nil nehrinin suyu ile ilgilidir. O zamandan bu ana kadar kabul etmek icap eder ki, bu nehir Mısır ve çevresine suyuyla hayat bahşeder. İşte Rabbi Zülcelâl ve’l-Kemâl Hazretleri onların Nil nehrinden istifadelerini haram kılmıştır. Şöyle ki; herhangi bir ihtiyaç, mesela su içmek veya temizlik yapmak gayesiyle Nil nehrinin kenarına geldiklerinde onun suyunun iğrenç kana dönüştüğünü şaşkınlıkla ve hayretle görüyorlardı. Ama mü’minler için böyle bir şey söz konusu olmuyordu. Bu onlara Cenâb-ı Allah’ın bir lütfu idi, inandıkları için onlar korunuyorlardı. Bu olayda Cenâb-ı Allah’ın kullarına ne kadar merhametli olduğunu görüyoruz. Özellikle mü’minlere, sonra bütün yaratıklara, yani bu dünyada bütün kullara acıyor (Rahmân), âhirette ise sadece mü’minlere (Rahîm)…
Diğer taraftan felaket ile iman arasında bocalayan Mısır halkına bu azap ve felaketten kurtulmak için dört beş defa gidip gelmeleri olayı, “Mü’min, bir delikten iki defa ısırılmaz”2 hadisine aykırıdır, sualini hatıra getirebilir. Acaba Hz. Musa aldatılıyor muydu? Kesinlikle hayır, böyle bir şey söz konusu olamaz! Çünkü peygamberler her şeyden önce çok sabırlıdırlar. Onlar, ‘acaba bir kişi iman eder mi?’ diye ümit ediyorlardı. Hem onlar merhametli idiler. Gelecek olan azabın katlanarak geleceğini biliyor ve onlara acıyordu. Bu sebepten dolayı da Cenâb-ı Allah, beşerden (insandan) peygamber göndermiştir. Bu ayetle anlatılan olaylardan insanların nasıl nankör yaratıldığını da görüyoruz. Nimete şükretmiyor, nankörlük ediyor.
Cenâb-ı Allah’ın lütf u keremiyle bu kadarcık anlatmaya muktedir olduğum bu ayeti kerimeye bakacak olursak, Rabbimiz burada şöyle buyurmaktadır:
“Bunun üzerine bizde ayrı ayrı alamet olmak üzere, başlarına tufan, çekirge, haşerat (bit), kurbağalar ve kan gönderdik. Böyle iken kibirlendiler ve günahkâr bir toplum oldular.”3 Ayetlerin devamında her felaketten kurtulduklarında iman edeceklerine söz vermelerine rağmen, sözlerinde durmayıp tekrar eski hallerine döndükleri ifade edilmektedir.
6. Altıncı felaket ve azap da “Ricz” idi. Said bin Cübeyr Hazretlerine göre bu azap “taûn” idi. Salgın bir hastalık idi ve bir günde bu milletin Kıptîlerinden yetmiş bin kişi ölmüştü. İnkârları isyanları sebebiyle insanlar üzerine çöken belâlar çeşit çeşittir. Ummadığımız yerlerden ummadığımız belalar gelebilir. Bundan kurtulmanın yolu; iman, iyi amel ve Cenâb-ı Allah’a dua etmektir. İnkâr, isyan, mazlumların gözyaşları, akan kanlar, adaletsizlik, zulüm ve benzeri kötülükler azab-ı İlâhî’yi çabuklaştırır ve insanlar üzerine bela sağanak halinde yağar. Zelzeleler, tabii afetler alır yürür.
İsyanları sebebiyle felaketlerin insanlar üzerine inmemesinin, sık sık afetlerin olmamasının dört önemli sebebi vardır. Hadis-i şeriflerde bunlar haber verilmiştir. Bunlar;
“Cenâb-ı Allah’a ibâdet etmekten belleri bükülmüş yaşlılar, süt emen masum yavrular, ibadetten zevk duyan huşûlu kalp sahibi kimseler ve otlayan dilsiz hayvanlar olmasaydı, bela ve musibetler insanlar üzerine aralıksız olarak yağıp dururdu.”4
Benî İsrâil en eski topluluklardandır. Bugünkü yahudiler onların devamıdır. Nankör ve lânetlenmiş bir millet. Peygamberlerine, yaşadıkları devirlerde insanlığa da yapmadıklarını bırakmadılar. Onlardan, Peygamberimiz “gazaba ve lanete uğramış”5 diye haber verir. Onların bu kirli çamaşırlarını İslâm dini ortaya koyduğu için bu son dine amansız düşmandırlar. Peygamberimiz (s.a.s) buyuruyor ki:
“Benî İsrâil olmasaydı, yemek ekşiyip bozulmaz, et kokmazdı.”6
Demek oluyor ki, güç yetirilemeyecek azapların inmesi toplumun kendisiyle endekslidir. Nitekim;
“Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez”7 buyruluyor. Benî İsrâil’in bu inkâr ve inatları kendilerinin sonu olmuş, bir sonraki azap ile mahvolmuşlardır.
7. Yedinci azap denizde boğulmak. Cenâb-ı Allah buyuruyor:
“Artık bizde, bunca ayetlerimizi yalanladıkları, onları umursamadıkları için kendilerinden intikam almak istedik de hepsini denizde boğduk.”8
Bu olay üzerinde biraz duralım, düşünelim. İlahî kanaldan haber verilenler ne diyor, onu görelim. Onlara olanlar, değişik şekillerde daha ağır ve şiddetli olarak her an insanlığın üzerine de bölge bölge, şehir şehir, köy köy inebilir. Allah’ın (c.c) azabından hiç kimse emin olamaz. Kimsenin elinde garantisi de yoktur. Hele hele azgınlaşan küfür toplumları bunlardan hiç emin değillerdir. Hz. Musa diyor:
“Bizi, içimizdeki beyinsizlerin yüzünden helak eder misin Allah’ım?”9
“Göktekilerden sizi yere batırıvermesinden emin mi oldunuz? O vakit bakarsınız ki yer durmayıp çalkalanmaktadır. Yoksa göktekilerin üstünüze taş yağdırıcı göndermesinden emin mi oldunuz? Siz, tehdidimin nice olduğunu bileceksiniz.”10
------------------------------------------
1. Âl-i İmrân, 160.
2. Buharî, Edeb/83.
3. A‘râf, 133.
4. Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 212.
5. Tirmizî, Kitâbu Tefsiri’l-Kur’ân, Hadis no: 2953, V, 202-204; İbn Hanbel, Müsned, IV, 378.
6. Keşfu’l-Hafâ, Hadis no: 2124.
7. Ra‘d, 11.
8. A‘râf, 136.
9. A‘râf, 155.
10. Mülk, 16-17.