* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Emanetleri Ehline Vermek Allah’ın Emrine Uymaktır  (Okunma sayısı 1519 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2330
Emanetleri Ehline Vermek Allah’ın Emrine Uymaktır
« : Eylül 18, 2024, 11:03:09 ÖÖ »


Emanetleri Ehline Vermek Allah’ın Emrine Uymaktır

''Şüphesiz  ki Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emrediyor. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.”(1)

Emanet, İslâm’ın temel prensiplerindendir. İslâm’ın nasslarında ferdî ve sosyal huzurun, maddî ve manevî kalkınmanın temel esaslarından birisinin de emanet olduğu belirtilmiştir. Bazı âlimler, bu ayetin, özellikle yöneticiler, hâkimler hakkında indiğini söylemişlerdir.(2)

Bu ayet-i kerime şeriatın/dinin bütününü kapsamına aldığı için bu âyete “Ümmehatü’l Ahkâm” da denilmiştir.(3)

Yani hükümlerin anası nolan bir âyettir. Bu ayet-i kerime’deki Emanetleri ehline verme emri; her emanet için ve herkes için geçerlidir.(4)

Emanet, bir kimsenin izniyle alınan ve izniyle alınana faydası olan, ifsad olunmasından/dağılmasından, kaybolmasından emin olunan şey demektir.(5)

Emanet: Aslında insanın emin (güvenilir ve itimad edilen kimse olması) yani kendisine maddi veya manevi her hangi bir şeyin gön ül rahatlığı ile korkusuz bir şekilde teslim edilebilir ve istendiği zaman eksiksiz alınabilir bir şekilde bulunması anlamına masdar ve kısaca masdar olduğu gibi insanın emin olma durumuna, gerek Allah ve gerek insanlar tarafından herhangi bir şekilde bırakılmış olan şeye de ismi meful (edilgen ortaç) mânâsına gelen masdarın ismi olmuştur ki, burada emanet bu mânâyadır. Hz. Abdullah İbn-i Mesud (r.a) hazretleri demiştir ki: “Emanet her şeyde lazımdır. Abdestte, cünüplükte, namazda, zekatta, oruçta vs. de.” İbnü Ömer hazretleri de demiştir ki: “Allah insanın tenasül uzvunu yarattı ve buyurdu ki, ‘Bu bir emanettir, senin yanında sakladım, bundan dolayı bunu muhafaza et. Ancak hakkıyla (helâl yerde) kullanılması hariç.” İşte bütün organların da böyle birer emanet olan vazifeleri vardır. Kendine karşı din ve dünya emanetinde, kendine en faydalı ve en uygun olanı seçmesi, öfke ve şehvet veya cahillik ile sonunda zararlı olan şeyleri yapmamasıdır. Halka karşı, hakların emanetini gözetmek, alış verişte aldatmamak, zarar veren olmamaktır ki idarecilerin halka adaleti, âlimlerin halkı batıl taassuba sevketmeyip dünya ve ahirette faydalı olan amellere ve doğru inançlara sevketmesi, halkın da onlara karşı hainlik yapmaktan sakınması, aynı şekilde kocanın karısına, karının kocasına karşı sadakatla (doğrulukla) ırzlarını ve çocuklarının soylarını korumaları ve çocukların terbiyesine dikkat etmeleri bunların içindedir.

Âyetin indirilmesinin sebebi hakkında meşhur olan rivâyet şudur: Mekke’nin fethi günü Rasûlüllah (sav) Mekke’ye girdiği zaman Kâbe’nin anahtar taşıyıcısı olan Osman b. Talha b. Abdüddar kapıyı kilitlemiş, anahtarını Rasûlüllah’a (s.a.v) teslim etmekten kaçınmış, “Allah’ın elçisi olduğunu bilseydim engel olmazdım.” demiş. Derhal Hz. Ali de Osman’ı tutmuş, kolunu bükmüş anahtarı alıp Kâbe’nin kapısını açmış ve Rasûlüllah (s.a.v.) Kâbe’ye girip iki rekât namaz kılmış idi. Çıktığı zaman, amcası Hz. Abbas anahtarın kendine verilmesini ve eskiden sorumluluğunda bulunan Zemzem sakalığı (hacılara su dağıtma vazifesi) ile beraber sedanetin (yani Kâbe kapıcılığının) birleştirilmesini istedi. Bunun üzerine bu âyet indirildi. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.) anahtarları Osman’a geri vermesini ve ona teslim etmesini ve kendisinden özür dilemesini Hz. Ali’ye emretti. Hz. Ali de anahtarları götürüp özür dileyince Osman: “Beni zorladın, bana eziyet verdin, sonra geldin (hatanı) düzeltmeye çalışıyorsun.” dedi. Hz. Ali de: “Senin hakkında Allahû Teâlâ Kur’ân indirdi.” deyip âyeti okudu. Bunun üzerine Osman, şehadet getirerek hemen Müslüman oldu. Kabe kapıcılığının (anahtarının taşınması görevinin) ebedî olarak Osman’ın zürriyetinde kalması hakkında bir de vahiy geldi.(6)

Sonra Osman Mekke’den hicret edip anahtarı biraderi Şeybe’ye verdi ki bugün de Kâbe’nin anahtarı Şeybe’nin torunlarındadır.

 Emanet; hem hukukullah ve hem de Hukuku’l İbad demektir. Yani İslâm Hukukunda emanet, Allahû Teâla’nın gerek kendi hukuku, gerekse yaratıklarının hukuku ile ilgili olarak insana yüklediği vazifelerin tamamına verilen bir isim olarak tarif edilmektedir.(7)

Emanet kavramı, hem Kur’ân’da hem de hadislerde kullanılan önemli bir kavramdır. Kulluk kitabımız Kur’ân’da Allahû Teâla şöyle buyuruyor: , “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi. İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zalim, çok cahildir.”(8) buyurmaktadır.

Bu ayette Yüce Allah, emanetin, göklerin, yerin ve dağların çekemeyeceği kadar ağır ve önemli olduğunu belirtmektedir. Emaneti taşıma sorumluluğunu insan yüklenmiş ancak bunun gereğine göre hareket etmeyen, münafık, müşrik erkek ve kadınların, Allah’ın azabına uğrayacakları belirtilmektedir. Göklere, yere ve dağlara sunulan, fakat onların taşımaya güç yetiremeyerek taşımaktan korkup kaçındıkları “emanet” ne olabilir? Bu konuda sahabe ve tabiun âlimlerinden farklı yorumlar rivayet edilmiştir. Ancak biz insana yüklenen emanetin dinî vazifelerin tamamıyla ilgili bulunan sorumluluk olduğu kanaatindeyiz. Bize verilen emaneti, yaratılış amacına uygun olarak koruduğumuz takdirde bizi mutlu eder; koruyamadığımız takdirde mutsuz eder. Bunun için İslâm âlimlerinin çoğu, yukarıdaki ayette geçen “emaneti”, dinî vazifelerin tamamı, yani insanın yükümlü olduğu tüm emir ve nehiyler olarak yorumlamıştır.(9)

Emanetin ağır sorumluluğunu bildiren hadisler de vardır. Mesela, Abdullah b. Amr da Allah elçisinin şu sözünü rivayet etmektedir: “Dört şey sende varsa artık dünyadan kaybettiklerine üzülme: Emaneti korumak, doğru söylemek, güzel ahlâk ve helal rızık.”(10)

Emanetler, “en büyük emanet”le başlar. Yüce Allah’ın, insan fıtratına sunduğu, insan hamurunun mayasına kattığı, “göklerin, yeryüzünün ve dağların yüklenmekten kaçınmalarına, ağırlığından ürkmeleri”ne rağmen “insan”ın omuzlarına aldığı emanet. Bilinçli, iradeli, istikametli ve yoğun bir çaba ile yüce Allah’ı bulma, bilme ve O’na inanma emaneti. Bu insan fıtratına özgü bir emanettir. İnsan dışında kalan canlı-cansız bütün varlıklara gelince yüce Allah onlara kendine inanmayı, kendine varmayı, kendisini tanımayı, kendisine kulluk etmeyi, kendisine uymayı ilham yolu ile empoze etmiş, onları evrensel yasalarına uymaya zorlamıştır. Bu konuda onların bilinçli, iradeli, istikametli ve yoğun bir çaba harcamalarına gerek bırakmamıştır. Yalnız insan fıtratına, insan aklına, insan bilgisine, insan iradesine, insan yönelişine ve yoğunluklu insan çabasına, yine kendi yordamı ile Allah’a ulaşma görevini yüklemiştir. “Allah’ın yardımı ile” diyoruz. Çünkü yüce Allahû Teâla “Bizim uğrumuzda cihad edenleri kesinlikle yollarımıza iletiriz”(11) buyuruyor.

İşte bu emaneti insan yüklendi ve gereğini yerine getirmekle yükümlü olduğu emanet budur. “En büyük emanet” ağacının dallarını oluşturan ikinci derecedeki emanetler arasında şunları sayabiliriz: İnsanlar arasında sağlıklı ilişkiler kurma, hiç kimsenin hakkını çiğnememe emaneti; alış-verişlerde, sözleşmelerde, verilmek üzere alınan her türlü eşyada güveni bozmama emaneti; yönetenlere ve yönetilenlere yönelik nasihat, doğruyu söyleme emaneti; ailede ve toplumda çocuklara bakma, onları iyi yetiştirme emaneti; toplumun dokunulmaz haklarını, mallarını ve sınır boylarını kollama-gözetme emaneti; kısacası hayatın bütün alanlarında ilahi sistemin insanlara yüklediği görevleri yerine getirme emaneti. Hasılı kelam ayet-i kerime’de geçen emanetten murad; Hukukullah/ Allah’ın hukuku, hakları ile Hukuku’l İbad/kulların hakları husunda dinen uyulması insan üzerine vacip olan bütün vazifelerdir. Allah yolunda şehid olmak, bütün günahlara kefaret olur, ama emanete kefaret olmaz. Ahirette ihanet edilen emanetin hesabı sorulur.(12)

Yani emanet asla ihanet edilmeye gelmez. Abdullah İbn-i Mesud (R.a.)’in rivayet ettiğine göre Rasûlüllah (sav) şöyle buyuruyor: “Allah yolunda öldürülmek, bütün günahlara bir kefarettir” veya şöyle buyurmuştur: “Her şeye (kefarettir) emanet müstesna. Emanet ise; namazdadır, emanet oruçtadır, emanet söz söylemektedir. Bütün bunlar arasında en ağır olanı ise, emanet olarak bırakılan şeyleri korumaktadır.“ Bunu Hafız Ebû Nuaym “el- Hilye” de zikretmiştir.(13)

Âyet-i kerimenin herkes hakkında olduğunu söyleyenler arasında, el- Berâ b. Âzib, İbn-i Mesud, İbn-i Abbas ve Ubey b. Kâ’b da vardır. Onlar şöyle derler: Emanet her şey hakkında sözkonusudur. Abdestte, namazda, zekâtta, cünüplukta, oruçta, ölçüde, tartıda vedialarda (emanet bırakılan şeylerde.)(14)

Allah, Kur’ân’da çeşitli ayetlerde mü’minlerin vasıflarını saymaktadır. O vasıflardan biri de; “Mü’minler, emanetlerini ve verdikleri sözü yerine getirirler”(15) şeklindedir.

Emanete riayet, verilen sözde sebat, mü’minin şiarıdır. Çünkü hakları korumak, kul hakkına el uzatmamak farz; bunun aksine bir tutum ve davranış büyük günahtır. Allah’a ve ahiret gününe dosdoğru inanan mü’minler, bu anlayış içinde beşerî münasebetlerini sürdürürler ve bağlı bulundukları toplum ve cemaate her zaman güven havası estirirler. O bakımdan döneklik, vefasızlık, haklara saygısızlık, sözde sebat etmemek, kâfir ve münafıklara yakışan huylardır. İslâm’ın güven ve kardeşlik pazarında bunların hiçbir zaman yeri, alıcısı ve satıcısı yoktur.(16)

Müslüman hıyanet etmez, hakkı gizlemez. Çünkü hakkı gizlemek, emanete hıyanet etmek, münafıklık alametidir. Allah elçisinin tanımına göre, “Müslüman, insanların, dilinden ve elinden zarar görmedikleri, mü’min de insanların, canları ve malları konusunda kendisinden emin oldukları kişidir.”(17)

Emanete ihanet, imana zarar verir. İmanın sıhhat ve selametini tehlikeye sokar. Rasûlüllah (sav) buyuruyor: “Emaneti olmayanın imanı da yoktur.”(18)

Hz. Peygamber (s.a.v.) başka bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Münafıklığın alameti üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, vadettiğinde sözünde durmaz. Kendine emanet edilen şeye hıyanetlik yapar.”(19)

 Meşru olan her işin başına ehlini, erbabını getirmek icap eder. Şahsî ihtirasları ve çıkarları uğruna milleti hiziplere ayıranlar, ehil olmayan kişileri iş başına getirenler, ilahi emanete ihanet edenlerdir. Aile idaresi, toplum idaresi, devlet idaresi birer emanettirler.

Bu emanetleri ehline vermek, Allah’ın emrine uymaktır. Bunun için her konuda olduğu gibi devlet işlerinde de birine görev verirken gerçek kıstası ümmetine sunan Peygamber Efendimiz (sav), rasgele kişileri işbaşına getirmemiş, işbaşına getireceği kişilerde, takvayla birlikte liyakat ve ehliyet aramış ve bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Müslümanların bir işine bakan kimse, o işi daha iyi yapacak biri varken bir başkasına verirse Allah’a, Resûlü’ne ve mü’minlere hıyanet eder.”(20)

Hz. Ömer de “Müslümanların başında bulunan kişi, dostluk veya akrabalık hatırına bir adamı bir işin başına getirirse Allah’a, Resûlüne ve Müslümanlara hıyanet etmiş olur.”(21) demiştir.

O halde yöneticilerin, her işin başına en uygun kişiyi bulup getirmeleri, dostluk, akrabalık, soyluluk ve ırk ayırımı yapmamaları gerekmektedir. Emaneti “Ehl-i Emanet”e emanet etmek, Allah’ın emrini yerine getirmektir.

Kur’ân-ı Kerim’in bu ayet-i kerimesinden açıkça anlaşılmaktadır ki; İslâmî hayatı sınırlamak ve sıfırlamak amacıyla yola çıkmış ideolojik kadroları toplum ve devlet idaresinden uzaklaştırmak, Allahû Teâla’ya imanı olanların müşterek görevleridir. Bu aynı zamanda Allahû Teâla’nın kalbimize yerleştirdiği nuru imanın da bir muktezasıdır. Dolayısıyla bu görev ihmale ve ihlale gelmez.

Emanetin ehli, insanlar arasında adaletle hükmedenlerdir. Adaletle hükmedenler, Allah’ın inzal ettiği hükümlerle hükmedenlerdir. İmam-ı Şafiî (Rh.a.) der ki: “ Adalet, Allah’a itaat ile amel edilmesidir.”(22)

Adalet için Allah’ın hükmüne ve hâkimiyetine bağlılık esastır. Dolayısıyla Allahû Teâla’nın inzal ettiği hükümlerle hükmetmeyenler, emanet ehli sayılmazlar. Böylelerine bir emanet olan toplumun idaresi teslim edilmez. Şayet bir memlekette Allah’ın inzal ettiği hükümlerle hükmetmeyenlere, Allah’ın şeraitiyle nefislerini, ailelerini, cemiyetlerini ve devlet idaresini sevkü idare etmeyenlere toplumun idaresi, devletin idaresi teslim ediliyorsa söz konusu bu memlekette mukaddes emanet zayi’ olunmuş kaybedilmiş demektir.

Emanetin zayi’ olması, İslâm ümmetinin kıyameti demektir. Her işin başında bulunan kişiye, yaptığı veya yönettiği iş emanettir. Kur’ân-ı Kerim, ortaya koyduğu cihanşümul prensiplerle devleti bütün kademe ve kuruluşlarıyla değerlendirir. Kendine sahip olamayan, ruhuyla bedeni, dünyasıyla ahireti, işiyle ibadeti arasında denge kuramayan; hayatı sadece yeme, içme, eğlenme ve para kazanma çerçevesinde düşünen kişilerin başa geçmesine, idarî işlerin ağırlığını yüklenmesine cevaz vermez. Çünkü bu vasıfları taşıyanlar iş başına getirildiği takdirde, önce o memleketin kıyameti kopar. Bir defasında Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e soruldu: “Ey Allah’ın Peygamberi! Kıyamet ne zaman kopacak?” Efendimiz bu soruya şu cevabı vermiştir: “İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır.”(23)

Hadîsi şerifte, işlerin ehil olmayanlara verilmesi, emânetin zâyii ve Kıyâmet’in kopma zamanı gibi üç önemli nokta ve tesbit önem arzetmektedir. Ayrıca bir de Hz. Peygamberin, öğrenci-öğretmen, müstefti ve müftî ilişkilerindeki usulün ne olması gerektiğini gösteren tavrı dikkat çekmektedir. Ancak biz bu davranışın ehemmiyetine işaretle yetinerek diğer hususlar üzerinde durmak istiyoruz. Hadisteki el-Emr kelimesi, din ile ilgili her işi ifade etmektedir. Bu, “iş” olarak birilerine tevdi edilen ya da birileri tarafından ortaya konulan her şeyi içine alan bir tesbit olmaktadır. Devlet yönetiminden en küçük kamu görevine kadar her türlü enerji, beceri ve ehliyet isteyen işleri kapsamaktadır. Dolayısıyla el-emr, Şarih Aynî’nin de belirttiği gibi, hilâfet ve kadılık yanında, bu sayımızın ana konusunu teşkil eden fetvâ’yı da içine almaktadır. Bilindiği gibi mahiyeti itibariyle fetvâ , dinin günlük hayata hakimiyetini, en azından olayların akışı içinde dinî esaslar çerçevesinde kalabilmeyi sağlayan dinamik, yetişmişlik ve ağır sorumluluk gerektiren fevkalade ciddî bir danışmanlık işidir. Nitekim bir başka hadîsi şerifte işin bu yönlerine şöylece dikkat çekilmiş bulunmaktadır:

“Allah Teâlâ, ilmi insanlara lütfettikten sonra hâfızalarından zorla söküp almaz. Ancak âlimlerini ilimleriyle birlikte aralarından alır, geriye kara cahil bir grup kalır. Halk bunlara mes’elelerini götürür, onlar da kişisel görüşleriyle cevap verirler. Böylece hem halkı saptırır, hem de kendileri saparlar.”(24)

Âlimler, işin ehli olan kimselerdir. Müslümnların işleri, Müslümanların emanetleridir. Müslümanların işleri cahillere bırakılamaz.İşin ehil olanlara verilmemesi, cehaletin yaygınlığı ve ilmin ortadan kalkmış olmasından ileri gelir. İşin aslını bilenlerin bulunduğu bir ortamda ehil olmayanlara işlerin verilmesi normalde düşünülemez. Ama ortalığı kesif bir cehalet kaplamış, gerçekler ters yüz edilmiş ise, işler kapanın yani ehil olmayan kimselerin elinde kalır. Bu da toplumlar için bir çeşit kıyâmet demektir. Hemen işaret edelim ki, ilmin yok oluşu alimlerin yok oluşu demektir. Nitekim bu hadisin bazı rivâyetlerinde bu durum açıkça “alimlerin yokluğu, ilmin ortadan kaldırılmasıdır” şeklinde belirlenmektedir Kabzu’l-ilm, raf’u’1-ilm hep zehabu’l-ulemâ olarak gösterilmektedir. Diğer taraftan İşin ehil olmayanlara verilmesi, hadisimizden öğrendiğimize göre emânet’in zayi edildığinin açık işâretidir. Böylece alimlerin yokoluşu ile emânetin zayii arasında fevkalade sıkı bir ilgi bulunmaktadır Emânet ise, maddî-manevî değer ve sorumlulukların hepsine birden verilen isimdir. Bu demektir ki emânet, ilme emânet edilmiştir. İlim kalmamışsa, emânet zayi edilmiş demektir. Dolayısıyla ulemasını kaybetmiş Müslüman bir toplumun kıyameti kopmuştur.

 Tefsirini öğrenmeye çalıştığımız bu ayet-i kerime’de “Emanetler” tabiri geçiyor.

Dolayısıyla her emanetin bir ehli vardır. Asr-ı saadette iki kişi, Allah Resulü’ne gelip kendilerini emir tayin etmelerini rica ettiler. Allah’ın Elçisi: “Biz, işimizi isteyene ve makam düşkününe vermeyiz”(25) buyurdu.

Hz. Peygamber, kendisinden valilik isteyen Ebu Zerr Gıfarî’ye de şöyle demiştir: “Ebu Zerr, sen zayıfsın, o makam bir emanettir. Sonu da kıyamet gününde bir perişanlık ve pişmanlıktır. Yalnız hak ederek alan ve üzerine düşeni de yerine getiren müstesnadır.”(26)

Yine amcası Hz. Abbas (r.a) bir yere vali olarak görevlendirilmesini talep ettiğinde ona, bu işin çok mesuliyetli olduğunu hatırlatarak vazgeçmesini söylemiştir. Ünlü vezir İshak Paşa’nın ehil olmayan bir kişiyi önemli bir göreve atadığını tespit eden Fatih Sultan Mehmet Han, ona: “Paşa, bu hatayı ikinci kez işlersen sadece vezirliği değil, başını da alırım! Devlet-i Al-i Osmanî ancak dürüst, liyakatli ve bilgili kişilerin omuzlarında yükselebilir.” demiştir.(27)

Zeminin dar olması, zamanın zor olması emanete ihanetin gerekçesi olamaz. Emanet herkese karşı gözetilir, herkesten alınan emanet sahibine geri verilir.(28)

Hz. Peygamber (s.a.v.), “Sana emanet verenin emanetini öde, senin emanetine hıyanet edene sen hıyanet etme.”(29) buyurmuştur.

Bir başka hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.): “Mutlaka hakları sahiplerine ödeyeceksiniz. Hatta kıyamet günü boynuzsuz koyun, kendisini toslayan boynuzlu koyuna kısas yapacak (o da ona toslayarak hakkını almış olacaktır.)”(30) buyurmuştur.

Emanete riayet, hakka ve hukuka riayet cümlesindendir. Emanete riayet etmeyenler, emaneti ehline vermeyenler, haksızlardan, hukuksuzlardan sayılırlar. Emanetlerin ehli olanları yetiştirmeyenler, emanetlere ihanet etmekten öteye geçemezler. Emanetlere ehil insanların yetiştirilmesi, Müslümanlar için her günün cihadından sayılır. Mukaddes emanetlere sahip çıkmanın alâmeti çağın Firavunlarını genelde insanlığın, özelde ise İslâm ümmetinin idaresinden uzaklaştırmak için söz ve işbirliği yaparak çalışmaktır. Emanetleri ehline vermek bunu gerektirir.

--------------------------------------------------------------------

(1)   Nisâ Sûresi//58

(2)   Taberî, Ebû Câfer Muhammed b.Cerir, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân, Mısır 1954, IV, 201; İbn Kesir, age., I, 516

(3)   El- Camai-u Li Ahkâmi’l Kur’ân (İmam-ı Kurtubî) C: 5, Sh: 255, Beyrut/ 1965

(4)   Tefsirü Keşşaf (Zemahşerî) C:1, Sh:223, Mısır/ 1947

(5)   Ahkâmu’l Kur’ân (İbnü’l Arabi el- Maliki) C: 1, Sh:570-571, Beyrut/1988

(6)   Medarikü’t-Tenzil ve Hakaiki’t-Te’vil. (Ebü’l-Berekat Hafizüddin

Abdullah b. Ahmed b. Mahmud Nesefi) C:1, Sh: 232, İst/ 1984; El- Cami-u Li Ahkâmi’l Kur’ân (İmam-ı Kurtubî) C: 5, Sh: 256-257, Beyrut/ 1965

(7)   Molla Hüsrev, Mir’atü’l-Usul fi Şerhi’l-Mirkat ve’l-Usul, İst, 1307, I, 591

(8)   Ahzab Sûresi/72

(9)   Râzî, Fahruddin Muhammed, et-Tefsiru’l-Kebir, Beyrut 1990, XXV, 235; Hâzin, Alâeddin Ali b. Muhammed b. İbrahim el-Bağdâdî, Lübâbu’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl, Beyrut trs, V, 279; İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim, Mısır trs, III, 523-524; Suyutî, Celalüddin, Dürrü’l-Mensur, Beyrut trs., II, 113

(10)   Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 177

(11)   Ankebut Sûresi/ 69

(12)   Tefsiru’l Kur’ân’il Azim (İbn-i Kesir) C:1, Sh:515, Beyrut/ 1969

(13)   Mecmau’z Zevaid ve Menbau’l Fevaid (el- Heysemî) C:5, Sh:292-293, Beyrut/ 1988

(14)   El- Camai-u Li Ahkâmi’l Kur’ân (İmam-ı Kurtubî) C: 5, Sh: 256, Beyrut/ 1965

(15)   Mü’minun Sûresi/8; Meâric Sûresi/32

(16)   Yıldırım, Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’ân Tefsiri, C: 12, Sh: 6378, İzmir/1991

(17)   Sünen-i Nesâî, İman, 8

(18)   Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, 3/135)

(19)   Sahih-i Buharî, İman 24, Edeb, 69; Müslim, İman 107, 108

(20)   Kâsımî, Muhammed Cemaleddin, Mehâsinü’t-Te’vil, (thk. M.Fuad Abdulbâkî), Kahire trs, V, 1334

(21)   Kâsımî, Muhammed Cemaleddin, Mehâsinü’t-Te’vil, (thk. M.Fuad Abdulbâkî), Kahire trs, V, 1334

(22)   Er- Risale (İmam-ı Şafiî) Sh: 25, Beyrut/Mektebetül İlmiyye

(23)   Sahih-i Buharî, İlim: 2

(24)   Buhârî, İ’tisam 7, Müslim, İlim: 14, Ahmed b. Hanbel ll,203 Ayrıca biraz farklı ifadeler için bk Buhârî, İlim: 34, Müslim, ilim: 13, Tirmizî İlim :5, ibn Mâce, Mukaddime: 8, Dârımî, Mukaddime :26

(25)   Sahih-i Buharî, Ahkam: 1

(26)   Sahih-i Müslim, İmaret: 16

(27)   Yıldırım, Celal, İlmin Işığında Asrın Kur’ân Tefsiri, C: II, Sh: 1349. İzmir/1991

(28)   El- Cami-u Li Ahkâmi’l Kur’ân (İmam Kurtubî) C:5, Sh: 256, Beyrut/ 1965

(29)   Sünen-i Tirmizî, Büyu’ 38; Ebu Dâvud, Büyu’: 79

(30)   Sahih-i Müslim, Birr 15; Tirmizî, Kıyamet: 2

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Doğru Çalışma Methodu Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:59:59 ÖÖ]


Başınızı Çevirip Gitmeyin Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:39:23 ÖÖ]


Ozan Birgül 320 kbps - 2 kısım Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:15:33 ÖÖ]


Ozan Birgül - İlahiler 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:04:09 ÖÖ]


Dualarımız Neden Kabul Olmuyor Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:10:43 ÖÖ]


Birlikte Hizmet Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:59:59 ÖÖ]


Gizli Halleri Açık Hallerinden Daha Hayırlı Adamlara İhtiyacımız Var Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:40:31 ÖÖ]


Mücahitler Kazandığınızı Kaybetmeyiniz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:32 ÖÖ]


İnsanlardan Övgü Beklemek Ateşle Oynamak Gibidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:24:29 ÖÖ]


Zamanın Kıymetini Bilmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:13 ÖÖ]


Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:34:29 ÖÖ]