* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İslâmda Aile ve Akrabalık İlişkileri  (Okunma sayısı 1444 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İslâmda Aile ve Akrabalık İlişkileri
« : Ocak 15, 2017, 01:02:40 ÖS »
İslâmda Aile ve Akrabalık İlişkileri

    52- Müslümanlar arasında bir din kardeşliği vardır. Bu, din bakımından genel bir yakınlık ve akrabalıktır, en kuvvetli bir bağdır. Bu yönden müslümanlar, herhangi ırka, herhangi yurda bağlı olurlarsa olsunlar, birbirine bağlıdırlar, birbirini sever, birbiri hakkında hayır isterler. Bir ayet-i kerimede buyurulmuştur.

    "Mü'minler şübhe yok ki, kardeştirler."

    Bundan başka müslümanlar arasında birbirinden farklı derecelerde bir soy, bir neseb, bir hısımlık ve akrabalık vardır. Bu bakımdan da aralarında birtakım görevler haklar ve hükümler bulunur. Bunların gözetilmesi dinimizce gereklidir.

    53- Müslümanların çoğalmaları ve kuvvetlenmeleri, yurdlarını ve varlıklarını savunabilmeleri aralarında aile ocağının gelişmesine bağlıdır. Bu yönü ile aile kurmak ve bu ailenin devamına çalışmak İslam'da önemli bir görevdir. Şöyle ki:

Aile yuvası kurmaya gücü yeten ve kendisinde kuvvetli bir meyil bulunan müslüman için evlenip aile sahibi olmak vacib veya farzdır. Nefsi taşkın olmayan bir müslüman için de bir müekked sünnettir.

    Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

    "Evleniniz, çoğalınız; çünkü ben, kıyamet günü ümmetlere karşı sizinle öğünürüm."

    Fakat kadına zulüm ve eziyet edileceği bilinerek zevce haklarını çiğneyecek olan kimsenin evlenmesi haramdır. Çünkü bu durumda aile hayatından beklenen yararlar elde edilemez.

    54- Talak (boşama) işine gelince: Bu bir yönden meşru ise de, diğer bir yönden yasaktır ve sakıncalıdır. Şöyle ki: Aile hayatından beklenen şeyler elde edilmeyince veya iffet ve geçim bakımından bir fenalık yüz gösterirse, boşama meşrudur, müstahsendir. Fakat böyle bir gerek ve zaruret bulunmadıkça boşama kötüdür, müstahsen değildir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

    "Allah katında helal olan şeylerin en sevimsizi boşanmaktır."

    Onun için aile hayatını yaşatmaya çalışmalı, gereksiz olarak ayrılma ve boşama olaylarına meydan vermemelidir. Bunun sorumluluğundan çekinmelidir.

    55- Her müslüman için aile hayatı ile ilgili din meselelerini yeteri kadar bilip onları uygulamak da bir görevdir. Kimlerin birbiri ile evlenemeyeceğini, kimlerin evlenebileceğini ve kimler arasında mahremiyet bulunduğunu bilmek gerekir.

    56- Nikah denilen evlenme akdi (sözleşmesi) karı-koca olacak müslümanlar veya bunların velileri veya vekilleri arasında iki mü'min erkeğin veya bir erkekle iki mü'min kadının şahidlikleri ile gerçekleşir. Çiftlerden biri tarafından teklif ve diğeri tarafından kabul olur. Şöyle ki: "Ben seni zevce edindim" diye yapılan teklife, karşı taraf da "Kabul ettim" der. Çiftlerin veli veya vekilleri de şöyle der: "Ben falanın kızı falanı, velisi veya vekili olduğum falan için zevce kabul ettim," diye yapılan teklife karşı: "Ben de falan kimseyi, velisi veya vekili bulunduğum falancaya veli veya vekil olarak evlendirdim." der. Buna da şahitler şehadet ederler. Böylece icab ve kabul tamamlanıp akid yapılmış olur. Ayrıca kadına "Mehir" adı ile emsaline kıyasla bir mal verilmesi veya anılması gerekir. Bu "mehir" her iki tarafın rızası ile daha önce de tayin edilebilir. Kadın bu mehrini sonra kocasına bağışlayabilir.

    57- Babalar, dedeler, anneler, nineler, erkek ve kız kardeşler, amcalar, dayılar, halalar ve teyzeler arasında bir soy yakınlığı ve ebedî bir mahremlik vardır. Bunlar arasında nikah asla caiz değildir. Bir kimse, hiç bir zaman bunlardan herhangi birini nikahlayamaz.

    Yine, bir kimse, kendi kardeşinin kızını ve bunun torunlarını da alamaz. Fakat bir kimse, amcasının, halasının veya teyzesinin kızını alabilir. İki kardeş çocukları birbirleriyle evlenebilirler. Bunlar arasında akrabalık varsa da mahremiyet yoktur.

    58- Süt emme ile meydana gelen mahremiyet de, soyla sabit olan mahremiyet gibidir. Onun için bir kimse ile süt babası, süt anası, süt dedesi, süt ninesi, süt kardeş evladı, süt halası, süt teyzesi arasında ebedî bir mahremiyet vardır. Bunlar birbirleri ile evlenemezler.

    Süt mahremiyetinin gerçekleşmesi için, süt emen çocuğun iki buçuk yaşından küçük olması ve emdiği sütün boğazından geçmiş olması şarttır. Bu iki buçuk yıldan sonra emilen veya içilen süt ile süt evladlığı veya kardeşliği olmaz. Bu müddet İmam Azam'a göredir. İki İmama göre süt emme müddeti iki senedir.

    59- Zevcenin kocasının bazı akrabaları ile ve kocasının da zevcesinin bazı akrabaları ile Sıhriyet (Hısımlık) bakımından mahremiyetleri olur. Bu ise nikahın cevazına engeldir. Şöyle ki: Bir kimse, kendi karısının anasını, ninesini, başka kocasından olan kızını veya torununu asla nikahlayamaz. Karı koca arasındaki evlilik kalkmış olsa bile...

    Bir insan eğer bunlardan birine, helal olmadıkları halde yaklaşmış olsa veya bunların bir uzvunu, harareti duyurmayacak bir engel olmaksızın şehvetle tutsa veya öpse, bunun karısı kendisine ebedî olarak haram olur. Buna "Hürmet-i Müsahere" denir.

    60- Bir kadın da kendi kocasının babası ile veya başka zevcesinden olan oğlu ile, torunu ile evlenemez. Bunların arasında da ebedî bir hürmet vardır. Eğer aralarında helal olmayan bir yakınlık (temas) veya şehvetli bir ilişki (dokunma) meydana gelse, bu zevce ebediyyen kocasına haram olur.

    61- Bir erkekle, kendi karısnın kız kardeşi, halası veya teyzesi arasında geçici olarak bir hürmet vardır. O erkeğin zevcesi ile boşama gibi bir sebeble nikah (zevciyet) kalkınca, iddet çıktıktan sonra bunlardan herhangi birini nikahlayabilir.

    62- Bir kimse, üvey annesi ile, kendi oğlunun veya torununun karısı ile asla evlenemez. Nikah kalksa bile bu caiz olmaz. Bunlar arasında da "Hürmeti müsahere" vardır. Eğer bir kimse oğlunun veya torununu zevcesine veya babasının zevcesine gayr-i meşru ilişkide bulunsa veya şehvetle dokunsa, bu kadın kocasına ebedî olarak haram olur.

    63- Hısımlıktan doğan haramlık, meşru olmayan ilişki ile de meydana gelir. Şöyle ki: Bir kimse, gayr-i meşru surette ilişki kurduğu veya şehvetle tuttuğu veya öptüğü veya tenasül organına şehvetle baktığı bir kadının neseb veya süt yönünden anasını, ninesini, kızını, torununu asla alıp nikahlayamaz. Bunlarla kendisi arasında ebedî bir haramlık bulunmuş olur. Bu yapmış olduğu haram işin bir nevi cezasıdır.

    64- Bir müslüman başkasının nikahında veya iddetinde bulunan bir kadını alamaz. Yine, bir müslüman Kitab Ehli denilen bir Yahudî ve Hıristiyan kadınla evlenebilirse de, bir Mecusî veya putperest kadını nikah edemez. Ancak kadın şirkini terk ederse, o zaman caiz olur.

    Müslüman bir kadın ise, hiç bir gayr-i müslimle evlenemez. Bu İslam dininde kesinlikle haramdır. Böyle bir durum, İslam şerefine, İslam yararına, müslüman kadının selamet ve mutluluğuna aykırıdır.

    65- Müslümanların karşılıklı olarak birbirleriyle ilişkilerinde bir hürmet ve nezaket vardır. Bir müslüman, başkasının evine rızası olmadan giremez. Başkasının evi içine, izni olmadan dışardan bakamaz. Sözleri ile kimseyi rahatsız edemez.

    Erkekler, göbekleri altından diz kapakları altına kadar olan yerleri müstesna olmak üzere, birbirlerinin diğer bütün organlarına bakabilirler.

    66- Kadınların birbirlerine veya kocaları olmayan erkeklere bakmaları da, erkeklerin birbirlerine bakmaları gibidir.

Onun için müslüman kadın, diğer bir kadının veya bir erkeğin göbeği altından diz kapakları altına kadar olan kısmına bakamaz, diğer uzuvlarına bakabilir. Ancak bir şehvet duygusu, kalben bir istek ve meyil bulunmamalıdır.

    67- Bir erkek, kötü bir niyet olmaksızın yabancı olan (kendisine nikah düşen) bir kadının yalnız yüzüne ve ellerine bakabilir. Fakat kendisine ebedî olarak haram bulunan anasının, kızının ve teyzesi gibi kimselerin yüzlerine, başlarına, göğüslerine, kulaklarına ve baldırlanna, yine aralarında şehvet korkusu olmamak şartı ile bakabilir.

    68- Erkekle zevcesi arasında özel durum olduğundan bunlar şehvetle veya şehvetsiz olarak birbirlerinin bütün vücudlarına bakabilirler. Yalnız cinsel organlara bakılmaması daha iyidir, edebe uygun olan budur.

    69- Bir doktor tedavisinde bulunan bir kadının hasta olan herhangi bir organına zaruret mikdarı bakabilir. Fakat onun tedavisini bir kadına öğreterek ona yaptırması daha uygundur.

  GÜZEL GEÇİMİN ADABI - AHLAKI

    İslam dini, insanların muaşeretine (birbiriyle görüşüp konuşmalarına, toplum halinde medeniyet üzere yaşamalarına) büyük bir önem vermiştir.

    Müslümanların birbirleriyle geçinmelerinde samimiyet, tevazu, sadelik, zorlanmama, karşılıklı yardım, nezaket, saygı, sevgi ve hayırseverlik bir esastır.

    16- İslamda halk ile geçinmenin çeşitli yönleri ve dereceleri vardır. Bunların bir kısmı şunlardır:

    1) Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü, açık kalbli olmak. Bir müslüman daima güleryüzlü bulunur. Hiç bir kimseyi asık bir yüzle karşılamaz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

    "Şüphe yok ki, Allah yumuşak huylu, açık yüzlü kimseyi sever."

    2) Herkesle güzel şekilde görüşmek, insanlara eziyet vermekten kaçınmak.
    Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

    "Müslüman odur ki, dilinden ve elinden müslümanlar selamette bulunur.

    3) İnsanların eziyetlerine katlanmak, kötülüğe karşı iyilik yapmak.

    Bir hadîis-i şerifde buyurulmuştur:

    "Sıddîkların (özü-sözü dosdoğru olanların) derecelerine geçmek istersen, senden ilgiyi kesene bağlan, senden esirgeyene sen ver, sana zulmedeni de bağışla."

    4) Dargınlığa hemen son vermek. Müslümanlar arasında bir dargınlık olursa hemen barışırlar, birbirlerinden üç günden ziyade ayrı kalmazlar. Müslümanların gönüllerinde düşmanlık ve kin duyguları yaşamaz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

    "Üç günden ziyade kardeşine dargın kalmak bir müslümana helal olmaz."

    5) Dargınların arasını düzeltmeye çalışmak. Bir müslüman, iki din kardeşi arasında her nasılsa bir dargınlık olduğunu görünce aralarını bulmaya ve küskünlüğü gidermeye çalışır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

    "Sadakanın en faziletlisi, dargınların aralarını bulup düzeltmektir."

    6) İnsanların kusurlarım araştırmamak ve yaymamak, aksine örtmeye çalışmak. Müslümanlar kimsenin kusurlarını araştırmazlar. Kimsenin ayıbını ve kusurunu araştırıp ortaya çıkarmaya ve göstermeye çalışmazlar. Buna aykırı hareket dinde yasaktır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

    "Bir kul bir kulun kusurunu örterse, Allahü Teala Hazretleri de onu kıyamette örter. (günahlarını açığa vurmaz)."

    7) Dostları arkalarından savunma. Bir müslüman gerektiğinde dostlarını, din kardeşlerini arkalarından savunur. Onlar hakkındaki yanlış fikirleri düzeltmeye çalışır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

    "Bir kul kardeşine yardımda bulundukça, kendisine de Allah daima yardım eder."

    8) İnsanların kalblerini kötü zandan korumak için sakıncalı yerlerden uzak durmak. Buna aykırı davranmak birçok kimselerin günaha girmesine sebeb olur, insanlar arasında dedi-koduya ve nefrete yol açar. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:

    "Töhmet yerlerinden kaçınız..."

    9) Değişik halk sınıfları ile makamlarına göre sohbet edip ilişki kurmak. Herkese kabiliyet ve durumuna göre hitab etmeli. Bir alimden, bir zahidden, bir zenginden beklenen vasıfları, bir cahilden, bir fasıkdan, bir fakirden beklememelidir.

    10) Yaşlılara hürmet, çocuklara, düşkünlere merhamet ve şefkat göstermek. İslamda büyüklere karşı saygı, küçüklere karşı sevgi bir esastır. Bu esas, aileler arasında bir kat daha önemlidir. Anaya-babaya pek ziyade hürmet etmek bunun bir örneğidir. Bunları adları ile çağırmak terbiyeye aykırıdır. Bir kadının kocasını adı ile çağırması da edebe aykırı olduğundan mekruhtur. Bir hadis-i şerifin anlamı şöyledir: "Bir genç bir yaşlıya sadece yaşından dolayı hürmet etti mi, Allah da ona bir mükafat olmak üzere, ihtiyarlığı zamanında hürmet edecek bir kimseyi muhakkak yaratır."

    Bu mübarek hadis, yaşlılara saygı gösteren gençlerin sevab kazanacaklarını ve çok yaşayacaklarını müjdelemektedir. Artık ihtiyarları bir yük kabul eden gençler, bunu biraz düşünmelidirler.

    11) Hayırsever olmak, yardım etmek ve arka çıkmak. Şöyle ki: Müslümanlar herkes için hayır ister, herkese yardımda bulunmaktan haz duyar. Müslümanların din ölçüleri içinde birbirlerine yardım etmesi ve şefaatta bulunması, aralarındaki kardeşliğin bir gereğidir. Kendisi için hayırlı görüp istediği bir şeyi, başkaları için de islemeyen kimse, İslam muaşeretinin temiz esaslarını gözetmemiş olur. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

    "Sizden biriniz kendi nefsi için sevip istediği bir şeyi kardeşi (veya komşusu) için de sevip istemedikçe, gerçek mü'min olamaz."

    12) Selam vermek. Şöyle ki: Müslümanlar arasında selam vermek bir sünnettir, bir dostluk ve hayırseverlik alametidir. Selam almak da bir farzdır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

    "Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Size bir şey göstereyim mi ki, onu yaptığınız zaman birbirinizi sevmiş olursunuz: Aranızda selamı yayınız."

    Selam vermenin bazı edebleri vardır. Bunlardan bir kısmı: Bir topluluğun yanma girilirken konuşulmadan önce "Esselâmu aleyküm" diye selam verilir.

    İçinde insan olmayan bir yere girildiği zaman "Esselâmu aleyna ve alâ ibadillahissalihîn" denir.

    Gençler yaşlılara, süvariler yayalara, yürüyenler oturanlara, arkadan gelenler önden gidenlere selam verirler.

    Bir topluma verilen selama: "Ve aleykümüsselâm" diye içlerinden birisi karşılık verirse, diğerlerinden selam alma görevi düşmüş olur. Fakat o topluluk içinden hiç biri karşılık vermezse, hepsi de günahkar olur.
    Bir toplantıdan ayrılırken de selam vermek iyidir.

    Kendisine selam verilen kimse, daha güzel bir karşılıkta bulunarak şöyle der: "Ve aleykümüsselâmu ve rahmetullahi ve berekâtüh."

    Bunu söylemek yerine göre pek güzeldir.

    Bir kimsenin selamım getirip tebliği edene "Aleyke ve aleyhisselâm" diye karşılık verilir. Bir mektubla selam yazılmış olursa, ya dil ile veya yazı ile; "Ve aleykesselâm" denilir.

    Selama karşılık veremeyecek durumda olanlara selam vermek mekruhtur. Onun için yemek yiyene, Kur'an okuyana, hutbe dinleyene, namaz kılana selam vermemelidir. Verilirse, cevablanması mutlaka gerekmez. İşlediği günahı açıkça söylemekten çekinmeyen kimselere (fasıklara) selam vermek mekruhtur.

    Sonuç: Selam verip almak, bir dostluk belirtisidir, sevgi alametidir. Fakat selam verirken aşağı doğru bükülmek mekruhtur. Öyle ki, bazı alimlere göre, selam verirken rükü haline yakın eğilmek, secde etmek gibidir. Yaratıklara saygı için yapılacak bir secde ise imana aykırıdır.

    13) Musafa (el sıkışmak). Şöyle ki: İki müslüman bir araya gelince birbirinin elini tutarlar. Salat-selam getirerek birbirinin hatırını sorarlar. Bu da sevgi ve dostluk nişanıdır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:

    "Birbirine rasgelen iki müslüman musafahada bulundu mu, onlar daha birbirinden ayrılmadan bağışlanırlar."

    14) Teşmitte bulunmak (aksırana hayır ve bereket istemek). Şöyle ki: Bir müslüman aksırınca: "Elhamdülillâh" der.

Yanındaki müslüman kardeşi de: "Yerhamükallah = Allah sana rahmet etsin" diye dua eder. Aksıran adam da: "Yehdina ve yehdikümullah = Allah, bizleri de sizleri de hidayet üzere bulundursun" diyerek karşılık verir.

    15) Toplantılarda temiz bulunmak ve edebe uygun davranmak. Şöyle ki: Müslümanlar, toplantılarda yıkanmış olarak temiz bir halde bulunurlar, içleri ve dışları temiz olur. Toplantılarda ilim sahipteri ve yaşlılar baş tarafa geçirilir. Gerek olmadıkça söze karışmazlar, söylenilen yararlı şeyleri dinlerler. Toplantıya sonradan gelenlere yer verir ve birbirlerine karşı güleryüzlü bulunurlar.

    Müslümanlar toplantılarda kendiliklerinden başka tarafa geçip oturmazlar. Kendilerine saygı için kalkarak yer vermek isteyenlerin hemen yerlerine oturmazlar. İki kişinin arasına rızaları olmadıkça girip oturmazlar. Bir toplantıda üç müslümandan ikisi başbaşa verip gizlice konuşmazlar. Böylece üçüncü kimsenin üzülmesine ve yanlış fikre kapılmasına meydan vermezler.

    Müslümanlar bulundukları bir toplantıdan, arkadaşlarından izin alarak ayrılırlar. Geçici olarak toplantıdan ayrılanların yerine de hemen oturmazlar.

    16) Dostları ziyaret: Müslümanlar uygun zamanlarda gidip din kardeşlerini, büyüklerini ve yakınlarını ziyaret ederler. Bu ziyaret de, bir sevgi ve bağlılık nişanıdır. Ancak bu ziyaret, usandırıcı ve pek sık olmamalıdır. Ziyarete gelen misafirlere mümkün olduğu kadar ikram edilmesi gerekir.

    Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:

    "Sizi ziyarete gelenlere ikram ediniz"

    17) Ziyafetlere (davetlere) icabet etmek. Bir müslüman, din kardeşinin davetine uyar, ziyafetinde bulunur. Böylece aralarındaki sevgi ve yakınlık artmış olur. Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:

    "Sizden birinizi, kardeşi düğün yemeğine veya başka bir şeye çağırsa, ona icabet etsin (uysun)"

    Yeter ki, ziyafet yerinde haram bir şey bulunmasın. Çünkü bir müslüman, haramların işleneceğini bildiği bir yere gidemez. Ancak o haramları engelleyebilecekse veya kendisine saygı için işlenmeyecekse, gidebilir.

    Ziyafetlerde, misafirlere ağırlık verecek kimseleri bulundurmamalıdır. Misafirler gitmek isteyince, ev sahibi ısrar etmeksizin biraz daha oturmalarını istemelidir. Toplantılar sade ve külfetsiz olmalıdır.

    18) Saygı için ayağa kalkmak. Müslümanlar, yanlarına gelen din kardeşlerine karşı ayağa kalkabilirler. Bu bir hürmet belirtisidir. Mescidde bulunan veya Kur'an okuyan bir kimsenin, hürmet edilmeğe hak kazanmış bir kimse için ayağa kalkması mekruh değildir. Bir toplantıya gelenler için ayağa kalkılması adet olan yerlerde, ayağa kalkılması müstahabdır. Böyle yapılmazsa, kin ve nefrete yol açılmış olabilir.

    19) Değerli zatların ellerini öpmek. Müslümanlar, alimlerin, takva sahibi kimselerin ve adaletli hakimlerin ellerini sevgi ve saygı göstermek niyetiyle öperler, onlarla musafahada bulunurlar; bunda bir sakınca yoktur. Bunlardan başka büyüklerin ellerini dindarlıklanna saygı ve ikram için öpmek de caizdir. Fakat dünyaya ait bir maksad için öpmek mekruhtur.

    Bir de, bir müslümanın, başkası ile karşılaştığı zaman kendi elini öpmesi tahrimen mekruhtur. Alimlerin ve diğer büyüklerin huzurunda yerleri öpmek de haramdır. Bunu yapanlar ve yapılmasına razı olanlar günaha girmiş olurlar. Bu, bir nevi putlara yapılan ibadeti andırır. Bir müslüman için asla caiz değildir.

    20) Komşuluk haklarını gözetmek. Şöyle ki: İslamda komşuluğun büyük önemi vardır. Bir hadîs-i şerifde buyurulmuştur:

    "Ev satın almadan önce komşu, yola çıkmadan önce de yoldaş arayınız."

    Komşulara ikram bir sünnettir. Bir müslüman komşusunun hakkını fazla gözetir, ona güleryüz gösterir, gerektiğinde ödünç verir, bir kaderi olunca onu tesilli etmeye çalışır, taziyede (baş sağlığı dileğinde) bulunur. Komşusuna eziyet verecek şeyleri yapmaktan sakınır. Evin akıntı suları ile ve çöplerle komşularını rahatsız etmez. Yüksek sesle devam eden çalgı ve radyo sesleri ile komşularını rahatsız edenler, hasta ve okur-yazarlarını düşünmeyenler komşuluk haklarını gözetmemiş olur ve topluma karşı görevlerini çiğnemiş sayılırlar.

    Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:

    "Kötülüklerinden komşusu emin olmayan kimse, gereği üzere Allah'a iman etmiş olmaz."

    Sonuç: İnsan, komşularının sevgi ve övgülerini kazanmalıdır. Hazret-i Ömer (radıyallahu anh) buyurmuştur:

"Komşusu, yakını ve yol arkadaşı tarafindan övülen kimsenin güzel hal ve ahlak sahibi olduğundan şübhe etmeyiniz."

    21) Hastaları ziyaret etmek. Müslümanlar hasta olan dostlarını ve komşularını uygun zamanlarda yanlarına giderek ziyaret ederler. Sağlıklarına duada bulunurlar. Bu da sevgiyi kuvvetlendirmeye ve kalbleri hoşlandırmaya yardım eden bir görevdir. Bunun da bir takım edebleri vardır. Şöyle ki: Bu ziyaretler pek sık yapılmamalıdır, hastanın yanında çok oturmamalı, hastanın canını sıkacak sözler söylememelidir.

    Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:

    "Beş şey vardır ki, bunlar kardeşine karşı müslümana vacib olur; Verilen selamı almak, aksırana teşmit (hayır dua) etmek, davete gitmek (icabet etmek), hastayı ziyaret etmek, cenazelerin arkasından gitmek"

    22) Cenazeleri teşyî etmek (uğurlamak). Bu da önemli ve sevabı çok olan bir kardeşlik görevidir. Müslümanlar, ölen din kardeşlerinin cenazelerini mezarlarına kadar üzgün ve düşünceli olarak götürürler. Rahmet toprağına bırakırlar. Haklarında rahmet isteyerek duada bulunurlar. Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:

    "Bir cenaze üzerine namaz kılana bir kırat, gömülmesinde bulunana da iki kırat (sevab) vardır. Bir kırat ise, Uhud dağı kadardır."

    23) Müslümanların mezarlıklarını ziyaret etmek. Müslümanlar kendi aralarında, ahirete göçmüş olanların, özellikle yüksek alimlerin ve salih kimselerin, mezarlarını zaman zaman ziyaret ederler, onları rahmetle anarlar. Bu da bir vefakarlıktır, değer bilmedir. Bir hadîs-i şerîfde beyan olunduğu üzere, mezarları ziyaret etmek ölümü hatırlatır, uyanmaya sebeb olur. Onun için kabirleri saygı ve ibretle ziyaret etmeli, insanlığın acıklı sonucunu düşünerek gaflet içinde yaşamaktan kaçınmalıdır.[

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2314
Ynt: Akraba İlişkileri
« Yanıtla #1 : Mart 30, 2017, 10:46:15 ÖÖ »
Akraba İlişkileri

Akrabalar arası ilişkiler, Allah rızası için sevgi esaslı, saygı ve nezaket kurallarına uygun tanzim edilmelidir. Yakınlarımızı uygun bir şekilde ziyaret etmek, onları unutmamak, hal ve hatırlarını sormak gibi hususların yanı sıra sosyal hayatın her alanında karşılıklı yardımlaşmak da gerekir. Bu dayanışmanın, her an birbirini gözeten aile fertleri gibi kardeşlik esasına bağlı olduğu gibi, ahlakî boyutu da vardır. İyilik yapma konusunda öncelikli kimseler, ilk önce anne, sonra baba, kız kardeşler ve kardeşler şeklinde sıralanmaktadırlar. Genel olarak yardım elini uzatmada, özel olarak zekât ve sadakada en yakınlardan başlanılması genel esaslardandır. Bu durum, Peygamber Efendimiz’in “El-akrab, fe’l-akrab” şeklinde ifade ettiği üzere, en yakından uzağa doğru devam etmelidir. Herhangi bir yoksula verilen, bir sadaka sayılırken; yoksul akrabaya verilen, biri sadaka, diğeri sıla-i rahim olmak üzere iki sadaka sayılır. Yani iki sevap olarak, bereketli bir şekilde, manevi, çoğalan bir iyiliktir. Akraba ile ilgilenmek gönül genişliği sağladığı gibi, rızık bereketine de sebep olmaktadır. Enes b. Mâlik’in işittiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim rızkının bollaştırılmasını yahut ecelinin geciktirilmesini arzu ederse, akraba ile irtibatını sürdürsün!”

Yine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, misafirine ikramda bulunsun. Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, akraba ile irtibatını sürdürsün.”

İşte bu hadis-i şerifleri gönül dünyasında özümseyip hayatına tatbik etmiş olan sahabilerden Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ anlatıyor… Peygamberimiz hicrete hazırlanırken, belindeki kuşağı ikiye bölerek erzak bohçasını bağladığı için kendisine, “Zâtü’n-nitâkayn” yani “İki kuşaklı” denilen Esmâ’nın kız kardeşi Âişe ile anneleri ayrıdır. Hz. Âişe’nin annesi Ümmü Rûmân ilk Müslümanlar arasında yer alırken, Esmâ’nın annesi Kuteybe bnt. Abdüluzza’ya hidayet nasip olmamıştır. İşte o Esmâ anlatıyor:

“Kureyş’in Hudeybiye Antlaşması zamanında annem, İslâm’dan yüz çeviren müşrik biri olduğu hâlde kendisine yardım etmemi arzulayarak bana geldi. Bunu haber verdikten sonra Rasûlullah’a, ‘Yâ Rasûlallah! Onunla ilgileneyim mi?’ dedim. O da ‘Evet, annenle ilgilen.’ buyurdu.”

Akraba ilişkilerine örnek olması bakımından, baba yüzü görememiş Sevgili Efendimiz’in, kendisinden sadece iki yaş büyük olmasına rağmen, amcası Abbâs’a olan düşkünlüğü malumdur. O, bir vesileyle ondan söz ederken, “Aynı hurma kökünden çıkıp da ayrılan dal.” benzetmesini kullanmıştır.

Akrabalık ilişkilerimizde samimi olmak dileğiyle.

Allah’a Uzanan Bağ – Akrabalık

Feridüddin-i Attar anlatır: “Bir saka, yolda giderken başka bir sakayla karşılaşır. Ona der ki, ‘Ey kardeşim, çok susadım. Bana kırbandan bir tas su ver.’ Öbür saka şaşırır ve hayretle şu cevabı verir: ‘Be hey şaşkın adam! Sende de aynısı var. Doldurup içsene kendi kırbandan.’ Bunun üzerine diğeri der ki: ‘Sen yine de bana kendi kırbandan bir tas su ver kardeşim. Çünkü ben kendi suyumdan bıktım.”
Ne kadar güçlü, ne kadar zengin, ne kadar kendi kendimize yeterli olsak da bağ kurmak isteriz. İnsan isteriz, dost isteriz, yakınlık isteriz. Bir kök, bir köken ararız aidiyet kurabileceğimiz. Ortak hatıralarla güçlenmek, çoğalmak isteriz.

Birbirine ekleyeceğimiz hayallerle geleceğe daha sağlam adımlar atmak, bugünümüzü güven içinde yaşamak isteriz. Bir kan, bir rahim bağı ararız gurbetin soğuğunda sıla hasretini dindirecek. Akraba ararız canımıza can katacak; hüznümüzü, sevincimizi paylaşacak, yüklerimizi yük olmaktan çıkarıp nimete dönüştürecek, acıyı bal eyleyecek. Gözlerine baktığımızda, sesini duyduğumuzda yorgunluğumuzu alıp götürecek dost, ‘Hadi kalk!’ diyecek nefes ararız.

Evet, hepimizin hasret kaldığı, ruhlarımızın muhtaç olduğu değerler bunlar. Ama nedendir bilmem, hep sırt çeviririz bu değerlere yaşamın sonu gelmez meşguliyetleri içinde. Gücümüz yerinde, meşguliyetimiz çok iken yük olur köklü yakınlıklar. Enerjimizi kazandığımız paradan, maldan mülkten, menfaatperest övgülerden, sığ yakınlıklardan devşirmeye çabalarız. Bir gün bu eğreti kazanımları kaybettiğimizde yersiz yurtsuz kalıveririz ortalıkta. Sosyal kurumlara sığınırız yaralarımızı sarmak, bir sıcaklık, bir çare devşirmek için.

Ruhumuza ne iyi gelir diye sorduğum bir hanım, ‘sevgi’ diye cevap vermişti, “İstediğim tek şey birazcık sevgi, birazcık şefkat.” On beş yaşında evliliğin, kadınlığın, anneliğin yükü altında kendini bulan bir yetimdi. Altı çocuk annesi oluvermişti. Ama sevgiye, güvene, insan onuruna yakışır bir mahremiyet içinde korunmaya muhtaçtı. Onu evinden barkından eden acıya duyarlı olan, zamanında müdahale eden bir dede, bir amca, bir dayı, kardeş olsaydı zulüm ailelerde kök salabilir miydi? Sokaklara sahte sevgiler, aidiyetler, güvenler hâkim olabilir miydi? Kocasının kapıya koyduğu sara hastası iki çocuklu bir kadına babası, “Bu eve ancak ölün girer.” diyerek bütün kapıları kapatıyor! Sevgi evlerinde kalan, orta öğretime giden bir çocuk, “Hocam, ailem beni niye sevmiyor?” diye sormuştu. “Hocam, ailem bana neden ayakkabı almıyor?” diye sorsa buna kolaylıkla cevap verilebilirdi ve o da anlardı. Ancak on üç yaşındaki bir kız çocuğuna ‘aslında seviyor’ diyerek getireceğiniz her açıklamanın anlaşılmaz olduğunu hem siz bilirsiniz hem de o bilir.

Şefkatimize, himayemize muhtaç olan yakınlarımızı mahrum bıraktığımızda, onların acılarına, ihtiyaçlarına kör sağır kesildiğimizde ne kadar mutlu olabiliriz? Sevgi, güven, aidiyet para ile satın alınamayacak en temel insanî ihtiyaçlardır. Biz bu değerleri en yakınlarımızdan başlayarak çevremizdeki insanlara veremediğimizde hem biz hem de içinde hayata tutunmaya çalıştığımız toplum çürür. Sevgiden, ilgiden mahrum bırakılan kişi, bu ihtiyaçlarını temin etmek için, sahte olduğunu bilse dahi aldanır zalim, hoyrat ellerin sunduğu sevgilere, aidiyetlere. Ve biz sonra aldandığı için onu suçlar, biraz daha iteriz zalim ellere. Böylece, yerine getirmediğimiz sorumluluklara kör bahaneler üretip umursamazlığın konforu içinde biraz daha ölürüz.

Sıla-i rahim, akrabalık bağı demektir. Peygamberimiz (s.a.v.) “Rahim, Rahman’dan uzanmış bir ağdır ve arşa bağlıdır. Rahim, Rahman’dan bir bağdır.”  buyurmuşlardır. Bu öylesine önemli bir değer, öylesine önemli bir bağdır ki onu koparan, Allah ile bağını koparır; onu koruyup gözetmeyen Allahu Teâlâ’nın rahmetinden mahrum kalmakla yüz yüze kalır. Peygamberimiz (s.a.v.) Allahu Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu bize haber verir: “Ben Rahman’ım. O (akrabalık bağının adı) da Rahim’dir. Ona kendi ismimden türeyen isim verdim. O’nunla ilişkiyi sürdürenle ben de ilişkimi sürdürür, onunla ilişkiyi kesenle ben de ilişkimi keserim.”

Attar’ın anlattığı hikâyede olduğu gibi, her birimiz kendi özümüzde sevgi, ilgi, merhamet, yakınlık, şefkat, güven gibi değerlere sahip olsak da onları başkalarına vermediğimiz, yakınlarımıza göstermediğimiz sürece faydalanamayız.

Kendimize sakladığımız, yakınlarımızdan esirgediğimiz her sevgi, ilgi, şefkat, merhamet, güvenlik duygusu bizi katılaştırır, yalnızlaştırır, kendimizden dahi usandırır. En tehlikelisi de Rabb’imizden uzaklaştırır. Biz, bağları kopararak değil, sağlamlaştırabildiğimiz ölçüde güçleniriz.


fanidunya

  • Ziyaretçi
Komşulukta Kur'an’i Ölçü
« Yanıtla #2 : Nisan 10, 2017, 09:15:41 ÖS »
Komşulukta Kur'an’i Ölçü

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

İnsan yapısı gereği sosyal bir varlıktır. Bu açıdan kişi ister istemez birilerinin yanında veya birlikte olmak, başkaları ile yanyana yaşamak zorundadır. Bu birileri aynı evi veya yakın bir mekanı paylaşan aile fertleri, yakın veya uzak komşular, iş arkadaşları, aynı mekanda esnaflık yapanlar, yolculuk, askerlik, spor karşılaşmaları gibi herhangi bir sebeple biraraya gelen kimseler olabilir.
Bu gibi birlikteliklerde, yani toplum hayatında kendiliğinden haklar ve görevler gündeme gelir.

Hatta iki kişi biraraya gelse aralarında küçük de olsa hak ilişkisi doğar. Bilinen bir şey ki her hak bir görev karşılığıdır. Kişi önce görevini hakkıyla yapmalı ki onun karşılığında hak talep edebilsin. Bu hak-görev dengesi de en çok birlikte yaşanılan yerlerde karşımıza çıkar.

Birlikte olunan zamanların huzur içinde ve rahat geçmesi için de, karşılıklı ilişkilerin iyi olmasi ge- rekir. Hayatın her alanına en mükemmel ölçüleri (hükümleri) getiren İslâm, insanlararası ilişkilerin en güzel şekilde yürümesi için de ölçüler getir- miştir. Bu ölçülerin bir kısmı farz, bir kısmı da tavsiye niteliğindedir.

Bu yazımızda Kur’an’ın özelde komşuluk ilişkile- rine, genelde arkadaşlık ilişkilerine hangi ölçüleri getirdiğine, neleri tavsiye ettiğine bakmaya çalı- şacağız. Ama önce Kur’an’ın ‘komşu’ manasında kullandığı ‘câr’ kelimesine bakalım ve Kur’an’da hangi türevinin hangi manada kullanıldığını gö- relim.

Komşu (câr):

Kur’an’da car (komşu) kelimesinin türediği ‘ca-ve- re/câre’ fiili ve türevleri Kur’an’da 13 yerde geçi-
yor. Bunlardan doğrudan komşuluğu ve komşuya iyilik etmeyi söz konusu eden ‘câr-komşu’ kelimesi Nisâ/36. âyette iki defa yer alıyor. “Ce-ve-ra/câre’ fiili sözlükte sapmak, himaye ve yardım istemek, eziyet etmek manasına gelir.

Üç âyette bu himayenin Allah’ın azaptan koruma- sı şeklinde manasında kullanıldığını görüyoruz. “Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kıs- men bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun (yücîr).” (Ahkaf 46/31. Bir benzeri: Mülk 67/28. Cinn 72/22) Bu fiil bir âyette birinin yanında kal- mak, ona yakın olmak manasında kullanılıyor. (Ahzab 33/60)

Aynı kökten gelen ‘e-câ-re’, kurtarmak, himaye etmek, kollamak, yoldan sapmak demektir.

Bir başka âyette Allah’ın her şeyi koruyup kolla- yan, himaye eden olduğu, ama kendisinin himaye edilen olmadığı bu fiille anlatılıyor. “Eğer biliyor- sanız (söyleyin), her şeyin melekutu (mülkiye- ti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan (yucîru), fakat ken- disi korunmayan (buna muhtaç olmayan-lâ- yucâru) kimdir? diye sor.” (Mü’minûn 23/88)

Yine aynı kökten gelen ‘isticâra’, himaye edilme- yi istemek, sığınılacak bir yer verilmesini talep etmek, korunmayı, kurtarılmayı ya da serbest bırakılmayı rica etmek anlamına gelir.1Masdarı mücâvir ve civâr olan ‘câ-ve-ra’, komşu olmak, birlikte oturmak manalarına gelir. Bu ka- lıptan gelen ‘civâr’ kişinin yakınında olan, komşu demektir .

“İste’certü fe-ecâreni-ondan sığınma istedim, o da bana sığınma verdi” şeklinde kullanılır.

Kur’an’da bir âyette geçiyor: “Ve eğer müşrik- lerden biri senden aman dilerse (istecâra-ke), Allah’ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver (fe-ecirhu), sonra (müslüman ol- mazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır...” (Tevbe 9/6)

‘Câre’ fiilinin ism-i faili (öznesi) olan ‘câr’ bir âyette yardımcı manasında geçiyor. (Bakınız: Enfal 8/48)

‘Câ-re (ce-ve-ra)’ fiilinde yakınlık anlamından ha- reketle bir başkasına yaklaşan kimse için ‘cârehu, câverehu ve tecâvera’ denmiştir. Âyette geçtiği gibi. (Ahzab 33/60) Câr’ın komşu manası da bu- radan gelmektir. Zira komşu kişinin yakınında ya- şayan, günlük hayatta sıkı ilişkileri olan, devamlı yüzyüze geldiği kimsedir.

Yine yakınlık anlamı göz önünde bulundurularak, yoldan saptı ya da meyletti anlamında ‘câre an et- tarık’ denmiştir. Daha sonra bu anlam her tür hak- tan sapma ya da meyletme hakkında kullanılmaya başlandı. Buradan da hükümde zalimce, haksızca, adaletsizce veya zorba bir şekilde davranma anla- mına gelen ‘cevr’ kullanımı doğmuştur.2

Cevr; adaletin zıddıdır, zulüm ve haksızlık demek- tir. Bunun ism-i fali (öznesi) olan ‘câir’ insanlar arasında, şeriatin buyruklarının yükümlülüğü al- tına girmekten kaçınan, bundan uzak duran, hak yoldan sapan, cevreden yani zulmeden kimsedir.3

‘Câir’, birâyette eğri/sapık yolu nitelemek üzere geçiyor. (Nahl, 16/9)

‘Câir’, bir hadistede zalim, çevreden manasında kullanılıyor.
Bir hadiste şöyle deniliyor:

“... Kim cuma namazını ben hayatta iken veya ben- den sonra adaletli veya câir (zâlim) bir imamı (ön- deri) varken, onu küçümseyerek veya inkâr ederek terkederse Allah iki yakasını bir araya getirmesin ve işini bitirmesin...”4

Türkçe’de bu kökten gelen ve yaklaşık aynı an- lamda kullanılan bir kaç kelime var. Mesela: Cevr etmek; eziyet etmek. Civâr; yöre, dolay, yakınında olan. Mücâvir, yakın komşu olan. Mücâvir alan; yakın alan/bölge gibi.

Kur’an’da Komşu

Kur’an bir kaç âyette dolaylı olarak bir ayette ise doğrudan komşulara ve
arkadaşlara iyi davranmaktan bahsediyor.“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkada- şa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlar (işçi, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisâ 4/36)

Allah (c.c.) bu âyette kendisine ibadet (kulluk) edilmesini ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamayı söylediktan sonra yedi sınıf insana iyilik edilme- sini, onlara iyi davranılmasını emrediyor. Âyette iyilik etme görevi ana-babadan başlatılıyor, sonra akrabaları içerecek şekilde genişletiliyor.

Arkasın- dan evleri komşulardan uzakta da olsa yetimlere ve yoksullara sıra getiriliyor. Çünkü bu iki kesim, komşulardan daha çok yardıma muhtaçtır. Sonra akrabadan olan komşuya sıra geliyor ve onu yabancı komşular izliyor. Gerek akraba ve gerekse yabancı komşular yakın arkadaşların önüne ge- çiriliyor. Çünkü insan komşusu ile sık sık yüzyüze gelir; oysa yakın arkadaşı ile ara sıra karşılaşır. Sonra yakın arkadaşlara sıra getiriliyor. ‘Yakın arkadaş’ bir yoruma göre normalde ‘samimi dost’ ve yolculuk sırasında da ‘yoldaş’ anlamına gelir. Arkasından sıra ailesinden ve malından uzak kal- mış yolcuya geliyor. Sonra da çeşitli hayat cilveleri yüzünden, başkalarının yanında kalmak zorunda olan zayıflara sıra geliyor.

‘Câr’‘cevera-câre’ fiilinin ism-i failidir (öznesidir) ve lafzen evi kişiye yakın komşu demektir. (Bu- nun çoğulu: ecvâr, ciretu ve cîran’dır) ‘Câr’ aynı zamanda garip kimse, tarla veya ticarette ortak, müttefik, yardımcı, kişinin hanımı gibi anlamlara da gelir.

‘Câr’ kelimesi, tıpkı dost ve kardeş kelişmeleri gibi karşılıklı olmayı ifade eder. Yani bir kimsenin diğe- rine komşu olması, onun da bu komşuluğu kabul etmesiyle mümkündür. Komşuya iyilik dinen ve aklen çok önemli görüldüğü için, kişinin üzerinde hakkı olan, onlara iyi davranmakla yükümlü oldu- ğu yakın kişilere ‘câr-komşu’ denmiştir.

Kur’an, “...yakın komşuya, uzak komşuya...” iyilik edilmesini emrediyor. Acaba bunlar kimlerdir? Komşulara iyilikten amaç nedir? Günümüzde de bu âyet geçerli olduğuna göre ‘yakın komşu-uzak komşu’ kim olabilir? Komşular nasıl seçilebilir, gü- nümüzde onlara nasıl iyilik edilebilir?
Âyette geçen ‘yakın komşu (el-câru zi’l-kurbâ)’, ‘uzak komşu (el-câru’l-cenbi)’ konusunda farklı görüşler var. Pek çok tefsirciye göre ‘yakın komşu’ kişi ile aralarında mekan yakınlığı ve akrabalık bağı olan kimsedir. Bu gibi komşularla kişi ara- sında hem komşuluk, hem de akrabalık hakkı gündeme gelir.

Bazılarına göre ise bu, kişiye akrabalık yönüyle yakın olan kimsedir. Burada hem nesep yakınlığı, hem de mekan yakınlığı kasdedilmiş olabilir. An- cak Tefsirci Taberî’ye göre bu görüş, Arap dilinde bilinen kullanıma aykırıdır. Âyetteki ‘zi’l-kurbâ’, el-câr’ın-komşunun sıfatıdır. Eğer söylendiği gibi

burada akrabaya iyilik kasdedilseydi, o zaman komşu kelimesi akraba kelimesine tamlama yapılırdı. Kaldı ki burada Allah’ın tavsiyesi yakın komşuya iyiliktir, akraba olmasa bile. Bazıları ‘yakın komşu’dan maksat müslüman olduğu- nu söyleseler de ayet daha geniş bir komşuluk ilişkisinden söz ediyor.7 İnsan yakın komşusuyla uzak akrabasından saha ziyade yakınlık ve ülfet kesbeder. Evleri uzak akrabadan çok birbirlerine yardım ederler.

‘Uzak komşu (câril’cünubu)’yu da,tefsirciler farklı şekillerde yorumladılar. Kimilerine göre uzak komşu, akrabalık bağı olmayan, kişinin yakınında yaşayan/bulunan ve insana faydası olan kimsedir. İbni Abbas bunu uzak, yabancı komşu diye açıkla- dı. “Falan kişi ecnebidir” sözü de buradan gelmek- tedir. Nitekim uzaklık anlamına gelen ‘cenâbet’ de böyledir.

Burada geçen ‘cenb’ kelimesinin temelde iki ma- nası vardır. Birincisi; bir şeyin yanından ayrılarak, uzaklaşarak gitmek, İkincisi; bir şeye doğru git- mek. Mesela ‘Cenebtühu-onun yanına vardım, ya da dokundum’ demektir.9 Buradan cenb/cünub; yani gusül yapıncaya kadar namazdan uzak kalmak manasına ulaşıldı. Aynı kökten gelen ‘ic- te-ne-be’ ictinap etmek, uzaklaşmak, kaçınmak demektir. Araplar “vectenebe fülanun fülanen- falancı falancadan uzaklaştı” derler.

Bazılarına göre ‘uzak komşu’, başka kavimlerden olan, bazılarına göre de o müslüman olmayan komşudur. Bu iki görüş de doğru olabilir. Zira burada komşuyu niteleyen ‘cenb’ kelimesi, hem yakınlığı, hem de uzaklığı ifade eder. Komşu is- ter müslüman olsun ister gayr-i müslim. Âyette komşuya uzak olsun yakın olsun iyilik edilmesi emrediliyor. Sahih olan görüş de budur. İyilik yap- mak; bazen gözetmek, bazen güzel geçinmek, eziyet vermekten uzak durmak ve onu korumak manasına da gelir.”

Bu gibi bir kimse kişinin yakınında oturduğu için, yani komşuluktan dolayı karşılıklı hürmet (saygı ve haramlık), hak-hukuk gündeme gelir. Arala- rında güven, emanete riayet ve zımnen yapıldığı farzedilen komşuluk (ahd) anlaşması yürürlüğe girer. Bu bağlamda komşunun malına, ırzına, şe- refine, hanımına (iffetine) saygı göstermek, ona karşı sınırı aşmamak ve iyi davranmak müslüman- lara emredildi. (İbni Manzur, Lisânul Arab, 3/237)

İnsan Allah’ın haklarını yerine getirirse inancı dü- zelir, işleri sağlam olur. Böylece ebeveynin hakla- rına riayet eder. Bu durumda ana-baba ve çocuk- lardan meydanagelen evin dirliği sağlanır. Böyle bir aile akraba olan diğer ailelere de olumlu etki eder. Aileler birbirine yardım eder. Birbirine yar- dım eden aileler güçlenir. Kendileriyle nesep bağı olmayan insanlara da el atma imkanı doğar.12

Yakın Arkadaş

Nisa 36. âyet yakın ve uzak akrabanın yanında yakın arkadaşa da iyilik edilmesini emrediyor. Âyette ‘es-sahibi bi’l-cenb’ ifadesi yer alıyor. Bu da kişinin yanındaki, yakınındaki arkadaş demektir.

Tefsirciler bunda da farklı görüşler ileri sürseler de açık bir olan bir şey var kı Allah (c.c.) müslümana, her sebeple olursa olsun yakınında bulunana iyi davranmasını, onun haklarına riayet etmesini emrediyor.

Bazılarına göre ‘yakın arkadaş’ kişinin yol arkada- şıdır. Kişinin evini, azığını, konaklayacağı yeri, im- kanlarını paylaştığı salih (sağlam ve güvenilir) ar- kadaştır. Bazılarına göre o kişinin evindeki saliha kadındır. Kimilerine göre o, kendisine ihtiyaç du- yulan, sohbet edilebilen, çekinmeyen bir şey iste- nebilen, kişinin her zaman yanında ve yardımın- da olan, faydası dokunan sağlam kişidir. Taberî’ye göre, ‘es-sahibi bi’l-cenbi’nin en isabetli karşılığı kişinin yakınındaki arkadaşıdır.

“cenebe fulanun fulanen ve huve yecnubuhu cenben”denir. Yani bir kimse diğerinin yanına yaklaşırsa, ona arkadaş olursa ‘falanca falancanin yanındadır’ demektir. Bu manaya mümkün ki kişiler arasındaki bütün birliktelikler dahildir. Sonuçta Allah (c.c.) onların birbirlerine iyi davranmalarını ve karşılıklı birbir- lerine yardımcı olmalarını, birbirlerine iyi davran- malarını emrediyor.13

Âyette geçen ‘cenb’ bir organın adıdır ve yan de- mektir. Çoğulu ‘cünub’ şeklinde gelir. Tevbe/35te, Secde/16da, Âli İmran/191de yan, yan taraf

VUSLAT

Manasında kullanılıyor. Araplar yönle ilgili or- ganlarını müstear olarak kullanmada adetleri olduğu (yemin ve şimalde olduğu) gibi‘cenb’i de yan taraf anlamında müstear olarak kullandılar. Nisâ/36daki ‘cenb’ yakın anlamındadır. Bunun kadından veya yol arkadaşından kinaye olduğu da söylenmiştir.14

Sonuç Yerine

Kur’an, kendilerine iyi davranılması gereken ki- şiler arasında komşuları ve yakın arkadaşları da sayıyor. Ayetin bu bölümünü birlikte düşündü- ğümüz zaman iyilik yapılması emredilen kişilerin geniş bir kesim olduğu anlaşılıyor.

Geçmiş alimler her ne kadar yakın ve uzak kom- şunun sınırlarını mekan, akrabalık, ilişki açısında değerlendirseler de, günümüz şartlarında kom- şuluğun da, mesafelerin de değiştiğini görüyo- ruz. Özellikle büyük şehirlerde çoğu zaman insan komşusunu kendisi seçemiyor.

Yabancılaşma, modern hayatın getirdiği yalnızlık, ben merkezli hayat sebebiyle kişi çevresinde olanlarla bile komşuluk kuramıyor. Bazen yakınızdaki kişi veya aile, siz onunla tanışmadan, komşuluk kurama- dan başka yere göç ediyor. Bu şekilde bir yerleşim durumu insanların birbirlerine güvenini ve ya- bancılık duygusunu artıyor, buna karşın komşu- luk duygusunu azaltıyor.

Ancak şartlar ne olursa olsun âyetin hükmü açık. Müslüman nerede olursa olsun çevresindeki inanların haklarına saygı gösterecek, onlara iyi ve efendice davranacak, zalim ve tehlikeli olmadık- ları sürece.

Komşuluk âyetinden cesaret alarak şöyle diyebiliriz:

Günümüzde yakın evlerde oturanlar, yakınımızda oturan akrabalar, çevremizde ister geçici ister yer- leşik bulunanlar, mahallemizde, apartmanımızda, köyümüzde kısa veya uzun süreli meskûn olanlar, işyerleri iş yerimize yakın olanlar komşudur. Yol (velev ki kısa süreli uçak, tren, otobüs ile), askerlik, kamp, spor, gezilerde beraber olduklarımız, aynı cemaatin mensupları, aynı sınıfı, aynı dersaneyi, aynı kursu, aynı mabedi, aynı sokağı paylaştıklarımız, aynı iş yerinde beraberce çalıştığımız kişiler, aynı çarşıyı veya pazarı paylaştığımız esnaf, velhasıl kısa veya uzun süreli bir yerde biraraya geldiğimiz kişiler arkadaş sayılır.

M. Esed, arkadaşlığı kendi cemaatin olmak şeklin- de açıklıyor: “Yani, “onlar ister sizin cemaatinize, isterse başka cemaatlere ait olsunlar”. “Kendi çevrenizden” (zi’l-kurbâ) ifadesinin kişinin gerçek akrabalarına değil de mensup olduğu cemaate işaret etmesi, “yakın akrabalar”ın aynı cümlenin başlarında zaten zikredilmiş olmasından açıkça anlaşılmaktadır.”15

Peygamber’in (s.a.s.) komşuluk konusundaki tavrı şu sözlerinde özetlenmiştir: “Her kim Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanıyorsa komşusuna ikram et- sin (iyilikte bulunsun)...”16

“Her kim Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanıyorsa komşusuna eziyet etmesin...”17

“...Komşularına iyi komşuluk et ki gerçek Müslü- man olasın...”18

“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bir kul kendisi için istediğini kardeşi için de, bir rivâyette komşusu için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olamaz.”19

“... Kötülüklerinden komşusu güven içinde olma- yan kimse gerçek müslüman olamaz!”20
Böyle bir durumda, bu hayat şartlarında yakın mekan, uzak mekan, insanların size kaç metre uzakta olup olmaması önemli değil, önemli olan insanlarla bir şekilde bir araya gelme gerçeğidir. Önemli olan birarada olduğumuz insanların hak- larına saygıdır.

Müslüman Rabbinin emrine uyarak, ister hasbel- kader komşu olsun veya birileri ile bir yerde bir araya gelsin, herkesin hakkına riayet eder, herkese iyi davranır, kimseyi rahatsız etmemeye çalışır. Bulunduğu ortamın tadını kaçırmaz. Paylaşım- larda, hizmetlerde, ikramlarda sadece kendini ve kendi rahatını düşünmez. Kendisi için istediğini diğerleri için de ister. Kimseye borçlu olmamaya dikkat eder. İyilik edenin kazanacağını, kötülük
edenin kaybedeceğini unutmaz. Bu durumda yardıma ihtiyacı olana elinden geldiği kadar yar- dım eder.

Her yerde inandığı Rabbinin koyduğu ölçülere riayet eder. Kendisi huzur istediği gibi, bulundu- ğu yerde huzur, güven ve hakkaniyet için üzerine düşeni yapar. Toplumda çıban başı, fitne unsuru, mızıkçı, oyun bozan olmaz. Kimsenin aleyhinde çalışmaz, kimseyi gıybet etmez, kimsenin değer- lerine zarar vermez.

Peygamber (s.a.s.) arkadaşlık konusunda şöyle buyuruyor: “Allah katında arkadaşların en hayır- lısı, arkadaşına faydalı olandır. Yine Allah katında komşuların en hayırlısı, komşusuna en çok hayrı dokunandır.”21

----------------------------------------------------------------------------

1. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru Ve Mektebül-Hilâl, Bey- rut Thr. 3/236-237

2. Isfehânî, R. el-Müfredât, Kahraman Yay. İstanbul 1986, s:145

3. Isfehânî, R. el-Müfredât, s:145. İbni Manzur, Lisânu’l- Arab, Dâru ve Mektebül-Hilâl, Beyrut Thr. 3/236

4. İbn Mâce, İkâme/78 no: 1081

5. Kutub, S. fi-Zılali’l-Kur’an, Daru’ş-Şuruk, Beyrut 1417-
1996, 2/660

6. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 3/236-237

7. Taberî, Tefsir, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut 1426-2005,

4/80-81. İbni Manzur, Lisânul Arab, 3/237

8. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, Daru İbni Hazm,
Beyrut 1425-2004, 1/876

9. Isfehânî, R. el-Müfredât, S:145

10. Taberî, Tefsir, 4/82-83

11. Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/877

12. Abduh, M.-Rıza, R. Menar Tefsiri, Ekin Yay. İstanbul 2011,
5/136

13. Taberî, Tefsir, 4/82-83

14. Isfehânî, R. el-Müfredât, S:145

15. Esed, M. Kur’an Mesajı, İşaret Yay. İstanbul 1996, 1/144 16. Buhârî, Edeb/31 no: 6019. Müslim, Îmân/77 no: 176 17. Buhârî, Edeb/31 no: 6018

18. İbn Mace, Zühd/24 no: 2418

19. Müslim, İman/17 no: 170-171. İbn Mace, Sünnet/9 no: 66).

20. Buhârî, Edeb/29 no: 6016. Müslim, Îmân/18 no: 172 21. Tirmizî, Birr/28 no: 1944 

Hüseyin Kerim Ece.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: Akraba İle İrtibatın Sürdürülmesi Emredilmiştir!
« Yanıtla #3 : Haziran 08, 2017, 10:50:43 ÖÖ »
Akraba İle İrtibatın Sürdürülmesi Emredilmiştir!

Akrabalık bağı ve ziyaretleşme

Akraba, kurbiyetle yani yakınlıkla aynı kökten gelir. Zaten Türkçede “yakınlar” kelimesi de akraba ile müteradif kullanılır. Allah-u Zülcelâl Kuran-ı Kerimde, akraba kelimesi için, zu’l-kurbâ, akrabîn, zevilerham kelimelerini kullanmıştır.

Yakınlar kelimesi insana sanki şöyle bir mana düşündürüyor; zaten bütün insanlar Hz. Âdem aleyhisselamın çocuklarıdır. Dünyadaki bütün ırkların, kavimlerin, soyların hepsi aynı anne babadan dünyaya gelmiş kardeşlerdir. Bütün insanlar arasında kan bağı vardır, ancak içlerinden bir kısmı daha yakındır. İşte o en yakınlardan başlayarak bütün akraba ve kardeşlerinize iyilik yapın. Nitekim Allah-u Zülcelâl, akrabalık bağlarını korumayı emrederken ta yaratılışın en başındaki birliğe dikkat çekiyor.

Ayet-i Kerime’de mealen şöyle buyuruluyor: “Ey insanlar, Rabbiniz’e karşı takva sahibi olun. O ki, sizi bir tek nefsten (Âdem Aleyhis selâm’dan) yarattı. Ve ondan zevcesini yarattı ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yaydı. Ve O’nun (adı ile) birbirinize dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı takva sahibi olun ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının. Muhakkak ki Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa; 1)

Allah-u Zülcelâl bizlere, en yakınlardan başlayarak halka halka genişleyen bir iyilik hareketi başlatmamızı emrediyor. Bunun için ise öncelikle yakınlardan başlamaya işaret ediyor ki, uzaktakilerle uğraşırken yakınlar ihmale uğramasın… Başka bir ayet-i kerimede buyruluyor ki: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, (akraba olan) yakın komşulara, uzak komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.” (Nisa; 36)

Ayet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde ‘sılaı rahim’ bağını muhafaza etme hususunda pek çok ikaz vardır. Yakınlarımızla görüşmek, ziyaretleşmek, hallerine ilgi göstermek, dertleriyle ilgilenmek, maddi manevi ihtiyaçlarını gidermek için yardımcı olmak üzerimize bir borç olarak yazılmıştır. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurur; “Allah-u Zülcelal buyuruyor ki; ‘Ben Rahman’ım. Sıla-i rahim ismini, kendi ismimden çıkardım. Akrabalarıyla beraber olanlarla, beraber olurum. Akrabalarından ilgisini kesenden, Ben de ilgimi keserim.” (Buhârî, Edeb, 13)

Toplumsal çöküşün en etkin sebebidir

Allah-u Zülcelal’in kuluna karşı rahmet bağını koparması ne kadar büyük bir tehdittir. Ne yazık ki günümüzde Allah’ın böylesine kesin bir ifadeyle emrettiği sıla-ı rahim bağlarına dikkat edilmemektedir. Büyük şehirlerde insanlar kendi hayat meşgaleleri içinde boğulmuş gibidir. Birçok kimse, nikâh düşmeyen en yakın akrabalarını dahi arayıp sormaz olmuştur. Hatta üniversite tahsili için ailesinin yanından ayrılan gençler, nerede iş bulurlarsa orada yerleşmekte, bekâr evlerinde kalmakta, anne babalarını bile bayramdan bayrama görmektedirler. Bu durum çekirdek ailenin bile parçalandığı, insanların kadın erkek demeden işten eve, evden işe, tek başına hücrelerde yaşamaya başladığı bir döneme doğru gitmektedir.

Bu gidişat insanlık için korkunç bir sona işaret etmektedir. Batı âleminde akrabalık ve aile ilişkileri koptuktan sonra hem ferdi hem toplumsal sorunlar birbiri ardınca sökün etmiştir. Boşanmış veya bekâr anne-kızların birbirlerinden ayrı, yalnız başına yaşadıkları bir toplum… Bunun ahlakî neticeleri tahmin edilebilir. Sonuç; her yıl milyonlarca kürtaj, gayri meşru doğum, bakımevlerine bırakılan bebekler…

Ne yazık ki bizim toplumuzda da benzer bir manzara ortaya çıkmaya başlamıştır. İnsanlar artık dul kalan akrabalarıyla, yetim kalan torun veya yeğenleriyle ilgilenmez hale gelmiştir. Bu derece sahipsizlik, gençlerin fuhşiyattan uyuşturucu kullanımına, suç çetelerinden terör eylemlerine, her türlü kötülüğe savrulmasına uygun bir zemin hazırlamaktadır.

Akrabalık ilişkilerinin kopması sayılamayacak kadar çok problemin fitilini ateşlemektedir. Mesela akrabalar arası yardımlaşma bağlarının kopması yüzünden maddi durumu bozulan bir aile çöküşe sürüklenmekte, pekâlâ biraz destekle hayatlarını tekrar rayına oturtabilecek kişilerin yuvası yıkılabilmektedir. Yine yakınlarından borç veya yardım alamadığı için bankaların kredi tuzaklarına yakalanan insanlar, hayatları boyunca kurtulamayacakları faiz girdabına sürüklenebilmektedir.

Akrabalarla ilgilenmenin tek boyutu maddi yardım değildir; manevi yardım ve rehberlik ondan çok daha önemlidir. Her insan hayatta kendisini bir gruba ait hissetmek ister. İnsanoğlu bilhassa yakın akrabasının durumundan ister istemez etkilenir.

Her şeyden önce yakınlar birbirlerine örnektir. Çünkü insan en yakınını kendine misal alır, onunla kendini kıyaslar. Mesela bir erkek çocuk, ağabeyini veya amcasının oğlunu örnek alır, onun gibi olmak ister veya hayatta karşılaştığı sorunlarla baş etmeyi ondan öğrenir.

Dikkat ederseniz, bir köyden İstanbul’a gelip bir iş koluna giren kişiler, eğer az çok başarılı olduysa, onların akrabaları da aynı iş koluna girer. Mesela bir şehirden gelenler kebapçı dükkânı açmış, iyi iş yapmışsa akrabaları da ondan işin inceliklerini öğrenir, aynısını yapmaya çalışır. Çünkü insanoğlunda, yakınlarını taklit ederek öğrenme, onlarda gördüğü güzel şeylere özenip, örnek alma temayülü vardır.

Bunun benzeri bir durum manevi yollarda da geçerlidir. Bir köyden birkaç kişi manevi bir yola intisab edince akrabaları da sorup öğrenir, ilgi duyar. Bilhassa güzel bir örnek sergileyerek herkesin saygısını kazanırsa, güzel ahlakıyla kendini sevdirirse gitgide bütün akrabaları aynı yola girer.

Akrabalık ilişkileri insanlar arası bir kontrol mekanizması da sağlar. Mesela bazı kişiler, gençliğin veya zenginliğin sağladığı imkânlarla gaflete dalıp günaha meyledecek olsa, en azından akrabasından utanarak kendini biraz olsun tutar. Kısacası, akrabalık bağları, davet, irşad, emr-i maruf ve nehyi münker hususunda öncelik vesilesi olur.

Bu bir bakıma çok tabi bir durumdur. İnsan bir şeyin iyi, güzel, doğru olduğuna inanıyorsa, hayırlı ve fayda getireceğine kanaati tam ise bunu evvela en yakınları için ister. Madem Allah-u Zülcelal onları kendisine kan bağıyla yakın akraba kılmış, kendisini öncelikle onlardan sorumlu hisseder. Onlar yanlış yoldaysa, felakete gidiyorlarsa, kat kat daha fazla üzülür, onların kurtuluşu için çırpınır.

Akrabalık bağının sürdürülmesi emredilmiştir

Allah-u Zülcelâl de bizlere, fıtratımıza zaten çok uygun olan bu değerleri emretmektedir. Dinimizde yakın akrabayla ilişkileri muhafaza etmek, onların halleriyle alakadar olmak, lüzumlu yardımlarda bulunmak, sadece tavsiye edilmemiş, açıkça emredilmiş ve akraba bağlarını kesmek yasaklanmıştır.  Bunlardan birine kızıp küserek veya arayıp sormayarak ilgiyi kesmek günahtır. Hatta Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki; “Hısım ve akraba ile ilgiyi kesenler Cennete giremez” (Buhari, Edeb, 11)

Bu ilk bakışta çok ağır bir tehdittir. Elbette burada kast edilen, “ilgiyi kesmek” akrabalık bağlarını korumak için hiç çaba göstermemek, onların başına gelen felaketlere hiç aldırış etmemek böylece onları sıkıntılarıyla baş başa bırakmak manasındadır. Bir kişi akrabasıyla ilişkiyi kestiği için o kişi kötü bir duruma düştüğünde haberi olmuyorsa bundan mesuldür. Mesela yaşlı babaannesi, amcası, halası, bakacak kimsesi olmadığından kötü bir duruma düşmüşse bunu vebali en yakınından başlayarak bütün akrabasının üzerinedir. Bunun gibi, tebliğ ve davet eden, doğru yolu öğreten, kötülüklerden koruyan hiç kimse olmadığı için manevi felakete sürüklenen bir kişinin de ahiret gününde yakınlarının yakasına yapışıp, “Mademki sen biliyordun, beni neden ikaz etmedin?” demesi söz konusudur.

Allah-u Zülcelâl bu fani dünyada, ebedi hayatımızı kazanmamız için akrabalık bağlarında büyük fırsatlar gizlemiştir. Mesela akraba olmayan kişiye yapılan yardımlar sevap kazandırır ama yakınlarla ilgilenerek onların ihtiyaçlarını giderenin sevabı iki kattır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor: ”Fakirlere yapılan tasadduk bir sadakadır. Ama akrabaya yapılan ikidir: Biri sıla- i rahim, diğeri sadaka sevabı getirir.” (Nesai, Zekât, 82)

Akrabaya iyilik yapmak her zaman maddi imkân gerektirmez. Yaşlı bir akrabanın bozulan eşyasını tamir etmek, hastanede kalırken refakat etmek, taşınma, düğün dernek gibi işlerinde yardım etmek, hatta canı sıkıldığında konuşacak birine ihtiyacı olduğunda, onun anlattıklarını dinlemek bile iyiliktir. Peygamberimiz buyuruyor ki, “Kovandaki suyu, isteyenin kabına boşaltmak ve mü’min kardeşine güler yüzle konuşmak gibi de olsa, iyi, güzel ve doğru olan hiç bir sözü, işi ve davranışı küçümseme (yapabilirsen hiç durma, yap).” (Ebû Dâvud, Libas)

Elinizdeki cep telefonunun ekranına bakıp saçma sapan videoları izleyerek vakit kaybetmekte hiçbir sevap yoktur ama yaşlı büyük annenizin anlattıklarını dinlerken yüzüne sevecenlikle bakıp, hep aynı şeyleri anlatıp dursa bile tahammülle dinlemekte sevap vardır. Bilhassa sıkıntılı dönemdeki kişilerin derdini dinleyip teselli vermek, ümit aşılamak, hakkı ve sabrı tavsiye etmek onun gönlündeki ağırlığı biraz olsun hafifletecektir. Bu sebeptendir ki akrabayı sadece ziyaret edip halini hatırını sormak bile sevaptır.

Sıla-ı rahmin böylesine bereketlere vesile olmasından dolayıdır ki Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, akrabalarının kimler olduğunu bilmeyenlere de sorup öğrenmeyi tavsiye etmektedir:  “Sıla-i rahm yapabilecek kadar soyunuzu öğrenin. Zira sıla- i rahim akrabalarda sevgi, malda bolluk, ömürde uzama demektir.” (Buhari, Edeb 12)

Allah-u Zülcelâl bu kısa dünya hayatımızı, insana manevi ve duygusal yönü çok zengin tecrübeler yaşatarak bereketlendirmektedir. Dikkat edilirse insan akrabalar arasındaki farklı renklerde ilişki ağları sayesinde, farklı manevi tecrübeler yaşamaktadır. Büyük akrabalarımızla ilişkilerimizde farklı bir saygı ve minnet, akranlarımızla farklı bir sevgi ve ülfet, küçüklerimizle farklı bir merhamet ve meveddet…

Rızık genişliğinin vesilesi

İnsan bu ilişkiler sayesinde nefsinin bencillik ve katı kalplilik hastalıklarından kurtuluyor, ruhani yönünü inkişaf ettiriyor. Özümüze gizlenmiş, rıfk, mülayemet, hilim, af, şefkat ve kerem hasletleri en fazla bu samimi ilişkiler ağı içinde neşv-u nema buluyor.

Elbette bunun için akrabalık ilişkilerinde hesabi değil hasbi olmaya gayret etmek gerekir. Bir menfaat hesabıyla sürdürülen münasebetler ve mutlaka karşılığı beklenen iyilikler manevi olarak fazla bir kazanç sağlamıyor. Peygamberimiz buyuruyor ki, “Akrabalarının iyiliğine karşılık onlara iyilik yapan sıla yapmış değildir; fakat asıl sıla-i rahim, akrabaları ve yakınları ile araları açıldığı zaman onlara Allah için ulaşan, onlarla akrabalık bağlarını koparmayan, devam ettiren ve onlara iyilik edendir.” (Tirmizî, Sıla, 10)

Ne yazık ki bu hususa dikkat edilmediği için akrabalar arasında kırgınlıklar, küslükler ve dedikodular yaygınlaşıyor; bağlar muhafaza edilemiyor. Halbuki hayal kırıklığına uğramış olsak bile affedip geçsek, iyiliği sırf Allah için yapıp, denize atsak elbette onun mükafatını Allah-u Zülcelal verecektir.

Akrabalık ilişkilerini sırf Allah için ifa edilen bir ibadet gibi düşünürsek hangi şartta olursa olsun sürdürmeyi başarabiliriz. Nasıl ki sadaka verirken fakirden bir karşılık veya teşekkür beklemiyorsak akrabamızdan da mukabele ve takdir beklememeliyiz. “Nasıl olsa bir Gören, Bilen var, karşılığını da ebedi âlemde mutlaka kat kat verecek,” diye inanırsak zor gelmeyecektir, inşaallah.

Üstelik akrabaya yapılan iyiliğin faydası, bu dünyada da görülmektedir. Allah Resulü aleyhisselatu vesselam Efendimiz, “Kim, rızkının Allah tarafından genişletilmesini, ecelinin geciktirilmesini isterse akrabasını gözetsin.” (Buharî, Edeb, 12) buyuruyor.

Öyleyse Ramazan iftarlarını akrabalarımıza ikramda bulunmak için, yaz tatilini akrabaları ziyaret etmek için fırsata dönüştürebiliriz. Böylece dinlenirken sevap kazanmış olur, ömrümüzü bereketlendirecek bir harekette bulunmuş oluruz.

 


* BENZER KONULAR

Rahîm Ve Rahmân Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:28:55 ÖÖ]


Davranışlarımız Kaydediliyor Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:22:46 ÖÖ]


Biliniz Cesedin Öyle Bir Et Parcası Vardır Ki Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:18:08 ÖÖ]


Melek Girmeyen Evler Gönderen: türkiyem
[Bugün, 11:04:30 ÖÖ]


Doğru Çalışma Methodu Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:59:59 ÖÖ]


Başınızı Çevirip Gitmeyin Gönderen: türkiyem
[Bugün, 10:39:23 ÖÖ]


Ozan Birgül 320 kbps - 2 kısım Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:15:33 ÖÖ]


Ozan Birgül - İlahiler 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 09:04:09 ÖÖ]


Dualarımız Neden Kabul Olmuyor Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:10:43 ÖÖ]


Birlikte Hizmet Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:59:59 ÖÖ]


Gizli Halleri Açık Hallerinden Daha Hayırlı Adamlara İhtiyacımız Var Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:40:31 ÖÖ]


Mücahitler Kazandığınızı Kaybetmeyiniz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:32 ÖÖ]


İnsanlardan Övgü Beklemek Ateşle Oynamak Gibidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:24:29 ÖÖ]


Zamanın Kıymetini Bilmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:13 ÖÖ]


Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]