Balkanlar Ah Balkanlar 1
Günümüzde ülkemize yapılan baskılara karşı siyasilerin cevap vermesi kadar ilim adamlarımızın akademisyenlerimizin yazarlarımızın da konuyla ilgili kamuoyunu bilgilendirici yazılar yazması ve eserler vermesi beklenmez miydi? Ne acıdır ki bu konuda tarihimizi gerektiği kadar bilemedik bilemiyoruz…
Oysa bu kahreden sıkıntıların ve can sıkan olayların temelinde Balkan Savaşları sonrası yaşanan mağlubiyetler ve getirdiği acılar vardır…
Osmanlı Devleti Balkanlarda dört devlete karşı savaş vermiştir… 1789 Fransız İhtilalinin dünyaya yaydığı milliyetçilik akımı neticesinde, imparatorluklar dâhilinde bulunan milletlerin bağımsızlık için harekete geçmeleriyle yaşanan gelişmelerdir… İşte bu akıma Osmanlı’nın muarızı bazı devletlerin destek ve yardımları olmuş ve ayaklanmalar böyle başlamıştı…
Bugün gençlerimiz bilmeli ki Osmanlı tarihinde 19. yüzyıl, esasında bu tür ayaklanmalar dönemidir. Balkan Yarımadasında çok çeşitli millet yaşadığı için, milliyetçi ayaklanmalar en fazla burada görülmüştür…
Beri taraftan Balkanlarda çıkan ayaklanmaları daha çok 17. yüzyılda gelişmeye başlayan ve en büyük gayesi, Baltık Denizi'ne ve özellikle Akdeniz’e çıkmak olan Rusya kışkırtıyordu.
Akdeniz’e inmek için önce Karadeniz’i sonra İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını ele geçirmesi gerekiyordu. İşte Rusya bu gayeye ulaşmak için her yola başvurmaktan geri kalmamıştı.
Bu yollardan biri de ırk ve din bakımından akraba olduğu Balkan prensliklerini amacına hizmet edecek şekilde motive edip bu genç devletleri Osmanlı Devletinin varlığını sona erdirmeleri için kışkırtmak olmuştu.
Osmanlılar Trablusgarp’ta savaşırken, Sırbistan’ın başkenti Belgrat’taki Rus elçisi harekete geçerek, Balkanlarda Osmanlı Devletinin elinde kalan son toprak parçalarının Sırbistan ile Bulgaristan arasında paylaşılması için girişimde bulunmuştu. Buna karşılık Sırbistan, Bulgaristan’ı bir tarafa iterek kendi menfaatlerini temin için Babıali ile anlaşmaya uğraşıyordu. Balkan devletleri arasındaki menfaat çatışmalarından gafil olan İttihat ve Terakki hükûmeti, Sırbistan’ın önerilerine aldırış bile etmedi...
Balkanlar ah balkanlar 2
Oysa II. Abdülhamid Han'ın Balkan ülkelerinin birleşmesini önlemek için stratejik kilise ihtilafı çabası vardı ve bu çaba, çıkarılan “İttihat-ı anasır” kanunuyla halledildi. Bu durum Bulgaristan ve Yunanistan’ın arasındaki anlaşmazlığı da çözdüğü için şimdi her ikisi için de ortak düşman Osmanlı Devleti olmuştu. Sonuçta kısa bir süre önce Sırbistan ve Bulgaristan arasında kurulan ittifaka Karadağ ve Yunanistan da katıldı. Böylece Balkanlarda Osmanlı Devletine karşı harekete geçme hazırlıkları tamamlanmış oldu.
Hükûmet Rusların Balkanlarda savaşa müsaade etmeyeceği hususundaki yalan teminata inanmıştı. Nitekim Sofya elçiliğinden Hariciye Nazırı olan Asım Bey 15 Temmuz’da, Meclis-i Mebusan’da “Balkanlardan imanım kadar eminim!” tarihî cümlesiyle savaş ihtimalinin bulunmadığını iddia etmişti. Yine Asım Bey'in yerine gelen yeni Hariciye Nazırı Ermeni Gabriel Noradingiyan da Rusya’nın teminatının kesin olduğunu hükûmete bildirmişti.
Bu inandırıcı teminatlar sonucu Rumeli’deki en iyi 120 tabur asker terhis edilmişti.
Balkan devletleri ittifak ettikten sonra Osmanlı Devleti'ne isteklerini bildirdiler. Bu ittifaktan haberi olmayan İttihatçılar, savaş için yükseköğrenim talebesini kışkırtarak, Babıali önünde “Harp” diye bağırtmış ve hükûmet aleyhinde nümayiş (gösteri) yaptırmışlardı. Harbin kolay geçeceğini zannediyorlardı. Hâlbuki müttefikler, Türkiye’ye karşı uygulayacakları savaşı ve taksim projelerini en ince teferruatına (ayrıntısına) kadar tespit etmişlerdi.
8 Ekim 1912’de Karadağ Prensliği Osmanlı Devletine savaş açtı. Onu 18 Ekim’de Bulgaristan ve Sırbistan, birkaç gün sonra da Yunanistan takip etti.
İkmal ve Levazım Teşkilatının bozulduğu Osmanlı ordusu, seferberliğini çok geç yapabildi.
Savaşı idare yeteneğinden uzak Nazım Paşa'nın hiçbir hazırlığı olmayan orduyu hemen Bulgarlara karşı taarruza geçirmesiyle hezimet başladı ve artık arkası alınamadı. Osmanlı orduları Bulgarlara karşı bütün Trakya’yı bırakarak, Çatalca’ya kadar çekilmek zorunda kaldığı gibi Sırbistan’a karşı Kumova'da yenilmişti.
Balkanlar Ah Balkanlar 3
6 Kasım’da Preveze’yi alan Yunanlılar, Veliaht Konstantin idaresindeki büyük kuvvetlerini Selanik üzerine gönderdiler. Selanik’i savunmakla görevli jandarma paşası Tahsin Paşa, tek silah atmadan, muazzam kolordusunu bütün silahları ile beraber Yunanlılara teslim etti. Sultan İkinci Abdülhamid Han devrinde ihtilas (devlet malını zimmetine geçirmesi) suçu tespit edilmiş olan Tahsin Paşa, o devirde menkub (rütbe ve haysiyetten düşmüş) olduğu gerekçesiyle, Selanik kolordusunun başına getirilmişti. Bütün Kuzey Arnavutluk da Sırp-Karadağlılar tarafından işgal edildi.
Selanik’in düşmesinden 8 gün önce, artık “Hakan-ı sabık” diye anılan Sultan İkinci Abdülhamid Han, İstanbul’a getirilmişti. Gazete okuması yasak olduğu için, kulaktan aldığı bilgi dışında siyasi durumu etraflı bir şekilde bilmeyen “Sabık Hakan” dört Balkan devletinin ittifakına ve bu ittifakın haber alınmamasına hayret etmiştir.
22 Ekim 1912 tarihinden beri Şükrü Paşa kumandasında Edirne’yi müdafaa eden Osmanlı birlikleri, İstanbul ile bağlantı kesik olduğu için silah, mühimmat noksanlığı ve açlık gibi sebeplerle teslim olmak zorunda kalmışlardır.
Üst üste gelen mağlubiyetler üzerine Osmanlı Devleti Bulgaristan’a müracaat ederek ateşkes istedi. Böylece 3 Aralık 1912’de imza edilen ateşkes antlaşması (mütareke) ile silahlı çatışma durmuş oldu. Balkan devletleri ile Osmanlı Devleti arasında antlaşma 30 Mayıs 1913’te Londra’da imzalandı.
2500 yıllık Türk tarihinin büyük felaketlerinden biri olan Balkan Savaşında Türkler, Anadolu’dan sonra ikinci anayurt hâline gelmiş olan Rumeli’yi de bıraktılar. Rumeli, 550 yıldır Türk yurduydu.
93 Harbi'nde görülen göç ve göçmen felaketinin daha şiddetlisi Balkan Harbinde cereyan etti. Yüz binlerce Türk, bütün varlıklarını bırakarak eriye eriye İstanbul’a eriştiler ve Anadolu’ya dağıldılar. Balkanların, bilhassa Bulgarların yaptıkları zulüm tüyler ürpertici idi. On binlerce sivil Türk, kadın, ihtiyar çocuk ve bebekler dâhil olmak üzere her türlü işkencelerle doğranmıştı.
Gazanfer Gümüş.