Başkalarına Benzememek
عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ
Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Herhangi bir millete benzeyen, onlardandır." [1]
Sevgili Peygamberimiz ise bir hadîs-i şerîflerinde "Bizden başkasına benzeyen bizden değildir" buyurmaktadır.
Hem şer'î, hem aklî
Her toplumun, kendine has günlük hayatı yaşama biçimi, âdet ve gelenekleri, millî özellikleri vardır. Aynı Peygambere inanan ve ümmet adını alan geniş insan topluluklarının da aynı imanı paylaşmaktan doğan kendilerine özgü bir takım anlayış ve uygulama şekilleri elbette olacaktır. Hatta aynı cinsten ibadetlerle mükellefiyet gibi ümmetler arasında ortak bazı noktalar bile bulunacaktır, bulunmaktadır.
Yükümlülüklerin cinsi aynı da olsa ayrı da olsa, her ümmetin uygulama biçimi, yaşama tarzı, değer ölçüleri, ahlak kriterleri mutlaka değişiklik arz edecektir. En son ümmetin, kendinden öncekilerden üstün ve örnek nitelikte olması, hem şer'î hem de aklî bir gerektir. Muhammed ümmeti işte bu konumdadır.
Müslümanca yaşama sorumluluğu
İslâm ümmeti, bu imtiyaz ve toplumlararası tesir-teessür (etki/tepki) olgusu karşısında kendine ait yeri korumak görevindedir. Müslümanlar başlangıçta, önce müşrik hayat düzenine ve geleneklerine karşı, daha sonra da Medine'de ehl-i kitab'ın etkilerine karşı büyük bir gayret ve uyanıklıkla, Allah ve Rasûlü tarafından öğretilen uygulama biçimlerini yaşama savaşı vermişler ve bunda başarılı olmuşlardır. Artık bundan böyle her şeyin en güzeli, insan fıtratına en uygun şekli, Allah katında en makbul biçimi yaşanacak, uydurmalar ve şirk kültürünün kalıntıları, Müslümanların bilinçli yaşayışlarıyla ortadan teker teker kalkacaktı. İşte o günlerden bu yana, başka ümmetlere benzememek bütün Müslümanların dikkatle izledikleri bir genel yaşama prensibi olmuştur.
İslâm ümmeti kendine benzer
Hadisimizin çizdiği genel çerçeve ve belirlediği umumi prensip, kâfir ve müşriklere benzememenin ötesinde ehl-i kitaba da benzememeyi, İslâm ümmetinin apayrı bir hüviyetinin olduğunu açıkça ilan etmektedir. Günümüz gerçekleri karşısında böyle bir prensibin, milletlerin milli kimlikleri ve ümmetlerin dini kişilikleri açısından ne kadar önemli olduğu pek açık bir şekilde ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Yüce kitabımız daha ilk surede Yahudileri, "gazaba uğramışlar"; Hristiyanları da "sapıklar"[2] diye tanıtmaktadır. Bu sebeple onlara benzemeye kalkmak, bu hükümlerde de onlara ortak olmaya rıza göstermek anlamını taşır. Hâlbuki İslam, Yahudi ve Hristiyanların bile bile değiştirdikleri, bazı ilâve ve çıkarmalarla aslî hüviyetinden uzaklaştırdıkları ilâhî çağrının en mükemmel şekilde yeniden sistemleştirilmesidir. Müslümanlar da bu yeni ve mükemmel şekli yaşamak ve bütün insanlığa örnek olmak durumundadırlar.
Benzeme yönüne göre
Hadisimiz, Müslümanların bu nazik ve çok ciddi durumlarını belirlemekte ve diğer ümmetlere benzememe konusunda genel bir kaide olarak, başkalarına benzeyenlerin, benzeme yönlerine göre, benzedikleri millet hükmünü alacaklarını bildirmektedir.
Kabul etmek gerekir ki, en büyük tehlike inançta başkalarına benzemektir. Ancak şeklî benzeme de tehlikelidir. Çünkü benzeme, taklit edilenlerin bütün değerleriyle benimsenmesine ve onlara tam bir uydu olmaya kadar uzanır. Nitekim bu husus bir başka hadîs-i şerîfte, "Siz, sizden öncekilere karış karış, adım adım uyacaksınız. O kadar ki, şayet onlar bir keler deliğine girecek olsalar, siz de onların peşinden oraya gireceksiniz..." [3] diye tespit edilmiş bulunmaktadır. Tabiidir ki böylesi bir durum, benzeyenlerin sonu demektir.
“Ey inananlar, eğer kâfirlere itaat ederseniz, sizi ökçeleriniz üzerinde gerisin geri küfre çevirirler.”[4]
“Ey inananlar, eğer kendilerine kitap verilenlerden (herhangi) bir gruba uyacak olursanız, sizi imandan sonra küfre döndürürler." [5]
Açıkça görüldüğü gibi bu ayetler, başkalarını taklidin sonunda köklü ve itikadi değişim yani bozulma ve sapıklığın bulunduğunu haber vermektedir. O halde en mükemmel dine sahip olan Müslümanların, kendi özellikleri içinde kalmaları, hem en ciddi kimlik görevleri ve hem de en vazgeçilmez haklarıdır.
Kabul etmek gerekir ki, en büyük tehlike inançta başkalarına benzemektir. Ancak şeklî benzeme de tehlikelidir. Çünkü benzeme, taklit edilenlerin bütün değerleriyle benimsenmesine ve onlara tam bir uydu olmaya kadar uzanır.
Başkalarına benzememek İslâm'da pek büyük önem arz etmekte ve çok geniş bir yer tutmaktadır. Hz. Peygamber, çoğu kere ehl-i kitaba, mecûsîlere veya kâfirlere benzememeyi, nehiy gerekçesi olarak göstermiştir. Bu arada bazı hadislerde de Şeytan'ın aynı şekilde nehy (yasak) gerekçesi yapıldığını hatırlarsak, başkalarına benzemeye kalkışmanın ne ölçüde sakıncalı bir davranış olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Bu konuda yüce kitabımızın şu ikazı ne kadar anlamlıdır:
"Mü'minler, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar; onlar üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı. Çoğu yoldan çıkmış kimselerdi..." [6]
Bir başka ayette de açıkça "Sizden kim onlara yönelir, onları dost edinirse, onlardandır"[7] hükmü yer almış bulunmaktadır. Sevgili Peygamberimiz ise bir hadîs-i şerîflerinde "Bizden başkasına benzeyen bizden değildir" buyurmaktadır.[8]
Buraya kadar zikrettiğimiz ayet ve hadisler, İslâm ümmetinin günlük yaşayışında başkalarına benzemekten azamî ölçüde sakınmasını, kaçınmasını gerekli kılmaktadır. Burada hemen işaret edelim ki, belli bir milletin ya da ümmetin alâmet-i fârıkası (şiârı) olmayan ya da bu özelliğini kaybetmiş olan şekil ve konularda başkalarına benzemek hüküm ve sonuç açısından daha hafif ve daha az tehlikelidir. Ancak bu noktada da asıl hedef, bize ait özelliklerin ve güzelliklerin yaygınlaştırılması olmalıdır.
Öte yandan başkalarına benzeme konusundaki yasak, bilim ve teknikle ilgili konuları kapsamamaktadır. Bu konularda en ileri ve güncel gelişmeleri takip etmek, daha ileri atılımlar gerçekleştirmek ümmetin bir başka ve önemli görevidir.
Unutulmamalıdır ki, ümmet-i Muhammed'in kendi özellikleri içinde varlığının, gücünün ve üstünlüklerinin hâkimiyeti, günlük hayatın, İslâm'a yabancı unsur ve propagandaların olumsuz etkisinden uzak tutulmasıyla sağlanabilecektir.
En mükemmel dine ve en doğru yola sahip olmanın haklı güveni ve derin sorumluluğu içinde inançlarımızın hayata yansıması demek olan İslâmî âdet ve geleneklerin ümmet-i Muhammed tarafından korunması, "tutuculuk veya çağdışılık" suçlamalarına rağmen, bu ümmetin mutlu geleceğinin başlıca teminatıdır. Çağdaşlığı, her konuda ilkesizlik olarak anlayan ve uygulayanlar, bu soylu düşünce ve tavrı anlamakta elbette güçlük çekeceklerdir.
Yarınlara kendisi olarak ulaşmak ümmet-i Muhammed için büyük görev ve bahtiyarlıktır.
-------------------------------------------------------------------
Dipnotlar:
1. Ebû Davud, Libas 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 50
2. Bk. el-Fatiha (1), 7
3. Buhârî, İ’tisâm 9
4. Al–i İmrân (3), 149
5. Al-i İmrân (3), 100
6. el-Hadid (57 ), 16
7. el-Maide (5), 51
8. Tirmizi, İsti'zan 7
Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan.