DİNİ HAYAT
İslâm’ı aşkla yaşamak ya da bir başka deyişle derinlikli dinî hayat, İslâm’ı istekle, sevgiyle ve itidal içinde, Sünnet-i seniyye bilinci ve örneğine uygun olarak yaşamaya çalışmaktır. Bir başka ifade ile otomatik hale gelmemiş veya getirilmemiş bir dinî yaşayışı benimsemektir. Zira otomatikleşmiş hayatta aşk/istek ve bilinç söz konusu olamaz. Her an yeni, ne yaptığının farkında olarak gönülden, uyanık bir şekilde İslâm’ı yaşamak, onu aşkla yaşamak demektir.
Bu tespit doğru ise İslâm’ı aşkla yaşamanın tarihsel anlamı, onu “sahâbe kıvâmı”nda yaşamaktır.[1] Sahâbîlerin dindarlık kıvamının –yaklaşık on dört asırlık zaman farkına rağmen- İslâm’ı aşkla yaşamanın en güzel örneği olduğu ve bu kıvamın bugün için kısmen de olsa, ulaşılabilir bir hedef konumunda bulunduğu açıktır.
Hz. Peygamber’in Hedefi
Genelde peygamberlerin, özelde sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in amacı ve hedefi, Allah’ın dinini hayatlarında canlandıracak müminler yetiştirmektir. Sahâbe kıvâmı ya da İslâm’ı aşkla yaşamak, işte bu seviyenin ifadesidir. Peygamber Efendimiz bu seviyenin doruk noktasını, “hıyarukümüllezine izâ ruû zükirellahu azze ve celle: Sizin en değerlileriniz, görüldüklerinde Allah Teâlâ’nın hatırlandığı kimselerdir.”[2] diye tanımlamıştır.[3]
Demek ki sahâbe kıvâmının ya da İslâm’ı aşkla yaşamanın güne/gündemimize bakan bir yönü, dinî yaşantımıza seviye kazandıracak bir mesajı bulunmaktadır. Bu konuda bizi bilgilendirici ve gayretlerimizi teşvik edici olacağını düşündüğüm, hadîs-i şerîflerdeki bazı kayıtları birlikte hatırlayabiliriz.
1.Enes b. Mâlik radıyallahu anh’ten nakledilen bir hadîs-i şerîf’te Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Üç haslet vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar:
Allah ve Rasûlü’nü, bu ikisinden başka herkesten ve her şeyden fazla sevmek.
Sevdiğini Allah için sevmek.
Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”[4]
Öldürülmek üzere olan sahâbinin, “Değil onun benim yerimde olmasını, onun ayağına bir dikenin batıp onu rahatsız etmesini bile istemem.” cevabı, Hz. Peygamber’i herkesten çok sevmenin benzersiz ifadesi değil midir?
2. Muaz b. Cebel radıyallahu anh’in rivayet ettiği bir hadis-i şerif’te Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğu bildirilmektedir:
[Men şehide en lâ ilâhe illallah muhlisan min kalbihî ve sebten min kalbihî (ev yakînen min kalbihî) dahale’l-cenne]:
“Kim, içinden gelerek, samimiyetle, tam bir inanç ve güvenle ‘Lâ ilâhe illallah/Allah’tan başka ilah yoktur.’ diye şehâdet/tanıklık ederse cennete girer.”[5]
“Allah” demenin, “Lâ ilâhe illallah” demenin de bir iç derinliği, bir alt yapısı olması gerekir.
Enes b. Mâlik radıyallahu anh karşılaştığı bir grup Müslüman’ı şu sözlerle uyarmıştır:
“Lâ ilâhe illallah” sözünüz dışında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selem zamanında görmeye alıştığım hiçbir özelliği sizde göremiyorum.”[6]
Filozof ve şâir Muhammed İkbal de (1876- 1938) şöyle der:
“Gerçi ‘lâ ilâhe’ sesi gelirse de, kalpten gitmiş, yalnız dudakta kalmıştır.”[7]
3. İslâm’ı aşkla yaşamak, kulluğu ihsan kalitesinde yerine getirmektir:
“İhsan; Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor.”[8]
4. İslâm’ı aşkla yaşamak, namazı son namazını kılar gibi kılmaktır. (iza kumte fi salâtike fe salli salâte müveddi’in.)[9]
5. İslâm’ı aşkla yaşamak; iki kişinin koltuğunda, ayakları yerde sürünerek camiye cemaate gitmektir.[10]
Cemaate devam konusunda Veki’ b. el-Cerrah’ın şu tanıklığı da oldukça anlamlıdır:
(Kâne’l-A’meş kariben min seb’îne seneten lem tefüthu’t-tekbîretü’l-ûlâ: Yetmiş seneye yakın bir süredir A’meş, ilk tekbiri kaçırmış değildir.”[11]
6.İslâm’ı aşkla yaşamak;
Yöneticiliği adâletle yerine getirmektir.
Gençliğini Rabbine kulluk ile ve temiz bir hayat içinde geçirmektir.
Kalbi mescitlere sevgi ile bağlı olmaktır.
Allah için birbirini sevmek, birliktelikleri ve ayrılıkları Allah için olmaktır.
Güzel ve mevki sahibi bir kadının gayr-i meşru dâvetine ‘Allah’tan korkarım.’ diye yaklaşmamaktır.
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli hayır hasenât yapmaktır.
Tenhâda Allah’ı anıp gözyaşı dökmektir.[12]
7. İslâm’ı aşkla yaşamak; Hz. Ömer gibi, şan ve şerefi İslâm’dan başka bir yerde aramamaktır.[13]
8. İslâm’ı aşkla yaşamak, İbn Abbas radıyallahu anhümâ gibi onu aşkla öğrenmek[14] ve “Kılıcı enseme dayasanız, ben de Rasûlullah’tan duyduğum bir hadisi, boynum kesilinceye kadar size duyuracağımı bilsem, onu elbette size aktarırdım.” diyen Ebû Zerr radıyallahu anh gibi İslâm’ı aşkla öğretmektir.[15]
9. İslâm’ı aşkla yaşamak, Hubeyb b. Adî radıyallahu anh gibi, Müslüman olarak öldükten sonra nasıl ve nerede öldüğünü dert etmemektir.[16]
İtidal Çizgisi
Elbette şartlara göre, kimi amel ve eylemlerin değeri değişebilir. Ama Müslüman’ın derinlikli dinî yaşayışı ve iyi Müslüman olma arzusu, niyeti ve gayreti asla eksik olmamalıdır. Tümü elde edilemeyenin tümünü birden terk etmek gerekmez. Olabildiğince, gücü yettiğince ifrat ve tefrite düşmeden mutedil bir çizgide Müslümanlığımızın kalitesini arttırmaya çalışmak, İslâm’a olan temeldeki bağlılığımızın ve aşkımızın delili olmalıdır.
İslâm’ı aşkla yaşamak demek asla gözü kapalı, bilinçsiz ve abartılı olmak demek değildir. Çünkü hiç kimse ameliyle kurtuluşa eremez. Kurtuluş, rahmet-i ilâhiye iledir. O halde mutedil, müstekâr, müstakim olmaya bakmak gerekir. Yani Müslüman için İslâm’ı aşkla yaşamak, her hâl ve şartta Müslümanlığının bilincinde olmaktır.
Nitekim burada tüm olumsuzluklara, can sıkıcı propaganda ve olaylara karşı, Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’e karşı tavır ve söyledikleri karşısında O’nun nasıl davranması gerektiğini bildiren şu ayetleri hatırlamak, İslâm’ın aşkla yaşanmasındaki süreklilik öğesini dikkatten kaçırmamak gerekmektedir:
“Onların söyledikleri sözler yüzünden göğsünün daraldığını elbette biliyoruz. Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol! Ve Sana ölüm gelinceye dek Rabbine kulluğa devam et!”[17]
“Din Aşktır”
Öte yandan Hz. Peygamber’in risâlet hayatı, önce din aşkının, sevgisinin ve bilincinin öğretilmesi sonra kurallarının belletilmesi gerektiğini göstermektedir. Nitekim o sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke döneminde on bir buçuk yıl süre ile sadece tevhid ilke ve inancını benimsetmeye gayret etmiş, İslâm’ın güzellik, derinlik ve gerekliliğini öğretmiştir. Mi’raç olayıyla başlayan son on bir buçuk yılda da o derinlikli dini hayatın sürdürülebilmesi için gerekli olan İslâm’ın kural ve kurumları oluşturulmuştur. Bu durum, din eğitim ve öğretiminde dinin önce aşk ve heyecanının verilmesi sonra kurallarının öğretilmesi gerektiğini “sünnet” olarak ortaya koymaktadır. Kurallardan başlandığı takdirde, kuru bir şekilcilikte kalıp öze, aşk seviyesine ulaşamamak ihtimali büyüktür.
O halde artık her şey ortadadır. Muhammed İkbal’in “Din aşktır” ifadesiyle ortaya koyduğu gerçeğin farkında olmak; daha iyi, daha dayanıklı, daha olgun Müslüman olmaya çalışmak gerekmektedir. İkbal, dini aşk diye tanımladıktan sonra şunları ilave eder:
“Onun zâhiri yanar ve ateşlidir, onun bâtını Rabbül’âlemin’in nûrudur… Din, aşkın adabı olmadan olgunlaşamaz; dini, aşk sahiplerinin sohbetinden al.”[18]
Büyük oluşlar ve eserler, bu aşk ve dinin ateşinden ileri gelir. Yine İkbal’e göre “Aşk, yulaf ekmeğiyle Hayber’i fethetmiştir.”[19] Dinin hakikatini öğrenebilmek için âşıklarla beraber olmak gerekir. Dinin ne olduğu, ilâhi aşkı yaşayışlarında canlandırabilen insanlardan öğrenilebilir. Eğitim; dinin aslı olan dinamik kuvvetleri, yeni bir hamle veren aşk ve iştiyakı öğretirse her noktada aşk sistemleşmiş, İslâm’ın derinlikli ve aşkla yaşanması gerçekleşme yoluna girmiş ve görüntüyü gerçek sanan, sahtelere kanıp aldanan fert ve toplumlara kurtuluş yolu açılmış olur.
Bütün mesele İslâm’ı derinlikli bir dinî hayat haline getirebilmekte düğümlenmektedir. Mevlâ yardımcımız olsun.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Konunun detayları, Sahâbe Kıvâmı, Müslümanlığımızın Aynası adlı kitabımızda incelenmiştir.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 409; İbn Mâce, Zühd 4.
[3] Sahâbiler dışında böyle birinin tespiti, büyük âlim Zehebî’nin (748/1374) Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ adlı eserinde yer almaktadır. Ebû Avâne diyor ki; Muhammed b. Sîrîn’i çarşıda gördüm. (Hiç abartısız ifade ediyorum,) onu her gören kişi, Allah’ı hatırlar.”( III, 610).
[4] Buhârî, İman 9, 14, İkrah 1, Edep 42.
[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V,226.
[6] el-Beğavî, Şerhü’s-Sünne, XIV, 394.
[7] Câvidnâme, s 168 ( trc. Ve şerh. A.M. Schımmel, Ankara, 1958. İş Bankası yayını).
[8] Cibril Hadisi bk. Buhârî, İman 37; Müslim, İman 1, 5; Ebû Davud, Sünnet 16; Nesâî, Mevâkît 6; İbn Mâce, Mukaddime 9.
[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 412; İbn Mâce, Zühd 15.
[10] Bk. Müslim, Mesâcid 257; Ebû Davud, Salât 46; Nesâî, İmâmet 50; İbn Mâce, Mesâcid 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 382, 414-415, 455.
[11] Zehebî, Siyer, VI, 228.
[12] Buhârî, Ezan 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudud 19; Müslim, Zekat 91; Tîrmizi, Zühd 53; Nesâî, Kudat 2.
[13] Bk. İbnü’l-Mübârek, Kitâbü’z-Zühd, s. 267; Hâkim, Müstedrek, I, 62.
[14] Bk. Dârimî, Mukaddime 47.
[15] Buhârî, İlim 10; Dârimî, Mukaddime 46.
[16] Buhâri, Cihad 170; Meğazî 10, 28; Ahmed b. hanbel, II, 294-295, 310-311;Kandemir, Sahâbeden101 Hatıra, s. 140.
[17] Hicr 15/97-98.
[18] M. İkbal, Câvidnâme, s. 198 (A. M. Schımmel tercüme ve şerhi).
[19] Câvidnâme, s. 36.
Prof. Dr. İsmail Lütfi ÇAKAN