Sözüne Sadıktı
Abdullah b. Ömer radiyallahu anhumâ'nın rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
"Verdiği sözde durmayıp cayan gaddar kişi için Kıyâmet gününde bir bayrak dikilir, "Bu adam, falan oğlu falandır, gadretmiştir (ihanet etmiştir), denilir"[1] buyurdu.
"Ahde vefa" veya sadece "vefa" diye ifade edebileceğimiz "sözünde durmak" ya da "sözüne sâdık olmak" hiç şüphesiz, güzel huyların başı, faziletlerin önde gelenidir. Emniyet ve karşılıklı güven, "sözünde durmak”la sağlanır. "Tasada ve kıvançta ortaklık” da "ahde vefa" gösterilen toplumlarda geçerlidir.
Bireysel sözleşme ve anlaşmalardan milletler arası ilişkilere kadar güvenilirlik ve itibar, sözünün eri olmaya yani ne pahasına olursa olsun verilen söze sadakat göstermeye bağlıdır. "Sözüne güvenilmez", "sözünde durmaz” diye tanınmış olmak, "iman"ın özünde bulunan emniyet/güvenilirliğe tam olarak ters düşmektir, nifak alâmeti, iki yüzlülük belirtisidir.
Verdiği sözde durmakta Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem herkesten öndedir. Hatta o sallallahu aleyhi ev sellem peygamber olmadan önce de bu özelliğe sahipti.
Ona düşmanlarınca layık görülen el-emin" sıfatında, sözüne sadık kalmasının payı oldukça büyüktür.
Abdullah b. Ebilhamsâ anlatıyor:
"Peygamber olarak görevlendirilmeden önce idi, Resûlullah ile bir alışveriş yapmıştım. Bu alımdan kendisine bir miktar borcum kalmıştı. Onu getireceğimi söyledim, ayrıldım.
Üç gün sonra bu sözümü hatırladım. Sabahleyin hemen anlaştığımız yere gittim. Resûlullah oradaydı. Bana:
- Delikanlı, beni sıkıntıda koydun. Üç gündür seni bekliyorum, buyurdu."[2]
Sözüne sadâkatin en dayanılmaz örneğini Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz meşhur Hudeybiye Anlaşması'nın imza töreni esnasında göstermiştir.
Anlaşma maddeleri tek tek görüşülmüş ve yazılmıştı.
Onlardan biri de, "Mekkelilerden, velisinin iznini almadan Müslüman olup Hz. Peygambere gelenlerin iade edilmesi"ni hükme bağlamaktaydı. Anlaşmanın imza edilmesinden hemen sonra, Mekkelilerin temsilcisi Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebû Cendel, ayaklarına köstek vurulmuş olduğu halde zincirlerini sürüye sürüye, bitkin bir halde çıkageldi.
Ebû Cendel, Müslüman olduğu için yakınları tarafından zincire vurulmuştu. O bir fırsatını bulup kaçmış ve Hudeybiye'deki Hz. Peygamber'e gelmişti.
Süheyl b. Amr, "İşte, dedi, ey Muhammed, anlaşmamız gereğince geri verilmesini isteyeceğim ilk kişi, oğlum Ebû Cendel'dir." Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "doğru" buyurdu.
Bir yanda bu maddenin anlaşmaya girmesini hazmedemeyen Hz. Ömer gibi sahâbiler, öte yandan "inandı" diye müşriklerin zincire vurduğu Ebû Cendel'in yürekler parçalayan vaziyeti ve "Dinime kasteden müşriklere mi iade ediliyorum?" sözleri. Resûlullah'ın kabul ettiği anlaşmaya sadâkatı ve:
“Ey Ebâ Cendel, anlaşma tamamlandı. Sen biraz daha katlan, mükâfatını Allah'dan dile. Hiç şüphesiz ulu Allah, senin ve senin gibi zayıf ve kimsesiz mü'minlerin sıkıntısını giderecek ve bir çıkar yol gösterecektir.
Verdiğimiz söze vefasızlık edemeyiz" sözleri ve gözü yaşlı Ebû Cendel'i yüreği yana yana müşrik babasına teslim edişi... Dost'a değil, düşmana verilen söze sadâkattı bu!.. Benzeri bulunmaz bir örnek!.. Ve tabiî Resûlullah'a ait...
O sallallahu aleyhi ve sellem Abdullah b. Ömer radıyallahu anh’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyordu:
"Verdiği sözde durmayıp cayan gaddar kişi için Kıyâmet gününde bir bayrak dikilir, "Bu adam, falan oğlu falandır, gadretmiştir” diye ilan edilir."
Buhârî şârihi İbn Hacer (v.848), "Bu hadîs Arabları, kendi adetleri uyarınca uyarmaktadır. Çünkü Arablar, sözünde durmayı beyaz bayrak, sözünde durmamayı da siyah bayrak dikmek sûretiyle ilân ederler," diye durumu açıklamaktadır.
İyi ve olgun mü'minlerin vasıfları sayılırken Kur'ân-ı Kerim ve hadîs-i şeriflerde "sözünde durmak" veya "ahde vefa" mutlaka zikredilen özellikler arasındadır. Hiç bir keresinde bu vasıftan bahsedilmediği olmamıştır.
"Sözünün eri müslüman" olmak, "olgun müslüman" idealine ulaşabilmenin çok önemli bir adımıdır.
-----------------------------------------------------------
[1] Bk. Buhârî, Cizye 22, Edeb 99; Müslim, Cihâd 8,10-17
[2] İbn Sa’d, Tabakât, VII, 59
Prof Dr. İsmail Lütfi Çakan.