Asr Sûresi Tefsîri
1) Ve’l-Asr.
Burada tefsirciler başlıca: İkindi namazı, ikindi vakti, dehr/zaman, özellikle Resûlullâh’ın (sav) gönderildiği zaman, âhir zaman mânâları üzerinde yürümüşlerdir. İbnü Cerir, “dehr, öğle saatlerinden bir saat, ikindi” mânâları hakkındaki rivâyetleri zikrettikten sonra der ki: “Bu hususta doğru olan görüş şudur: Rabbimiz Teâlâ asr’a yemîn etmiştir. Asr, zamânın ismidir, ikindidir, gece ve gündüzdür. Bu ismin içerdiği mânâlardan birini tahsis etmemiştir. Onun için bu ismin lâzım olduğu her mânâ bu yeminde dâhil olur.”
O halde burada tefsircilerin zikrettikleri mânâlardan her bir yönünü düşünmek gerekir:
1- İkindi namazı: Mukâtil demiştir ki: Allah Teâlâ ikindi namazına yemîn etmiştir. Zîrâ “Namazları ve orta namazı koruyun.” (Bakara, 2/238) âyetinde “salât-ı vustâ” (orta namaz) çoğunluğa göre ikindi namazı olduğu için onun bir özel fazîleti vardır. Hendek vak’asında Peygamber (sav) “Bizi, orta namaz olan ikindi namazından alıkoydular.” buyurmuştu.
2- İkindi vakti: Katâde demiştir ki: İkindi namazının vakti olmasıyla ve kuşluk vaktine karşılık birtakım kudret delillerini içermiş olması bakımından Allah Teâlâ “duhâ”ya (kuşluk vaktine) yemîn ettiği gibi ikindi vaktine yemîn etmiştir.
3- “Dehr”: İnsan Sûresi’nde açıklandığı üzere “dehr”in asıl mânâsı, Rağıb’ın dediği gibi, âlemin varlığının başlangıcından sona ermesine kadar olan müddet, yâni zamân-ı küll’dür (tüm zamandır).
İbnü Cerir’in rivâyet ettiği üzere Hz. Ali (ra)’den: “Asra ve dehrin belâlarına, nöbet nöbet gelen musîbetlerine yemîn olsun ki, doğrusu insan bir hüsrân içindedir ve zamânın sonuna kadar o hüsrânın içindedir.” diye okuduğu işitilmiş ve bu, bir tefsir sayılmıştır. Demek ki “asr”, dehr mânâsınadır. Ve ‘zamâna yemîn’in hikmeti de onun insana devamlı musîbetler yağdıran acı ve büyük olaylarına ve değişmelerine karşı uyarmadır.
Denilmiştir ki: “Dehr” (zaman), yaratıcı Allâh’ın (cc) kudretine delâlet eden her türlü acâiblikleri, gariplikleri içerir. Küllî veya cüz’î, alışılmış veya alışılmamış, acı veya tatlı, kârlı veya zararlı her türlü hareket ve olay, değişim ve başkalaşımlar onda vâki olur. Devletler, milletler, nimetler, felâketler onda ortaya çıkar, onda büyür, onda son bulur.
İnsanın ömrü en kıymetli sermâyesidir. Ne kazanacaksa onunla kazanacaktır. Kârsız geçen her an, o güzel sermâyeden heder edilen bir ziyan, bir hüsrandır. Bununla berâber senelerce kaybedilen bir ömür; içinde bulunduğu son bir lahzada kendisine ebedî cenneti kazandıracak güzel bir iş yapmaya muvaffak olabilirse, geçen bütün kayıpları telâfi ederek o zarardan kurtulmuş ve o insan için en şerefli şey ve bütün zaman ve lahzadan ibâret olmuş olur. Bu sâyede insan, ömrünün içinde bulunduğu her sâniyesini fırsat bilerek, onunla geçirmiş olduğu fırsatları kazâ ile telâfi etmeye bir dereceye kadar imkân bulur.
“Asr”a yeminde şu mânâ da vardır: “O şaşılacak olan asra, zamâna iyi dikkat ediniz. Çünkü o geçtikçe insan büyüyorum, çoğalıyorum, yaşıyorum zanniyle sevinir; halbuki o asır devamlı onun ömrünü yemekte, o geçen gece ve gündüz vücûdunu kemirmekte ve bu şekilde o, her an zarar içinde kalmaktadır. Ancak îmân edip de güzel ameller yapanlar… müstesnâdır. Onlar zarar etmez, kâr ederler.
Asra yemîn edilmekte zamânın önemini hatırlatmakla bir de zamânın bozulduğu iddiasını redd mânâsı vardır. Zîrâ kasem, (yemîn) edilen şeyin şerefine işâret eder. Bu şöyle demek olur: Hadd-i zâtında asrın, zamânın ayıbı, kabahati, zararı yoktur, o değerli bir nîmettir. İnsanlar zamânın kadrini bilip de hepsi iyiliğe çalışmadıkları için, iyiliğe çalışmayanlar zarardadır, Allah cezâlarını verir.
4- Bu asırdan maksadın, nübüvvet asrı yâni Muhammed aleyhisselâm’ın asrı olduğu akla gelir. Bunda mutlak asrın her mânâsı bulunmakla berâber hepsinden seçkin olan bir fazîlet ve özellikle büyük bir toplum da vardır.
İkinci olarak, Peygamber’in gönderilmesinden, daha doğrusu Resûlullâh’ın (sav) hicretinden son zamâna kadar bütün son asırları içeren âhir zamandır ki, bu asır bütün zamânın ve bütün peygamberlerin asırlarının hükümlerini ve eserlerini gâyesine erdirecek olan Muhammed (sav)’in peygamberliğinin devâmı müddeti mânâsına Muhammed (sav)’in asrıdır. Ve işte asrın en kapsamlısı bu asırdır. Bir kısım tefsircilerin dediği gibi bizce de en çok akla gelen bu asırdır.
2) İnne’l-insâne lefî husr.
Kuşkusuz insan, yâni her insan, bütün beşer türü her asırda ve zamanda ve özellikle son asırda bulunan insanlar, istisnâ edilenler hâriç, hepsi mutlak bir zarar içindedir. Ömrü, insanın kendi mülkü değil, yaratan Hâlık Teâlâ’nın mülkü olup, onun adına güzel tasarruf ederek kârından istifâde etmesi için insana sınırlı ve hesaplı bir şekilde verilmiş ‘emânet sermâye’ kabîlindendir. Her nefeste daha güzelini yapamayıp da düşüğüyle kalmakta -kârdan da olsa- yine bir tür ziyan vardır. Bu itibarla insan her an bir tür ziyandan uzak değildir. Her dem ömrü ölüme doğru gitmekte bulunan insanın bir zarar içinde bulunduğunu inkâr etmek mümkün değildir. Razî der ki: “Bu âyet insanda ziyan ve sıkıntının asıl olduğuna delâlet eder.”
3) İllellezîne âmenû ve amilussâlihâti ve tevâsavbilhakki ve tevâsavbissabr.
Ancak o kimseler müstesnâ ki, şu dört vasıf ile sıfatlanmış olanlar ziyanda değil, kârdadırlar:
1- Ki îmân etmişler. Allâh’ın birliğini ve indirdiğini tasdîk edip ona ihlâs ile ibâdet ve itâate söz vermişler, hayır amellerin iyi, şer amellerin kötü cezâsı verileceği âhiret gününe, din (kıyâmet) gününe inanmışlar.
2- Ve îmân ile güzel ameller işlemişler. Yâni îmanları yalnız gönüllerinde ve dillerinde kalmamış, bütün hislerine, akıllarına, varlıklarına işleyerek irâdelerine sâhip olmuşlar da yaptıkları işleri îman ve inançlarına uygun, Allâh’ın rızâsına, indirdiği hükümlerine uygun, hak ve hayır olduğuna inanarak yapmışlar, güçleri yettiği kadar güzel ameller yapmışlar, emrolunan görevleri yerine getirmiş, yasaklanan büyük günah ve çirkinliklerden çekinmişlerdir. Sâlih amel, başlıca iki türlüdür:
Birisi bedene âit ibâdetler gibi mükellefin baştan itibâren ve bizzat kendisine faydalı ve kendi iyiliğine olan ameller. Diğeri de zekât ve sadaka gibi başkalarına faydalı olan amellerdir. Bunun en önemlisi de hakka çağırma ve hak yolunda mücâhededir. Onun için bunlar, îman ve güzel amel ile teorik ve pratik güçlerini olgunlaştırmaya çalıştıktan başka, Allah için birbirlerinin ve başkalarının kemâl ve kurtuluşlarına da çalışarak, Hakk’a çağırma, iyilik etme ve ıslâh etmeyle berâber başkasını kemâle erdirmeye gayret husûsunda birbirleriyle andlaşmayı ve hep hak yolunda yardımlaşmayı da vazîfe bilmişlerdir.
3- Ve Hakk’a vasiyetleşmişlerdir. Yâni bütün azimleri Hakk’a yönelik; çünkü Hakk’a sarfedilmeyen her şey bâtıldır, hasardır. Ziyân olmayacak îman ve amel de ancak Hakk’a îman ve Hakk yolunda çalışmaktır.
4- Ve sabra. Yâni Hakk ve hayır yolunda sabra vasiyetleşmişlerdir. Çünkü zamânın acâibliği, dünyânın aldatması, nefislerin eğilimleri, ziyâna gidenlerin çokluğu karşısında hayır yapmak, doğru söylemek, Hakk yolunda gitmek birçok acılar çekmeye, zorluklara katlanmaya, mücâdele etmeye, bâtıl iflâs geçitlerini atlamaya, bunlar da sabra dayanmaktadır.
İşte bu müstesnâlar, öyle birer sarp yokuş olan müşkül, zor durum ve hallerde caymamayı, yılmamayı bırakmamayı, dermansızlık göstermemeyi ve böylelikle birbirlerini yardımsız, tesellîsiz bırakmayıp gerek itâat ve amel, gerek elem ve musîbetler ve gerek nefsin arzularına karşı sabır ve metânet tavsiye etmeyi kendilerine şiâr edinmişlerdir.
Sabır, başlıca iki çeşit olarak düşünülür:
Birisi, elem ve külfete sabırdır ki bununla tâat ve mücâhedenin ve güzel amellerin meşakkatlerine katlanılarak yüksek himmet ve gayret sâhiplerinin ulaştıkları başarılara erilir.
Birisi de lezzet ve şehevî isteklere karşı sabırdır ki, bununla da haramdan, yasaklardan ve hoş görünüp de sonu fenâ olan aldatıcı, tehlikeli, maddî veya mânevî zarar verici şeylerin zararlarından sakınılır, korunulur.
“Cennet zorluklarla çevrilmiş; cehennem de aşırı arzularla çevrilmiştir.” hadîs-i şerîfinde iki yöne de işâret vardır. “Ey inananlar, sabredin, direnin, cihâda hazırlıklı, uyanık olun ve Allah’tan korkun ki başarıya eresiniz.” (Âl-i İmran, 3/200) “Kuşkusuz Allah sabredenlerle berâberdir.” (Bakara, 2/153) “Ancak sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer, 39/10).
Övülen ve tavsiye edilen sabır, îman ve güzel amel ile Hakk ve hayır yolunda sabırdır ki bu şecâat, sadâkat ve mertlik şiârıdır. Yoksa her kötülüğe katlanmak, her aşağılığa boyun eğmek, pislikler içine düşüp de -her ne pahasına olursa olsun- ondan çıkmaya, kurtulmaya çalışmamak, çabalamamak, bâtılda, fenâlıkta -ne olursa olsun- saplanıp kalmak ve şerre rızâ göstermek demek olan tembellik, zillet ve miskinlik ile düşüklükten ibâret bulunan duygusuzluk değildir.
Ve sahih hadiste “Sizden her kim bir kötülük, bir biçimsizlik görürse onu eliyle değiştirsin, ona gücü yetmeyen diliyle, ona da gücü yetmeyen kalbiyle (değiştirsin) ki bu îmânın en zayıfıdır.” buyurulmuştur.