HİDAYET REHBERİ
Kendisinden başka hüküm koyucu ve hükmüne tabi olucu ilâh bulunmayan Âlemlerin Rabbi Allah’dan, İslâm’dan başka bir şey olmayan dosdoğru yol üzere hidayet dileyen katıksız iman sahibi muvahhid mü’minler, hidayetin yalnızca Allah tarafından verildiğine inanırlar… Hidayeti veren ve arttıran Allah Teâlâ’dır...
"Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir."[1]
"Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip iletir."[2]
"De ki: "Şübhesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoldur."[3]
Dosdoğru yol, Allah’ın yolu ve bu yola iletecek olan da Allah’dır... Allah’ın kulu olduğunu kabul eden ve şübhesiz bir şekilde inanıp Rabbi Allah’a asla şirk koşmayan bir insan, dosdoğru yola talib olup hidayeti arzulayarak üzerine düşeni yaparsa, Allah onu, dosdoğru yoluna yöneltip iletir…
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
"Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şübhesiz yollarımızı gösteririz. Gerçekten Allah, ihsân edenlerle beraberdir."[4]
Süddî (rh.a) ve başkaları dediler ki:
-Bu ayet-i kerime, savaşın farz kılınışından önce inmiştir.
İbn Atiyye (rh.a) dedi ki:
-Ayet-i kerime, örfen bilinen cihaddan öncedir. Burada sözü edilen cihad, Allah’ın dini uğrunda ve O’nun rızasını taleb yolunda umumî bir cihaddır.
el-Hasen b. Ebi’l-Hasen dedi ki:
-Ayet-i kerime, Allah’a çokca ibadet eden kimseler hakkındadır.
İbn Abbas (r.anhuma) ile İbrahim b. Edhem şöyle demişlerdir:
-Bu ayet-i kerime, bildikleri gereğince amel eden kimseler hakkındadır.
Ebu Süleyman ed-Dârânî dedi ki:
-Ayet-i kerimede sözü edilen cihad, yalnızca kâfirlerle savaşmak değildir. O, dine yardımcı olmaktır, batılcıların görüşlerini reddetmek, zalimlerin kökünü kazımaktır. Bunun en büyük şekli de, iyiliği emredip kötülükten alıkoymaktır. Allah’a itaat uğrunda nefislere karşı mücadele de, onun bir parçasıdır ve en büyük cihad budur.[5]
Rabbimiz Allah, kulu ve Rasulü Hud (a.s.)’ın şöyle dediğini beyan buyuruyor:
"Ben, gerçekten benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun alnından yakalayıp denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir."[6]
"Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol, yani Sırât-ı Mustakîm üzeredir" mânâsı: "Senin Rabbin Sırât-ı Mustakîme sevkeder, yani oraya teşvik eder, yahud oraya çağırarak sizi oraya sevk eder" şeklindedir.[7]
İmam Taberî (rh.a), bu ayet hakkında şu açıklamayı yapar:
"Hud (a.s.), kavmine şöyle dedi:
Sizden gelecek kötülüklere karşı ben, benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığındım. Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki Allah, onların sahibi olmasın ve onlar, Allah’ın tasarrufu ve idaresinde bulunmasınlar. Şübhesiz ki Rabbim, iyilik yapanı iyilikle (mükâfatlandırarak), kötülük yapanı da kötülükle cezalandırarak, herkese karşı adâletini uygulamaktadır."[8]
İnsanın, ferdî, ailevî ve toplumsal hayatta dosdoğru yolu iletilmesi, katıksız iman etmesiyle gerçeklerşir… Eğer katıksız iman eder ve imanın gereği olan emrolunduğu amelleri işleyecek olursa, Rabbi Allah, kendisini dosdoğru yola hidayet eder ve hidayetini arttırır... hayatın hangi sahasında ve hangi merhalesinde olursa olsun, tağutu reddederek Allah’a katıksız iman edip teslim olmuş bir muvahhid mü’min kul, Rabbi Allah tarafından hidayet edilir ve ahiret saadeti için dosdoğru yola sevk edilir… Dosdoğru yol üzere hidayet olunan mü’min müslüman kul, dünya hayatında da barış ve huzur içinde olup mutlu ve sıhhatli bir hayat yaşar… Çünkü o kul, Rabbi Allah tarafından dosdoğru yola iletilmiş ve hayır üzere olan hayırlı bir kuldur…
"Şübhesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola iletir."[9]
"Andolsun Biz, açıklayıcı ayetler indirdik. Allah, dilediğini doğru yola yöneltip iletir."[10]
Sırât-ı Mustakîme iletilmiş ve bu dosdoğru yol üzere hidayeti artırılmış olan iman sahibi bir kul, bütün olumsuz şartlara ve ortamlara rağmen imanı üzere sabredip direnecektir… Başta en büyük ve apaçık düşmanı olan şeytan ile onun içteki yandaşı nefs-i emmâre olmak üzere bütün düşmanlarına karşıki mücadelesini, emrolunduğu gibi ve sabırla devam ettirmesi, bu mücadelede asla yılmaması gerekir. Değil mi ki, gerçek Tevhid ve iman üzeredir, değil mi ki, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’e tam iman edip teslim olmuş, itaat konusunda herhangi bir sapması yoktur, öyleyse o kul, hayır üzeredir ve hayırlı bir kuldur... Rabbi Allah, ona bir nimet verir, o, şükreder, şakir bir kul olur… Onun bu şükrü, onun için hayırlıdır… Rabbi Allah, onu imtihan eder, kendisine bir musibet verir, o, sabreder… Onun bu sabrı, onun için hayırlıdır… Nimete şükür, belâya sabır... Hayırlı kulun özelliğidir… En büyük nimet, iman nimetidir... İman ile beraber dosdoğru yola hidayet olunmak kadar güzel bir şey var mıdır?...
Rabbimiz Allah’ın, insan kulları için önderler ve örnekler kılmış olduğu Rasuller ve Nebîler (Allah’ın salât ve selâmı cümlesine olsun), Allah tarafından dosdoğru yola iletilmiş ve dosdoğru yolun rehberleri olmuşlardır...
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
"Onları da seçtik ve dosdoğru yola yöneltip ilettik."[11]
"(Allah) O’nu (İbrahim’i) seçti ve doğru yola iletti."[12]
"Onları (Musa’yı ve Harun’u), dosdoğru yola yöneltip ilettik."[13]
Rabbimiz Allah, kulu ve Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e hitaben şöyle buyuruyor:
"Şu hâlde sana vahyedilene sımsıkı tutun. Çünkü sen, dosdoğru bir yol üzerindesin."[14]
"De ki: "Rabbim gerçekten beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim’in hanif dinine o, müşriklerden değildi."[15]
"Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitab nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak Biz, onu bir nûr kıldık. Onunla, kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şübhesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip iletiyorsun.
Göklerde ve yerde bulunanların tümü kendisine aid olan Allah’ın yoluna. Haberiniz olsun, işler Allah’a döner."[16]
Dosdoğru yol üzerinde olmak, Allah’dan inen vahye tabi olmak ve Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmek ile gerçekleşir... Çünkü hidayet rehberi ve muvahhidlerin önderi Rasulullah (s.a.s.) böyle davranmıştı... O (s.a.s.), kendisine Rabbi Allah’dan vahyedilen hükümlere sımsıkı tutunmuştu… Böyle emrolunmuş ve böyle hareket etmişti... Tek başına bir ümmet olan İbrahim (a.s.)’ın dimdik ayakta duran "Hanif Dini"nin gereği bu idi… Asla müşriklerden olmayan Allah’ın dostu İbrahim (a.s.), Sırât-ı Mustekîm yolcularının baş rehberiydi... Dosdoğru yolda olmak, O’nun gibi olmak demekti…
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s), Allah Teâlâ’nın dosdoğru yola iletici ve aydınlatıcı bir nûr kıldığı Kitab, yani Kur’ân-ı Kerim ile insanları dosdoğru yola iletmiştir…
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s):
"Her bir Peygambere muhakkak iman edilen mucizelerin benzeri yahud insanların o yüzden iman ettiği mucizelerden verilmiştir.
Hiç şübhesiz ki, bana ihsân olunan (en büyük) mucize, Allah’ın bana vahyettiği Kur’ân’dır."[17]
İmam Nevevî (rh.a), bu hadisin şerhinde ulemânın şu görüşünü beyan ediyor:
"Diğer peygamberlerin mucizeleri kendi hayatları ile birlikte sona ermiş, bu sebeble onları yalnız o devrin insanları görmüştür. Bizim Peygamberimiz (s.a.s.)’in Kur’ân mucizesi ise, kuyamete kadar devam edip gidecektir."[18]
Rabbimiz Allah, içinde hiçbir çelişki, hiçbir yanlışlık, hiçbir hata ve hiçbir şübhe bulunmayan hayat kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in en doğru ve dosdoğru yola rehberlik ettiğini beyan buyuruyor… Kur’ân, yegâne hayat düstûru olup, O’na iman edip hükümleri gereği yaşayanları dosdoğru yola ileten ilâhi bir kitabtır…
"Elif, Lam, Mim.
"Bu, kendisinde şübhe olmayan, muttakîler için yol gösteren bir kitabdır."[19]
Hayat kitabımız Kur’â-ı Kerim, şirksiz bir iman ile iman ederek, yalnızca Allah’a kul olduğu şuuruyla, kulluk vazifelerini idrak ederek, salih amel işleyen takva sahiblerine rehberlik eder. onu, ancak katıksız iman edip, imanından taviz vermeyen salih mü’minler anlar… O’nu, ancak hükümlerine kesin inanan ve gereği gibi davrananlar, hayat kitabı olarak kabul edip, hayatı O’na göre düzenler… Kur’ân’a göre düzenlenen hayat, insan fıtratına uygun ve onun üstün yaratılışıyla örtüşen bir hayattır…
Âlemlerin Rabbi Allah, İnsan kullarını şerefli ve üstün kılmıştır... İnsanlara, kendilerini karada, havada ve denizde taşıyacak araçlar vermiş, onları tertemiz nimetlerle rızıklandırmış ve yaratmış olduğu varlıkların çoğundan oldukça üstün kılmış, şereflendirmiştir…[20]
İnsanoğlunun bu şeref ve üstünlüğü, şirksiz ve küfürsüz iman sahibi olmasıyla gerçekleşir. Bu üstünlüğü, ancak iman ederek elde edebilir... İzzet, şirksiz iman ile gündeme gelir. Çünkü izzet, Allah’ın, Rasulullah (s.a.s)’in ve mü'minlerindir…[21]
İnsan, şirksiz iman edip mü’min özelliğine sahib olunca, bu izzete kavuşur... Şeref ve üstünlük makamına şirksiz iman ile yükselir... Eğer Allah’dan indirilen vahyi ve o vahyi tebliğ eden Rasulü reddedecek olursa, bu üstünlük ve şerefe asla layık olmadığından aşağıların aşağısına düşer... Böylece hayvanlardan daha aşağılık olur…
İnsanların yegâne Rabbi, Meliki ve İlâhı Allah Teâlâ,[22] insan kullarını fıtrat üzere ve en güzel kıvamda yarattığını, iman etmeyip Allah’ın hükümlerini reddettiği anda onları aşağıların aşağısına çevirdiğini beyan buyurmuştur. Bu aşağılık hâlden kurtulanların iman edip salih amel işleyenler olduğunu ve onların ecirlerinin devamlı bulunduğunu bildirmiştir...[23]
İnsanlardan ve cinlerden şirk koşup küfredenlerin hayvanlardan daha aşağılık olduğunu beyan buyuran Allah, bunların kalblerinin var olduğunu fakat idrak etmeyişlerini, gözlerinin var olduğunu fakat hakikatı görmeyişlerini, kulakların olup da doğruları işitmedikleri haber vermiştir...[24] Bunlar, bu halleriyle insan şahsiyetine izzet ve şerefi kaybetmişlerdir… Bunlar, kendileri dosdoğru yolu gösteren rehberi tanımamış, ona tabi olmamış ve onun talimatlarını dinlememişlerdir. Bundan dolayı rehbersiz kalmış ve dosdoğru yolu kaybedip, sapık yollara düşmüşlerdir…
Hayata düstûrumuz Kur’ân-ı Kerim, şirksiz, küfürsüz, bid’atsız ve hurafesiz iman edip takvaya ulaşanlar için hidayet rehberidir… Bunlar iman etmiş mü’minler, İslâm’a teslim olmuş Müslümanlar ve bu iman ile teslimiyetini yerine getiren muttakîlerdir...
Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi çağda bulunursa bulunsun, hangi rengin, hangi ırkın ve hangi bölgenin mensubu ise hiç fark etmez. Kim, Allah’a ve Rasulü (s.a.s)’e iman ile itaat ederek takvaya ulaşırsa, O, Allah’ın velî kuludur ve Kur’ân, onun rehberidir...[25]
Rabbimiz Allah, yegâne hayat kitabımız Kur’ân-ı Kerim için şöyle buyurur:
"Şübhesiz bu Kur’ân, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü’minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjdeler."[26]
"O (Kur’ân), âlemler için yalnızca bir zikirdir.
Sizden dosdoğru bir yön (istikâmet) tutturmak isteyenler için."[27]
"(Kur’ân), hakka ve doğru olan yola yöneltip iletmektedir."[28]
"Kendilerine ilim verilenler ise, Rablerinden sana indirilenin hakkın tâ kendisi olduğunu ve üstün, güçlü, övülmeye lâyık olan (Allah)ın yoluna yöneltip ilettiğini görülüyorlar."[29]
"Elif, Lâm, Râ. Bu, bir kitabdır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nûra, o güçlü ve övgüye lâyık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik."[30]
İmam Kurtubî (rh.a), bu ayeti şöyle açıklamaktadır:
"Bu, insanları Rablerinin izniyle" onlara muvaffakiyet vermesi ve lûtfu ile "karanlıklardan" küfrün, sapıklığın, bilgisizliğin karanlıklardan, iman ve ilmin aydınlığı demek olan "nûr’a…" onları Kur’ân-ı Kerim’e davet etmen sûretiyle "çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitabdır."
Bu buyruktaki "karanlık" ile "nûr" bir temsildir. Çünkü küfür karanlık gibidir, İslâm da nûr gibidir. Bu buyruk, bid’attan Sünnet’e, şübheden yakîne diye de açıklanmıştır. Bu açıklamalar, bir birlerine yakındır."[31]
Âlemlerin Rabbi Allah’a, O’nun emrettiği, beyan buyurduğu ve razı olduğu şekilde iman edip itaat eden, hayat önderi Rasulullah (s.a.s.)’e iman edip Sünneti üzere yaşayarak O’na itaat eden ve hayat kitabı Kur’ân-ı Kerim’e hiçbir şübhe duymadan iman edip emir ve nehiylerinin gereğini yerine getirerek itaat eden muvahhid mü’minler, dosdoğru yola iletilmiş, hidayet bulmuşlardır...
Rabbimiz Allah Teâlâ, muvahhid mü’min müslüman kullarının bu olmazsa olmaz özellikleri için şöyle buyurur:
"Kim Allah’a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir."[32]
"Adâletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunan..."[33]
"İşte Allah’a iman edenler ve O’na sarılanlar. Onları, kendisinden olan bir rahmetin ve bir fazlın içine yerleştirecektir ve onları, kendisine varan dosdoğru bir yola yöneltip iletecektir."[34]
"Hiç şübhesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Oradaki elbiseleri ipek (ten) dir.
"Onlar, sözün en güzeline (imana)iletilmişlerdir ve övülen doğru yola iletilmişlerdir."[35]
Sözün en güzeli olan imana ve Allah’ın sözüne iletilmiş olan mü’min Müslümanlar, ayrıca övülen dosdoğru yola iletilmişlerdir... Dünya hayatlarını Kur’ân’a ve Sünnet’e göre düzenleyen kullar, en hayırlı ve en güzel bir hayat üzere olmuşlardır... Ahiretin tarlası olan dünyayı, Kur’ân ve Sünnet üzere inşâ edenler, dünyada ektikleri hayrın karşılığını ahrette alacaklardır... Dünyada hayır üzere olanlar, ahrette ebedî hayır üzere olacaklardır... Dünyada, üzerlerine düşen ferdî, ailevî ve sosyal hayattaki vazifelerini, Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e iman ile itaat üzere gereği gibi yerine getirenler, ahrette altından ırmaklar akan cennetlerde ebedî bir hayat sürmeyi hak edenlerdir... Bu, va’dından asla vazgeçmeyen Allah Teâlâ’nın va’dır…
Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)’e itaat eden, yani Kur’ân ve Sünnet üzere yaşayan mü’min müslümanların en bariz özelliklerinden birisini Rasulullah (s.a.s), şu şekilde beyan buyurmuştur...
Cübeyr b. Mut’im (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):
"Üç meziyet vardır ki, müslüman bir kişi onlara sahib olduğu sürece kalbi, kin, hiyanet ve husûmet beslemez:
Ameli, tam bir ihlâsla sırf Allah için işlemek.
Müslümanların başındaki (Allah’ın hükmüyle hükmeden) yöneticilere hayır dilemek.
Ve müslümanların cemaatın daveti (duâsı) arkalarındakileri de kaplar."[36]
Allah ve Rasulü (s.a.s) itaat eden mü’min müslüman kul, amelini ihlâsla ve yalnızca Allah için yaparak, müslümanların cemaatinin sadık bir ferdi olursa, dosdoğru yol üzere olmaya devam eder… İslâm cemaatinin sadık bir ferdi olan bu şahsiyetli ve izzetli kul, mü’min müslümanlar ile kardeşlik bağlarını sımsıkı bir hâle getirirken, İslâm Milleti’nin Allah’ın hükümlerine göre yöneten "Ulu’l-emr"’e karşı itaatkâr olmaya gayret eder... Kendisine İslâm’a uygun olan şeyleri emreden ulul’u emr’i dinleyip itaat etmek, muttakî kulun vazifesidir… Onun vazifelerinden en önemli olanlarından birisi de, toplumda münker, yani İslâm’a aykırı olan bir şeyi gördüğünde onu, imkânı nisbetinde eliyle, diliyle ve kalbiyle gidermektir…
Kur’ân’ı okuyan ve Sünneti bilen mü’min müslümanlar, okudukları Kur’ân ve bildikleri Sahih Sünnet ile amel işlemelidirler... İlim, amel etmek içindir… Kendisiyle amel etmek için öğrenilen ilim, hayırlı bir ilimdir... Eğer Kur’ân ve Sünnet öğrenilir de kendisiyle amel edilmez ve yalnızca insanlara bilgice üstün olmak için kullanılacak olursa, sahibi için bir yük olmaktan başka bir şey olmaz...
Bu konuya dikkat çeken Huzeyfe (r.a.) şöyle söyler:
-Ey Kur’ân okuyucuları topluluğu (Allah’ın emrine yapışmanız sûretiyle) dosdoğru yola giriniz!
(Eğer dosdoğru yola girerseniz) Şübhesiz sizler, açık bir öne geçişle öne geçirilmiş olursunuz. (Eğer emre muhalefet edip de) dosdoğru yoldan sağa sola giden yolları tutarsanız, muhakkak pek uzak bir sapıklıkla sapmış olursunuz![37]
Yeryüzünün en hayırlı neslinden ve yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s)’in "İman ve Cihad Mektebi’"nde yetişmiş, örnek neslin, örnek şahsiyetlerinden olan Huzeyfe ibnu’l-Yeman (r.anhuma)’nın bu yerinde söylenmiş sözünün üstüne bir söz söylemek gerekmez!.. Hakikatın duyrulması, bu isabetli sözün tekrarlanmasıyla mümkündür!..
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bakara, 2/272.
[2] Yunus, 10/25.
[3] Bakara, 2/120.
[4] Ankebut, 29/69.
[5] İmam Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2002, C.13, Sh.432.
[6] Hud, 11/56.
[7] Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir - Mefâtihu’l-Gayb, Çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, vdğ. Ank. 1992, C.13, Sh.51.
[8] Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Taberî Tefsiri, Çev. Hasan Karakaya - Kerim Aytekin, İst. 1996, C.4, Sh.498.
[9] Hacc, 22/54.
[10] Nur, 24/46. Bakara, 2/142. En’âm, 6/39. Yunus, 10/25
[11] En’âm, 6/87
[12] Nahl, 16/121
[13] Saffaf, 37/118
[14] Zuhruf, 43/43. Yasin, 36/4. Hacc, 22/67.
[15] En’âm, 6/161.
[16] Şura, 42/52-53.
[17] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İ’tisâm, B.1, Hds.7.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmam, B.7, Hds.239.
[18] Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst. T.Y. C.2, Sh.48.
[19] Bakara, 2/1-2.
[20] Bkz. İsra, 17/70.
[21] Bkz. Münafikun, 63/8.
[22] Bkz. Nas, 114/1-3.
[23] Bkz. Tin, 95/4-6.
[24] Bkz. A’râf, 7/179.
[25] Bkz. Yunus, 10/62-63.
[26] İsra, 17/9.
[27] Tekvir, 81/27-28.
[28] Ahkaf, 46/30.
[29] Sebe, 34/6.
[30] İbrahim, 14/1.
[31] İmam Kurtubî, A.g.e., C.9, Sh.511.
[32] Âl-i İmrân, 3/101.
[33] Nahl, 16/76
[34] Nisa, 4/175
[35] Hacc, 22/23-24
[36] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Merasik, B. 76, Hds.3056.
Mukaddime, B.18, Hds.230
Sünen-i Tirmizi, Kitabu’l-İlm, B.7, Hds.2658
Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.24, Hds.233-234
İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Çev. Rıfat Oral, Konya, 2003, C.1, Sh.294-296, Hds.43/240-44/241
Kettânî, Mütevatir Hadisler, Çev. Hanefi Akın, İst. 2003, Sh.56
[37] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İ’tisam, B.2, Hbr.14.