KUR’AN-I KERİM BİR HİDAYET REHBERİDİR
Kur’an-ı Kerim’in göz önünde bulundurulması gereken en önemli özelliği, onun bir hidayet kitabı oluşudur. Kur’an-ı Kerim bir hidayet kitabı olduğuna göre ondaki en merkezî yerin hidayeti veren varlığa ait olması gerekir. Gerçekte de öyledir. Kur’an-ı Kerim’in merkezî konusu, Allah’ın zâtı sıfatları, fiilleri, Allah–insan, Allah-evren ilişkisidir. Diğer konuların tamamı bu ana konular içerisinde yer alır.
Kur’an-ı Kerim’de yer alan en merkezi konu Allah’ın varlığı, birliği (tevhid) ve buna aykırı düşünce ve inanışlar (şirk) olmakla birlikte, Peygamberler ve tevhid mücadeleleri, melekler ve sorumlulukları; Allah’ın insanlara ulaştırılmak üzere gönderdiği ve zamanla kitap şeklini alan vahiyler, insanın alın yazısı olan kader ve bunun nasıl gerçekleştiğinden bahseden kaza, öldükten sonraki hayatın tümünü içine alan ahiret hayatı gibi inançla ilgili bilgilere de yer verilir.
Kur’an-ı Kerim’e göre insan, iradesini kullanan, sorumlu olan bir varlık ve Allah’ın halifesi olarak yaratılmıştır. Bu konuda şöyle buyrulur: "Hani, Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, demişti…" (Bakara, 2/30) Ayrıca Allah insanı en güzel bir surette yaratmıştır. "Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık." (Tîn, 95/4) Bununla Kur’an-ı Kerim, insanın doğasında saflık ve temizlik ya da masumiyet bulunduğunu vurgular. Bu yönüyle İslâm dini; aslî günah öğretisiyle insanı doğuştan günahkâr kabul eden dinsel geleneklerden ayrılmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de, hata işlemeye müsait, sınırlı bir varlık olan insanın, tam ve mükemmel varlık olan Allah ile nasıl bir ilişki kurabileceği konusu, ayrıntılı olarak açıklanmaktadır. Pek çok âyette insandan, akıl ve irade sahibi bir varlık oluşuna vurgu ile Allah’a kulluk etmesi ve yalnızca ona sığınarak yardım dilemesi istenmektedir.
Yüce Allah’ın insan ile ilişkisinin en belirgin göstergesi peygamberliktir. Allah bu yol ile insanlara, emirlerini, yasaklarını, tavsiye ve telkinlerini bildirmiştir. "Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Şûrâ, 42/51) İnsan, evrene ve onun yaratıcısı olan Allah’a dair en doğru ve şaşmaz bilgileri bu yolla almıştır. Kur’an’da peygamberler, insanlık için bir rahmet ve mutluluk kaynağı olarak takdim edilir. "Andolsun Allah Mü’minlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler." (Âl-i İmrân, 3/164) âyeti bunu belirtmektedir. Peygamberler, insanların işlerini zorlaştırmak için değil, onları yaratılış gayeleri doğrultusunda yönlendirmek ve fıtratlarına ters gelen davranışlardan uzaklaştırmak için gönderilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de, Allah-insan ilişkilerindeki bir başka husus ibadetlerdir. Allah insanı yaratmış ve kendisine temsilci seçerek yeryüzüne göndermiştir. (Bakara, 2/30) İnsanı yaratırken kendi ruhundan üfleyen (Secde, 32/9) ve kendisinde bulunan sıfatların bir kısmını sınırlı olarak insana da veren Allah, insanı sınamak için yeryüzüne göndermiştir. İnsandan istenilen ise, yaratıcısına inanıp ibadet etmesi ve yeryüzünde güzel bir hayat sürmesidir. Bunu yapabilmesi için Allah, ona güçlü bir akıl, muhakeme gücü ve hisler vermiş, ayrıca hayatın anlam ve değerini tanıtmak için peygamberler göndermiştir.
Allah-insan ilişkisinde diğer bir boyut, dua ve tövbedir. Dua ve tövbenin gereğini ilk olarak insanlığın atası Hz. Âdem’in ve eşinin hayatından öğreniyoruz. (bk. Bakara, 2/35-37; A’râf, 7/23) Kur’an-ı Kerim, duanın insan için gerekliliğini pek çok vesileyle dile getirir. (bk. A’raf, 7/55-56; Furkân, 25/77)
Kur’an-ı Kerim’in ortaya koyduğu Allah-evren ilişkisinde öne çıkan en belirgin husus, Allah’ın evrenin sahibi ve yöneticisi olduğudur. Kur’an-ı Kerim’de bununla ilgili çok sayıda âyet vardır. (bk. Bakara, 2/115, Ra’d, 13/41; Enbiya, 21/23; Fâtır, 35/44) Bu konunun sık sık vurgulanmasının en temel sebebi, insana, evrene dair bir düşünce geliştirirken ve evreni kullanırken Allah’ı hatırlatmak ve evreni onun uyarıları doğrultusunda kullanmasını sağlamaktır. Yüce Allah, evreni insanın emrine vermiş olmakla birlikte bu konuda onu bütünüyle serbest bırakmamış, evrene yaptığı yanlış müdahaleleri cezalandıracağını bildirmiştir. Bu cezalar çoğu kere yapılan yanlış müdahalenin cinsinden olmaktadır. "İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır." (Rûm, 30/41) âyeti, insanın evrene yanlış müdahalesinin acı sonucunun büyük çevre felâketleri ve ekolojik dengenin bozulması şeklinde ortaya çıkacağını hatırlatmaktadır.
Allah-evren ilişkisindeki ikinci önemli konu, evrenin nasıl yaratıldığı ve hangi evrelerden geçerek mevcut şeklini aldığı ve gelecekte ne olacağıdır. Evrenin varoluş keyfiyeti, tarih boyunca insanoğlunun merak ettiği önemli konulardan biri olmuştur. İslâm inancına göre Allah’tan başka ezelî bir varlık olmadığından evren de ezelî değildir. Allah’ın aşamalar halinde yarattığı evrende göze çarpan en önemli özellik; düzen, ölçü ve ahenktir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’in muhtelif yerlerinde, ölçülü bir biçimde yarattığı evrenin (bk. Hicr, 15/21; Kamer, 54/49, A’lâ, 87/3) bu ölçüsüne müdahale edilmemesini istemiştir. (bk. Rahmân, 55/5-9) Mülk sûresinde ise, yarattığı evren konusunda âdeta insanlara meydan okuyarak şöyle buyurur: "O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahman’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun? Sonra tekrar tekrar bak, bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin halde sana dönecektir." (Mülk, 67/3-4)
Allah’ın evreni yaratması manasız ve hikmetsiz olmadığı gibi, evren de bu kadar muhteşemliği ile insan için sadece bir süs değildir. Evren, yaratılışı ile bir yandan Allah’ın yüceliğine, bilgisine, hikmetine, gücüne, iradesine ve merhametine işaret ederken, öte yandan da uçsuz bucaksız evren içinde denizde bir damla hükmünde olan insana hizmet etmektedir. (bk. Bakara, 2/29; Hacc, 22/5; Zümer, 39/21) Evrene ve içinde yaşadığımız yeryüzüne baktığımızda her şeyin nasıl da bize hizmet etmek için ayarlandığını ve yaratıldığını çok rahat bir biçimde görebiliriz. (bk. Hacc, 22/5; Zümer, 39/21)
İlk insan olan Hz. Âdem’i topraktan yaratan Allah, onu varlık âleminde tek başına bırakmamış, kendi cinsinden olmak üzere Havva’yı ona eş yapmış, sonra bu ikisini yeryüzüne göndererek çoğalmalarını sağlamıştır. (bk. Nisâ, 4/1) Kur’an-ı Kerim, insanlar arası ilişkilerde geçerli olan kurallardan ve sorumluluklardan sıklıkla söz eder. Özet olarak bunlar; insanın kendisine, ana-babasına, eş ve çocuklarına, yakın ve uzak akrabalarına, komşusuna, ilişki içerisinde olduğu yakın çevresine, arkadaşına, toplumuna, devletine ve insanlığa karşı sorumluluklarıdır. (bk. Nisâ, 4/36; Nahl, 16/90 vb.) Bu sorumluluklardan bir kısmı ahlâkî, bir kısmı ise hukukîdir. Sorumluluğun ahlâkî olması ve bir yaptırıma bağlanmaması, onun önemsiz olduğunu göstermez.
Kur’an-ı Kerim’de, insan ilişkilerini kötüye götüren bazı ahlâkî ve hukukî davranışlardan da bahsedilir. Hedef, toplumu en yüksek verimlilik seviyesinde ve ahlakî doygunlukta tutmak olduğu için insanların birbirleri ile olan ilişkilerine zarar verebilecek davranışlar yasaklanır. Çoğunlukla uhrevî cezası olan bu davranışlar, yalan, gıybet, dedikodu, başkalarını kötü isim ile çağırma, hakaret etme, alay etme gibi toplum tarafından da hoş görülmeyen pek çok kişilik kusurlarıdır.
Kur’an-ı Kerim’e göre evrenin sahibi Allah’tır. İnsan, evren ile olan ilişkisinde bunu sürekli olarak göz önünde bulundurmalıdır. İnsan, evrende emanet olarak aldıklarını kendisinden sonrakilerine ulaştırmak ve bir biçimde bozulan düzen ve dengeyi düzeltmek ve yerine oturtmakla sorumlu tutulmuştur. Evreni, yakınından başlayarak incelemeye başlayan insan, ondaki düzen ve ahengi, bunların nasıl da kendisi için canla başla çalıştıklarını görür. Yeryüzünde bulunan canlı varlıklardan bazısı insanın hayatını kolaylaştırıp ona doğrudan imkân sağlarken (bk. En’âm, 6/99; Nahl, 16/10-17,66-67; Abese, 80/24-32), bazısının görevi ise onun ufkunu açmaktır. Aklını kullanan bir insan Allah’ın yarattığı hiçbir canlıyı boş ve mânasız görmez. Kur’an-ı Kerim’deki beş sûrenin, göklerde ve yerde olan her şeyin Allah’ı tesbih edip andığını hatırlatarak başlaması (bk. Hadid, 57/1; Haşr, 59/1; Saff, 61/1; Cum’a, 62/1; Teğabun, 64/1) ise, çok anlamlıdır. Bu sûreler ve âyetler, insanın evrene bakışını sağlam bir zemine oturtması, için çok açık bir rehberlik yapmaktadır. (İslâm’a Giriş, Komisyon, D.İ.B. Yayını, Ankara 2006, s. 122-146)
Netice olarak, yukarıda bir nebze bahsedildiği gibi, Kur’an-ı Kerim, zengin bir muhtevaya sahiptir ve bu zengin muhtevanın merkezinde ise Allah’ın varlığını ve birliğini esas alan tevhid inancı vardır. Kur’an-ı Kerim, Arapça olarak Arabistan yarımadasında inmiş ise de, evrensel mahiyeti sebebiyle dünyanın tamamında ve tüm milletler arasında yayılmıştır. İnsanlardan her bir grup, Kur’an-ı Kerim’den kendisine ait bir şeyler bulabilmektedir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim bize yol göstermektedir.
Şükrü Özbuğday.