KUR’AN'I KERİM VE NEBEVÎ SÜNNET IŞIĞINDA FİTNE
Fitne aslı itibariyle bir imtihan demektir. Hakk’a vuslata engel olan her şey fitnedir. İslam’a giden yolu tıkayan her ne varsa hepsi fitnedir. Seyyid Şerif Cürcanî (r.a)’nin tarifine göre; fitne kelimesi, altın ve gümüşü potada eritmede, iyiliği ve kötülüğü belli olsun diye insana yapılan muamelede kullanılır.
“Fitne, Arapların dilinde altını ateşte eritip has altın ile karışık maddeyi birbirinden ayırmaya denir.” Buradan hareketle insanı cehennem ateşine sokmaya sebep olan imansızlığa, imansızlık propagandasına, insanları dinden alıkoymaya, cennete perde olan dünya malı ve evladına da fitne denmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de fitne kelimesi takriben 50 yerde zikredilmektedir. 27 yerde imtihan anlamında kullanılmıştır. On bir yerde küfür, şirk ve nifak anlamında, dört yerde azab anlamında, üç yerde belâ ve musibet, iki yerde öldürmek, iki yerde döndürmek, bir yerde şer ve fesat çıkarma, bir yerde mazeret dileme, bir yerde aldatmak, bir yerde emr bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münkeri terk etme anlamında işlenen günahlar için kullanılmıştır.
Şimdi Kur’an-ı Kerim’de farklı anlamlarda kullanılan fitne kelimesinin yer aldığı bazı ayet-i celilelerin meal ve izahlarını nakletmek istiyorum:
Fitne kelimesinin küfür ve şirk anlamında kullanıldığı bazı ayet-i celilelerin izahı: Rasül-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) Bedir savaşından iki ay evvel Mekke müşriklerinin Müslümanlara karşı olan menfî tutum ve davranışlarını tespit etmek maksadıyla Abdullah b. Cahş (r.a)’ın komutasında bir kıt’a (seriye) gönderdi.
Bu seriyye Kureyş’ten dört kişilik bir ticaret kervanı ile karşılaştılar ve aralarında yaptıkları bir istişare neticesinde Kureyş’e ait olan bu ticaret kervanına baskın düzenlediler, kervan başını öldürdüler, iki kişiyi esir aldılar, biri de kaçtı. Sonra esir ve ganimet malları ile berbaber Medine’ye döndüler. Kureyş müşrikleri ve Yahudiler bu olayı bir fırsat bildiler, dillerine dolayarak etrafı yaygaraya verdiler. “İşte bakın, Müslümanlar haram aylarda savaştılar ve adam öldürdüler, olur mu böyle şey?” propagandasına başladılar. Efendimiz (s.a.v), Abdullah b. Cahş’a:
“Ben size haram ayda savaşın dedim mi?” buyurarak bu konudaki adem-i memnuniyetlerini (rahatsızlığını) ifade etmişlerdir. Efendimiz (s.a.v) esirler ve ganimet malları hakkında hiçbir işlem yapmamışlarıdır. Bu hadise üzerine Bakara Sûresi’nin 217. ayet-i celilesi nâzil olmuş ve inen bu ayet-i celile, dinsizliğin ve mukaddesâta olan saldırının ne büyük bir ihanet ve korkunç bir cinayet olduğunu çok açık ve net bir şekilde ortaya koymuştur. Ayet-i celilenin meali şöyledir: “(Rasûlüm!) Sana haram olan ayda harp var mıdır, diye sorarlar. De ki, o ayda (haram olan ayda) savaşmak büyük bir günahtır. Fakat Allah yolundan (Allah’ın dininden insanları) alıkoymak, O’nu (Allah’ı) inkâr etmek, mescid-i haram’dan men etmek ve oranın halkını oradan (kendi öz yurtlarından çıkarmak en büyük (daha büyük) bir günahtır.”
Bakara Sûresi 193. ayette: “Fitne tamamen yok edilinceye (ortadan kalkıncaya) ve din (kulluk) da yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla (İslam düşmanlarıyla) harp edin. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırma yoktur.”
Enfal Sûresi 39. ayet: “Fitne (küfür, şirk) kalmayıncaya ve (yaşanan) dinin tamamı Allah’ın oluncaya kadar onlarla (Allah ve peygamber düşmanlarıyla) harp edin. Şayet harbe (kafirliklerine) son verirlerse şüphesiz Allah onların yaptıklarını görüyor (ve karşılığını verir).” Aynı sûrenin 22. ayetinde Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Allah katında canlıların en şerlisi (en kötüsü, en yaramazı) akledemeyen (aklını kullanamayan) sağır ve dilsizlerdir.” Ayetteki sağır ve dilsizden kasıt, duyma ve konuşma engelliler değildir elbette. Hak ve hakkaniyete karşı kulağını tıkayan, hakkı söylememe noktasında dilini yutan dilsiz ve sağırlardır. Bunlar, yıllar yılı düzenin yaptığı üretim, imal ettiği mamullerin yüzde yüz bozuk olduğunu ayan beyan gördükleri halde bir türlü hakkı hak olarak, batılı da batıl olarak görüp hakka yönelme istidadını gösteremediler çünkü “akledemediler”, akıllarını kullanamadılar.
Enfal Sûresi 73. Ayet: “Kafir olanlar bile birbirlerinin dostu ve yardımcılarıdır. (Ey Mü’minler!) Eğer bunu (siz de böyle) yapamazsanız (birbirinizin dostu olamazsanız) yeryüzünde bir fitne ve (çok) büyük bir fesat ortaya çıkar (büyük bir kargaşaya sebep olur).”
Eğer Mü’minler dili, ırkı, rengi, soyu-sopu ne olursa olsun birbirlerinin dostu değil de kendilerinden olmayanların (ehl-i küfrün) dostu olurlarsa, eğer yeryüzü Müslümanları ehl-i küfre karşı tek cephe oluşturamazlarsa, küfür cephesi güçlenecek Müslümanlar ise zaafa uğrayacak ve küfrün hakimiyetine boyun eğmek zorunda kalacaklar. Tıpkı asrımızda olduğu gibi. Böylece boyutlarının tahmini güç, muazzam bir fitne ve nereye varacağı belli olmayan büyük bir fesat, dinmek bilmeyen ve ne zaman duracağı belli olmayan bir bela ve musibet ortaya çıkar. Eğer Müslümanlar sırt sırta verip, birbirine yardım edip destek sağlayarak güç birliği yapamazlarsa bu, fitnenin (küfrün) güçlenip palazlanmasına ve çok korkunç neticelerin ortaya çıkmasına sebep olur, olmuştur ve olmaya da devam ediyor. Bugün ehl-i küfrün İslam alemine karşı takındığı katı ve acımasız tavrına baktığımızda bütün berraklığıyla Kuranî mucizeleri daha iyi görüyor ve anlıyoruz.
Görüldüğü gibi meallerini sunduğumuz bu ayet-i celilelerde geçen fitne kelimesi küfür ve şirk anlamında kullanılmıştır. En büyük fitne olan ehl-i küfür uyumuyor, İslam’ı ve Müslümanları ortadan kaldırmak için plan ve projeleriyle gece gündüz harıl harıl çalışırken doğrusu Müslümanların nelerle meşgul oldukları bir merak konusu.
Küfür düzeni, hakimiyetini sürdürebilmek için mallarını ve canlarını ortaya koyarak canla başla çalışırken; hakkın hakimiyeti noktasında dünya Müslümanlarının durumu pür-melâldir. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle: “Şüphesiz kafirler mallarını (Müslümanları) Allah’ın (İslam’ın, Kur’an’ın) yolundan alıkoymak için harcıyorlar ve harcayacaklardır da (harcamaya devam edeceklerdir). Sonra bu harcadıkları mallar onlar için bir hasret (bir yürek acısı, bir nedâmet) olacak ve sonra da mağlup olacaklardır. Kafirler cehenneme doğru sürülüp götürüleceklerdir (toplanacaklardır).” Ehl-i küfür; İslam’ı susturmak, Müslümanları Allah yolundan alıkoymak için bütün varını yoğunu ortaya koyuyor.
Mümtehine Sûresinin 5. ayetinde: Fitneye düşmememiz konusunda rabbimiz bizi uyarıyor ve bu konuda kendisine yalvarıp yakarmamızı istiyor: “Ey Rabbimiz! (Hâlıkımız, Mabûdumuz, Muînimiz) Bizi, küfre sapanlar için bir fitne kılma, bizleri bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen her şeye gâlipsin ve her şeye hâkimsin.” “Ya Rabbi, bizi kafirler için bir fitne kılma!” duasını yaparken bu dua ile Allah’tan şunu istemiş oluyoruz: “Ya Rabbi, bize İslam’ı senin razı ve hoşnut olacağın şekilde, Kur’an ve Sünnet ölçülerine uygun olarak yaşama gücünü ver ve bunda bizi muvaffak eyle. Eğer biz İslam’ı, Kura’n ve Sünnet ölçülerine göre, senin razı olacağın şekilde değil de birilerinin istek ve arzularına göre yaşamaya kalkacak olursak işte o zaman kafirler için bir fitne oluruz ki bu halimizle gayri müslimlerin İslam’a girmesine engel olmak suretiyle fitne çıkarmış ve bu fitnenin devamına zemin hazırlamış oluruz.” Onun için Rabbimize dua ediyor ve diyoruz ki: “Ya Rabbi, bize İslam’ı olduğu gibi yaşamayı nasib et ve kafirler için bir fitne olma tehlikesinden bizleri muhafaza buyur.
Bu ayet-i celilenin bir manası da şöyledir: Ya Rabbi! Bizleri kafirlere karşı mağlup etme, eğer Müslümanlar mağlup olurlarsa, o zaman kafirlerde şöyle bir kanaat meydana gelebilir: “Eğer Müslümanlar haklı olsalardı, başarılı olurlar ve mağlup olmazlardı. Müslümanlar haksız ki kaybediyorlar.
“Emr bil-ma’ruf ve nehy anil-münker”i terk etmenin de bir fitne olduğu hususu da şu ayette ifade ediliyor:
“Sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayı(p herkesi kuşata)cak olan bir fitne den (İslam’a muhalefetten, emr bil-ma’ruf ve nehy anil-münkeri ve cihadı terk etmekten) de sakının ki (kendisinin koyduğu kurallara muhalefet edenlere) Allah’ın azabı pek şiddetlidir (çok çetindir).”[1]
Efendimiz (s.a.v) de şöyle buyuruyor: “Allah (c.c) bazı kimselerin (işledikleri) günahtan dolayı günahsız bir topluluğa azap etmez. Ancak güçleri yettiği halde engel olmuyorlarsa işte o zaman Allah, günah işleyenlerle beraber günah işlemeyenlere de azap eder.” İşlenen günaha duyarsız kaldıkları için Allah tarafından toplu olarak azap edilirler.
Bunun en bariz misali Lût (a.s)’ın kavmidir. Cebrail (a.s), Hazreti Lut’un kavmini helâke memur olunca yeryüzüne iniyor ve mübarek kanatlarını toprağın su seviyesine kadar daldırıyor, bu kavim (Sodom) halkına ait beş büyük ili, kanatları üzerine alıp semaya doğru yükseldiği bir anda, kadın ve erkek olarak tam seksen bin kişinin gecenin teheccüd vaktinde huzur-i ilahîde ibadetle meşgul olduklarını görür ve bu durumu hayretle izler. Bu dehşet verici manzara karşısında Allah’a şu niyazda bulunur: “Ya Rabbi, gecenin bu anında senin huzurunda taat ü ibadet, tazarru ve niyazda bulunan bu kullarının helakine nasıl sebebiyet verebilirim?” diye endişesini Rabbi Teala’ya arz etmeye çalışır. Allah (c.c): “Ey Cebrail, ben bunların bu ibadetlerini kabul etmiyorum. Çünkü bunlar ma’rufu emreden, münkerden nehy eden bir kavim değildi.[2]
Lut (a.s)’ın kavmi içinde bu çirkin iş ile iştigâl edenlerin sayısı sadece otuz üç kişiydi ve bunu da illegal olarak yapıyorlardı. Oysa asrımızdaki Lûtîler bunu kanun güvencesi altına alarak serbest ve pervasızca icra etmektedirler ve bunu İslam ülkelerine de yaymaya çalışıyorlar. Neûzübillâh..! Nitekim bir İslam ülkesi olan Senegal’de eşcinselliğin kanunlaşması için ciddi çalışmaların yapıldığı basına yansımıştır. İmam Buharî (r.a) Sahîh’inde, “Şirket (Ortaklık)” kitabının altıncı bölümünde Numân b. Beşîr (r.a)’ın rivayet ettiği hadis-i şerifi nakleder. Bu hadis-i şerifte Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
“Allah’ın koyduğu sınırları koruyup günahlardan uzak duranla, sınırı aşarak günahların içine düşüp de (günah kirleriyle kirlenenin) durumu kura ile gemide yer bulan topluluğun durumuna benzer. (Bunlardan) bir kısmının kurası geminin üst tarafına bir kısmının da alt tarafına düştü. Geminin altında olanlar su ihtiyacı olduğu zaman, yukarı çıkıp su ihtiyaçlarını temin ediyorlardı. Nihayet (bir zaman sonra) “Neden yukarı çıkıp yukarıdaki (arkadaşlarımıza) eziyet verelim!” diye (onlara eziyet vermemek için) buradan (bizim bulunduğumuz yerden) bir delik açıp su ihtiyacımızı temin edelim ve yukardaki (arkadaşlarımıza da) eziyet etmeyelim.” dediler. Eğer üst tarafta olanlar alttakilere müdahale etmeyip kendi hallerine bırakırlarsa hepsi birden helak olurlar.
Eğer müdahale edip engel olurlarsa (o zaman da hepsi) kurtulmuş olurlar.” Efendimiz (a.s) herkesin anlayıp kavrayabileceği ne güzel bir misal sunmuşlardır değil mi?
Konu ile ilgili Araf suresinin 64-65. ayetlerini de nakletmek istiyorum: “(Rasûlüm, hatırlat) o zamanı ki içlerinden bir topluluk: ‘Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye vaaz (u nasihat) ediyorsunuz?’ dediklerinde vaaz u nasihat edenler: ‘Rabbinize karşı bir mazeret(i açıklamak) için ve bir de belki sakınırlar (iman ederler) umuduyla (vaazü nasihat )ediyoruz.’ dediler.”
Yani bizim onlara vaaz u nasihatımız Rabbimize karşı bir mazeret beyan edebilelim diyedir. Çünkü emr bil-ma’ruf nehy anil-münker yapmak üzeirmize farz bir görevdir dediler. “Onlar (günah işleyen grup), kendilerine yapılan vaaz u nasihatları unutunca (dikkate almayınca, önemsemeyince) biz de kötülükten men edenleri (emr bil-ma’ruf ve nehy anil-münker) yapanları kurtardık. Zulmedenleri de yapmakta oldukları fasıklıktan dolayı çetin bir azap ile yakaladık.”
Bu ayet-i celilelerde Allah Teala üç sınıf insandan bahsediyor:
1- İnanmayan ve günaha dalan zalimler,
2- Emr bil ma’ruf ve nehy anil-münker yapan mücahid mü’minler,
3- Vaaz u nasihat yapan mücahid mü’minlere engel olmaya çalışan günahkar, neme lazımcı müslümanlar.
Mücahid mü’minler, zalimleri işledikleri zulumden vazgeçirmek için; neme lazımcı günahkar mü’minler de: “Bırakın şu kafirleri, Allah onları zaten helak edecek, beyhude bunlarla uğraşıp durmayın, değmez.
Fuzuli zaman kaybetmeyin..” diyorlardı. Ancak bu neme lazımcı mü’minlerin bilmedikleri bir geçek vardı ki o da: Nuh (a.s)’ın kavmini tam 950 yıl (dile kolay) tevhid dinine sabırla, metanetle, şecaat ve cesaretle korkmadan, yorulmadan, usanmadan davet etmesiydi. Çok azı müstesnâ kavmi iman etmiyor diye:
“Bunlara nasıl olsa Allah azap edecek.” diye görevini bir an dahi ihmal etmiyor. “Ey Nuh! Kavminden iman edenlerden başka (bundan böyle) kesinkes iman eden olmayacak. Onların işlediği (kabahat ve habasetleri)nden dolayı sakın üzülme.” emr-i ilahîsi gelinceye kadar gece gündüz, gizli-aşikar toplu bir halde ve ev ev dolaşarak tevhid dinini tebliğ etmeye devam etmiştir. İşte bunun adına emr bil-ma’ruf ve nehy anil-münker denir.
Allah (c.c) bu ayette zikredilen zalimleri cezalandırdığını, kafirlere vaaz u nasihatte bulunan mücahid mü’minleri kurtardığını haber verirken; neme lamzımcı Müslümanlardan hiç bahsetmiyor. Alimlerimiz: “Bu grup zikredilmediğine göre azaba uğrayan zalimlerle beraberdirler..” diyorlar. Hz. Huzeyfe’nin (r.a) naklettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyuruyor: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya ma’rufu emreder münkerden de nehy edersiniz veya Allah Teala kendi tarafından size neredeyse (çok yakın) bir azap gönderecektir. Sonra da O’na dua edeceksiniz de duanız kabul olmayacaktır.” Bu hadis-i şerif Ebû Hureyre’nin (r.a) rivayetinde ise şöyledir: “Ya ma’rufu emreder münkerden de nehy edersiniz yahut da Allah (c.c) sizin en şerlinizi size musallat eder (sonra bundan kurtulmak için) hayırlı olanlarınız dua eder (fakat bu) dualarınız kabul olmaz.[3]
Allah Teala bizlere Hakk’ı hak bilip tabî olmayı, bâtılı da bâtıl bilip ondan uzaklaşmayı cümlemize nasib ve müyesser eylesin. Fitne yağmurları yağmadan evvel fitne ateşini söndürmeyi bizlere kolaylaştırsın…
Amîn.
--------------------------------------------------------
[1] Enfal/25.
[2] Levâmi’u’l-Ukûl, s. 599.
[3] Mirkâtü’l-Mefâtîh, VII, 5140.