* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Kuran'ıKerim'de İhsan Kavramı  (Okunma sayısı 448 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Kuran'ıKerim'de İhsan Kavramı
« : Nisan 03, 2020, 08:58:10 ÖS »
Kuran'ıKerim'de İhsan Kavramı

İhsan, iyilik yapmak, bildiğini iyi bilmek, yaptığını iyi yapmak anlamlarına gelen dinî bir terimdir.

(İsfehani, Müfredat, 119.) İhsan kelimesinin kökü olan husn “güzel olmak” demektir. Bu kök mazi fiilinin başına eklenen elif harfi ile geçişli hâle getirilerek “güzel yapmak” anlamı kazanmıştır.

 İhsan Kur’an-ı Kerim’de yetmiş civarı ayette karşımıza çıkar. Bu kavramın yer aldığı ayetler incelendiğinde genel olarak üç farklı içeriğe sahip oldukları görülmektedir.

Bunlardan ilki iyilik yapmaktır. İhsan iyilik anlamında kullanıldığında maddi ve manevi her türlü hayrı kapsar. Nisa suresinin 36. ayetinde iyilik Allah’a iman ve kulluğun hemen ardından emredilmiştir.

Ayette ayrıca öncelikli olarak iyilik edilmesi gereken kimseler de sayılmaktadır: “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.” İhsan herkesin ihtiyacına uygun olarak değişebilir. Anne babaya ihsan onlara iyi davranmak, güzel söz söylemek, öf bile dememektir. Akraba için sılayırahimdir. Yetim ve fakirlere ihsan tasaddukta bulunmak, maddi olarak destek vermek, yolcuya ihsan ise onu evinde güzelce ağırlamaktır.

“Allah’ın sana iyilik yaptığı (ihsan ettiği) gibi sen de iyilik yap (ihsanda bulun).” (Kasas, 28/77.) ayetinde insanlara ihsanda bulunmak Allah’ı razı edecek sadaka ve hayır olarak açıklanmıştır (Mukatil, Tefsiru Mukatil b. Süleyman, 3, 356.) İbn Kesir aynı ayeti yorumlarken “O sana nasıl iyilik etmişse sen de onun kullarına iyilik et!” (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 10, 482.) der. Kul Allah’ın kendisine verdiğinden onun yolunda infak etmekle yükümlüdür. (Taberi, Cami‛u’l-Beyân, 18, 324.)

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) imanın cüzleri arasında saydığı “yoldan taşı kaldırma” ihsandır. İhsan Allah’ın rızasını düşünerek başkasına güler yüzle bakmaktan başlayarak bir milleti zulümden esaretten kurtaracak olan kahramanlığa kadar uzanan ve her iyiliği içine alan hayırdır. (Mahir İz, İhsan, 486.) Bu tarifle salih amel ve ihsanın birbirlerine olan yakın anlamları dile getirilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’deki diğer kullanımı ile ihsan iyi ve güzel amel anlamına gelir. Bu da Allah rızası için ve samimiyetle yapılan her türlü iştir: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah iyilik edenleri sever.” (Maide, 5/93.) Ayette iman, amel, ihsan kavramları iç içe ve birbirlerinin sebep ve sonucu olarak zikredilmiştir.

İhsanın Kur’an’daki üçüncü kullanımı yaptığını iyi yapmaktır. İhsan bu anlamıyla hem Allah’a hem insana nispet edilmektedir. Allah’a nispet edildiği ayetlerde işini güzel yapmak ve iyilik anlamları vardır. “O ki yarattığı her şeyi güzel yaptı.” (Secde, 32/7.) ayetini Zemahşerî “Allah Teâlâ’nın yarattığı her şey hikmetin gereklerine ve maksada uygunluk ilkesinin icaplarına göre düzenlenmiştir; güzellik bakımından kendi aralarında derecelendirilebilirse de bütün yaratılmışlar güzeldir.” şeklinde yorumlamıştır. (DİB, Kur’an Yolu, 4, 348.)

“Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun. Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmran, 3/133-134.)

Ne yaparsa iyi yapmak, iyiliği bile iyi yapmak ihsandır. İhsan yolu güzel yürümenin, arkada bıraktığı izi güzel bırakmanın adıdır. Hayatta yapılan her işi itkân ile sağlamca yapmak, hangi meslekte olursa olsun iyi sonuçlar verir.

Hz. Peygamber (s.a.s) “Allah, amel sahibinin yani iş adamının iş yapınca iyi ve güzel yapmasını sever.”

buyurmuştur. (Taberani) Ferdî ibadetlerden namaz günde beş vakit kulluk görevi olarak yerine getirilir.

Şartları bellidir, o şartları en güzel hâliyle yerine getirmek, ibadeti eksiksiz ve sadece Allah için yapmak ihsan derecesidir. İbadete ruhunu veren de budur. Sosyal görevlerimizden olan zekât ve sadaka vermek, ihtiyaç sahiplerini görüp gözetmek, müminin sorumluluğu ve onu Allah katında değerli kılacak bir ameldir. Bu duruma gelen bir müminin maddi manevi destekte bulunacağı zaman bunu ihsan çerçevesinde yapması, verdiği sadakayı başa kakmaması, yardım ettiği kişiyi minnet altında bırakacak karşılıklar beklememesi gerekmektedir.

Müfessirler ihsan kavramına geniş bir perspektiften bakarak yer aldığı ayetteki bağlamına uygun anlamlar vermişlerdir. Mesela “İyiliğin karşılığı, yalnız iyiliktir.” (Rahman, 55/60.) ayetindeki iki ihsandan ilkini tevhit ve Allah’a itaat olarak tefsir etmişlerdir. Böylece Allah’ın nimetlerinin sayıldığı bu surede onun kuluna verdiği en büyük nimetin ontolojik olarak Rabbin birliğini kabul etme yetisi olduğu dile getirilmiştir. Ayetteki ikinci ihsan cennettir. Mukatil’e göre tevhit ehlinin ahiretteki karşılığı cennettir. (Mukatil b. Süleyman, Tefsiru Mukatil, 4, 204.) Taberi “Dünya amelini güzel yapanın ve Rabbine itaat edenin karşılığı ahirette Rabbi tarafından güzelce verilecektir.” (Taberi, Camiu’l-Beyan, 22, 252.) demiştir. İbn Kesir’de yer alan bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.s.) bu ayetle ilgili olarak “Rabbiniz ne dedi bilir misiniz?” diye sormuş ve cevabını “Allah’ın tevhitle nimetlendirdiklerinin karşılığı ancak cennettir.” şeklinde vermiştir (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 13, 336.)

Yine “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 16/90.) ayetinde adalet, ihsan ve akrabaya vermek emredilirken, fuhuş, münker ve bağy yasaklanmıştır. Ayette geçen adalet tevhit, ihsan insanları affetmek, münker şirk ve bağy de insanlara zulmetmektir. (Mukatil b. Süleyman, Tefsiru Mukatil, 4, 483.) Adaletin Allah’tan başka ilah olmadığına şahitlik etmek, ihsanın her şartta Allah’ın emir ve yasaklarına veya farzları yerine getirmeye sabretmek olduğu da söylenmiştir. (Taberi, Camiu’l-Beyan, 14, 336.)

İhsan kavramı Kur’an’da adalet, hilm, salih amel ve takva ile birlikte kullanılmıştır: “Eğer iyilik eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 4/128.) Ayetten yola çıkarak iyi olanı yapmanın, iyi davranışlara devam etmenin sonucunun insanı takva sahibi yapacağını söylemek mümkündür. Takva sahibi olanlar aynı zamanda işini iyi yapanlardır. Güzel davranış ile takva arasında birbirini tamamlayan bir bağ vardır. Bu bağ “Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir.” (Nahl, 16/128.) Ayetinde de dile getirilmiştir. İhsan imanın özü, ruhu ve kemali dolayısıyla kulluk mertebelerinin en üstünüdür.

İhsanın bir diğer kullanımı hilm kavramıyladır. Hilm, başkalarına yumuşak ve sevecen davranmaktır.

Fakire daima yardım etmek isteyen, çabuk öfkelenmeyen, misilleme yapmaktan uzak duran ve kusurları bağışlayan kişi hilm erdeminin canlı örneğidir. (Izutsu, Kur’an’da Dinî ve Ahlaki Kavramlar, 339.)

İhsan tavrını kuşanmış kimselere muhsin denir.

“İhsanda bulunan” anlamındaki muhsin kimse Allah’ın sevdiği kulları arasındadır. (Bakara, 2/195; Âl-i İmran, 3/134; Ankebut, 69; Saffat, 80, 105.)
Muhsin sayılmak için bazı özelliklere sahip olmak gereklidir. Mesela peygamberler muhsindir. (Enam, 6/83-84.) Yeryüzünde fesat çıkarmamak, Allah’a korku ve umutla yakarmak (Araf, 7/56.), namazlara devam etmek, sabırlı olmak (Hud, 11/114-115.), Allah yolunda başına gelen şeylere karşı metanetli ve cesur olmak (Âl-i İmran, 146-148.), affetmeyi bilmek, insanlara karşı hoşgörülü davranmak (Maide, 5/13.), bollukta ve darlıkta infak etmek, öfkeyi yutmak, günaha düşünce Allah’tan bağışlanmayı dilemek (Âl-i İmran, 134-135.) muhsin olmanın gereklerindendir.

Elmalılı “Hayır, öyle değil! Kim ‘ihsan’ derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim ederse, onun mükâfatı Rabbinin katındadır. Artık onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Bakara, 2/112.) ayetini “Kim Allah için yüzünü lekeden salim tutar, nefsini şirkten ve şirk emarelerinden temizleyerek, ihlas ve samimiyetle Allah’a yönelir, bir tek Allah tanır ve bu hâlinde de özü muhsin olursa yani Allah’ı görüyormuş gibi kendini Allah huzurunda bilirse yaptığı her ibadeti temiz kalp ile ve her yönüyle güzel yaparsa işte onun Rabbi katında mükâfatı vardır. Bunlara hiçbir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaktır.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1, 386.) şeklinde açıklamıştır.

İnsan ister iyilik yapsın, ister işini iyi yapsın bunun ilk faydası doğrudan kendisinedir. Nasıl ki insan ahirette amellerinin karşılığı olarak cenneti ya da cehennemi hak edecekse dünyada da amelleri ile tavsif edilecektir. İyiliğin şahsi faydalarından biri kötülükleri silmesidir. (Hud, 11/114.) Fıtratı gereği kötülüğe meyilli olan insan işlediği hataları iyilik yaparak telafi yoluna gitmelidir.

İşi iyilik olanın karşılığı da böyle olur. İyilik kişisel mutluluk için zorunluyken bunun sürekliliği ve yaygınlaşması toplumsal faydaya dönüşür. İyiliğin karşılığı cennettir. Allah işini güzel yapanların gayretlerini boşa çıkarmaz. (Kehf, 18/30.) Hz. Peygamber “Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır.” (Yunus, 10/26.) ayetindeki iyiliğe verilecek husnanın cennet, bundan daha fazlasının ise “Allah’ın Zatına nazar” olduğunu söylemiştir. (Taberi, Cam‛iu’l-Beyan, 12, 158.)

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: İHSAN ÜZERE YAŞAMAK
« Yanıtla #1 : Nisan 03, 2020, 09:03:00 ÖS »
İHSAN ÜZERE YAŞAMAK

İslami ilimlerde “Cibril hadisi” diye meşhur olan rivayette belirtildiğine göre Allah Resulü (s.a.s.) Mescid-i Nebevi’de ashabı ile birlikte olduğu bir gün Cibril (a.s.) bir insan kılığında gelerek Allah Resulü’ne “iman”, “İslam” ve “ihsan”ın ne olduğunu sordu.

Allah Resulü soruların her birine cevap verdikçe Cibril “Doğru söyledin.” diyerek kendisini tasdik ediyordu. Bizim bu yazıda ele alacağımız mesele bu uzunca hadiste yer alan sorular içinde “İhsan nedir?” sorusuna Allah Resulü’nün verdiği cevaptır. Allah Resulü bu soruya “İhsan Allah’ı görüyormuşçasına O’na kulluk etmendir. Şayet sen O’nu göremiyorsan da O seni görmektedir.” buyurmuştur. (Buhari, İman, 36; Müslim, İman, 1)

İhsan kelimesi sözlükte iyilik etmek, güzel davranmak gibi anlamlara gelir. Bununla birlikte Allah Resulü, yukarıdaki sözüyle bu iyilik ve güzelliğin kaynağına dikkat çekmiş, ihsanı “ihlas”, “murakabe” ve “güzelce itaat etmek” gibi manalarla ilişkilendirmiştir. (İbnü’l-Manzûr, Lisânü’l-Arab, XIII, 117.)

İhsan, kişinin her ne yapıyor olursa olsun bu eylemi “Allah’ın kendisini görüp gözettiği” düşüncesi ile gerçekleştirmesini ifade etmektedir. Bunu düşünmek her şeyden önce kişide dosdoğru bir “Allah inancı” olmasını gerektirir. İnsanların büyük bir bölümü ya sağlam bir Allah inancına sahip olmadığı ya da bu inançlarını davranış boyutuna taşıyamadıkları için davranışlarında “ihsan üzere” hareket edemezler. Kur’an, müşriklerin Allah tasavvurlarındaki sakatlıktan şu şekilde söz eder:

“Allah’ın düşmanlarının, toplanıp yığın yığın cehenneme sevk edilecekleri günü hatırla! Nihayet cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler. Onlar derilerine, ‘Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?’ derler. Derileri, ‘Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca ona döndürülüyorsunuz.

Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lakin, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz. İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O sizi mahvetti de ziyana uğrayanlardan oldunuz.’” (Fussilet, 41/19-23.)

Bu ayetler, insanların eylemlerinin birçoğunun Allah tarafından görülmediğini, bilinmediğini düşünmenin insanları kötülüklere sürükleyeceğini ve bunun sonucunda insanların ebedî bir hüsranla karşılaşacağını belirtiyor. Bunun aksine bir kimse eylemlerini “Allah beni görüyor, her yaptığımı biliyor.” şeklinde bir bilinç ile gerçekleştirdiğinde ise bu kimse hüsrana uğramaktan kurtulacak, kurtuluşa erecektir.

İnsanın bütün eylemlerini “Allah’a yönelik eylemler” ve “Allah’ın yarattığı mahlukata yönelik eylemler” olmak üzere iki gruba ayırmak mümkündür. İbadet sözcüğü geniş anlamıyla alındığında insanın gerek Allah’a gerekse mahlukata yönelik olan ve Allah’ın rızasına uygun olarak yapılan fiillerini kapsar. Dar anlamda alındığında ise belirli zamanlarda, belirli eylemleri yaparak Allah’ı tazimde bulunmak anlamına gelir.

Dar anlamıyla “ibadet” eyleminin “ihsan” niteliğine sahip olması, o ibadetin Allah’ın tayin ve tespit ettiği standartlara uygun olmasını ve sırf O’nun rızası için yapılmış olmasını gerektirir. İbadet amacıyla yapılan bir fiil Allah’ın belirlediği şekle uygun olmazsa bu eylem “bidat”, “batıl”, “fasit” olarak nitelendirilebilir. Allah rızası dışında başka amaçlar için yapılıyorsa bu eylem “riya” olarak nitelenmeyi hak eder. İnsanlara yönelik bir fiilin “ihsan” vasfı ile nitelenebilmesi için bu fiili yapan kimsenin başkasına meşru bir yarar sağlamayı veya ondan bir zararı defetmeyi kastetmiş olması, bu eylem sonucunda karşı taraftan herhangi bir beklenti içine girmeyip yaptığı fiille Allah’ın rızasını kazanmayı hedeflemiş olması gerekir.

Maun suresi, gerek Allah’a karşı ibadet türünden eylemlerinde gerekse insanlar arası ilişkilerinde bu şartlara riayet etmeyenlerin, ihsandan nasibini almamış kimselerin durumundan söz eden son derece önemli bir suredir. Rabbimiz bu surede şöyle buyurur:

“Gördün mü, o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir. Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.” (Maun, 107/1-7.)

Bu surede açıkça görüleceği üzere bir kimse “ihsan” özelliğine sahip olmadığında insanlar arası ilişkilerde kaba ve kırıcı olur. Toplumun zayıf kesimlerine karşı yardım hisleri taşımaz, ilgi ve alaka duymaz. Kendisi iyilik yapmadığı gibi iyiliğe teşvik de etmez, dahası iyiliğe engel bile olur. İhsan özelliğine sahip olmayan kişi, ibadet türünden eylemlerinde de Allah’ın rızasını değil toplumun beğenisini hedefler.

İhsan özelliğine sahip olan kimse en başta kendi fıtratı ile barışıktır. Çünkü insan, yaratılışı itibarıyla “ahsen-i takvim” (en güzel kıvam) üzere yaratılmıştır. Bu kıvamını koruması, ihsan üzere yaşamasına bağlıdır. Bu ise Allah’a hakkıyla iman etmeye ve bu imanına uygun yaşamaya (salih amel) bağlıdır. İhsan üzere yaşamayan herkes, fıtratındaki “ahsen-i takvim” özelliğini kaybederek esfel-i sâfilîn (aşağıların aşağısı) denilen en düşük seviyelere düşer. (Tin suresi.)

İhsan üzere yaşayan bir kimse Allah ile olan ilişkisini sapasağlam bir temele dayandırmıştır. O iman ile amel, amel ile ihlas, dünya ile ahiret arasını birbirinden ayırmamış, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği bu hususları bir arada tutmayı başarmıştır.

Allah Resulü (s.a.s.) konunun başında zikrettiğimiz hadiste dolaylı olarak ihsanın iki derecesi bulunduğunu ifade etmiştir. Bu derecelerin ilki ve daha üstünü “Allah’ı görüyormuşçasına kulluk etmek”tir.

Bir kudsi hadiste belirtildiğine göre Allah’ın yeryüzünde dolaşan ve kendini zikredip anan kimseleri arayan melekleri vardır. Böyle bir topluluk bulduklarında hemen onların yanına gelirler. Allah onlara sorar: “Kullarım ne söylüyor?” Melekler cevap verir: “Seni tesbih, tekbir, tahmid ve temcid ediyorlar.” Allah sorar: “Peki beni görmüşler mi?” Melekler: “Hayır görmemişler.” Allah sorar: “Beni görmüş olsalardı nasıl olurlardı?” Melekler: “Sana daha çok ibadet ederler, Seni daha çok yüceltirler, Seni daha çok tesbih ederlerdi.” derler. (Buhari, Deavât, 66; Tirmizi, Deavât, 130.)

Demek ki eğer Allah’ı görmüş olsaydık O’na olan kulluğumuzu şimdikinden çok daha üst boyutlara taşır, O’nu çok daha fazla tenzih, takdis ve tesbih ederdik. İşte “ihsan” boyutunda yaşayanlar, O’nu görmeden “görüyormuş gibi” kulluk etme şuuruna erişmiş olan kimselerdir.

İhsanın ikinci boyutunu ise “Allah tarafından görüldüğünün bilincinde olmak” oluşturur. Herkes ihsanın birinci boyutuna ulaşamayabilir. Bununla birlikte her mümin kul, gayret etmesi hâlinde “Allah tarafından görüldüğü” bilincine ulaşabilir. Zaten bu, onun imanının gereğidir. Kur’an, kişinin bu şuura ulaşabilmesi için gönlüne işleyecek dokunaklı ifadeler kullanır. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Hadid, 57/4.)

“Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki dördüncüleri O olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O olmasın. Bundan daha az yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını kıyamet günü haber verecektir. Allah her şeyi hakkıyla bilir.” (Mücadele, 58/7.)

“İhsan şuuru” ister birinci isterse ikinci derecesi ile bir kimsenin gönlüne yerleştiğinde o kimsenin bütün davranışları iyi ve güzel olur. Böyle bir kimse Allah’a ihlas ile ibadet eder. İnsanlara karşı her daim iyilik yapma peşinde olur. Kendisi iyilik yaptığı gibi başkalarını da iyilik yapmaya teşvik eder. Yaptığı iyiliği başa kakmaz, bunun için insanlardan övgü, teşekkür ve karşılık beklemez.

İhsan şuuru, insanın bütün davranışlarında etkisini gösterir

İhsan şuuru ile hareket eden mümin, aile fertlerine iyi davranır. Ana babası nasıl ki kendisinin küçüklüğünde onu büyütüp terbiye etmişler, kendisinin verdiği sıkıntılara katlanmışlarsa o da ana babasına yaşlılık zamanlarında iyilik eder, onlara “öf” bile demez. İhsan şuuru ile hareket eden mümin eşiyle iyi geçinir, çocuklarına merhamet, şefkat ve adaletle davranır.

İhsan şuuru ile hareket eden müminin sözleri arasında yalan, küfür, dedikodu, iftira, laf taşıma gibi kötülükler görülmez. O, konuştuğunda ya hayır konuşur ya da susar. Kendisi için sevip istediğini bütün mümin kardeşleri için de sevip ister. İhsan şuuruyla hareket eden müminin elinden ve dilinden diğer insanlar güvendedir. Çünkü kimseye karşı kötülük etmez, hile yapmaz, aldatmaz. Kimsenin canına, malına, ırz ve namusuna kötü gözle bakmaz.

İhsan şuuru, yalnızca “aynı dinden” olanlara karşı iyilik etmekle sınırlı tutulamaz. Bu şuura sahip olan mümmin, kendisinin dinine düşman olmayan diğer din mensuplarına karşı da iyilik eder, adaletten ayrılmaz. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur: “Allah sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara adil davranmaktan menetmez.

Şüphesiz Allah adil davrananları sever.” (Mümtehine, 60/8.)

İhsan şuuru ile hareket eden mümin hayvanlara karşı da şefkat ve merhametlidir. Onun gözünde bir kediyi aç bırakarak ölümüne sebep olduğu için cehenneme giden kişi ile çölde susamış bir köpeğe bir kuyudan ayakkabısı ile su getirerek onu kurtaran kimsenin cennetlik oluşu daima canlanır.

Netice itibarıyla söylemek gerekirse ihsan şuuru ile hareket etmek bir müminin gerek Rabbine gerekse mahlukata karşı bütün davranışlarında “en iyi” ve “en güzel” olanın arayışı içinde olmasını gerektirir.

Rabbimiz bizleri ihsan şuuruna sahip olan müminlerden eylesin.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: İHSAN ÇİZGİSİNDE BİR HAYAT
« Yanıtla #2 : Nisan 03, 2020, 09:07:05 ÖS »
İHSAN ÇİZGİSİNDE BİR HAYAT

İlahi inayet, rahmet ve ebedî mutluluk kaynağı olarak insanlığa gönderilen İslam, insanın selim fıtratını koruyan ve akıl nimetiyle sahip olduğu üstün vasıflarını doğruya yönlendirerek dünya ve ahiret huzurunu temin eden ilahi ilkeler bütünüdür. Dolayısıyla, can taşıyan her varlığa merhameti, Yüce Allah’a teslimiyet ve itaati merkeze alan dinimiz; insan, eşya, tabiat ve kâinatla ilişkilerimizi ideal seviyede tanzim ederek dünya ve ukba dengesinin en ideal şeklini bizlere göstermiştir. Nitekim yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in; “Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan müminler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.” (İsra, 17/9.) ayeti, bu hususu açıkça beyan etmektedir.

Tahkiki bir iman; Cenab-ı Hakk’ı tanıma, yaşadığımız dünyayı ve mutlak hakikat ahireti anlamlandırma, kendimizi ve dış dünyayı anlama noktasında en büyük imkândır. Bu şuur ile yaşanan hayatın ve yapılan ibadetlerin ise en somut neticesi her yönüyle güzel ahlak ve ihsan bilinciyle yaşamaktır. Bu açıdan ihsan, öncelikle kişinin “Rab” makamına başka hiçbir şeyi layık görmemesiyle birey ile Yaratıcı arasındaki derin saygı, bağlılık ve itaate dayanan ilişkiyi ifade etmektedir. Bu teorik boyutla birlikte, tam manasıyla “Cibril Hadisi”nde tebarüz ettiği yönüyle ihsan, Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etme cihetiyle etkin bir tefekkür, mutlak bir teslimiyet ve eşsiz bir özveriyle O’na yakın olma çabasıdır.

İhsan, müminin, yüce Allah’la arasında kuvvetli bir bağ kurarak davranışlarını bu eksende oluşturmasıdır. İnsanoğlunun ahlaki hafızası olan fıtratın gereklerini yerine getirmesi ve dinimizin münker olarak vazettiği kötülüklerden ve çirkinliklerden uzak durmasıdır. Dolayısıyla ihsan kavramının hayata yansıyarak somutlaşması, rububiyet ve ubudiyetin en yalın tezahürü tevhit akidesinin ve insanlar arası ilişkinin vazgeçilmez değeri vahdet ilkesinin gereğini yerine getirmekle gerçekleşecektir. Bu yönüyle ihsan ahlakının nefis terbiyesiyle vazgeçilmez bir ilişkisinin varlığı da açıktır. Buna göre ihsan ahlakının varlığı, imandan neşet eden ahlaki erdemlerin bireysel ve sosyal hayata taşınmasıyla ortaya çıkacaktır. Diğer taraftan zikredilen bu hususlar, ihsan erdeminin şehadet ve gayb âlemine dönük ideal vasfının adalet değerinden kaynaklandığını göstermektedir. Nitekim insanın fizik ve metafizik dünyasını anlamlandıran vahyin; “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder…” (Nahl, 16/90.) buyruğu bunu açıkça ortaya koymaktadır.

Bir eylemin ihsan olarak değerlendirilip anlam kazanabilmesi için bazı vazgeçilmezler bulunmaktadır. Öncelikle ihsan; niyet, bilgi, bilinç, eylem ve irfan boyutuyla sarsılmaz bir varlık alanı oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle, fikir ve aksiyon düzleminde ihsan davranışının ortaya konulmasında kişisel iradenin ve Yaratıcının muradının farkındalığı söz konusudur. Bu da ihsanın, dünya ve ahirette yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya yönelik erdemli davranışların biricik vesilesi olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda bu ideal, dinin ya da örfün iyi/güzel kabul ettiği ve “birr” ifadesinde karşılığını bulan maddi manevi bütün güzellikleri temin etmektedir. Bu itibarla ihsan, marufu münkerden, adaleti zulümden, ihlası riyadan ayıran ve böylece kişiyi “muhsin” kılan mühim bir cevherdir. Aynı zamanda ihsan, kötülük dehlizlerinden iyiliğin aydınlık yollarına kişiyi sevk etmekle, takva mertebesinin de önemli bir eşiği konumundadır. Zikredilen tüm bu hakikatler, ihsanın etik ve estetik değeriyle insan hayatının her alanındaki varlığını göstermektedir. İhsanın en güzel örneklerini bizlerle buluşturan Peygamber Efendimizin (s.a.s.); “Allah her şeye karşı ihsanı farz kılmıştır…” (Müslim, Sayd, 57.) hadisi de bu hususu teyit etmektedir.

Yüce dinimiz İslam, bireyin fıtratındaki iyilik cevherini yeryüzü ile buluşturarak dünyayı imar etmeyi hedeflemektedir. Bu üstün gayeye ulaşmada da en önemli imkân, peygamberlerin varlığı, örnekliği ve mücadelesidir. Nitekim peygamberler, bütün insanlığa sunduğu rahmet iklimiyle, her türlü eylemi zarafetle tezyin eden üstün ahlak ilkeleriyle bizlere ufuk çizip yön tayin eden vahyin, doğru anlaşılıp en güzel şekilde yaşanan bir hayata dönüşmesinde şüphesiz en büyük örneklerdir.

Her konudaki rehberimiz Allah Resulü (s.a.s.) de her şeyi en güzel, tam ve mükemmel bir şekilde yapmakla kalmayıp aynı zamanda çevresini de en iyiye ve en güzele yönlendiren tavsiyelerde bulunarak insanlığa örnek olmuş ve ashabını ihsan şuuruyla yetiştirmiştir. Söz konusu çağları aşan örneklik; bilgi, hikmet ve marifet rükunları üzerine oturmuş, iman, kulluk ve güzel ahlakla tezyin edilmiş İslam medeniyetinin temel harcı olmuştur. Bu mayanın ruh çaldığı Müslümanlar, ilim ve irfan ile donanmış fertlerin oluşturduğu, ihsan ahlakı ile şekillenecek bir toplum idealini gerçekleştirmek için azami gayret göstermişler ve nihayetinde, yeryüzünde iyilik ve güzellikler üreten bir medeniyet inşa etmeye muktedir olmuşlardır.

İhsan bilinci, kulun Rabbiyle ve diğer varlıklarla ilişkisi bağlamında bireye dünya ve ahiret mutluluğunun yolunu göstermekle birlikte, günümüz dünyasının gerek bireysel ve gerekse toplumsal birçok sorununa da çözüm sunmaktadır.

Zira ihsan; hayatın, varlık âleminin en şereflisi olan insana yaraşır bir şekilde sürdürülmesini temin eden ve hayatın her alanında insandan sadır olan eylemleri düzenleyen temel ilkelerden biridir.

Nitekim sosyal hayat, her yönüyle ihsan merkezinde yaşandığında, Kur’an ve sünnetin hedeflediği erdemli ve faziletli toplum ortaya çıkmış; bu idealden uzaklaşıldığında ise iyilik yeryüzü sahnesinde zayıflamış ve kötülük toplumda hâkim güç hâline gelmiştir. Günümüze gelecek olursak, bugün yeryüzünün iyiliğe, merhamete, ahlak ve hukuka her zamankinden daha fazla muhtaç olduğu her türlü izahtan varestedir. İnsanlık; güven, sevgi, saygı ve barıştan uzaklaşarak tefrika, bölünme, zulüm, şiddet, vahşet ve dehşet sarmalında bunalımlı bir hayata hapsolmuştur. Tüm bunlar, İslam’ın hayatı huzurla buluşturma, insanı da kendisi ve çevresiyle barıştırma idealini önemsememe ve onun evrensel mesajını ihmal etme neticesinde vuku bulmaktadır. Özetle bugün, İslam âlemi de dâhil olmak üzere, yeryüzünde yaşanan ahlaki erozyon, kaybedilen huzur ve güven, insanlığın kanayan yaralarının merhemi mesabesindeki Kur’ani bir ilke olan ihsan değerinden uzaklaşmasının tabii sonucudur.

Bu itibarla, İslam’ın yeryüzüne sunduğu rahmete, hiç kimseden esirgemediği sevgi ve şefkate, iç ve dış dünyamızı sekinetle buluşturan barış çağrısına bütün insanlığın ihtiyaç duyduğu bir zamanda; ihsan çizgisinde yaşadığımız bir hayatın, gerçek anlamda iyiliğe ulaşma adına daha güzel bir dünyanın inşasına vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]