Kur’an Işığında Hayatımız: Neslinizi Ateşten Koruyun
Peygamberlerin (a.s.), hep bir nesil endişesi içinde oldukları, bu hususta dâima Allah’a yalvardıkları haber verilir. Meselâ; Hz. İbrahim (a.s.): “Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar…” (Bakara 2/128); “Rabbim! Beni devamlı olarak namazı hakkıyla kılanlardan eyle! Neslimden gelenleri de…” (İbrâhim 14/40) diye dua eder.
Hz. Zekeriya (a.s.): “Rabbim! Ne olur, bana lutf-u kereminden bir yardımcı oğul ihsân eyle! Ki o, hem bana mirasçı olsun, hem de Yâkub ailesine. Rabbim onu kendisinden râzı olduğun bir kul eyle!” (Meryem 19/4-6) niyazında bulunur.
Cenâb-ı Hak ise Müslümanlara, nesilleriyle alakalı ciddi bir endişe taşıyıp şöyle duâ etmelerini öğütler: “Yâ Rabbî! Lûtfunla gözümüzü aydınlatacak, bizi mesrûr edecek zevceler, zürriyetler-nesiller ihsan buyur. Bizi de müttakîlere örnek ve önder kıl!” (Furkân 25/74)
Bu bakımdan kişinin, sadece kendisini Allah’ın azabından kurtarmaya çalışması yeterli olmaz. O, aynı zamanda, gücü yettiğince aile fertlerini de Allah’ın sevdiği kullar olacak şekilde yetiştirmekten sorumludur. Onların sadece bu dünyadaki yeme, içme, barınma, huzur ve refahlarını değil, bundan daha fazla onların âhirette cehennem yakıtı olmamalarını da düşünmelidir. Bu hususta şu âyet-i kerime büyük bir ikaz özelliği taşmaktadır:
“Ey iman edenler! Hem kendinizi hem de ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan o müthiş cehennem ateşinden koruyun!” (Tahrîm 66/6)
Resûlullah (s.a.v.) de şöyle buyurur: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. …Erkek, âilesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinde çobandır, o da sürüsünden sorumludur...” (Buhârî, Ahkâm 1; Müslim, İmâret 20)
Tahrîm sûresi 6. âyet-i kerîme indiğinde ashâb-ı kirâm (r.a.):
“–Yâ Resûlallah! Kendimizi ateşten koruyabiliriz, ya ehlimizi nasıl koruyacağız?” diye sordular. Resûlullah (s.a.s.) şu cevâbı verdi: “Onlara Allah’a kul olmayı, tâat ve ibâdeti emredersiniz. Allah’a isyân etmekten ve günah işlemekten de sakındırırsınız. İşte bu onları korumak demektir.” (Âlûsî, XXVIII, 156)
Bu sebeple anne-babalar çocuklarının terbiyelerine özen göstermelidirler. Çocuğun aile içinde alması gereken dinî terbiyeyi, birbirine bağlı safhalar halinde ele alıp izah etmeye çalışırsak belki anne-babaların bu konudaki sorumluluklarının farkına varmalarına ve gerekeni yapmaya cesaretle yönelmelerine bir nebze katkıda bulunabiliriz:
1. İnanç eğitimi
İşin temeli İslâm’a uygun sağlam bir inançtır. İnanılması gereken her şeye en güzel şekilde inanmaktır. Bunların varlığını kesin olarak kabullenip gereğini yapmaktır. Nitekim Resûlullah (s.a.v.), Abdulmuttalib oğullarından bir çocuk konuşmaya başladığında ona: “«Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah’a hamdederim» de ve tekbir getirerek O’nun şânını yücelt!” (İsrâ 17/111) âyetini yedi defa okutarak öğretirdi. (Abdurrezzak, IV, 334; İbn-i Ebî Şeybe, I, 348)
Fahr-i Kâinât (s.a.v.) bir hadislerinde de: “İlk söz olarak çocuklarınıza güzel bir şekilde (Lâ ilâhe illallah) demeyi öğretiniz!” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuabu’l-îmân, VI, 398)
Dolayısıyla, çocuklarımızın yanında, ister yemekte ister herhangi bir yerde daima Allah Teala’nın büyüklüğünden, kainatın yaratıcısı olduğundan, teneffüs ettiğimiz havadan, güneşten, hülasa bütün istifade ettiğimiz yiyecekler, içecekler ve daha nice nimetlerden bahsetmeli, onların gönüllerinde kuvvetli bir Allah’a imanın yerleşmesine yardımcı olmalıyız. Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in Allah’ın peygamberi olduğunu, dolayısıyla Rabbimizi ve Peygamberimizi can ü gönülden, her şeyden fazla sevmemiz icap ettiğini sık sık tekrar etmeliyiz. Çünkü Allahını ve Peygamberini seven bir gönülden, iyilikten başka bir şey beklenemez.
2. İbadet eğitimi
Doğru bir inanç eğitimini doğru bir ibâdet eğitimi takip eder. Yüce Rabbimiz çocukların namaza alıştırılmasının çok mühim bir mesele olduğuna vurgu yaparak özellikle fert, aile ve toplum olarak namaz ibadetine daha fazla ihtimam gösterilmesi için şöyle buyurur: “Ailene ve ümmetine namazı emret. Kendin de onu kılmaya sabırla devam et. Biz senden rızık istemiyoruz; üstelik seni de biz rızıklandırıyoruz...” (Tâhâ 20/132)
Bu âyet indikten sonra Allah Resûlü (s.a.v.), kızı Fâtıma’nın evine gider ve “Haydi namaza!” buyururdu. Buna aylarca devam ederdi. (Buhârî, Teheccüd 5; Müslim, Misâfirîn 206)
Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurur: “Çocuklarınıza yedi yaşındayken namaz kılmalarını söyleyin. On yaşına geldiklerinde kılmazlarsa onları te’dib edin. Kız ve erkek çocukların yataklarını da ayırın.” (Ebû Dâvûd, Salât 26)
Resûlullah (s.a.v), çocukların Kur’an eğitimine de çok büyük ehemmiyet verir ve şöyle buyururdu: “Kim çocuğuna Kur’ân’ı yüzünden okumasını öğretirse, geçmiş ve gelecek günahları mağfiret edilir. Kim de çocuğuna Kur’ân’ı ezberletirse, Allah kıyâmet günü onu Dolunay gibi diriltir ve evlâdına: «Oku!» denir. O her bir âyeti okudukça, Allah Teâlâ babayı bir derece yükseltir. Evlâdın ezberindeki Kur’ân âyetleri bitinceye kadar bu böyle devam eder.” (Heysemî, VII, 165-166)
3.
Günahlardan sakındırma eğitimi
Efendimiz (s.a.v.), bir defasında Âişe vâlidemizi günahlardan sakındırırken şu dikkat çekici ifadeleri kullanmıştır: “Ey Âişe! Küçümsenen işlerden (önemsenmeyen en küçük günahlardan dahi) sakın! Zira Allah katında onları gözetleyip kaydeden bir (melek) vardır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 29; Dârimî, Rikâk, 17)
4. İnfak eğitimi
Çocukları küçük yaşlarda namaza alıştırdığımız gibi vermeye, muhtaçlara yardım etmeye, kendi imkânlarından fedakârlık yapmaya da alıştırmalıyız. Henüz çocukluk ve gençlik yaşlarında o ciğerparelerimiz başkalarına yardım edip onların duasını almanın derin hazzını tatmalı, leziz bir yemeği arzu etmekten daha fazla o manevi zevki tatmayı arzu etmelidirler. Muhtacın duasını almanın manevi huzurunu yaşamalıdırlar. Eğer çocuklar bu manevi zevklerden mahrum olarak büyürlerse, ilerleyen yaşlarda bu eğitimi almaları gitgide zorlaşır. Böyle büyük bir manevi devletten ve kalbi saltanattan mahrum kalırlar. İslâm’ı anlamak ve yaşamak onlar için zor hale gelir. Bu bakımdan güzel insanlar, gerçek âlimler ve hak dostları evlatlarına küçük yaşlarda inanç ve namaz eğitimi verdikleri gibi infak eğitimi de verirler. O kalpleri taze yavruları muhtaçları sevmeye ve onlara yardımcı olmaya alıştırırlar.
Nitekim Osman Nuri Topbaş hocamız şöyle anlatıyor: “Çocukluk yıllarımızda rahmetli babam Musa Efendi, bizi camilere götürür, o camiler hakkında bilgi verir, elimize bir miktar para vererek oradaki ihtiyaç sahiplerine dağıttırırdı. Rahmetli annem leziz yemekler yapar, kapalı kaplarla elimize verir, hasta olan komşularımıza gönderirdi. Biz de o yemekleri götürür, hastaların duasını alır ve çok sevinirdik. Öyle ki bir daha götürüp dua almayı ve o manevi sevinci tekrar yaşamayı isterdik.”
5. Tesettür eğitimi
Tesettür ve iffet insana ait bir durumdur. Dinin çok mühim bir emridir. Günümüzde insanlık bu konuda büyük yara almıştır. İnsan fıtratına hiç de uygun olmayan giyim tarzları geniş alanlara yayılmıştır. Bu bakımdan kız olsun erkek olsun çocuklarımıza küçük yaşlarda aile içinde mutlaka tesettür eğitimi vermek gerekmektedir. Maalesef bazı anneler ve babalar, “Çocuklar henüz küçük. Büyüyünce başlarını örterler, uzun elbise giyerler” şeklinde yanlış bir düşünceye saplanmaktadır. Böyle düşünmek doğru değildir. Aksine küçük yaşta çocuğa bu eğitim verilmeli, büluğ çağına geldiğinde de çocuk hiç zorlanmadan İslâm’ın emrettiği şekilde örtünmeli ve giyinmelidir. Efendimiz (s.a.v.)’den nakledeceğimiz şu hadise bu açıdan ne kadar dikkat çekicidir:
Âişe vâlidemiz, kızkardeşi Esma ile birlikte oturuyorlardı. Peygamberimiz içeri girdi. Esma’nın üzerinde geniş kollu Şâmî bir elbise mevcuttu. Efendimiz Esma’yı görür görmez derhal dışarı çıktı. Hz. Âişe kardeşine: “Uzaklaş, Resûlullah sende hoşlanmadığı bir şey gördü” dedi. Esma çıkınca Allah Resûlü tekrar girdi. Âişe vâlidemiz bu davranışının sebebini sorduğunda: “Görmüyor musun durumu? Müslüman bir kadının ancak şu kadarı görünebilir” buyurdu ve elleriyle kendi yenlerini tutup parmaklarına kadar örttü, sonra da elleriyle şakaklarını örterek sadece yüzünü açık bıraktı. (Heysemî, V, 137)
6. İstikbal endişesi ve âhirete hazırlık
Günümüzde anne-babaları çocukları hakkında müthiş bir istikbal endişesi sarmış durumdadır. Çocuğumun geleceği ne olacak? Ne yiyip ne içecek? Nerede çalışacak? Memur mu olacak, amir mi olacak? Fakat bu tür endişelerin içinde hiç de ebedi hayat, yani ahiret endişesi yer almamaktadır. Halbuki esas gelecek, ahirettir. Esas hayat ahiret hayatıdır. Bu bakımdan esas endişe ahiret endişesi olmalıdır. Aslında peygamberlerin gönderilmesinin ve kitapların indirilmesinin bir numaralı maksadı bu gerçeği insanlara haber vermektir.
Gelin, çocukları ahirete hazırlamanın nasıl yapılması gerektiğini bizzat bu işin gerçek önderi peygamberimiz (s.a.v.)’den öğrenelim: Kızı Hz. Fâtıma, değirmen çevirdiği için elinde yaralar oluşur, kırba ile su taşıdığı için boynunda yaralar açılır, evi süpürdüğü için de üstü başı toz toprak içinde kalırdı. Bir ara Allah Resûlü’ne bazı köleler getirilmişti. Fatıma, kendisine bir yardımcı isteyecek oldu. Efendimiz:
“– Ey Fâtıma, Allah’tan kork, Allah’ın farzlarını edâ et, âilenin işlerini yap. Yatağına girince otuz üç kere sübhanallah, otuz üç kere elhamdülillah, otuz dört kere Allahu ekber, de! Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır” buyurdu ve ona hizmetçi vermedi. (Ebû Davud, Harac, 19-20/2988. Bkz. Buhârî, Humus, 6)
7. Anne-babanın örnek olması
Anne kanguru, yavru kanguruya sesleniyor: “Yavrum niçin öyle yan yan yürüyorsun? Düzgün yürüsene!”
Yavru kanguru annesine şöyle cevap veriyor: “Anneciğim! Ben seni hep bu şekilde yürürken gördüm. Böyle yürümeyi senden öğrendim. Sen düzgün yürüseydin, ben de senin gibi düzgün yürürdüm.”
Aslında bu küçücük kıssa, aile içinde anne-babaların her türlü adap, erkan, fazilet ve güzellikte evlatlarına örnek olmalarının mana ve ehemmiyetini bütün detaylarıyla anlatmaktadır. Başka söze hacet yoktur.
Bu bakımdan anne-babaların, özellikle ailenin reisi olmaları hasebiyle, aile fertlerinin dinî terbiyesi açısından mesuliyetleri çok büyüktür. Bu konu hiç ihmal ve gevşeklik götürmeyecek derecede ciddidir. Çünkü özellikle gençlerin dini duygularını silip süpüren, nefsânî duygularını kamçılayan, onları mânevîyattan koparıp nefsin kulu kölesi yapan çok güçlü haricî tesirler söz konusudur.
Okul, sokak ve çevre de bu açıdan faydadan çok zarar verecek bir mâhiyet taşımaktadır. Yazılı ve görsel medyanın, özellikle internetin yıkıcı tesirleri ifadeye sığmaz boyuttadır. Bütün bunlar karşısında nasıl bir dikkat ve gayretle çocuklarımızın dini terbiyelerine eğilmemiz gerektiği ortadadır.
Prof. Dr. Ömer Çelik