Kur’an Müminin Baharıdır
Bahar, kuru ağaçların uzun kış uykusundan uyanma, toprak anadan emdikleri gıdalar ile çiçeğe durma mevsimidir. Yağmur maddi âlemin gıdası olduğu gibi Kur’an da ruhaniyet âleminin gıdasıdır. İkisi de hayat verir, diriltir.
Bahar, kuru ağaçların uzun kış uykusundan uyanma, toprak anadan emdikleri gıdalar ile çiçeğe durma mevsimidir. Yağmur maddi âlemin gıdası olduğu gibi Kur’an da ruhaniyet âleminin gıdasıdır. İkisi de hayat verir, diriltir. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde yağmur ile Kur’an’ı beraberce anar. Nasıl ki bahar yağmurları kurak toprakları yeşertiyor ve cennet haline getiriyor ise Kur’an da taşlaşmış kalpleri çorak gönülleri manevi kudreti ile yeşertmekte, adata bu gönülleri çiçek bahçesine dönüştürmektedir. İlahi kitabın bu özelliğini Rabbimiz şöyle bildirmektedir:
“Biz sana bu Kur’an’ı ancak, hakkında ayrılığa düştükleri şeyleri, onlara apaçık bildirmen için indirdik. Bu kitap, iman edenler için hidayet ve rahmettir. Allah gökten bir su indirdi ve onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti. Şüphesiz ki bunda dinleyen toplum için bir ibret vardır.” (Nahl, 64-65)
Allah Teâlâ Kur’an’ı rahmet olarak isimlendirir ve bu isimlendirmenin hemen sonrasında Kur’an için kullanılan indirme manasına inzal kelimesini yağmur için de kullanılır, hâlbuki Arapçada yağmur yağdırmak için başka kelimeler de kullanılmaktadır. Yüce Rabbimiz Kur’an’ın baharda yağan diriltici yağmurlar gibi müminlerin üzerine yağdığını ve onlardan kabiliyetleri olanlara hayat bahşettiğini bizlere bildirmektedir. Malik b. Dinar hazretleri bu hakikati şöyle ifade eder: “Ey Kur’an Ehli! Kur’an sizin kalbinize nasıl bir tohum ekti? Biliniz ki, yağmur yeryüzünün baharı olduğu gibi Kur’an da müminin baharıdır.” (İhya, c.I, 729) Ne var ki Kur’an dağa taşa eşit yağsa da ondan istifade için muttaki olmak, mütevazı olmak gerekir. Hakk’a ve halka karşı kibirlenen taş kalpliler, bu dünyaya niçin geldiklerini merak etmeyen tek derdi yemek ve içmek olanlar, üzerlerine inen bu ilahi rahmetten istifade edemezler. Peygamber Efendimiz (sav) bu hakikati şu hadisleri ile beyan ederler.
“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidayet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kaypak arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidayeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.” (Buhârî, İlim 20; Müslim, Fezâil 15)
Bu gibi nebevi uyarılardan yola çıkan mürşitler, tarikata giren yeni müritlerin gönül topraklarını, zikir ve evrad ile önce gaflet dikenlerinden temizlerler. Bu aşama gerçekleştikten sonra da onları Kur’an’ın rahmet iklim ile buluşturur, gönüllerine hidayet tohumlarını ekerler. Aksi takdirde tertemiz Allah kelamı kirli gönüllere girmez, zahiren girse de manen fayda vermez, İmam Rabbani bu hakikati şöyle ifade eder:
“Allah Teâlâ bir ayet-i kerimede Kur’an-ı Kerim ile alakalı olarak şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bu, değerli bir Kur’an, korunmuş bir kitaptır. Ona ancak temizlenmiş olanlar dokunabilir.” (Vakıa, 77-79)… Bu kulun yukarıda verdiğimiz ayetlerle ilgili olarak kıt aklına gelen, Kur’an’da gizli bulunan ilahi sırları sadece iç dünyalarını beşeri alakaların kirlerinden arındırmış olan kimselerin keşfedebileceğidir. Temizlenmiş gönüllerin Kur’an’dan nasibi bu olunca, böyle olmayanların eline ne geçer ki!” (Mektubat, III, 4. Mektup)
Mevlana Hazretleri de Yüce Kitabımızı kalbini tezkiye etmiş, ilahi aşk şarabını içmiş müminlerin öğretmesi gerektiğine inanır. Başka bir tabirle fenâ fi’l-Kur’an makamına varmadan ilahi kitap sırlarını açmaz: “Kur’an’ın manasını, ancak Kur’an’dan yahut da hava ve hevesini ateşe vurmuş, Kur’an’ın huzurunda alçalmış, kurban olmuş, ruhu, Kur’an kesilmiş adamdan sor. Bir yağ, tamimiyle güle feda olur, gül kesilirse ister onu yağ diye kokla, ister gül diye!” (c.5: 3128-30)
Büyük sufi müfessir İbn Acibe’ye göre seyr u sülukta kemalatın en önemli göstergesi Kur’ani sırların salikin gönlüne açılmasıdır. Kim Kur’an’ı dinlerken ve tedebbür ederken manevi sırlara vakıf olursa bu onun kalbinin feth olunduğuna işarettir. (Bahrul Medid, c.II, s.283) Zira Mevlana’nın da ifade ettiği üzere Kur’an yüzü peçeli bir gelin gibidir, kendini ancak mahremine açar.
Sufilere göre salik için en kıymetli hazine Hakkın kitabından bir behre sahibi olmaktır. Tasavvufi hayatın kurucularından Hasan-ı Basri temiz bir kalp ile Kur’an’ı anlamanın kıymetini şöyle ifade eder: “Allah’a yemin ederim Kur’an’dan daha üstün bir zenginlik olmadığı gibi ondan mahrum olmaktan da daha büyük bir fakirlik yoktur.” (İhya, c.1, s.706)
İmam Rabbani’ye Kur’an-ı Kerim manevi terakkinin en önemli anahtarıdır. Tarikatın başında müritler zikir ile kalplerini temizlerler. Gönüller Kelamullahı idrake hazır hale gelince artık terakkide Kur’an asıl, zikir yardımcı hale gelir. İmam Rabbani bu keyfiyeti şöyle ifade eder:
“Zikre bağlı olan muamele Hak Sübhânehû’nun ihsanıyla tamamlanıp, hevâ ilahlarıyla ilgilenme durumundan kurtuluş mümkün olursa ve nefs-i emare, nefs-i mutmainneye dönüşürse artık o zaman terakki zikirle hâsıl olmaz. Bundan böyle zikrin hükmü ebrâr kulların virtleri hükmündedir (Bu halde zikir daha çok sevap kazandırır, manevi terakki sağlamaz). Bu (nefs-i mutmainne) makamında yakınlık mertebelerini kat etmek; Kur’an okumaya ve namazları uzun kıraat ile uzatarak ve huşu içinde kılmaya bağlıdır. Daha önce zikirle ulaşılanlara artık Kur’an okumakla, özellikle de namazda okumakla ulaşılır.” (Mektubat, c.III, m.25)
İmam’a göre aslında sufilerin çektikleri zikirler Kur’an ayetlerinden alınmış olduğu için salik, zikir ve evradını, Kur’an okuma niyeti ile icra ederse aynen Kur’an okumuş gibi istifade eder: “İlginçtir ki bu durumda Kur’an ayetlerinden olduğu için, Kur’an tilâveti adıyla zikir tekrarlanırsa ve zikre de euzü besmele ile başlanırsa, Kur’an okuma sonucu ulaşılan faydalar bu zikir sonucunda da elde edilir. Ancak zikir, Kur’an tilâveti adıyla tekrarlanmazsa, ebrâr kulların ameli gibi olur.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Kur’an’ın kalpler için manevi bir gıda olduğunu pek çok hadis-i şerifinde ifade buyurmuşlardır. Bir keresinde Ebu Zerr (r.a): “Yâ Rasûlallâh! Bana nasihatte bulun!” dediğinde Peygamber Efendimiz: “Kur’an okumaya ve Allah’ı zikretmeye bak, çünkü Kur’an yeryüzünde senin için bir nur, gökyüzünde de bir azıktır.” buyurmuştur. (İbn-i Hibbân, II, 78)
Sufilere göre seyr u süluk için gerekli olan tüm bilgiler Kuran’da mevcuttur. Kelamullah maddi ve manevi her tür hastalığın şifasıdır. Maneviyat yolcusu bir sıkıntıya düştüğünde mümkünse namaz içinde değilse namaz dışında kuran kıraati ile Rabbine sığınmalıdır. Allah kelamına sığınmak Allah’a sığınmak demektir. Allah Teâla kalplerinin safiyetine göre kullarının kalbine tecelli eder, ilahi rahmet gönülleri nisan yağmurları gibi besler. Sanki o sevgiliden gelen bir mektup gibidir, insana onun kelamında daha tatlı bir şey yoktur.
Netice olarak tüm sufilerin manevi gıdasının ana kaynağı, ilham ve keşiflerinin membaı Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an’ın merkezde olmadığı bir manevi hayat daimi ve bereketli olamaz. Kur’an ile gıdalanmayan gönüller zamanla çöle döner. Bu sebeple sufiyye geçmişte de günümüzde de Kur’an eğitimine çok önem vermiş, ilahi kelamın öğretildiği kurumları en çok onlar bina etmişlerdir. Bu sebeple maneviyat yolunda ilerlemek isteyen bizler, içinde bulunduğumuz mübarek üç ayları da bir fırsat bilerek Kur’an-ı Kerim ile ilişkimizi yeniden düzenlemeliyiz. Kur’an’ı yüzünden okuma, okuduğumuzu anlama ve yaşama gayretlerimizi artırmalıyız. Allah Teâla bizleri Kur’an ile ihya olan, eti ve kanı Kur’an ile canlanan kullarından eylesin.
Amin.