KUR'AN'IN ANLAŞILMASINDA SÜNNETİN ROLÜ
Sözlükte ‘izlenen yol, yöntem, örnek alınan uygulama, örf ve gelenek’ mânâlarındaki sünnet; fıkıh, fıkıh usûlü, hadis ve kelâm ilimlerinde farklılıklar göstermekle berâber bunların hepsi Resûl-i Ekrem’le (sav) ilişkili olma veya onun yolunu izleme noktasında birleşirler. Sünneti terim olarak, ‘Hz. Peygamber’in (sav) söz, fiil ve onaylarının ortak adı, şer‘î delillerin ikincisi’ olarak tanımlamamız mümkündür.1
Hz. Peygamber (sav) İslâm’ı insanlara anlatan ve onu nasıl yaşamaları gerektiğini öğreten bir rehberdir. Tebliğ vazîfesini yerine getirirken tebliğ ettiği hakîkatleri bizzat kendisi de fiilî olarak hayâtında sergilemiş, insanlara bu ilâhî hakîkatlerin nasıl yerine getirilmesi gerektiğini göstermiştir.
Kur’ân’ın anlaşılmasında, Efendimiz (sav) son derece önemli bir konuma sâhiptir. Rabbimizin Kur’ân’daki mesajına tercümanlık yapmasıyla, İslâm’ın ne demek olduğunu bize anlatmasıyla açmış olduğu o hidâyet yolu, sünnet olarak tezâhür etmektedir. Dolayısıyla Kur’ân-ı Hakîm’i anlamak ve yaşamsal boyuta aktarmak Sünneti anlamaktan geçmektedir. Kur’ân ve Sünneti birbirinden ayırmak ya da birbirinden bağımsız olarak ele almak; hakîkat ile hayâtı, ruh ile bedeni birbirinden ayırmak gibi olacaktır. Sünnetin, İlâhî mesajı yaşam alanına bağlayan ana damar olduğu ise muhakkaktır. O damarın kesilmesi ya ilâhî mesajın anlaşılmamasına ya da ilâhî mesajı insanların kendi kafalarına göre yorumlayıp yeni dinler ortaya çıkarmalarına sebebiyet verebilir. Sünnetin önemine dikkat çekmesi açısından Kur’ân-ı Hakîm’de; ‘Allah sana Kitap ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allâh’ın sana olan nimeti ne büyüktür.’2
Ayet-i kerimesindeki ‘hikmet’ kavramıyla sünnetin kastedildiği müfessirlerimiz tarafından dile getirilmiştir.3
Sünnet Olmadan Kur’ân Anlaşılamaz
İslâm’ın ilk devirlerinden günümüze kadar İslâm’ı anlamak, anlatmak ve yaşamak isteyenler Kitap ve sünnete sarılmışlardır. Sünnet olmadan Kur’ân-ı anlamak, İslâm’ı tam olarak uygulamak mümkün değildir.
Tarihte Sünneti Kur’ân’dan ayırmak isteyenler, “Kur’ân bize yeter” diyenler olmuş ancak itibar görmemişlerdir.
Avusturya asıllı İngiliz vatandaşı Sprengerder (ö.1893), İskoç asıllı İngiliz William Muir (ö. 1905), Alman Georg Wevil, Hollandalı Dozy (ö. 1883), Belçika asıllı Fransız rahip Lammens (ö.1937), Schacht (ö. 1960) ve Goldziher gibi müsteşrikler/oryantalistler, hadislerin çoğunluğunun uydurma olduğunu ileri sürerek Sünnetin İslâm’ın kaynağı olması konusunda insanların kafasına şüphe sokmaya çalışmışlardır. Bu düşünce Hindistan ve Mısır’da yankı bulmuştur. Hindistan’da Sünneti bütünüyle reddeden bir akım türemiştir. Bu akımın ilk mümessili Kadiyânî mezhebi öncülerinden Seyyid Ahmed Han’dır. (ö. 1898) Onu Mevlevî Çarağ Ali (1844-1898) ve Abdullah Çakralvi izlemiştir. Bu düşünce sâhipleri kendilerine “Ehl-i Kur’ân” adını vermişlerdir. Bunlar; Kur’ân ile yetinmek ve Sünneti delil saymamak konusunda ittifâk etmişlerdir. O kadar ileri gitmişler ki Sünnet ile amel edenlerin, “Allâh’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerdir”4
Ayetinin hükmüne gireceklerini söylemişlerdir.5
Bu düşünceye Mısır’da da sâhip çıkanlar olmuştur. Mirza Bakır adında biri, “Sünnetsiz İslâm” sloganını ortaya atmıştır. Muhammed Tevfik Sıdkî (ö. 1920), “İslâm, Kur’ân’dan ibârettir” başlıklı el-Menar Dergisinde bir makâle yayımlamıştır. Bu şahıs kendisini ve kendisi gibi düşünenleri Kur’âniyyûn olarak isimlendirmiştir. Tevfik Sıdkî’ye göre Peygamberin söyledikleri ve yaptıkları ya menduptur ya hiçbir bağlayıcılığı yoktur ya da yaşadığı asırdaki insanları bağlar. Diğer insanlar Kur’ân’a yönelmelidir.6
Hâlbuki İslâm, sâdece Kur’ân’da zikredilen hükümler¬den ibâret değildir. Dînî her konu Kur’ân’da tafsîlâtı ile anlatılmamıştır. Kur’ân namazı, orucu, zekâtı vb. ibâdetleri emreder; ancak bunların nasıl yapılacağına dâir bir bilgi vermez. Bununla berâber birçok konunun açıklaması, detayı ve nasıl uygulanacağı Peygamberimiz (sav) tarafından yapılmış ve bu görev Peygamberimiz’e (sav) Allah (cc) tarafından verilmiştir. Müslümana düşen görevse Rasûlullâh’ın (sav) sözlerine itâat etmek,7
Emir ve yasaklarına boyun eğmek (inkıyâd)8
Örnek davranışlarına tâbi olmak (ittibâ)9, O’nu rehber edinmek ve O’na uymak (ihtidâ)10
O’nu örnek ve önder edinmek (teessi, üsve-i hasene)11, O’nu sevmek12
Ve O’nun ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Bu itibarla dîni anlamak, yaşamak ve anlatabilmek için Peygamberimizin (sav) Sünnetine mürâcaat edilmesi son derece önem arz etmektedir.13
Dînin İkinci Kaynağı Olması Yönü İtibâriyle Sünnet
Hz. Peygambere (sav) nisbeti sâbit olmuş, sahihliğine kanâat edilmiş sünnetin Kur’ân’dan sonra ikinci kaynak olduğu husûsunda İslâm âlimleri ittifâk etmişlerdir. Âlimlerin böyle bir sonuca varmalarında Kur’ân’da geçen şu âyetlerin etkisi son derece önemlidir:
De ki: ‘Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’14
‘Kim peygambere itâat ederse, Allâh’a itâat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.’15
Bu âyetlerde Allâh’ın (cc) sevgisini kazanabilmenin ve günahların bağışlanmasının Hz. Peygamber’e (sav) uymaktan geçtiği ifâde edilmiş, hattâ sonraki âyette Hz. Peygambere (sav) itâatin Allâh’a (cc) itâat olduğu açık bir şekilde beyân edilmiştir. Peygambere itâat; sâdece sağlığında Peygamberin söz ve emirlerini tutmaktan ibâret değil, Kur’ân ve Sünnette yer alan hükümlere, emir ve yasaklara uymaktır.16 Dolayısıyla sünnetin kıyâmete kadar bağlayıcılığı söz konusudur.
‘Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allâh’a ve Resûlü’ne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.’17
Bu âyete göre, Allah (cc) ve Resûlü (sav) bir konuda hüküm verirse artık mü’minlerin başka bir hüküm belirleme hakkı söz konusu değildir. Aksine hareket eden kimsenin isyâna ve dolayısıyla sapıklığa düşmüş olacağı ifâde edilmiştir.
Sonuç Olarak
Kur’ân’ın sâhibi olan Allah (cc), Kur’ân’ı açıklama görevini Hz. Peygamber’e (sav) vermiştir. Bu bağlamda Allah (cc); Hz. Peygamber’in (sav) söz, fiil ve takrirlerinden/onaylarından oluşan sünnetini, kasıtlı ya da kasıtsız bir şekilde görmezden gelinebilinmesinin önünü kapamıştır.
‘Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladı ise ondan sakının.’18 ilâhî fermânı Hz. Peygamber’in (sav) konumunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Sünnete tâbi olanları Peygamberimiz (sav) şefâatine dâhil edeceği gibi,19
Sünnetinden yüz çevirenleri kendisinden kabûl etmemektedir. ‘Kim benim sünnetimden (yaşama tarzımdan) yüz çevirirse benden değildir.’20
Sünnete tâbi olmanın kişiyi tüm zararlı akımlardan, sapmalardan koruyacağı ifâde edilmiş, ‘Size sımsıkı sarıldığınız sürece sapıtmayacağınız iki şey bıraktım: Allâh’ın (cc) Kitâbı ve Peygamberinin (sav) Sünneti.’21
Buyurmuştur. Sahabe-i Kirâm’ı müstesnâ kılan yegâne faktör de İslâm’ın iki kaynağına (Kur’ân ve Sünnet) sıkı sıkıya bağlı olmalarıdır. Hz. Peygamber’e (sav) benzemek için âdetâ kıyasıya yarışa girmeleri bizler için de çok önemli örnek mesâbesindedir. Her bir Müslüman için sünneti korumak, onu hayâtına aktarmak bir vazîfedir. Sünneti yaşayarak hayatlarımızı ihyâ etmeli, sünnetin engin feyzinden bereketlenmeli ve âhirette geçerli sermâye olacak olan sevaplarımızı artırmalıyız. ‘Kim ümmetimin fesâdı zamânında sünnetime sarılırsa ona yüz şehit sevâbı vardır.’22
Sâdece zor zamanlarda değil her zaman sünnetle hayatlarımızı diri tutmalıyız. Asrın getirmiş olduğu nice karanlıklar, ancak sünnet-i seniyye ile aydınlığa kavuşacaktır.
---------------------------------------------------
Dipnotlar
1 - Murteza Bedir, “Sünnet”, D.İ.A., T.D.V., Yay., İstanbul 2010, c. 38, s. 150.
2 Nisâ 4/113.
3 Bkz. Taberi, I ,557; Kurtubî, II, 131.
4 Mâide 5/44.
5 Azîmâbâdi, Şerhu Sünen-i Ebi Davud, trs. II, 357.
6 Mehmet Görmez, Sünnet ve Hadîsin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, T.D.V., Yay., Ankara, 2000, s. 85-91.
7 Nisâ, 4/64.
8 İbn Mace, Mukaddime, 6.
9 Al-i İmran, 3/31.
10 En’am, 6/90.
11 Ahzab, 33/21.
12 Al-i İmran, 3/31.
13 İsmail Karagöz, İslâm’ın Ana Kaynakları Kur’ân ve Sünnet, D.İ.B. Yay., Ankara, 2010, ss. 99-101.
14 Al-i İmran, 3/31.
15 Nisâ, 4/80.
16 Karagöz, a.g.e., s. 103.
17 Ahzab, 33/36.
18 Haşr, 59/7.
19 Seyyid Alizâde, Şir’atü’l İslâm, trc., A. Faruk Meyan, Çelik Yayınevi, İst,trs., s. 16.
20 Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5
21 Malik, Kader, 3, No: 1594.
22 Taberanî, el-Mu’cemu’l-Evsat, c. 5, s: 315, no: 5414; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, c: 6, s: 339, No: 9171.