Kur'an'la Konuşalım
Bizler Kur'an'ın Allah'tan (cc) gelen ilahi bir kelam olduğuna inanıyoruz. Kur'an, ilahi bir sözdür. "Söz", söyleyen ile dinleyenin varlığını ve bunların da canlı olmalarını gerektirir. Söz, konuşan ile dinleyen arasındaki bir iletişim vasıtasıdır.
Rabbimiz de elimizdeki Kitab-ı Şerifiyle bizimle konuşur. Çünkü o kelamullahtır, sözlerin en güzelidir. Her konuşanın bir maksadı olur.
Rabbimizin maksadı ise Kur'an'ı ile bize yol göstermek ve önümüzü aydınlatmaktır.
Rabbimiz, atamız Âdem (as) ve annemiz Havva'yı yeryüzüne indirdiğinde onlara ve onların şahsında bu kelamı dinleyen tüm insanlara şöyle buyurmuştu: "Yalnız (iyi bilin ki) size benden bir hidayet geldiği zaman, kimler benim hidayetime uyarsa artık onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyecektir."(2/38) "Dedi ki: "Hepiniz oradan inin. (Bundan böyle) bazınız bazınıza düşman.
Şimdi benden size bir hidayet geldiği zaman kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve sıkıntıya düşmez."(20/123) Cennetten yeryüzüne indirilen bizlerin korkmaması, üzülmemesi, sapıtmaması ve sıkıntıya düşmemesi, Allah'ın hidayeti olan Kur'an ve Resule tabi olmamıza bağlanmıştır.
İnsan bir yolcu, dünya bir yol, Kur'an ve Resul de kılavuz. Bu yoldaki engellerden kurtulma / felaha erme nasıl olacak? Bizleri bu dünyaya gönderen, hidayeti de göndermiş ve hayatımızda karşılaşacağımız her meselenin çözümünü orada göstermiştir.
Kur'an'ın toptan değil de olaylara göre parça parça indirilmesi karşılaşılan sorunların çözümü içindir. Zira genellikle ayetler bir olay, bir soru üzerine inmiş ve insanlara neyi nasıl yapmaları gerektiği noktasında yol göstermiştir.
Şimdi bizler sıkıntılarla, sorunlarla hiç karşılaşmıyor muyuz? Elbette karşılaşıyoruz. Peki o halde ne yapmalıyız? Bizim hayatımıza da Kur'an'ın ayetleri inmeli değil mi? Yeniden vahiy gelmeyeceğine göre inmiş olan ayetlere hayatımızı uydurmalı ve her dem yeni iniyormuş tazeliğinde ve canlılığında ayetleri hücrelerimize sindirmeliyiz. Kur'an'daki, istisnasız tüm ayetler bizi doğrudan ilgilendiriyor, birçok sorumuza ve sorunumuza cevaplar veriyor.
Ama biz görmüyoruz, duymuyoruz. Niçin?
Çünkü biz kendimizi ona muhatap yapmıyoruz. Kur'an'ın bir adı da "Ruh"tur. Rabbimiz şöyle der:
"İşte sana da böyle emrimizden bir ruh (gönüllere can veren bir söz) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi doğru yola ilettiğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz sen doğru yola götürüyorsun."(42/52)
Kur'an ruhtur / candır ve canlı olanı uyarır, ölü olanları veya üzerine ölü toprağı serpilmiş olanları değil. "O(navahyedilen) sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır ki diri olanları uyarasın."(Yasin, 36/69,70)
Kur'an diridir ve dirileredir. Bu diriliğimizin de alameti etkilenen varlık olmamızdır. Karşılaştığınız soru ve sorunlardan etkilenmiyorsanız size bir sözümüz olamaz, zira ölülerle konuşulmaz; ama etkileniyorsanız işte siz dirisiniz demektir. Peki, bu noktada şunu düşünelim. Hiç bu soru ve sorunların çözümünü Kur'an'da bulmayı düşündünüz mü?
Ben bir yöntem sunmak istiyorum. Her karşılaştığımız soru ve sorunu Kur'an'a arz etmek ve ondan cevap almak. Buna da "Kur'an'la konuşmak"diyorum.
Kur'an'la konuşmak derken Resulü dışladığım zannedilmesin. Böyle bir yanlışa düşülmemeli. Zira Kur'an'ın beyanıyla da onaylanmıştır ki Resulün açıklamaları, kitabın anlaşılması ve ihtilaf edilen şeylerin çözümlenmesi için zorunludur.
"Sana da o zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın."(16/44)
"Biz sana kitabı indirdik ki hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklayasın."(16/64)
Bizler Kur'an'la konuşmalarımızda Resulün açıklamalarını da göz önünde bulunduracağız. Çünkü her iki ayette de Resulün ayetleri tebliğ etmesi, duyurması değil, tebyin etmesi (açıklaması) isteniyor.
Şimdi biz hayatta karşılaştığımız ve/ya karşılaşacağımız soruları ve sorunlarımızı Kur'an'a soracak, Kur'an'dan aldığımız cevapların bir de tefsirini yapmaya çalışacağız.
Soru: Ey Kur’an! Bu hayat ve ölümün anlamı nedir? Bunu kim düzenledi ve niçin böyle bir kanun kondu? Ben ve benim gibiler niçin ölüyor? Ölecektik, niçin yaşıyoruz, yaşıyoruz o halde niçin ölüyoruz?
Kur'an'ın cevabı: "O (Allah) hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır."(67/2)
Soru: Ey Kur’an! Bu hayata imtihan için getirildiğimizi söylüyorsun. Peki, Allah, bizi nasıl ve nelerle deneyecek?
Kur'an'ın cevabı: "Biz sizi sınamak için şerre de hayra da müptela kılıyoruz ve sonunda bize döndürüleceksiniz."(21/35)
"And olsun, sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmek gibi şeylerle deneriz. Sabredenleri müjdele."(2/155)
"Biz yeryüzündeki şeyleri, kendisine süs olsun diye yarattık ki onların hangisinin daha güzel iş yaptığını deneyelim."(17/7)
"Mallarınız ve canlarınız hususunda deneneceksiniz."(3/186)
"Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız birer fitne (sınav)dır."(8/28)
"Biz sizi birbiriniz için sınav yaptık (bir kısmınızı bir kısmınızla deniyoruz bakalım) sabrediyor musunuz?"(25/20)
"Biz cehennemin muhafızlarını hep melekler yaptık. Onların sayısını (ki on dokuzdur) inkar edenler için bir sınav yaptık..."(74/31)
"İnsanlara bir zarar dokununca bize dua eder.
Sonra ona bir nimet verdiğimiz zaman, bu (benim) bilgi(m) sayesinde bana verildi, der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat çokları bilmiyor." (39/49)
"Fakat insan öyledir; Rabbi ne zaman kendisini sınayıp ona ikramda bulunur, ona nimet verirse, Rabbim bana ikram etti, der. Ama Rabbi onu sınayıp rızkını daraltırsa, Rabbim bana ihanet etti, der. (89/15-16)
"And olsun biz sizi deneyeceğiz ki içinizden cihat edenleri, sabredenleri bilelim ve söylediğiniz sözlerin (doğru olup olmadığını )sınayalım."(47/31)
Yukarıda geçen iki soru ve onlara verilmiş cevapların tefsirini yapacak olursak:
Hayat da ölüm de yaratılmış birer varlık. Rabbimiz hangimizin daha güzel amel yapacağını denemek için böyle yapmış.
Ayette geçen Be-Le-Ve' kelimesi Türkçeye deneme, sınama, imtihan diye tercüme edilir. Lügat anlamıise eskimek, eski olan şeydir.
İmtihan da insanı eskitir, dertler cismi yıpratır. Bu nedenle ilahi tekliflere ibtila (eskitilmek, denenmek) denmiştir.
Rağıb el-İsfehani, ilahi tekliflere bela' denmesinin üç sebebi vardır, der:
1. Tüm teklifler bedenlere meşakkattir. Bu yönden bela denmiştir.
2. Teklifler denemelerdir. Bu nedenle Allah "Sizi deneyeceğiz. Ta ki sizden cihat edenleri ve sabredenleri bilelim ve haberlerinizi sınayalım."(47/31)
3. Allah'ın kullarını denemesi bazen şükretsinler diye iyiliklerle, bazen de sabretsinler diye zorluklarla olur. Bolluk da zorluk da sıkıntı da imtihan (bela)dır. Bolluk şükrü, zorluk sabrı gerektirir.
Sabrın hukukunu yerine getirmek, şükrün hukukunu yerine getirmekten kolaydır. Böylece bolluk iki belanın da en büyüğü olmuş oluyor.
Bu bakış sebebiyledir ki Hz. Ömer, der ki: "Zorluk ve sıkıntılarla imtihan edildik (ibtila olduk) de sabrettik. Bollukla imtihan edildik şükredemedik." (Tirmizi, 3/307)
Yine Rağıb der ki: "İbtila, iki anlamı içerir. Biri, halini bilmek, kendi durumuyla ilgili bilinmeyen yöne vakıf olmak; ikincisi, iyiliğinin ve kötülüğünün ortaya çıkması. (Yani kişinin kendi kendine ayna olması, kendi kendine şahit olması) Bu her iki anlam da veya sadece birisi de kastedilebilir.
"Allah bir kimseyi ibtila etti."denilince bu, sadece onun iyiliğini veya kötülüğünü ortaya çıkardı anlamına gelir. Halini bildi, durumundan bilinmeyen bir şeye vakıf oldu anlamı çıkmaz, çünkü Allah tüm gaybı bilendir, onun için bilinmeyen bir şey yoktur. (Müfredat, Bela mad.)
İkinci sorunun cevabında geçen fitne' kelimesi ile ilgili Rağıbşöyle açıklama yapar: "Bunun asıl lügat anlamı, altının iyisiyle kötüsünün ortaya çıkması için ateşe sokulmasıdır. İnsanın ateşe sokulmasına da fitne kullanılır. Zariyat 13-14 ayetlerinde ise fitne azap anlamında kullanılmıştır. Bazen de azabın kendisiyle meydana geldiği şey için kullanılır.(Tevbe, 49) Bazen de deneme, imtihan manasınadır (Taha, 40). Fitne, bela gibi kılınmış, insanın içine itildiği zorluk ve rahat anlamında kullanılmıştır. Bu iki kelimenin zorluk anlamında kullanımı daha açık ve çoktur. Her ikisinde de kullanılmıştır.(21/35) [ Müfredat, F-T-N mad.]
"Hanginizin daha güzel amel işleyeceğini denemek için..." şeklinde geçen ayet metninde zikredilen daha güzel amel' ifadesi ne demektir?
Canlının herhangi bir maksatla yaptığı bütün fiillere amel denir. Amel kelimesi fiil kelimesinden daha özel kullanımlıdır. Çünkü fiil kelimesi canlının herhangi bir kastı olmadan yapmış olduğu işe denir ki cansız varlıklar için de kullanılabilir. Amel kelimesinin ise böyle kullanımı çok azdır.
Amel iyi işlere de kötü işlere de kullanılır. (Müfredat, Amel mad.)
Dikkat edersek, Rabbimiz hanginiz daha çok amel yapacak dememiş de hanginiz daha güzel amel yapacak, demiştir.
Güzel amel İbn-i Kesir'in ifadesiyle: "Bir amel Allah için ihlasla ve Resulün şeriatı üzere olmadığı sürece o amel güzel değildir. Bir amelde bu ikiden biri yoksa o amel güzel değildir." (İbn-i Kesir, c.4, s. 241)
Biz bunu şöyle de formüle edebiliriz. Her işimizde iki soru soracağız: niçin, nasıl
Bir iş yaparken kişi muhakkak bu iki soruyu, bunu niçin ve nasıl yapıyorum sorularını kendine sormalıdır. Nihayetinde de niçin ‘in cevabı Allah, nasılın cevabı Resulüllah gibi olmalıdır. Bu cevaplarla amelimiz güzel olur, aksi durumda amelimiz güzel değildir.
Akla şöyle bir soru gelebilir. "Ben bir fabrikada, büroda, çarşıda, pazarda çalışıyorum veya ev hanımıyım, çoluk çocukla uğraşıyorum. Bu dedikleriniz nasıl gerçekleştirilebilir?"
Kişi herhangi bir işi yaparken önce o işin dindeki yerini araştırmalıdır. Helal mi haram mı olduğuna dikkat etmelidir. Yapılacak iş dince caiz olduğu için yapılıyor ve dince caiz olmadığı için yapılmıyorsa işte o zaman kişi yukarıda bahsettiğimiz niçin ve nasıl sorularının cevaplarını gerçekleştirmiş olur.
Ölüm ve hayat insanların denenmesi, imtihan edilmesi için yaratılmıştır demiştik yukarıdaki satırlarda. Burada geçen imtihan, dünya üzerindeki her şeyle gerçekleştirilecektir. Bu imtihanda bizi başarılı kılacak iki vasıf vardır: sabır ve şükür.
Peygamberimiz şöyle buyurur: "Müminin durumuna hayret ederim. Çünkü onun her durumu kendisi için hayırdır. Bu durum sadece mümin için vardır. Başka hiçbir kimse böyle değildir. Hoşuna giden bir şey mümine isabet ederse o, şükreder, bu onun için hayırdır. Zarar veren bir şey isabet ederse sabreder, bu da onun için hayırdır." (Müslim,2999) Yine başka bir hadislerinde Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "İki özellik kimde olursa, Allah onu sabreden ve şükreden yazar.
Kimde de bu iki özellik yoksa Allah onu sabreden ve şükreden olarak yazmaz: Kim dini hususlarda kendi üstünde olana bakar ve ona uyarsa dünyası hususunda kendi altında olana bakar ve kendini ondan üstün kıldığı şeyde Allah'a hamdederse Allah onu sabreden ve şükreden olarak yazar. Kim de dini hususlarda kendi altında olana ve dünyevi hususlarda kendi üstünde olana bakar da bu sebeple üzülürse Allah onu ne şükreden ne de sabreden olarak yazmaz." (Tirmizi, Kıyame, 58, 2512)
Bu hadislerin ışığında imtihan alanlarına, ne ile imtihan olunacağımıza dönecek olursak onun da ayette net olarak cevaplandığını görürüz: "Biraz korku, biraz açlık, biraz canlardan, mallardan ve ürünlerden eksilme." (Bakara, 155)
Korkuyla imtihan: mal korkusu, evlat korkusu, eş korkusu, mevki korkusu, düşman korkusu, hapis korkusu... Hülasa tüm korktuklarımızla deneneceğiz. Allah korkusu mu yoksa bunların korkusu mu ağır basacak? Hangi tarafa yönelirse kişi denenmiş olacak.
Açlıkla denendiğimizde sabrederek Allah'ın sınırlarını koruyacak mıyız? Canlarımızda eksiltme, sakat kalma, akrabaların ölmesi ve sakatlanmasında ne yapacağız? Mallardan, ürünlerden eksilmelerde nasıl davranacağız? İlahi sınırlar içinde kalabilecek miyiz? Tüm bu ve diğer sahalardaki denenmelerimizde bizden istenen Allah ve Resulüne itaattir. Sakın aklımıza şöyle gelmesin: Müslüman olmayanlara böyle olmayacak mı? Hayır, onlara da olacak ama onlar veya onlar gibi gafiller başlarına gelen bela ve musibetleri kötü şansa bağlayıp Allah'ın isteği ile değil de kendiliğinden oluveriyormuş gibi algılar. Hep iyi şeylerin olması istenir. Ama istenen gibi olmaz. Bu duruma kahredenler dünyada sıkıntı ve bunalımlardan kurtulamazlar.
Biz başımıza gelen her hayrın ve şerrin Allah'tan gelen kader olduğuna inanmazsak nasıl Müslüman olabiliriz.
Hiçbir olay tesadüfi değildir. Her şey Allah'ın dilemesiyle olur. Bize düşen Allah'tan korkmak, ona sığınmak, ondan ummak, ona kul olmak ve böylece mahlûkatın, hadiselerin kulluğundan, esaretinden kurtulmaktır.
Hayatın ve ölümün idraki içinde geçen bir denenmeden başarıyla çıkmak dileğiyle.