Bu Kur’an Sana İnmiştir Muhatabı Da Sensin
Kur’an’ı sana inmiş gibi okumalısın!
Her insan muhatap alınmak ister, iltifat bekler. Zira bilir ki muhatap alınmamak, hiçe sayılmak demektir. Bu da nefis taşıyan hiç kimsenin kaldıramayacağı ağır bir hakarettir.
Tam böyle bir durumda yüce Rabbin, yalın kimliğinle İNSAN olarak seni muhatap alarak, “Ey insan! Ey kulum!..” diyor. “…Seni kerim olan Rabbine karşı gururlandırıp/aldatan nedir?” (82-İnsan 6).
Ama bu muhatap alınış, sadece dünyada geçerlidir. Zira dünyada Rabbinin hitabını kale almayanlar, hesap gününde muhatap alınmayacaklardır!
Nitekim en büyük şaşkınlığı onlar o gün yaşayacaklar. “Onlar dinlerini oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı. İşte onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr edip durdularsa, biz de onları bugün öyle unuturuz.” (7-Araf 51)
Evet, Allah’ı dünyada unutmamak, evvela onun bize hitabı olan Kur’an’a duyarsız kalmamakla mümkündür.
“İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (57-Hadid 16)
Malumunuz Kur’an, bu ayda indirildi. Bu yüzden bizler Ramazan’ı, “Kur’an ayı” olarak telakki ederiz.
Ve bu ayda daha fazla Kur’an’ı okur, hatmederiz. Yüzünden Kur’an’ı okumak da sevap olmakla birlikte, manasını ve hükümlerini anlayıp hayatımızda tatbik etmek daha önemlidir. Dahası okuduğumuz Kur’an’dan gereğince istifade edebilmemiz için, her bir ayeti okuyunca “sanki bize nazil oluyor”muş gibi okumak, onun üzerinde bu şekilde düşünmek durumundayız.
Zira bu ilahî hitaba karşı kıyamete kadar, her birimiz ayrı ayrı sorumluyuz. Nerede bulunursak bulunalım ve hangi idare şekliyle idare edilirsek edilelim. Hiçbir şey bizim Kur’an’a bağlılık hükmünü değiştiremez!
Kitabımızın lafzından ziyade ihtiva ettiği hükümleriyle hemhal olmak lazım.
Öyle ya onu işlemeli bir çantada duvara asmak, ya da altından bir sandukada muhafaza etmek Kur’an’a hiçbir değer katmadığı gibi hiç kimseye de bir yarar sağlamaz.
Diğer taraftan Kur’an’a duyarlılığımız, en yakınımızdan gelen bir mektuba, okulu bitirmek /kazanmak için ders kitabına veya dönem sonu şirketimizin envanter defterine olan ilgi alakamızdan daha fazla değilse yazıklar olsun bize. Bir Müslüman, hayat kılavuzunu, hayat rehberini hiç mi merak etmez?
Âkif’in ifadesiyle; “İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin!
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için.”
Peki, ne için inmiştir öyleyse? “Ey insanlar! İşte size Rabbiniz’den bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’ân) geldi.” (Yunus, 57)
Başka bir noktaya değinmek istiyorum.
Kur’an’ı bilmeyenlerin bütün dünya klasiklerini, bütün bilginlerin eserlerini okumuş olsalar da ve hatta kendileri bilgin/bilim adamı sayılsalar da onlar “Kur’an cahilidirler, Rablerinin cahilidirler” denilse Allah’ı, Kur’an’ı es geçmek kadar ağır bir ifade olmasa gerek.
Zira Efendimiz bir hadislerinde, kalbinde ve hafızasında Kur’an’dan hiçbir şey bulunmayan kişiyi, “harabe bir eve” benzetir. (Tirmizî)
Bu inançla iddialıyız ki, bu kitabı anlayanların hayata bakışları daha farklı olur!
Bilim insanının, kanun koyucunun(!), dava gören hâkimin olaylara bakışı Allah’ın Kitabını bildiğinde çok ama çok farklı olur.
Bu anlayış karı-koca, evlat-ebeveynin birbirlerine bakış açısını değiştirir. Komşunun komşuya karşı tutumu değişir.
Zenginin fakire, fakirin zengine karşı tavrı olgunlaşır. Ve bu öyle tükenmez bir hazine, bir nur ki, her çağda, herkes bilgi seviyesine göre bu kitaptan yararlanır. Her bir ferdin veya toplumun kendi konumlarına göre dertlerine derman olur.
Özetle ve bilhassa Müslüman kimliğini taşıyanlar, kendi kitaplarından uzak kalamazlar! Merhum Metin Balkanlıoğlu’nun ifadesiyle “Kitabını okuyamayana, onu bilmeyene ve bu hususta gayret sarf etmeyene ekmek, yemek, çay, su haramdır!”
Öyle ya! Her şeyi bileceksin, kafan her şeyi anlayabilecek; lakin Allah’ın kelamına geldi mi bilmeyeceksin! Yazıklar olsun böylesine!
Muhammed İkbal anlatır: “Her sabah namazından sonra Kur’an okumaya karar vermiştim. Babam beni görür ve ne yaptığımı sorardı: ‘Kur’an okuyorum’ diye cevap verirdim. Bu üç sene sürdü. Bir gün dedim ki: ‘Baba, bu soruların manası ne?’ Dedi ki: ‘Oğlum demek istiyorum ki, ‘Kur’an’ı sana inmişçesine oku!’ İşte o günden itibaren Kur’an’ı anlamaya ve ona tam yönelmeye başladım…; nazmettiğim şiirlerim onun incilerinden dizdiklerim olmuştur…”
Müslümanım” diyen, İkbal’in yaptığı gibi “Kur’an kendisine iniyormuş” gibi onu okumalı, ona anlamak için yönelmeli ve bu konuda tüm gayretini harcamalıdır…