Kur'an'da Eleştiri
Rasulullah (sav) ve dört halife döneminden sonra, kaybettiğimiz değerlerin başında eleştiri ve muhalefet kültürümüz gelmektedir. İslam’ın muhalefet anlayışını bir başka yazımıza bırakıp hayat kitabımız Kur’an’dan vereceğimiz örneklerle İslam’daki eleştiri anlayış ve uygulamasını bu yazımızda ortaya koymaya çalışacağız.
Eleştirmek, seçici davranmak demektir. Toptan kabul veya toptan red hastalığına düşmeden, iradesini ortaya koyarak doğruyu yanlıştan çekip çıkarmaktır. Hakkı batıldan, eleyerek ayrıştırmaktır. Vahiyden beslenen aklını devreye sokarak iradeli hareket etmektir. Çünkü eleştiri, bir irade kullanma sanatıdır. İradesini kullanan seçiyor demektir.
Çünkü irade, seçme işini gerçekleştiren bir melekemizdir. Neyi seçiyorsanız, eliyorsunuz demektir. Öyleyse eleştirmek, eleyerek almak demektir.
Akıl-irade ikilisini devreye koymazsak; “Sen beni izlemeye devam et. Ben pirizim sen de fişsin. Fişini benim pirize tak, benim gibi hareket et, benim gibi düşün, aklını, iradeni bende yok et” diyerek insanları tek tipleştirip sürüleştirenlerin konu mankeni haline geliriz. İşte insanlar böyle haşhâşileşirler.
Bir takım cahil çevrelerde “Şeyhim bana içki iç dese içerim, çünkü vardır bir hikmeti” şeklindeki yaygın sapmanın gerisinde, akıl ve iradeyi devre dışı bırakarak eleştiri yeteneğini kaybetmek yatmaktadır. Bu meleke kaybolunca da doğruyu yanlıştan eleyerek alma diye bir irade ortaya konamayacaktır.
1) Yüce Allah, hayat kitabımızda Nur suresi 11-20 ayetlerinde Hz. Aişe validemize zina iftirasında bulunanlar karşısında sessiz kalanlar, ya da onlardan etkilenenlerle ilgili eleştiri yapmıştır. Bilindiği gibi iftira söylentilerini birkaç kişinin yaydığı ifade olunmaktadır. Bunlar da Abdullan b. Übeyy, Zeyd b. Rifa, Mistah b. Üsase, Hassan b. Sabit ve Hanne bint-i Cahş idi. Bunlardan ilk ikisi münafık, kalan üçü ise yanlış anlama ve irade zayıflığından dolayı şerre karışmış Müslümanlardı. Hz. Aişe validemizin: "İftirayla ilgili söylentiler, şehirde bir ay kadar süreyle yayılmaya devam etti. İftira kampanyası, Hz. Peygamber'e (sav) büyük bir üzüntü ve yıkım kaynağı oluyordu. Ben çaresizlikten ağlarken, anne-babam da benim ızdırabımdan dolayı adeta hastalanmışlardı” (Mevdudi, Tefhim, III/501-502) dediği bu büyük iftira kampanyasına karşı Kur’an, müslümanların tutumunu şöyle eleştirmiştir:
“İftirayı duyduğunuzda, inanan erkek ve kadınlar kendi kendilerine iyi zanda bulunup da, “Bu, apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? İftira edenlerin buna dört şahit getirmeleri gerekirdi. Onlar bu şahitleri getirmedikleri sürece Allah katında yalancıdırlar. Allah'ın size dünyada ve âhirette lütuf ve merhameti olmasaydı, bu iftiradan dolayı başınıza kesinlikle büyük bir felaket gelecekti. Çünkü siz bu olayı dillerinize dolayıp, hakkında herhangi bir bilginiz olmadığı halde aranızda yayıyordunuz ve onu basit bir hadise sayıyordunuz. Oysa bu, Allah katında büyük bir olaydır. Bu iftirayı duyduğunuzda, “Bunu dilimize dolamak bize yakışmaz; bu, büyük bir iftiradır” demeliydiniz.” (Nur:24/12-16)
2) Kur’an, fâsığın haberini araştırmadan harekete geçmeyi eleştirmiştir. Hz. Peygamber (sav) , Benî Mustalik kabilesi İslam'ı kabul ettikten sonra, zekât tahsil etmesi için Velid bin Ukbe'yi onlara gönderir. Velid oraya gider, ama onlardan korktuğu için geri dönerek, Hz. Peygamber'e onların zekât vermeyi reddettiklerini ve kendisini öldürmeye kalkıştıklarını söyler. Bu haberi duyan Hz. Peygamber (sav) öfkelenir ve onları cezalandırmak amacıyla bir ordu göndermeye niyetlenir. Fakat tam bu esnada, Benî Mustalık'ın reisi Haris bin Dırar'ın, yanında bir heyetle Hz. Peygamber'e geldiği ve "Allah'a yemin ederiz ki, değil zekât vermeyi reddedip onu öldürmeye kalkışmak, biz Velid'i görmedik bile. Biz iman üzerindeyiz ve zekât vermeye de hazırız" demiştir. (Bak: Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, VII/196; Mevdudi,Tefhim,V/437)
Bunun üzerine “Ey inananlar! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırınız. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de, sonra yaptıklarınıza pişman olursunuz. Biliniz ki, aranızda Allah'ın peygamberi vardır. Şayet O, birçok işte size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz.” (Hucurat:49/6-7) ayetleri indirildi.
Birçok müfessir, Hz. Peygamber'in (sav) Benî Mustalık hakkında Velid'in haberine dayanarak onların üzerine orduyu gönderme konusunda çekinceli davrandığı görüşündedir. Ordu gönderme konusunda ısrar eden kimseler şu şekilde eleştirilerek uyarılmıştır: "Sizler Allah'ın elçisinin aranızda bulunduğunu, hakkınızda en hayırlı olana onun karar vereceğini unutuyorsunuz. Hz. Peygamber'in, sizlerin görüşüne göre hareket etmesi hususundaki ısrarınız uygun değildir ve bu davranışınız yersiz bir cesaret göstergesidir. Şayet Hz. Peygamber (sav) sizin görüşlerinize göre hareket edecek olursa, birçok hatalar yapar ve bunun sorumlusu da sizler olursunuz." (Mevdudi, Tefhim, V/439)
Doğruluğu araştırılmadan, getirilen haberin etkisiyle nazik ve kritik bir dönemde, böylesine asılsız bir habere dayanılarak hareket edilseydi büyük bir faciaya yol açılabilirdi. Bu bakımdan Allahu Teâlâ, önemli bir konuda getirilen bir habere hemen güvenmemelerini, haberi getiren şahsın itimada layık olup olmadığını araştırmalarını, bu şahsın fâsık ve güvene layık bir kişi olmadığı anlaşılırsa, getirdiği haber doğrultusunda harekete geçmeden önce haberin doğruluğunu araştırmalarını müslümanlara eleştirel bir üslûpla bildirmiştir. Aslında Hucurat suresinin hemen hemen tamamı muhteşem bir eleştiri suresidir.
3) Yüce Allah, Tahrim suresinde de Rasûlünü ve iki eşini eleştirmiştir: “Ey Peygamber! Niçin Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi, eşlerinin hatırı için haram kılıyorsun? Allah Ğafur ve Rahimdir.” (Tahrim:66/1)
Bu ayetin iniş sebebi ile ilgili, tefsir âlimlerimizce kabul edilmiş olan şu olay nakledilir: “Rasûlullah (sav), günlerini eşleri arasında taksim ederdi. Hz. Hafsa’nın günü gelince, anne ve babasını ziyaret için Peygamberimizden izin istedi. Rasûlullah da ona izin verdi. Hafsa gidince, cariyesi Mariye’ye haber gönderip onu getirtti ve Hafsa’nın evinde onunla birlikte oldu. Hafsa dönüp onu evinde görünce büyük bir kıskançlık hissetti ve şöyle dedi: “Ben yok iken onu evime sokup, yatağımda onunla birlikte mi oldun? Bunu sadece beni hakir gördüğün için yaptığın kanaatindeyim.” Bunun üzerine Rasûlullah (sav), gönlünü almak için ona “Mariye’yi kendime haram kıldım. Bunu sakın hiç kimseye söyleme aramızda kalsın” dedi. Rasûlullah (sav) Hafsa’nın yanından çıkınca, Hafsa Hz. Aişe ile kendi arasındaki duvara vurdu ve Hz. Peygamberin “aramızda kalsın” dediği sırrı ona bildirdi. Hafsa ile Aişe validelerimiz birbirleriyle sıkıfıkı idiler.
Rasûlullah (sav) bu olaya kızarak bir ay eşlerinin yanına gitmemeye yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah Tahrim suresinin ilk ayetlerini gönderdi. Başka bir nüzul sebebi olarak da, eşlerinin yüzünden bal şerbetini kendine haram kıldığı haberi nakledilmişse de müfessirlerce birincisi kabul görmüştür.” (Sabûnî, Saffetü’t Tefâsir, VI/492)
Ayetteki “Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi, eşlerinin hatırı için haram kılıyorsun? ifadesi, aslında bir soru olarak değil, yapılan davranışın beğenilmediğini ortaya koymak için kullanılmıştır. Yani maksat, Hz. Peygamber'in davranışının Allah tarafından hoş karşılanmadığının vurgulanmasıdır. Bu noktada Allah'ın helal kıldığı bir şeyi, Peygamber dahi olsa hiç kimsenin haram kılma yetkisinin olmadığı kuralı ortaya çıkmaktadır. Oysa Hz. Peygamber (sav) o şeyi akîdevî olarak ve şer'an değil, sadece kendi nefsine haram kılmıştı. Ancak O, sıradan bir insan konumunda değildi ve bir Peygamberdi. O'nun herhangi bir şeyi kendi nefsine haram kıldığında, ümmetin de o şeyi haram ya da en azından mekruh olarak kabul etme tehlikesi söz konusuydu. Veya ümmet içerisinde bazı kimseler, kendi kendilerine birtakım haramlar ihdas ettiklerinde, hiç kimse bunda bir beis görmeyebilirdi. Bu bakımdan Allahu Teâlâ, Hz. Peygamber'in bu davranışını eleştirerek bundan vazgeçmesini emretmiştir. Hz. Peygamber'in helal olan bu şeyi kendi isteği ile değil, hanımlarını memnun etmek için kendine haram kıldığı anlaşılmaktadır. Ancak burada helal bir şeyi kendisine haram kıldığı için sadece Hz. Peygamber (sav) değil, O'nun hanımları da eleştiriye muhatap olmuşlardır. Çünkü O'nlar bir Peygamber hanımı olmanın önemini idrak edememiş ve Hz. Peygamber'i helal bir şeyi haram kılma tehlikesi içine sokmuşlardır. (Mevdudi, Tefhim; VI/392)
Olaya sebep olan eşleri de, Yüce Allah tarafından şu şekilde eleştirilmiştir: “Bir gün Peygamber, eşlerinden birine (Hafsa’ya) bir sır vermişti. Ama sırdaşı hanım, bunu kumasına (Aişe’ye) anlatınca Allah, Peygamberini durumdan haberdar etmişti. Peygamber de ayrıntıya girmeden, durumu sırdaşı hanımına bildirmişti. Peygamber durumu bu şekilde anlatınca, sırdaşı (Hafsa), “Bunu sana kim söyledi?” diye sormuş, Peygamber de, “Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah” demişti.” (Tahrim: 66/3)
“Ey Peygamber eşleri! İkiniz de Allah'a tövbe etmelisiniz. Çünkü kalbinizi bozdunuz. Eğer Peygambere karşı işbirliği yaparsanız, Allah onun koruyucusudur. Cebrail, duyarlı müminler ve melekler, ona sahip çıkacaktır.” (Tahrim: 66/4)
4) Yine Kur’an, düşmana karşı savaşma konusunda ağır davrananları ve yere mıhlanıp kalanları da eleştirmiştir. Rasûlullah (sav), hicri dokuzuncu yılda Bizans İmparatorluğunun Müslümanları yok etmek için kırk bin kişilik orduyla geldiğini haber aldı. O da Bizans İmparatorluğuna karşı savaş ilan etti. Fakat münafıklar aleyhte propaganda yaparak Bizans’a karşı savaş ilan etmenin intihar olduğunu halk arasında yaydılar. Yeni müslüman olmuş bazı kimseler bu propagandaya inandı ve savaşa katılmak istemediler. Fakat Rasûlullah ve ashabın gayretleriyle otuz bin kişilik ordu hazırlandı ve Tebuk’e kadar gidildi. Düşman ordusu, müslümanların geldiğini duyunca kaçıp gitti. (Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Diyanet Vakfı yayını, s.192)
Yüce Allah, münafıkların ve savaşa katılmak istemeyen müslümanların tutumunu eleştirerek şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki “Allah yolunda topluca savaşa çıkın!” denildiği zaman olduğunuz yere çakılıp kalıyorsunuz? Âhiret yerine dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama dünya hayatının sağladığı fayda, âhiretin yanında pek azdır.” (Tevbe: 9/38)
Kur’an’daki eleştirilere sayfalarca misal verebiliriz. Fakat maksadın hâsıl olduğuna inanıyor ve misalleri burada noktalıyoruz.
Görüldüğü gibi eleştiri, ilahî kaynaklıdır. Yüce Allah bizlere bu konuda örnek uygulamalar yapmıştır. Yanlışa dikkat çekmek ve doğruyu göstermek suretiyle, irademizi sağlıklı kullanmamızı istemiştir. Öyleyse eleştirmekten ve eleştirilmekten korkmamalıyız. Eleştirilemeyen kişi ve kurum olamayacağına inanarak doğruyu ve güzeli göstermek için eleştiri yapabilmeliyiz. Ama âlimi, cahil; yankesiciyi, hırsız; toto ve loto oynayanı da kumarbaz eleştirmemelidir.
Çünkü eleştiri bir sorumluluk olduğu kadar aynı zamanda bir haktır. Bu hakkı da, hak edenler kullanmalıdır. Usulünce, âdâbınca ve erkânınca.