Kur'an'ı Kerimde Hz Peygambere İtaat
Yüce Allah insanların dünyada ve ahirette mutluluğa ve huzura ulaşabilmelerini temin etmek üzere ilahi dinler göndermiştir. İlk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberler, Allah’tan (c.c.) aldıkları ilahi emir ve yasakları insanlara iletmişlerdir. Tebliğ olarak adlandırılan bu görevlerin yanında peygamberler, ilahi emir ve yasakların insanlara açıklanması, öğretilmesi ve uygulanması görevlerini de yerine getirmişlerdir. Peygamberlerin insanlar arasından seçilmesi, peygamber olarak gönderildikleri toplumlarla aynı dili konuşuyor olmaları, onların bu beyan ve teşri görevleriyle yakından alakalıdır. Kur’an-ı Kerim’de “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İbrahim, 14/4.) şeklinde ifade edilen bu hakikat aynı zamanda peygamberlerin örnekliğine de işarettir.
Kur’an’da açıkça ifade edildiği üzere bütün peygamberler kendilerine yani bildirdikleri hükümlere itaat edilmek üzere gönderilmişlerdir: “Biz her peygamberi sırf, Allah’ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik…” (Nisa, 4/64.) Kur’an’da Hz. Peygamber ile ilgili olarak yer alan “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107.), “(Ey Muhammed!) De ki: ‘Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim…’” (Araf, 7/158.) mealindeki ayetlerde bildirildiği üzere, bütün insanlığa hitap eden evrensel bir dini tebliğ etmek üzere gönderilen Hz. Peygamber’e itaat edilmesi ve onun örnek alınması da aynı şekilde bütün insanlığa yönelik bir hitaptır.
Peygamberlerin kendilerine ve bildirdikleri hükümlere itaat edilmek üzere gönderildiklerini ifade eden ve yukarıda zikredilen Nisa suresi 64. ayetin hemen peşinden gelen “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 4/65.) ayeti de Hz. Peygamber’e ve onun emirlerine itaat ve teslimiyetin imanla olan sıkı ilişkisini ortaya koymaktadır. Nitekim peygamberler Allah’tan aldıklarını insanlara iletmektedirler.
Dolayısıyla, onlara itaat, Allah’a itaat anlamına gelmektedir. (Nesefî, Medâriku’t-tenzîl, c. 1, s. 370.) “Andolsun, Allah’ın Resulü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21.) şeklindeki ilahi beyanla Hz. Peygamber Kur’an-ı Kerim’de en güzel örnek olarak gösterildiği ve kendisine itaat edilmesi emredildiği hâlde, Kur’an’ı tek kaynak olarak kabul edip Hz. Peygamber’in koyduğu hükümler olan sünnetin kaynaklığını kabul etmemek, en başta Kur’an’ın bu ilkelerine ters düşmektedir. Kur’an’da en güzel örnek olarak gösterilen ve itaat edilmesi emredilen Hz. Peygamber bugün hayatta olmadığına göre, onun örnek alınması ve kendisine itaat edilmesi sünnet sayesinde mümkün olacaktır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim de bizler için örnek olarak gösterilmektedir: “İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.” (Mümtehine, 60/4-6.) Hz. İbrahim ve ona tabi olanlar hayatta olmadığına göre, onların bizler için örnekliği, iman ve istikamet üzere olan yaşantılarıyla olacaktır.
Allah’a ve Hz. Peygamber’e (s.a.s.) itaat etme konusunda Kur’an’da şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resulü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki onun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal, 8/24.) Ayette ifade edilen “hayat verecek şeyler”in neler olduğu konusunda “iman, İslam, hak, Kur’an ve cihat” gibi izahlar yapılmıştır. Taberi bu hususu, kendilerine itaat etmek suretiyle Allah ve Resulü’nün çağrısına icabet etmek olarak izah etmiştir. (Taberi, Câmi’ul-Beyân, c. 13, s. 463-467.) O hâlde, hem Allah’a (c.c.) hem de Hz. Peygamber’e itaat etmenin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki Yüce Allah’a iman etmeye, O’nun emir ve yasaklarına itaat etmeye çağıran bir peygamberin örnek alınması, kendisine tabi olunması ve itaat edilmesi aynı zamanda peygamberlik müessesesinin hikmeti gereğidir. Allah’a itaatin yanında Hz. Peygamber’e itaatin de gerekli oluşu ve bu ikisinin birbirinden ayrılamayacağı bu izahlardan anlaşıldığı gibi Hz. Peygamber’e ve onun emirlerine itaat aynı zamanda açık bir Kur’ani emirdir: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulü’ne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa, 4/59.)
Hz. Peygamber’e itaat etmeyi emreden bu ayetin yanında, ona itaat etmenin Allah’a itaat etmek olduğunu belirten bir başka ilahi beyan ise şöyledir: “Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa, 4/80.) Zira Hz. Peygamber’in emrettikleri Allah’ın emrettikleri, yasakladıkları ise Allah’ın yasakladıklarıdır. (Taberi, Câmi’ul-Beyân, c. 8, s. 561.) Ayrıca, “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmran, 3/31.) mealindeki ayet Allah sevgisinin aynı zamanda Hz. Peygamber’e tabi olmayı gerektirdiğini, bunun ise Allah’ın sevgisini kazanmaya ve bağışlanmaya vesile olacağını ifade etmektedir. Hemen peşinden gelen “De ki: ‘Allah’a ve peygambere itaat edin.’ Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmran, 3/32.) mealindeki ayet ise açıkça Allah’a ve peygambere itaat etmeyi emretmektedir. (Ayrıca bk. Âl-i İmran, 3/132; Maide, 5/92; Enfal, 8/1,20,46; Muhammed 47/33; Tegabun, 64/12 vd.)
Kur’an’da peygambere itaat genellikle Allah’a itaat emrinin hemen arkasından gelmektedir. Bir yerde Allah’a ve resulüne itaat emrinin ardından peygambere itaatin zorunluluğu ayrıca belirtilmiştir. (Nur, 24/54.) Allah’a itaatin gerçeklik kazanması, O’nun buyruklarını insanlara açıklayan ve bunlara uymanın örneklerini kendi yaşantılarıyla gösteren peygamberler vasıtasıyla mümkün olacağından bazı ayetlerde (Âl-i İmran, 3/31; Nisa, 4/80.) peygambere itaatle Allah’a itaat özdeş kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim, peygamberlerin kendilerine itaat edilmesi için gönderildiğini ifade eder ve hidayetin ancak onlara uymakla gerçekleşeceğini haber verir. Peygamberlere itaatin meşruiyeti onların ilahi vahye mazhar oluşundan kaynaklanır, zira onlar da diğer insanlar gibi beşerî özellikler taşır. (Ömer Mahir Alper, DİA, “İtaat” md.)
Allah’a ve peygambere itaat edenlere ise Kur’an’da, “zemininden ırmaklar akan cennetlere yerleştirilmeleri (Nisa, 4/13; Fetih, 48/17.), yaptıkları iyi amellerin mükâfatını eksiksiz olarak görmeleri (Hucurat, 49/14.), Allah’ın lütfuna mazhar kıldığı peygamberler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerle beraber bulunup ebedî kurtuluşa ermeleri (Nisa, 4/69; Ahzab, 33/71.)” (Ömer Mahir Alper, DİA, “İtaat” md.) şeklinde nimetler vadedilir.
Kur’an-ı Kerim’de yer alan önemli kavramlardan biri olan “hikmet”in Kur’an’da; insanları eğitip olgunlaştıran, nefisleri ıslah eden peygamberlik, hidayet ve irşat, Kur’an bilgisi, Kur’an’la ilgili doğru anlayış (fıkıh), sözde ve davranışta doğruyu yakalamak gibi farklı manalarda kullanıldığı ifade edilmiştir. Hikmet kelimesine yüklenen anlamlardan biri de “Hz. Peygamber’in sünneti” manasıdır. (Heyet, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. 1, s. 423-425.) “Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.” mealindeki Bakara suresinin 129. ayetini yorumlarken Taberi de hikmet kelimesinin anlamlarıyla ilgili farklı görüşleri sıralamakta ve “sünnet”i de hikmet kelimesinin anlamları arasında zikretmektedir. (Taberi, Câmiʿu’l-beyân, c. 3, s. 86-87.) Nitekim Kurtubî de, hikmete verilen çeşitli anlamların sonuç olarak Kur’an veya sünnete delâlet ettiğini belirtmekte (Kurtubî, el-Câmiʿ, c. 3, s. 330.) Bakara suresinin 231. ayetindeki hikmeti, “kitapta nas olarak bulunmayan şeyler hakkında Resulüllah’ın dilinden Allah’ın muradını açıklayan sünnet” (Kurtubî, el-Câmiʿ, c. 3, s. 157.) şeklinde tefsir etmektedir. (İlhan Kutluer, DİA,
“Hikmet” md.) Buna göre, hikmet kelimesinin anlamlarından birinin de sünnet olduğu dikkate alınarak, Hz. Peygamber’e kitapla birlikte hikmetin de verildiğini ve onun kitabı ve hikmeti öğretmek üzere gönderildiğini ifade eden ayetler (Bakara, 2/129,151,231; Âl-i İmran, 3/164; Nisa, 4/113; Cuma, 62/2.) Hz. Peygamber’e itaati emreden ayetlerle birlikte değerlendirildiğinde, Hz. Peygamber’e tabi olmanın önemi ve gereği daha iyi anlaşılmaktadır. Nitekim kitapla birlikte hikmetin ayrıca zikredilmesi, kitapta yer alan hükümlerin açıklayıcısı ve öğreticisi olması yanında, hüküm koyucu olması itibarıyla da Hz. Peygamber’in örnekliğini vurgulaması açısından önemlidir. Bu yüzdendir ki Kur’an ve sünnet on dört asırlık İslam geleneğinde dinin temel iki kaynağı olarak kabul edilmiş ve İslam geleneği bu iki kaynak üzerine bina edilmiştir. Bu binada bu iki kaynak öylesine iç içe girmiştir ki namazdan oruca, zekâttan hacca, ticari hayattan aile hayatına varıncaya kadar, dinî ve sosyal hayatımızı kuşatan hükümlerin nasıl uygulanacağı sünnette yer alan beyanlarla öğrenilebilmektedir. Dolayısıyla, Kur’an ve sünneti birbirinden ayrı düşünmek mümkün değildir. O hâlde, Kur’an-ı Kerim’de açıkça emredilen Hz. Peygamber’e itaat ve onu örnek alma, evrensel bir dinin tebliğcisi olarak her zaman ve zemini kuşatan bir itaat ve örnekliği ifade etmektedir.