* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Kur’an’la İlişkilerimizde Tıkanıklık Var  (Okunma sayısı 1789 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

anadolu

  • Ziyaretçi
Kur’an’la İlişkilerimizde Tıkanıklık Var
« : Mart 15, 2020, 09:08:42 ÖÖ »
Kur’an’la İlişkilerimizde Tıkanıklık Var

Henüz  İslam’la tanışmamış olan Şair Lebid (ö. 41/661) yazdığı kasideyi dönemin büyük şairleri arasındaki gelenek uyarınca Kâbe’nin duvarına asmış, şiirinin çok beğenilmiş olmasının tadını çıkarmaya çalışıyordu. “Dikkat edin, Allah’tan başka her şey asılsızdır ve her nimet mutlaka yok olacaktır.” beytiyle başlayan şiirin yanındaki bir başka askıda yazılı Bakara suresinin ilk ayetlerini okuduğu zaman ise, “Bunlar insan sözü olamaz.” deyip orada Müslüman oldu.

Birkaç ayet ölçeğinde bile içerik ve üslubu böylesine etkili olan Kur’an-ı Kerim, vahiy tarihi boyunca yeryüzünün gördüğü bütün semavi kitapların sonuncusu olarak o güne kadar hiçbir kutsal kitabın taşımadığı bir görev üstlenmişti. O görev de mutlak hakikatin temsilci olarak kıyamete kadar insanlığa rehberlik etmekti. Dolayısı ile bu görevi yerine getirmesini sağlayacak çapta bir içeriğe sahip olmalıydı.

Kur’an’ın içeriği, başta inanç öğretisi olmak üzere akıl ve düşünce, bilim ve tabiat, ahlak, hukuk, sosyal hayat ve ibadetlerle ilgili hükümler, tasvir ve tespitler şeklinde çerçevelenebilir. İnsan, ölüm, ahiret hayatı, peygamberlik, salih amel, namaz, oruç, hac, zekât, yiyecek ve içecekler, içki, evlenme, aile, boşanma, ticaret, miras, faiz, insanlar arası ilişkiler, komşuluk ilişkileri, uluslararası ilişkiler ve hakka davet ilgili konular bu genel içeriğin kısa bir açılımıdır.

Bu kısa içerik listesi bile gösteriyor ki Kur’an hayatı her yönüyle kapsayan bir hidayet kitabıdır. Bu özelliği ile o, insana, yaratılış amacı doğrultusunda hayat sürmeyi telkin eder ve buna paralel davranışlar kazandırır. İnsanlar arasında ortaya çıkan dinî ve ahlaki bozulmaları önleyerek toplumu vahiy çizgisinde ıslah etmeyi hedefler. Bunun bir gereği olarak da içerdiği ilahî mesajların herkese ulaştırılmasını (tebliği), bu mesajların anlaşılmasının sağlanmasını (tebyin) bunun için de üzerinde dikey ve yatay ölçekte düşünülmesini (tedebbür, tezekkür) inananlarına görev kılar.

Kur’an’ın, hayatı bütünüyle kapsayan bu içeriği tarihi süreç içinde İslam bilginleri tarafından sahih sünnet eşliğinde sergilenen yoğun ilmi faaliyetler yoluyla tahlil ve terkibe tabi tutularak bağımsız bir İslam hukuk sistemi ortaya çıkarılmıştır. Bu bilimsel faaliyetlerin temelini öncelikle Kur’an’ı anlama, yani onun ne dediğini ve ne demek istediğini belirleme gayretleri oluştur. Tefsir, belagat, dil ilimleri ve fıkıh usulü gibi ilimler hep bu amaca yardımcı ilimler olarak ortaya çıkmıştır.

Bütün bu yoğun ilmî faaliyetleri gerektiren şey Kur’an’ın yüksek edebî özellikleri yanında veciz/az sözle çok mana ifade eden bir kitap olması, bu sebeple ona muhatap olacak kişilerin belli bir ilmî-kültürel donanıma sahip olması ihtiyacıdır. Bu sebeple daha nüzul döneminde bile bazı sahabilerin Rasulüllah (s.a.s.)’dan açıklanmasını istediği meseleler ortaya çıkmakta o da Kur’an’ı açıklama görevi (Nahl, 16/44.) uyarınca bu meselelere çözüm getiriyordu. Bu sürecin devamında Kur’an ayetlerinin açıklanmasına yardımcı olacak hadisleri bir araya getirilerek Kur’an’ı açıklamaya yönelik metinler ortaya çıkmıştı. Zamanla bu ilmî faaliyet Kur’an’ın bütününü açıklamayı hedefleyen tefsir adıyla özel bir ilim dalı hâline geldi. Başlangıçtan beri bu ilim dalı alanında, her dönemin çözüm bekleyen yeni meselelerini de içine alan pek çok tefsir çalışması yapıla gelmiştir.

Her türlü ilmî çalışma gibi Kur’an’ı anlama çalışmalarının da esasını oluşturan okuma ve yazma olgusu bu ilahî kitapta son derece itibarlı bir yere oturtulmuştur. Nitekim, “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 96/1.) ayetinin ilk kelimesi olan “oku!” emri aynı zamanda Kur’an’ın da ilk inen kelimesi olarak oldukça dikkat çekmektedir. Gerçekte bu durum Kur’an’ın hayata bakışının özeti olarak değerlendirilebilir. Neyin okunacağı belirtilmeksizin emrin mutlak olarak verilmiş olması okumak üzerine kurulu bir hayat felsefesine işaret eder. Vahiy olgusunun işlevi gereği ilk okunacak şeyin Kur’an olduğu anlaşılır. Ancak Kur’an merkezde olmak üzere okunabilecek her şeye yoğunlaşarak onları dikkatle okumak yönündeki mesaj kendini güçlü bir şekilde hissettiriyor.

Bu okuma sadece yazıya dökülmüş kelimelerin sesle ifade edilmesi çerçevesindeki dar anlamlı bir okuma değildir. Elbette ilk akla gelen budur, bu olmalıdır. Ama okunması gereken, başta insanın kendisi ve içinde yaşadığı tabiatı ve dünyayı da kapsayan bir evren var. Vahyin, insan dikkatini bu olgulara çekerek düşünme faaliyetini, çeşitli üsluplar içinde ısrarla istemesi birer okuma emri şeklinde anlaşılır. Zira harf ve sese başvurmadan hâl diliyle konuşan varlıkları görüp anlamlandıran insan elbette ulaştığı bilgileri söz kalıbına, yazıya dönüştürerek okunacak malzeme haline getirecektir. Bugünkü hayata hâkim bütün bilimsel unsurların bu tür bir okuma çilesinin ürünü olduğu açıktır. Ancak Kur’an muhatabının okumaları ölüm öncesi ve sonrası ayrımı yapmadan hayatı bir bütün olarak gören bir niteliğe sahiptir.

Okumak kaçınılmaz olarak yazıyı ve yazma eylemini akla getiriyor, yazmak da kalemi. Okumayı ilk ayetine konu ederek tebcil eden Kur’an okumanın nesnesi olan yazı ile birlikte onun aracı olan kalemi de devreye sokar. “Nûn. Ant olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına.” (Kalem, 68/1.) diye bu iki olgu üzerine yemin ederek onların insan için önemine vurgulu bir işarette bulunur.

Kitabımız insanın, Allah, diğer insanlar ve kâinatla ilişkilerini düzenlerken, bir yandan da kalbin Allah’a açılmasını, onun kuru bir kan pompası olarak kalmasına sebep olacak engelleri de “kalbe vurulan kilitler” benzetmesi ile dikkatlere sunar: “Onlar Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerine kilit mi vurulmuştur?” (A’raf, 47/24.) Kur’an’ı hayat rehberi edinmek yolunda ondan pratik olarak faydalanmak, her çağın getirdiği kendine has zorlukları ve meydan okumaları Kur’an rehberliğinde aşacak yetkinliğe sahip olmakla mümkün olur. Günümüz Müslümanları olarak, ümmet olarak onu anlamaya ne kadar hazır olduğumuzun muhasebesini yapmak zorunluluğumuz var.

Kur’an’ı anlamaya yönelik okuma denilince konuyla ilgili bir mesele, “mealcilik” meselesi kendini hatırlatıyor. Doğrudan konuya girerek diyelim ki Kur’an mealleri uzman olmayan kişiler için Kur’an-ı Kerim’in içeriği hakkında toplu bir bilgi sağlamaları, onun ahlaki öğütlerinden yararlanma imkânı sunmaları bakımından yararlıdır. Ancak mealler dinî-hukuki meselelerin çözüme kavuşturulması için kaynak olmaz, olmamalıdır. O sebeple, Kur’an’ı hayata hâkim kılmak için, dini sadece ondan elde etmek sloganı ile ortaya çıkan “mealcilik” akımı faydadan çok zarar veren, riskli bir yöntemdir.

Evet, Kur’an anlaşılabilir, apaçık bir kitaptır ama özellikle ahkâm ayetleri başta olmak üzere Kur’an ile ilgili pek çok konu hakkında belli bir alt yapı bilgi ve tecrübesine sahip olanlar için bu böyledir. Bu konuda donanıma sahip olanlar genellikle az olduğu için Kur’an’ın doğru anlaşılamama endişesi hep var olmuştur. Arap olmayan Müslümanlar arasında Kur’an’ı tercüme etme işine çok geç diyebileceğimiz bir döneme kadar girişilmemiş olmasının sebeplerinden biri de bu endişe olmuştur diyebiliriz. Bu endişenin varlığı elbette Kur’an’la ilişki kurma yöntemlerinden biri olarak tercüme hareketine soğuk bakmak anlamına gelmemelidir. Olması gereken şey, Müslümanın Kur’an’ı anlama çabaları sürecinde takınacağı tavrın ne olduğunu bilmesidir. Bu tavrı şekillendirecek başlıca yöntemin, bu işi bilen uzman kişilerden yararlanmak olduğu bizzat Kur’an söylüyor. (Tevbe, 9/122.)

“Kur’an yeryüzünün en çok okunan kitabıdır.” yargısını tereddüt etmeden doğrulayabiliriz. Ancak bu okumaların okuyanlar üzerindeki etkisine gelince aynı şeyleri söylememiz mümkün değil. Kur’an okunması sevap kazandıran, içine kapalı bir kitaba indirgenmiş, içerik itibarıyla birey ve toplumun hayat algısının dışında kalmıştır, bırakılmıştır.

Anlamadan, bu uğurda çaba harcamadan okuyup geçmek Kur’an’ın bizden istediği tutumun uzağında bir şeydir. Kur’an’ın kendisin hakkında bize telkin ettiği “oku, anla, uygula” ilkesinin ilk aşamasında takılıp kalmış durumdayız.

Oysa Kur’an yazının başında yer alan ayetten de anlaşıldığı gibi, Kur’an’ın hidayetçi niteliğinden yararlanmak “salih amel” ifadesi ile kodlanan yapıcı eylemlerle mümkündür. Okuma aşamasındaki çabalarımız işin özüne inmekten, ikici aşamaya ulaştırıcı nitelikten uzak, şekilci ve yüzeysel bir tutumu yansıtıyor. İkinci aşamayı da aşıp asıl hedef olan uygulama noktasına gelmedikçe Müslüman olmanın ağır yükü altında ezilmeye devam edeceğiz.

Hasta ilaçlarını doktorun tavsiyesi üzere kullanmazsa, tedavi ne kadar sürerse sürsün sonuç almak mümkün değildir. Daha önemli olan hastanın iyileşmeye hazır olması, doktora yardımcı olması, yani işin psikolojik boyutudur. Tıpkı bunun gibi, Kur’an’ı -onun istediği şekilde- anlayarak, tezekkür ve tefekkür eşliğinde, bizi değiştirmesine izin verecek bir anlayışla okumak kaçınılmazdır.

Bu konuda başarılı olmanın yolunu Kur’an, nefis ve şeytanın, şeytan tıyniyetli insan ve ideolojilerin, göz boyayıcıların tuzaklarından nasıl korunacağımızı öğreterek gösteriyor.

anadolu

  • Ziyaretçi
Ynt: Kur’an’la İlişkilerimizde Tıkanıklık Var
« Yanıtla #1 : Mart 15, 2020, 09:15:17 ÖÖ »
Kur’an’ın Güttüğü Hedefin Neresindeyiz

İsalam toplumunun yabancı kimlik ve kültürlerle temasa geçtiği 9. ve 10. asırlarda karşılaştığı temelde Kur’an’a yönelik fikri ve kültürel meydan okumaları göğüsleyen enerji Abbasi-İslam yönetimi tarafından Beytü’l-hikme’nin devreye sokulması ile üretilmeye başlamıştır.

Modernizmin dayattığı hayat algısı ise neredeyse bütün yansımaları Kur’an’la zıtlaşan çok daha güçlü meydan okumaları temsil ediyor. Bu meydan okumaları aşmak sadece savunma sistemlerimizi tahkim etmekle mümkün olmaz.

Bundan daha da önemlisi hayatın her alanında bize maddi manevi kazanımlar sağlayacak zihinsel ve fiili dönüşüm gelişimi gerçekleştirmektir. Bu dönüşüm bir başkalaşma dönüşümünü değil, asli çizgi doğrultusunda yeni şartlara uyum sağlamayı ifade edecektir. Müslüman bilinçaltının, istilasına uğradığı ezilmişlik duygusunu aşmasını sağlayacak bir bilinç yenilenmesi anlamına gelecektir. Bu da davranış stratejileri ve ufuk algısıyla, davranış ve algıların asli kaynaklarından beslenmesiyle ilgilidir. Kur’an-ı Kerim etrafında sergilenen her renk ve kıvamda görüş ve çalışmalar vadisinde bu hamleyi sağlayacak zihni ve fikri atılımın işaretlerini almıyor değiliz. Zaman süzgeci tarihte örneğini çokça gördüğümüz şekilde bunların uçlarda olanlarını ayıklayıp Kur’an’ı anlama faaliyetlerine hız ve verimlilik kazandıracaktır. Evet, bir geçiş dönemi sancılarının işaretleri yer yer kendini gösteriyor. Bu sürecin fiilen başlayıp sonuç alıp almayacağı sorusunun cevabı zamanın omuzlarındadır. Cevap ortaya çıktığı zaman Müslümanlar olarak Kur’an’ı anlama yoluna girmiş olacağız.

Kur’an’ı anlamak ve ihtiyacımız olan dönüşümü sağlamak sadece zihinsel faaliyetlerle mümkün olmaz. Bu konuda asıl itici güç onun içerdiği mesajın sistemi bireysel ve toplumsal olarak yaşamakla sağlanacaktır. Kur’an toplumun hayatına şekil vermiyorsa teorik hâlde ve zihinsel planda bırakılmış demektir. Daha önce, hayatın ortaya çıkardığı problemlere hayatın içinde yaşanarak getirilmiş Kur’an kökenli içtihadi çözümler bile eskiyebilirken, yaşanma uygulama imkânı bulmayan ilkeler üzerinden konulacak teorik anlama faaliyeti ne kadar verimli olur? Kur’an’dan pratik çözümler çıkaramıyorsanız onu gereği gibi anladığınızı söylemeniz zordur. İman İslam’a, davranışlara, hayat tarzına dönüştürülmedikçe Kur’an’ın hakkı verilmiş olmaz. Kur’an’ı ellerinden düşürmeseler de yaşayışlarında etkisi görülmeyenler, onun ne dediğini anlasa da ne demek istediğini anlamamış demektir.

“Elif Lâm Râ. Bunlar kitabın, apaçık olan Kur’an’ın ayetleridir.” (Hicr, 15/1; Yusuf, 12/1.) gibi ayetleri okuyan bir kimse için yukarıda Kur’an’ın anlaşılmasına dair söylenenlerin hepsi dayanağını kaybetmiş olmaz mı? Böyle bir soru ilk bakışta haklı gibi görülebilir. Ancak belirtelim ki bu ayetlerdeki “apaçık” kelimesi Kur’an’ın bütünü ve her yönü ile her kesimden insanın kolaylıkla anlayacağı, arka planını kavrayabileceği türden bir metin değildir. Bu bir Kur’an’ı veya mealini okuyan hemen herkesin fark edebileceği bir durumdur. Nitekim Kur’an bir yandan “apaçık” “beyan edilmiş” olduğunu söylerken, bir yandan da “muhkem” ve “müteşabih” ayetlerden söz ediyor. Her şey bir yana, sürelerin başındaki ne anlama geldiklerini net olarak bilemediğimiz harfler (huruf-i mukatta’a) var.

Öte yandan eğer Kur’an apaçıksa, Hz. Peygamber’i onu açıklama (tebyin) görevi neyi ifade ediyor? Bu soruların cevabı, “apaçık” ifadesi ile mutlak değil, kayıtlı, şartlara bağlı bir anlam kastedildiğinde yatmaktadır. Buna göre Kur’an’ın apaçık oluşu, Allah’tan nasıl gelmişse, hiçbir harfi dahi gizlenmeden tebliğ edilmiş olması; ön yargılardan uzak, normal işleyen bir aklın onun Allah kelamı olduğunu kolayca anlayabileceği, bunun için ince araştırmalara, delillere ihtiyaç olmadığı anlamına gelir. Bu bağlamda söz konusu “apaçık” ifadesi Tevrat ve İncilin gizlenen bazı hakikatlerin ortaya çıkarmasına da atıfta bulunan bir ifadedir. “Ey kitap ehli! Kitaptan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açıklayan, çoğundan da vazgeçen peygamberimiz size geldi. Ayrıca size, Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap da gelmiştir.” (Maide, 5/15.) ayetinde buna işaret vardır.

Müşrikler Kur’an’a inanmayıp ondan yüz çevirdikleri için Hz. Peygamber, “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terkedilmiş bir şey hâline getirdi.” (Furkan, 25/30.) şikâyetinde bulunmuştu. Kur’an’a inanan ama inandığı kitaba yabancı bir hayat ve dünya görüşüne sahip olanlar için aynı şikâyet daha haklı gerekçelerle geçerli olacaktır. Celaleddin-i Rumi “Canım bedenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim.” (Rubailer, 1331) ile şu mesajı veriyor bize: Köle Efendisinin emirlerini nasıl harfiyen yerine getirmek durumunda ve bu zorunluluğunun bilincinde ise Müslümanlar Kur’an’ın emirlerine uyma, ondan uzaklaşmama konusunda aynı bilinç ve kararlığa sahip olmalıdır. Mushafı elde tutarken Kur’an’dan uzaklaşmak…

Kur’an icraatçı bir kitaptır, faaliyet ve atılım ister. Bunun için inananlarına anlaşılması yolunca zihin faaliyeti çağrısında bulunur. Hâl böyle iken, elinde Kur’an olduğu hâlde asırlardır yerinde sayan, ileri doğru hamlelerini uzun zamandır yitirmiş, hatta hamle ruhunun anlamsızlaştığı bir dünya görüşü Kur’an ehli olmayı hak etmez.

Kur’an’ın hidayet kitabı oluşu (İsra, 17/9.) onun bu özelliğini kavranmadan etkin hâle gelemez. Müslüman düşünün ki iman ettiği kitabı bir kere okumamış, onu eline almamış, içeriğine bir hayat kadar uzak bir tutum içinde. Kur’an böyle birine yol gösterici olamaz. Kur’an’ın hidayet kitabı oluşu, hidayete ermeye teşne insanlar üzerinden kendini gösterebilir. Müminlerin dili üzerinden yansıtılan “Bizi doğru yola ilet.” (Fatiha, 1/6.) ayeti lafız kurgusu ve içeriği ile hakikati bulma azim ve kararına sahip bireylerden oluşan bir topluma işaret eder. Kur’an’ın hayata yön verme hedefi böyle aktif bir ruhun şekillenmesi ile mümkün olur. “Kim Kur’an’ın hidayet çağrısına uyarsa bunu kendisi için yapmış olur” (İsra, 17/15.) bunu söylüyor. Gerçekte Kur’an’ı savunmanın en güzel yolu da budur. Bunu yapmadan sadece onun maddi varlığına ve içeriğine yöneltilecek karşı duruşlara reddiyeler hazırlamak Kur’an’ı savunmak değil, onu sahiplenme konusunda yaşadığımız aczin verdiği ezikliği savma çabasının ifadesi olacaktır.

Kur’an’ı anlama çabaları sadedinde, Kur’an’ın sabitelerinin değişmez hüküm ve ilkelerinin de yorum ve değerlendirme ve değişime açık olduğu yönündeki bakış açısını ifade eden tarihselci görüşe de değinmek uygun olacaktır. Karşı konulamaz bir hızla akıp giden hayatın gelişmeleri karşısında Müslümanların yaşamakta olduğu ağır uyumsuzlukların ortaya çıkardığı sarsıntının eseri gibi duruyor bu hareket. Gerçekte yapılan şey bilinçaltında ki “Ben yapmadım, o yaptı” refleksi ile yaşanan sarsıntıyı Kur’an’a mal etme çabasıdır. Bu da hayatı değiştirmek, ona ilahi bir renk vermek için gelen Kur’an’ı değiştirme girişimi ile eş değer bir anlam taşıyor. Kur’an’ı ihtimali olmayan anlamlara hamletmek diye ifade edebileceğimiz “batıl te’vil” açmazına girmekle temelde birleşiyor. Mevlana’nın bu tür yanlışa düşenlere yaptığı uyarıya kulak verelim: “Sen el değmemiş sözü (Kur’an’ı keyfine göre) tevil etmişsin; Sen Kur’an’ı değil, kendini tevil et.” (Mesnevi, 1, 251.)

Kur’an’ın iman hakikatlerini anlama çabası sadedinde tedavülde bulunan Risale-i nurlar için yazıldığı dönemin olağanüstü şart-larında önemli bir boşluk doldurduğu söylenebilir. Risalelerin başlangıçta ortaya koyduğu bu çizginin günümüzde de devamlılığını sağlama çabaları sürdürülmektedir. Yazıldıkları dönem için bile bazı noktalarda seçici davranmayı gerektiren risalelerin sosyal medyada da yer aldığı gibi “semavi kitap” diye nitelemesi ile onlara beşer üstü bir statü yakıştırılmış oldu. İçinde bulunulan şartlar gereği olarak toplumun imanına sahip çıkma gayretini kendi kabiliyeti çerçevesinde ortaya koyan takdire şayan bir azim ve gayret örneğinden söz ediyoruz. Ama bu durum, resailin -temel amacı uyarınca- iman hakikatleri odaklı, bireyin kalbine ve ahlakına yönelik bir bakış açısına sahip olduğu, dinin toplumsal ve cevval tarafını başka çalışmalara bırakmış olduğu gerçeğini değiştirmez. Hâl böyle iken, eserlerin telif edildiği dönemin baskıcı ve dikteci şartları artık ortadan kalkmış olmasına rağmen, önceki dönemlerin kaç-göç ortamı içinde risale okuma gayretlerinin ortaya çıkardığı aşırı sahiplenme psikolojisi ne yazık ki sürdürülmektedir, bu da risaleleri “dokunulmaz” kılmaya yetmektedir.

Mehmet Akif merhumun tespiti ile Kur’an’ı bir ölüler kitabına, ya da fal bakma aracına indirgeme suçunun ağırlığı altında ezilirken bunu daha da ileri götürerek mezarlıkta okumayı “abi”lerin mezarına “risale” okumaya indirgedik.

Üstelik mezarda Kur’an okuma uygulamasını hatırlatacak şekilde, metin üzerinden ya da ezber yöntemi ile. Metinleri ezberden okuma işinin eğitim çağındaki çocuklara yaptırılması da dikkate değerdir.

Kur’an bir hayat projesi sunuyor bize ve haydi uygulayın diyor. Bu görevin neresinde bulunuyoruz?

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]