Kur’an’a Göre Allah’ın Rasûlü
Âlemlere rahmet ve bütün insanlığı müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen Allah Rasûlü aynı zamanda peygamberlik halkasının da sonuncusudur. Peygamberler gönderildiği kavimlerin içlerinden çıkmışlardır ve dolayısıyla onlar da diğer insanlar gibi birer insandırlar: “Ben, yalnızca sizin gibi bir insanım.” (İsra, 17/93; Kehf, 18/110; Fussılet, 41/6)).
Allah Teâlâ toplumlara uyarıcı göndermedikçe onları sorumlu tutmayacağını bildirmiştir: “Biz peygamber göndermedikçe azap etmeyiz.” (İsrâ, 17/15). “Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezine göndermedikçe, o memleketleri helâk edici değildir...” (Kasas, 28/59). Rabbimiz ayrıca her ümmete peygamber gönderdiğini de bildirmiştir: “Biz her ümmete bir peygamber gönderdik.” (Nahl, 16/36). Peygamberlerin peygamberlik görevleri dışında ayrıca; devlet başkanlığı, kumandanlık, kadılık ve müftülük gibi görevleri de vardır. Bu görevleri yanında esas vazifeleri peygamberliktir. Bunu gerçekleştirirken “O’nun (s.a.v.) amacı, ilâhî tâlimatların kendi toplumunda yaşanmasına zemin hazırlamak ve getirdiği mesajı mümkün olan her vesileyle temas kurabildiği fert ve toplumlara ulaştırmaktır.” (Polat, Selahattin, Hadis Tartışmaları, İnsan Yayınları, 5. Basım, İstanbul, 2014, s. 347).
Başta Allah Rasûlü olmak üzere Rabbimizin seçtiği bütün peygamberlerin ilk vazifesi Allah’ın elçiliğini yapmaktır. Yüce Allah gönderdiği peygamberlere bazı sorumluluklar yüklemiştir. Bunlardan biricisi tebliğdir.
1. Tebliğ
Vahye muhatap olan Hz. Peygamber’in ilk görevi kendisine vahyedileni insanlara bildirmektir. Hatta bu vazifeyi ihmal ettiğinde görevini yapmamış sayılacağını Rabbimiz bildirmektedir: “Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Sen onu tam yapmadığın sürece Rabbinin mesajını tebliğ etmemiş olursun…” (Mâide, 67). Peygamberin görevi sadece verilen emri duyurmaktır: “Elçiye düşen sadece duyurmaktır.” (Mâide, 5/99) “Bilin ki, elçimize düşen sadece duyurmaktır.” (Mâide, 5/92) “Sana düşen sadece duyurmaktır.” (Âl-i Imrân, 3/20) gibi âyetlerde Allah Rasûlü’nün tebliğ/duyurma görevi açıkça belirtilmiştir.
O’nun (s.a.v.) tebliğ ettiğini insanlar kabul etmezlerse peygamber bundan sorumlu değildir: “Allah’a ve elçisine itaat edin ve karşı gelmekten sakının. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki, Elçimizin görevi mesajı apaçık tebliğ etmekten ibarettir.” (Mâide, 92). Bir başka âyette Rabbimiz bu durumu şöyle açıklamaktadır: “Eğer onlar yüz çevirirlerse, bil ki biz seni onların üzerine bir bekçi olarak göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır…” (Şûrâ, 42/48). Bu anlamda Allah Rasûlü’nün vazifesi uyarmaktır ve vazifesini gerçekleştirmek için zor kullanmak değildir. O da bunu gerçekleştirmek için insanların kalplerini kazanmaya çalışmıştır. “Tebliğine ve davetine engel olmayanlara veya bu amaçla fitne çıkarmayanlara hiçbir zaman zor kullanmamış veya savaş açmamış, bedenlerin değil gönüllerin sultanı olmayı esas almıştır. Zor kullanarak bir inanç veya ideolojiyi insanlara benimsetmeye çalışmak veya baskı ile kafaların içini şekillendirmek istemek, münâfıkların sayısının artmasından başka bir işe yaramaz.” (Polat, Selahattin, Hadis Tartışmaları, İnsan Yayınları, 5. Basım, İstanbul, 2014, s. 348).
2. Beyan
Hz. Peygamber’in tebliğ görevinden başka bir başka görevi kendisine indirilen Kur’an âyetlerini açıklamaktır. Çünkü vahiy, çoğu zaman detaylı bilgi vermez, genel umumi kaideler koyar.
Peygamberlerin bu görevi yapabilmeleri için yani kendisine indirilen vahyi açıklayabilmesi için gönderildiği kavmin içinden gönderilmeleri onlarla aynı dili konuşmaları gerekmektedir. Rabbimiz bunu şöyle açıklamaktadır: “İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara hakkı açık açık anlatsın…” (İbrahim, 14/4).
Ayrıca peygamberin getirdiği mesajlar yani vahiy anlaşılır olmalıdır. Fakat bu her zaman böyle olmaz. Vahiy bazen genel ifadelerle genel kurallar koyduğu için anlaşılmaz ve detaylı bilgi vermez. “Oysa vahyin ana hedefi, insanlara yaratıcılarını, ona nasıl kulluk edeceklerini, dünya ve nimetlerini nasıl değerlendireceklerini öğretmektir.” (İsmail Lütfi Çakan, Ana Hatlarıyla Hadis, Ensar Yayınları, İstanbul, 2016, s. 17) Bu görev de peygamberlerindir.
Allah Rasûlü’nün Kur’an-ı açıklaması farklı şekillerde olmaktadır:
a. Mücmel âyetleri açıklamak
Kur’an-ı Kerim bazı konularda ayrıntıya girmemiş bunun açıklamasını ve nasıl olması gerektiğini Allah Rasûlü’ne bırakmıştır. Namaz, oruç, hac gibi bazı konular bunlardandır. Bunların nasıl yerine getirilmesi gerektiğini de Allah Rasûlü “Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi kılın” (Buhârî, Ezân, 18) buyurarak beş vakit namazın rekatlarını, vakitlerini ve namazlarda ne okunması gerektiğini uygulamalı olarak göstermiş ve böylece mücmel bir konuyu açıklamış olmaktadır. Yine O (s.a.v.), “Hacda yapacağınız ibadetleri benden öğrenin” (Müslim, Hac, 310) buyurarak gerçek bir hac ibadetinin ancak kendisine uyularak yapılabileceğini de bildirmiş olmaktadır. Yoksa Mekkeli Müşriklerin yaptığı gibi Kâ’be’yi ıslık çalarak, el çırparak tavaf ederek değildir. “Onların Beytullah yanındaki duaları da ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir.” (Enfâl, 8/35).
b. Müşkil âyetleri açıklamak
Kur’an-ı Kerim’deki bazı müşkil ifadeleri anlamakta sahabe zaman zaman sorun yaşamışlardır. Bu konuda birçok örnek verilebilinir. Bunlardan birisi orta namaz meselesidir. “Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah’a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın.” (Bakara, 2/238). âyetindeki orta namaz ifadesinden Rabbimizin hangi namazı kastettiğini sahabe anlayamamışlar. Çünkü burada islâmî kullanıma göre gün, güneş batımıyla başlayıp yine güneş batımıyla bittiğinden beş vakit namazı saymaya akşam namazıyla başlarsanız orta namaz, sabah namazı olur; sabah namazından başlarsanız ikindi namazı olur; gündüz namazlarının ilki olan öğle namazından başlarsanız akşam namazı olur. Allah Rasûlü, “Orta namaz ikindi namazıdır” (Tirmizî, tefsir, 3) buyurarak bu müşkil durumu açıklığa kavuşturmuştur. Yine “Tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!” (Tevbe, 9/112) âyetindeki seyahat edenlerin oruç tutanlar olduğunu Allah Rasûlü bildirmiştir. (Hâkim, el-Müstedrek, II, 365, hadis no: 3288).
c. Umûmilik ifade eden âyetleri tahsis etmek
Allah Rasûlü, Kur’an-ı Kerim’deki bazı umumi ifadeleri tahsis etmiştir. “Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı” (Mâide, 5/3) âyeti kanın ve boğazlanmadan ölen hayvan etinin haram olduğunu umumi bir kural olarak bildirilmektedir. Allah Rasûlü ise “Deniz suyu temiz, ölüsü helaldır” (Ebû Dâvûd, Talak, 41) ve “İki ölü ve iki kan size helal kılınmıştır: İki ölü çekirge ve balık; iki kan ise ciğer ve dalaktır” (İbn Mâce, Sayd, 9) buyurarak ölü hayvandan deniz hayvanlarını ve kanın ise ciğer ve talak dışındakilerle ilgili olduğunu bildirmiştir.
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma, 62/9) âyeti cuma namazına inanan herkese farz olduğu anlaşılırken Allah Rasûlü ise bu genel ifadeyi tahsis etmiştir: “Köle, kadın, çocuk ve hasta dışındaki bütün müslümanlara cemaatle cuma (kılmaları) farzdır.” (Ebû Dâvûd, Salat, 208, 209).
d. Âyetlerdeki mutlak ifadeleri takyid eder
“Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah’tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir” (Mâide, 5/38) âyeti hırsızlık yapan kimsenin çaldığının miktar ve keyfiyetine bakılmaksızın elinin kesilmesi gerektiğini bildirmektedir. Allah Rasûlü de buradaki mutlak ifadeyi “Hırsızın eli ancak çeyrek dinar ve daha fazlasında kesilir” (Müslim, Hudûd, 2/5) buyurarak âyetteki umumi hükmü takyid ederek el kesme cezasının çeyrek dinar altında kalan miktar için uygulanmayacağını belirtmiş olmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.) “Asılı meyveden dağda saklanmış şeyden dolayı el kesmek yoktur” (Ebû Dâvûd, Hudûd, 13) hadisiyle de bir fiilin hırsızlık olabilmesi içinde koruma altında bulunması şartını koşmuştur.
e. Âyetlerdeki hükümleri teyit etmek
Allah Rasûlü’nün bazı hadisleri Kur’an-ı Kerim’deki bazı hadisleri teyit edici mahiyettedir. O’nun (s.a.v.) “Bir müslümanın malı, başkasına rıza olmaksızın helal değildir” (İbn Hanbel, el-Müsned, V, 72-73) hadisi Kur’an’ın “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir” (Nisa, 4/29) âyetini teyit etmektedir. Yine Allah Rasûlü’nün “Kadınların haklarına riayet konusunda Allah’tan korkun. Zira onlar sizin himayeniz altındadır.” (İbn Mâce, Menâsik, 84) hadisi “Kadınlarla iyi geçinin” (Nisa, 4/19) âyetini teyit etmektedir.
f. Kur’an’da bulunmayan hükümler koymak
“Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr’a (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır” (A’raf, 7/157) “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Rasûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın” (Tevbe, 9/29) âyetleri Allah Rasûlü’nün helal ve haram kılma yetkisinin olduğunu göstermektedir. Kur’an’da olmayan bazı konularda Allah Rasûlü bazı şeyleri helal bazısını da haram kılmıştır.
Allah Rasûlü kendisinin Kur’an’da olmayan bir hüküm koyma yetkisinin olduğu şu hadisinden anlaşılmaktadır: İrbad b. Sariye es-Sülemi’den rivayet dildiğine göre bir gün Allah Rasûlü aramızda ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: “Sizden biriniz koltuğuna yaslanarak Allah’ın şu Kur’ân’daki yasakladığı şeylerden başka hiç bir şeyi yasaklamadığını mı zannediyor? Şunu iyi bilin ki: Vallahi ben (hem) öğüt verdim (hem bazı şeyleri) emrettim, (bazı şeyleri de) yasakladım. (Benim emrettiğim ve yasakladığım bu) şeyler Kur’ân (daki yasaklar) kadar vardır. Yahutta ondan daha fazladır. Yüce Allah sizin izinsiz olarak kitap ehlinin evlerine girmenizi helal kılmadığı gibi üzerlerinde olan vergiyi ödedikleri zaman eşlerine saldırmanızı ve meyvelerinizi yemenizi de helal kılmadı” (Buhârî, Harâc, 33/3048).
Kur’an-ı Kerim, nikahlanması haram olan kimseleri tek tek saymak suretiyle belirlemiş ve bunları şöyle saymıştır: “Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikâhlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisa, 4/23). Ancak Kur’an’da zikredilmemiş olmakla beraber, Hz. Peygamber “bir kadın ile halasının ya da teyzesinin aynı erkeğin nikahı altında tutulmasını (toplanmasını)” haram kılmıştır. (Buhârî, Nikah, 27; Müslim, Nikah, 37-39)
3. Davet
Allah Rasûlü’nün tebliğ ve beyan görevinin yanında bir başka görevi de insanları getirdiği dine hikmetle ve güzel öğütle çağırmaktır: “(Rasûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl, 16/125).
Bu âyet-i kerime göre üç türlü davet şeklinden bahsedilebilir. Veya davete muhatap olan insanlar üç sınıfa ayrılabilir, denilmiştir:
Birincisi: Aklıselim sahibi ve eşyanın hakikatini öğrenen araştırıcı âlimler. Davette “hikmet” ile davranma bunlar içindir. Zira hikmet, kesin olan delillerdir.
İkincisi: Halkın çoğunluğunu teşkil eden ve henüz sağlam fıtratını koruyan orta sınıftır. Güzel öğüt bunlar içindir.
Üçüncüsü: Mücadeleci, inatçı ve düşman kimseler. Mücadele yolunun en güzeliyle davet edilmesi istenenler de bunlardır. Zira unutmamak gerekir ki, Allah Teâlâ, Hz. Musa’nın Firavun’a bile yumuşak sözle davette bulunmasını emretmiştir.
Davet görevini hakkıyla yerine getirmeye çalışan Allah Rasûlü yeryüzünde davetine icabet etmedik kimse kalmasın istiyordu. Bu konuda belki takatının üstünde enerji harcıyor ve kendisini harap ediyordu: “Bu yeni Kitab’a inanmazlarsa (ve bu yüzden helâk olurlarsa) arkalarından üzüntüyle neredeyse kendini harap edeceksin.” (Kehf, 18/6). “(Rasûlüm!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!” (Şuarâ, 26/3).
4. Uygulama
Allah Teâlâ başta peygamberine insanlara tebliğ edeceği vahye kendisinin uymasını istemektedir: “Rabbinden sana vahyolunana uy. O’ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir.” (En’âm, 6/106). “(Rasûlüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır.” (Yunus, 10/109).
Allah Rasûlü kendisine indirilen vahye uyarak adeta yaşayan bir örnek olmuştur: “Andolsun ki, Allah Rasûlü’nde, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” Ahzâb, 33/21).
Allah, Rasûlü’ne kendine indirilen vahyi yaşaması ve bu konuda örnek olmasını, insanların da ona bu konuda tabi olmasını istemektedir: “(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Al-i İmrân, 3/31). “Rabbinizden size indirilene (Kur’an’a) uyun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” (Al-i İmrân, 7/3).
Allah Rasûlü özelinde aslında bütün peygamberler uygulama ve örnek olma bakımından güzel bir örnektir. “Andolsun, onlar sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü arzu edenler için güzel bir örnektir. Kim yüz çevirirse şüphesiz Allah, zengindir, hamde lâyık olandır.” (Mümtehıne, 60/6).
5. Tezkiye
Allah Rasûlü’nün görevlerinden birisi de insanın manevî kirlerden arındırıp onun ruhen yücelmesini sağlamaktır. Gerçek tezkiye eden Allah’tır ve Rasûlü’dür. İnsanın kendi kendini Allah’ın yardımı olmadan tezkiyeye çıkarması mümkün değildir: “Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin! Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez.” (Nisâ, 4/49). İnsan, nefsini arındırmak için gayret eder ve nefsinin hoşuna giden hevesler peşinde koşmaz. Kur’an’da nefsini arındıranın kurtulacağı, nefsânî hevesler peşinde koşanların ise zarara uğrayacağı belirtilmiştir: “Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. Onu arzularıyla baş başa bırakan da ziyan etmiştir.” (Şems, 91/9-10; ayrıca bkz: A’lâ, 87/14).
Tezkiye peygamberlerin görevlerinden olmakla birlikte insanlar sadece inandım demekle tezkiye edilmiş veya kurtulmuş olmamaktadırlar. İnananlar da bu anlamda sık sık imtihana tabi tutulmaktadırlar. “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebût, 29/2-3).
Sonuç olarak, bilinen bir gerçektir ki, yalnızca nazarî bilgi insanlar için yeterli olmaz. İnsanlar bilginin, Allah’ın emirlerinin hayata nasıl uygulanacağına dair müşahhas/pratik örnekler isterler. Bunun en güzel örneği de başta Allah Rasûlü ve O’nun ashabıdır. Bunun için Rabbimiz sadece ilâhi kitaplar göndermekle kalmamış, daima kitapla beraber bir peygamber göndermiştir. Çünkü insanlar sadece ilâhi kitaba ihtiyaç duymakla kalmayıp, Kitabın muhteviyatını kendilerine öğretebilecek bir rehbere de muhtaçtırlar.