Kayıt Ol
Giriş Yap
Menu
Ana Sayfa
Forum
Yardım
Ara
Giriş Yap
Kayıt Ol
www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET DUALAR, ZİKİRLER SALALAVATLAR, HADİS'İ ŞERİFLER
KUTSİ HADİSLER
Biliniz Cesedin Öyle Bir Et Parcası Vardır Ki
FANİ DUNYA FORUM HABERLER
« önceki
sonraki »
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Aşağı git
Gönderen
Konu: Biliniz Cesedin Öyle Bir Et Parcası Vardır Ki (Okunma sayısı 3288 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
gurbetciyim
Global Moderator
İleti: 2330
Biliniz Cesedin Öyle Bir Et Parcası Vardır Ki
«
:
Eylül 20, 2022, 09:13:49 ÖS »
Biliniz Cesedin Öyle Bir Et Parcası Vardır Ki
Biliniz, cesedin öyle bir et parçası vardır ki; o iyi olursa ceset de iyi olur. O bozuk olursa, ceset de bozuk olur. İşde o; kalp’tir.
Bu Hadis-i Şerif’i iyi anlamak için, maddesel bütün düşüncelerden arınmak gerekmektedir. Çünkü genellikle kalp denilince akla gelen, vücudumuzun sol yanında bulunan organımızdır.
Oysa bu Hadis-i Şerif’de bahsedilen kalp’ten maksat; ruhumuzun hareket noktasını teşkil eden, vicdanın sesini duyuran, bütün duygu, düşünce ve şuuru oluşturan manevi alemlerimiz ile irtibatını sağlayan, adına gönül de diyeceğimiz, insan olma hakikatinin merkezidir.
İşde biz bu merkezle irtibat halinde olduğumuz sürece, Hakk’a giden doğruyu bulabiliriz, vicdanımızın sesini duyabiliriz. Hilkat yani yaradılış olarak, vicdan ve gönül bizleri daima iyi, ve doğruya yönlendirir. Ancak biz aklımızı ve hür irademizi nefsimizden yana kullandığımız sürece, gönülden ve vicdandan gelen bu yardımı alamayız..onları kapatır, üstlerini hiç açılmayacak gibi kat be kat örteriz.
Gönlünü ve vicdanını örtenler de, Kur’an deyimiyle “Kör ve sağırdırlar”..işte sadece nefsine hizmet eden bir kalp’i taşıyan ceset, her anlamıyla bozulmuş demektir.
İmtihan
Dünya hayatı, bir imtihan alanıdır. Karşılaşılan nimetler de musibetler de, iyilikler de kötülükler de birer imtihandır. Yüce ALLAH, Hikmetli Kur'an'ında şöyle buyurmaktadır: "Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz." (21/Enbiya, 35)
Hz. Mevlana, "Her nimetin bir gamı vardır" sözü ile hikayeye giriş yapmıştır. Sahip olunan her nimetin gamı, her dünyalığın (mal, makam, mevki) külfeti, mihneti ve imtihanları vardır. Sahip olunacak nimet, beraberinde imtihan olmayı getirir. Fakirlik ve zenginlik, ALLAH'ın iki imtihan vâsıtasıdır, bunlarla kullarını şükür ve sabır hususlarında imtihan etmektedir.
Bütün Davranışlarımız Kaydediliyor
Muhterem Müslümanlar!
Yer yüzünün efendisi ve mahlukatın en şereflisi olarak yaratılan insanoğlu için dünya, birkaç günlük konaklama mevkii mesabesindedir.
Ahiretin tarlası olarak da nitelendirilen dünyada, yaptığımız her şey yazıcı melekler tarafından amel defterine kaydedilmektedir.
Bu gerçek, aşağıdaki ayetlerde şöyle ifade edilmektedir:
“İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında yaptıklarını gözetleyen ve kaydeden hazır bir melek bulunmasın” (Kâf, 18).
“Üzerinizde muhakkak bekçiler, değerli yazıcılar vardır.” (İnfitar, 10-11)
“Üstelik, biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek de onun yaptıklarını alıp kaydetmektedir.” (Kâf, 17)
“Siz günahları işlerken kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lakin, yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.” (Fussilet, 22)
“O gün, biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.” (Yasin, 65)
“Yoksa, onların sırlarını ve gizli konuşmalarını duymadığımızı mı sanıyorlar? Hayır öyle değil! Yanlarındaki elçilerimiz olan melekler yazmaktadırlar” (Zuhruf, 80).
“Herkesin yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günde kişi, kötülükleri ile kendisi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Yine Allah sizi kendisine karşı dikkatli olmanız hususunda uyarmaktadır. Allah kullarını çok esirgeyicidir” (Al-i İmran, 30)
“İşte kitabımız, size karşı gerçeği söylüyor. Çünkü biz yapmakta olduklarınızı kaydediyorduk” (Casiye, 29).
“Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. ‘Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş’ derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin, hiç kimseye zulmetmez” (Kehf, 49)
“Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter’ denilecektir” (İsra, 14).
“İşte o vakit , kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: ‘Gelin, kitabımı okuyun!’
‘Çünkü ben hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.’
“Artık o hoşnut bir hayat içindedir.”
“Yüksek bir cennettedir.”
“Onun meyveleri sarkar, kolaylıkla devşirilebilir.”
“Onlara şöyle denir: ‘Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için’".
“Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: ‘Keşke kitabım bana verilmeseydi’.
“Hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim.”
“Keşke ölüm her şeyi bitirseydi.”
“Malım bana hiçbir yarar sağlamadı,”
“Saltanatım da yok olup gitti.”
Allah şöyle der: “Onu yakalayıp bağlayın.”
“Sonra onu cehenneme atın” (Hâkka 19-31).
Yüce Rabbimiz hepimize, bu ilâhî uyarıları kavrayıp gereğince davranmayı nasip eylesin.
Rahîm Ve Rahmân
RAHMÂN
Merhamet etmek, acımak, esirgemek, korumak, affetmek, bağışlamak, nimet vermek, ikamet etmek ve kadının rahminden şikâyet etmesi anlamlarındaki “r-h-m” kökünden türeyen rahmân kelimesi sözlükte, çok merhametli olan demektir.
Kur’ân’da 57 defa geçen rahmân kelimesi, Allah’a özgü bir sıfat olup Allah’tan başkaları için kullanılmamıştır. Bu isim, “sıfat-ı gâlibe” olup Allah’ın güzel isimlerinin ikincisidir. Bu kelimenin ikili ve çoğulu yoktur. Kur’ân’da da sadece tekil olarak kullanılmıştır. Rahmân kelimesi Allah’ın ismi-sıfatı olarak; pek merhametli, çok merhamet sahibi, çok nimet verici ve çok müşfik şeklinde anlamlandırmak mümkün ise de Allah’ın ismi olarak bu kelimeyi tam karşılayacak Türkçe bir sözcük yoktur. Türkçe’deki “esirgeyen”, “bağışlayan”, “acıyan” ve “yarlığayan” kelimeleri “rahman” kelimesinin anlamını karşılamamaktadırlar. “Esirgeyen” sözcüğünde “kıskanma” anlamı vardır ki “rahmân” kelimesinde bu anlam yoktur. “Acıyan” sözcüğü, “rahmân” kelimesinin anlamını tam ifade etmemektedir. Çünkü “merhamet” sadece acımak değil; acıyı, musîbeti, sıkıntıyı, derdi ve belayı giderip yerine sevinci, nimeti, sıhhati, devayı, ferahı ve rahatlığı getiren bir hayır ve iyiliktir. “Bağışlayan” sözcüğü ise “rahmân” kelimesinin değil “vehhâb” ve “afüvv” kelimelerinin karşılığıdır.
Allah’ın rahmân sıfatı, rahîm sıfatından daha kapsamlıdır. Yüce Allah, rahmân sıfatının gereği olarak yarattığı bütün varlıklara merhamet eder. Bu konuda mümin-kâfir ve itâatkâr-âsi ayırımı yapmaz. O’nun merhameti her şeyi kuşatmıştır (A’râf, 7/156). O, rahmeti kendisine farz kılmıştır (ketebe) (En’âm, 6/12, 54). Bütün insanları yaratan, yaşatan, sıhhat, akıl, irade ve rızık veren Allah’tır. Dünyayı, içindekileri, ayı, güneşi, yıldızları, gezegenleri, havayı, suyu, rüzgarı, bitkileri, ağaçları, hayvanları, geceyi, gündüzü... kısaca her şeyi insan için yaratmış, insanın hizmetine sunmuş (teshir) (Bakara, 2/29; İbrâhim, 14/32-33; Lokmân, 31/30) ve insana sayılamayacak kadar çok nimet vermiştir (İbrâhim, 14/34).
Allah, dünyada insana emeğinin karşılığını verdiği gibi (Necm, 53/39), insanın emeği olmadan da bildiğimiz ve bilmediğimiz pek çok nimet de vermiştir.
Yüce Allah, oksijeni, suyu, güneş enerjisini, ağaçları, bitkileri, bir çok meyveyi, etinden, sütünden, yününden, derisinden ve gücünden yararlandığımız pek çok hayvanı ve daha nice nimetleri insan emeği olmadan bizlere merhameti sebebiyle vermiştir. Bu, Allah’ın rahmân olmasının sonucudur. Bu konuda mümin, kâfir, ibadet eden ve etmeyen ayırımı da yapmamaktadır.
Allah, insanın dünya ve âhirette mutlu olmasını istemektedir. Bunu sağlayacak yolu göstermek için peygamberler ve kitaplar göndermiştir. İlâhî kitaplar, insanlar için bir rahmettir (En’âm, 6/154; A’râf, 7/52; 103; Hûd, 11/17). Kur’ân, müminler için bir rahmettir (Yûnus, 10/57; Nahl, 16/89; İsrâ, 17/82). Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir (Enbiyâ, 21/107).
RAHÎM
Merhamet etmek, acımak, esirgemek, korumak, affetmek, bağışlamak, nimet vermek, ikamet etmek ve kadının rahminden şikâyet etmesi anlamlarındaki “r-h-m” kökünden türeyen rahîm kelimesi sözlükte, çok merhametli olan demektir.
Kur’ân’da 114 defa geçen rahîm kelimesi, bir âyette “rahîm” şeklinde (Tevbe, 9/128) Hz. Muhammed’in (a.s.), bir âyette “ruhamâ’” şeklinde (Fetih, 48/29) Hz. Peygamber ve müminlerin sıfatı olarak kullanılmıştır.
Rahîm ismi rahmân ismine göre daha özeldir. Sadece imân edip sâlih amel işleyenlere, muttakî ve muhsinlere yöneliktir. Dünyada sadece müminlerin güzel amellerine sevap verir, âhiret nimetlerinden yararlandırır, onlardan razı olur ve onları cennetine koyar. Mümin olmayanlar, Allah’ın dünyadaki nimetlerinden yararlanırlarsa da âhiretteki nimetlerinden mahrum kalırlar.
“Rahmân” ve “rahîm” kelimelerinin bu anlamı sebebiyle Allah, dünya ve âhiretin, mümin ve kâfir herkesin rahmanı, âhiretin ve müminlerin rahîmi denilmiştir.
Allah’ın rahmetinin her şeyi kuşattığı, âhirette ise sadece müminlere merhamet edeceğini âyetlerde bildirilmiştir (A’râf,7/156).
Peygamberimiz (a.s.), yüce Allah’ın cennete, “...Sen benim rahmetimsin”, cehenneme de “sen de benim azabımsın...” dediğini bildirmiştir (Buhârî, Tevhid, 25. VIII, 186).
Allah’ın azabı da merhameti de çoktur. Bu hususu, Peygamberimiz (a.s.), şöyle bildirmiştir: “Eğer, Allah katındaki cezayı bilseydi, hiçbir mümin cennete gireceğini ummazdı. Eğer rahmetinin çokluğunu bilseydi, hiçbir kâfir cennetten ümidini kesmezdi.” (Müslim, Tevbe, 23); “Allah, rahmeti yüz parça yapmış, bunun doksan dokuzunu kendisinde tutmuş, bir parçasını yer yüzüne indirmiştir. Bu bir parça rahmet sebebiyle yaratıklar birbirlerine merhamet ediyorlar. O kadar ki hayvanlar, yavrularına zarar verir korkusuyla ayaklarını kaldırmaktadırlar.” (Müslim, Tevbe, 17, 19; Buhârî, Edeb, 19).
Allah, merhametlilerin en hayırlısı (Mü’minûn, 23/118) ve en merhametlisidir (Yûsûf, 12/64).
Allah, dilediğine rahmetini ihsan eder (Bakara, 2/105). Ancak Allah Kur’ân’da; muttakilere (Hadîd, 57/28), sâlihlere (Câsiye, 45/30), Kur’ân’a sarılanlara (Nisâ, 4/175) itaakârlara (Âl-i İmrân, 3/132), namaz kılanlara (Nur, 24/56), zekatını verenlere (A’râf, 7/156), muhsinlere (A’râf, 7/56), mallarından Allah yolunda infak edenlere (Tevbe, 9/99), musibetlere sabredenlere (Bakara, 2/155-157), emr-i bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker yapanlara (Tevbe, 9/71), Allah yolunda cihat edenlere (Bakara, 2/218), kötülüklerden korunanlara (Mü’min, 40/7-9), okunan Kur’ân’ı dinleyenlere (A’râf, 7/204) ve âhiretten korkanlara (Zümer, 39/9) merhamet edeceğini bildirmiştir.
Peygamberimiz (a.s.) de, “Allah, ancak merhametli olanlara rahmetini ihsan edecektir.” (Buhârî, Cenâiz, 33),
“Rahman, merhamet edenlere merhamet eder. Yer yüzündekilere merhamet edin (o zaman) göktekiler de size merhamet eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 66), “İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.” (Buhârî, Tevhît, 2),
“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimizin hakkını tanımayan bizden değildir (bizim sünnetimizi terk etmiştir).” (Ebû Dâvud, Edeb, 66) buyurmuştur.
kalbin dirilisi için zikir
Balik için su ne ise, kalp için de zikir odur. Zikirsiz kalp ölür. Kalbi ölü bir insandan hayirli ve tatli isler çikmaz.
Zikir kalbi seytanin vesvesesinden ve hakimiyetinden kurtarir. Allahu Tealâ seytani, “hannâs” sifatiyla tanitmistir (Nas/4). Hannâs, sinsi, korkak, bos bulunca dalan, karsi durunca kaçan demektir. Seytan kalbi bos bulunca dalar, kalp zikre geçince hemen kaçar. Zikir devam ettigi sürece seytan kalbe yol bulamaz. Kalbe girmek ister fakat zikrin nuru onu yakar. Böylece insan en büyük düsmanindan kurtulmus olur.
Seytani yakan zikir, ihlâsla, edep üzere yapilan ve gafletten uzak olan zikirdir. Seytani kalbimizden, isimizden, evimizden, ailemizden, çocuklarimizdan, soframizdan uzaklastirmanin tek yolu, ihlâsla yapilan zikirdir. Zikir kötülüklere karsi en saglam kaledir, insani haramlardan kurtarir. Zikirle mesgul olan bir kalp ve dil, giybet, yalan, laf tasima, fitne yayma gibi haram ve bos islere vakit bulamaz.
Bir çesit ibadet, hizmet ve zikir ile mesgul olmayan kimsenin bos islerden korunmasi mümkün degildir. Kalbe gelen günah arzularini zikirle söndürme ve hayra yönlendirme imkani vardir. Zikir ile desteklenen kalp, iyiyi kötüyü fark eder. Zikir bütün zamanlarda ve mekânlarda yapilabilir. Zikrin disindaki her ibadetin belirlenmis bir zamani ve sekli varken, zikir için herhangi bir zaman ve mekân sinirlamasi yoktur. Bazi yer ve zamanlarda dil ile zikir yapilamaz ise de, kalple zikre hiçbir mani yoktur.
Zikir kalbin kapilarini açar. Allahu Tealâ'yi çokça zikreden kul, zikrin nuru ile kendisini tanir; kalbini, ruhunu ve diger manevi cevherlerini kesfeder. Onlari çalistirir, gelistirir ve kullanir. Onlarla yepyeni ilimler elde eder, kalp gözü açilir, dünyanin ve ahiretin gerçek yönünü görür. Allahu Tealâ'nin kainattaki tecellilerini ve sanatini seyreder. Böylece Yüce Allah'a imani ve muhabbeti artar. Ona hayran olur, sevgi ve tazimle teslim olur.
İslâm târihinin ilk yıllarında Medîne-i Münevvere'de bâzı fakirlerin kapılarına meçhûl bir kimse her sabah bir çuval erzak bırakmaktaydı. Bir sabah o fakirler uyandıklarında baktılar ki, kapılarına erzak konmamış. Sebebini merak ederlerken o esnâda içli bir salâ sesi duyuldu ve Medîne-i Münevvere Hazret-i Alî -radıyallâhu anh-'ın torunu Zeynel Âbidîn Hazretleri'nin vefâtı ile çalkalandı. Herkes derin bir mâteme büründü.
Bu peygamber evlâdına karşı son vazîfeler îtinâ ile yapılmaya başlandı. Sıra mübârek nâşının yıkanmasına geldiğinde bu şerefli vazîfeyi yapacak olan zât, mevtânın sırtında içi su toplamış büyükçe yaralar görünce şaşırdı. Sebebini anlayamadı. Yakınlarına sorduğunda ise, ehl-i beytten orada bulunup bu sırra âşinâ olan bir kimse, şunları söyledi:
"- Zeynel Âbidîn Hazretleri her sabah hazırladığı erzak çuvallarını sırtında taşıyarak erkenden fakirlerin kapısına götürür ve kimseye görünmeden geri dönerdi. Halk da bu çuvalları kimin bıraktığını bilmezdi. Sırtında gördüğünüz yaralar, işte o çuvalları taşımaktan ötürü oluşmuş yaralardır."
KISSADAN HİSSE:
Amellerini sırf Hak Teâlâ'nın rızâsı için yapanlar, onları, ifşâsı harâm olan bir sır gibi halktan gizlemeye çalışırlar. Zîrâ Hakk'a âit olduğu hâlde halka arz edilen amellerde Allâh'a götürecek hiçbir fazîlet kalmaz. Çünkü onları ucub ve gurûr başta olmak üzere binbir türlü nefsâniyet kaplar. Dolayısıyla Hak yolunda yapılan her salih amel, "Fânîler değil, Bâkî olan bilsin" düşüncesiyle olursa makbûldür ve böyle fiillerin ecir ve mükâfâtlarını yazmaya ne kalemler kâfî gelir, ne de mürekkep yetişir.
Samîmî ve fedâkâr hizmetlerle Allâh'ın kullarını memnûn etmeye gayretli olurken nefsini değil, Hakk'ı râzı edebilen isimsiz ve gerçek kahramanlara ne mutlu
Seher Vaktinin Fazileti
Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-den rivâyete göre Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır;
"Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ her gece, gecenin son üçde biri kaldığı sırada dünyâ semâsına nüzul eder ve şöyle buyurur: '' Bana duâ eden var mı, duâsına icabet edeyim? İstediğini vereyim. Bana istiğfar eden var mı, onu mağfiret edeyim? (1)
Bu hadîs-i şerîf, gecenin son üçde birinin vakti icabet olduğuna büyük müjdelerle beraber delâlet etmektedir.
"Gece yarısında semânın kapıları açılır ve bir münâdî şöyle seslenir: "Hiç duâ eden var mı, icâbet olunsun, bir şey isteyen var mı verilsin, bir sıkıntıda olan var mı kurtarılsın. Her hangi bir duâ ile duâ eden hiç bir müslüman yoktur ki Allah Teâlâ ona icabet etmiş olmasın. Ancak şehveti için koşan zinâkâr kadınla ayyaş ve işret ehli müstesna. " (2)
"Gecede bir saat vardır. Müslüman bir kulun dünyâ ve âhiret işinden istediği her hangi bir hayır varsa ve duâsı o saate gelirse muhakkak Allah ona dileğini verir. Bu her geçe vardır. " (3)
"Saatlerin efdali gecenin son kısmıdır." (4)
Üç kişi vardır ki onlar İblis'den ve askerlerinin şerrinden masûndurlar:
1- Gece ve gündüz Allah'ı çok zikredenler,
2- Seher vakitlerinde istiğfar edenler,
3- Allah'ın haşyetinden ağlayanlar." (5)
Müslüman yol levhası gibi olmalı
* Müslüman yol levhası gibidir Sizi arzu ettiğiniz yere götürür Yol levhası olmak çok kıymetlidir Çünkü Cehenneme götüren yol levhaları da çok var Levhanın maddi değeri yoktur Ama gösterdiği istikamet çok mühimdir
* Allahü teâlâ bir kuluna hayır murat ederse, onun kalbine sevdiği kullarının sevgisini verir Bir insanın ehli saadet mi ehli felaket mi olduğu buradan da anlaşılır En sevdiği kul, Peygamber efendimizdir Ehl-i sünnet âlimlerimiz, mezhep imamlarımız da Peygamber efendimizin vârisleridir
* Rasgele su içmediğimiz gibi, rasgele kitap da okunmaz Ehl-i sünnet itikadı temiz su gibidir Ehl-i sünnet âlimleri bu suyu, içine pislik bulaştırmadan muhafaza ederek bize kadar ulaştırmışlardır
* Müslüman demek, hasreti çekilen insan demektir Bir kimsenin hasreti çekilmiyorsa, son nefeste imanı tehlikededir
* Bir müslüman, bir müslümanın yanına, herhangi bir iş için, rahat gidemiyorsa, çekinerek gidiyorsa, o kendisinden çekinilen müslümanın son nefesinden korkulur
* Güzel ahlak, kimseye yük olmamak, fakat herkesin yükünü çekmektir.
EHL-İ BEYT'İN FAZİLETİ
4458 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Nimetleriyle sizi beslediği için Allah'ı sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin."
Tirmizi, Menakıb, (3792).
4459 - Sa'd İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: "Şu ayet indiği zaman, (mealen): "Sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle bu hususta mücadele edecek olursa de ki: "Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendinizi ve kendimizi çağırıp toplanalım, sonra niyaz edelim ki, Allah'ın laneti yalancılar üzerine olsun!" (Âl-i İmran 61), "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Ali'yi , Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin radıyallahu anhüm ecmain'i çağırdı ve:
"Allah'ım, bunlar da benim ehlim (ailem)" buyurdu."
Tirmizi, Tefsir, Âl-i İmran, (3002).
4460 - Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Ben "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın evinin kapısında iken şu ayet nazil oldu: "...Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzab 33). Evde "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin vardı. Onlara bir örtü bürüdü ve:
"Allahım, işte bunlar benim ehl-i beytimdir, bunlardan günahı gider ve bunları kirlerden tertemiz kıl!" buyurdu. Ben atılıp:
"Ey Allah'ın Resûlü! Ben ehl-i beytten deyil miyim?" dedim. Bana:
"Sen (yerinde dur, sen zaten) hayırdasın, sen Resûlullah'ın zevcesisin!" diye cevap verdi."
Tirmizi, Menakıb, (3870).
4461 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Şu ayet indiği zaman (mealen): "... Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzab 33), "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sabah namazına giderken, altı aya yakın bir müddette, Hz. Fatıma radıyallahu anha'nın kapısına uğrayıp:
"Namaz(a kalkın) ey Ehl-i Beyt "Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor!" buyurdu."
Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3204).
4462 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, üzerinde siyah (yünden) nakışlı bir kumaş olduğu halde sabahleyin (evden) çıktı. O sırada Hasan geldi, onu örtünün altına soktu. Sonra Hüseyin geldi onu da soktu. Sonra Fatıma geldi, onu da soktu. Sonra Ali geldi onu da örtünün altına soktu. Sonra da:
"Ey Ehl-i Beyt Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak isttiyor" (Ahzab 33) buyurdu."
Müslim, Fezailu's-Sahabe 61, (2424).
4463 - Yezid İbnu Hayyan, Zeyd İbnu Erkam radıyallahu anh'tan naklen anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Haberiniz olsun! Ben size iki ağırlık bırakıyorum. Bunlardan biri Allah Teâla'nın Kitabı'dır. O, Allah'ın (sema-arz arasına uzanmış) ipi olup, kim ona tutunursa hidayet üzere olur, kim de onu terkederse dalâlete düşer. İkincisi itretim, Ehl-iBeytim'dir." Biz, Zeyd İbnu Erkam'a sorduk:
"Kadınları da Ehl-i Beyt'inden midir?"
"Hayır! dedi, Allah'a yemin olsun, kadın bir müddet erkekle beraber olur. Sonra (kocası) onu boşar, o da babasına ve kavmine döner. "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın Ehl-i Beyt'i aslı ve kendinden sonra sadaka haram olan asabesi'dir."
Müslim, Fezailu's-Sahabe 37, (2408).
4464 - İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Ebu Bekr radıyallahu anh buyurdular ki: "Muhammed aleyhissalatu vesselam'ı Ehl-i Beytinde gözetin."
Buhari, Fezailu'l-Ashab 12, 22.
RADYO DİNEME LİNKİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol
veya
Giriş Yap
Kayıtlı
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Yukarı git
« önceki
sonraki »
www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET DUALAR, ZİKİRLER SALALAVATLAR, HADİS'İ ŞERİFLER
KUTSİ HADİSLER
Biliniz Cesedin Öyle Bir Et Parcası Vardır Ki