AFFETMEK İNSANI YÜCELTİR
Değerli Müminler! Bugünkü sohbetimiz af ile ilgili olacaktır.
Afv kelimesi sözlükte; yok etmek, silip süpürmek demektir.
Dindeki anlamı ise; kötülük ve haksızlık edeni, suç veya günah işleyeni cezalandırmaktan vazgeçip bağışlamaktır.
Afüv; Allah’ın güzel isimlerinden biridir ve kullarının günahlarını bağışlayıcı demektir. Nitekim Kuran’da buyurulmuştur ki:[1][1]
... إِنَّ اللَّهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ.
Kuran’da Allah’ın en çok tekrarlanan isimlerinin başında onun bağışlayıcı ismi gelir. Küfür ve şirkin dışındaki günahları dilediği kimseden bağışlayacağı Kuran’da bildirilmiştir:[2][2]
إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاءُ وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدِ افْتَرَى إِثْماً عَظِيماً.
Zümer Suresinin 53. ayetinde ise şöyle buyurulmuştur:
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ.
Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz, ifadesinin Kuran’da en çok ümit veren ayet olduğu söylenir. Ancak bu ifade, günah işleyin, nasıl olsa Allah affeder, demek değil, en büyük günah işleyenlerin bile ümitsizliğe düşmeyerek tevbe edip Allah’a yönelmeleri gerektiğini ifade etmektedir. Bir başka ayet de şöyledir:[3][3]
نَبِّئْ عِبَادِي أَنِّي أَنَا الْغَفُورُ الرَّحِيمُ.
Allah, alemlere rahmet olarak gönderdiği ve en yüksek ahlaka sahip olduğunu bildirdiği Efendimize ve dolayısıyla biz müminlere şu talimatı vermiştir:[4][4]
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِين.
Ayette üç şey emrediyor:
I. Affedici olmak. İnsanlarla olan ilişkilerinde, hoşgörülü ol, herkesin eksiğine kusuruna bakma, kusurları bağışlamak, özür dileyenleri affetmek, önde gelen özelliğin olsun.
II. Marufu emretmek. Örf; güzel ve faydalı olan her iş demektir. Dinin de, aklın da iyi güzel olduğuna hükmettiği her şey maruftur.
III. Cahillerden yüz çevirmek. Düşünmeden duygularına göre hareket eden, usul ve adap bilmeyen, büyük ve küçük tanımayan, kendini bilmez, kaba ve saygısız olan kimselerle ilgilenme. Cahillerin ahmakça sözlerine, akılsızca işlerine karşılık verme.
Furkan Suresi’nin 25/63. ayetinde de şöyle buyuruluyor:
وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْناً وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً.
Az önce okuduğumuz, Araf Suresinin 199. ayeti nazil olduğu zaman Efendimiz kendisine vahiy getiren Hz.Cebrail’e:
-Bu nedir diye sordu. Cebrail:
-Allah, sana haksızlık edeni bağışlamanı, sana vermeyene vermeni ve seninle ilgisini kesenlerle ilgilenmeni emrediyor dedi.[5][5]
Bu ayet ile ilgili olarak Abdullah b. Zübeyr diyor ki:
Allah Peygamberine, insanların ahlakından, affı benimsemesini emretmiştir.[6][6]
İbn Abbas şöyle bir olay naklediyor:[7][7]
Uyeyne b. Hısn, bir ara Medine’ye gelmiş, kardeşi oğlu Hurr b. Kays’a konuk olmuştu. İbn Kays ise, Hz.Ömer’in yakın adamlarındandı. Hz.Ömer’in meclisinde genç, yaşlı bir takım kurra ve fakihler bulunurdu. Halife önemli kamu işlerini bunlarla görüşür ve tartışırdı.
Uyeyne kardeşi İbn Kays’a:
Ey kardeşim oğlu, Halifenin yanında yüksek mevkiin var. Benim için bir izin alsan da ziyaret etsem, dedi. O da izin aldı. Uyeyne huzura girdiğinde, halifeye hitaben:
-Ey Ömer, bize ne bol dünyalık verirsin, ne de aramızda adaletle hükmedersin, dedi. Hz. Ömer, kendisine bu şekilde hitap edilmesinden öfkelenerek Uyeyne’nin üzerine yürüdü. Bu sırada, kardeşi oğlu İbn Kays araya girerek:
-Ey Müminlerin Emiri, Allah Peygamberine:
Ey Muhammed, halkın kusurlarını affet, Maruf ile emret, kendini bilmez cahillerden de yüz çevir, buyurdu. Uyeyne de o cahillerdendir, dedi. İbn Abbas diyor ki:
-İbn Kays, bu ayeti okuyunca o heybetli Halife olduğu yerde çakılmış gibi irkildi. Vallahi bir adım ileri gitmedi. Esasen Hz.Ömer, Allah Kitabının yüce katında durmak yani susmak adeti idi.
Efendimizin hayatı incelendiği zaman, Allah’ın kendisine ve dolayısıyla bizlere olan bu talimatına nasıl uyduğu; kendisine yapılan haksızlıkları nasıl bağışladığı görülecektir.
Bir insanda çok az bulunan özelliklerden birisi, onun düşmanlarına karşı hoşgörülü olmasıdır. Bir insanın, kendisine yapılan kötülüğe aşırı gitmemek kaydıyla karşılık vermesi hakkıdır. İnsan, bu hakkı kullandığı için kınanamaz. Bu hakkını kullanmaması ise bir erdemliktir. Nitekim Kuran’da buyuruluyor ki:[8][8]
وَجَزَاء سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثْلُهَا فَمَنْ عَفَا وَأَصْلَحَ فَأَجْرُهُ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ.
Efendimiz, hiçbir zaman kendisine yapılan kötülüğe karşılık vermemiş af yolunu tutmuştur.
Hz.Aişe (r.a.) şöyle diyor:[9][9]
-Efendimiz kendisi için intikam almazdı. Ancak Allah’ın yasaklarına uyulmadığında, uymayanları cezalandırırdı.
Mekke ileri gelenleri Efendimize her türlü hakarette bulunmuşlardı. Onunla alay etmişler, onu ölümle tehdit etmiş, yoluna dikenler sermiş, üzerine pislikler atmış, boynuna kement atarak sürüklemiş, ona sihirbaz, kahin demişlerdi.
Efendimizin kendisine karşı yapılan bütün hakaretlerin bütün haksızlıkların intikamını alabileceği fırsat Mekke’nin fethedildiği gündü. İşte o gün:
-Ey Kureyş topluluğu, şimdi size ne yapacağımı, nasıl davranacağımı sanırsınız, diye sordu. Onlar hep bir ağızdan:
Hayır umarız, sen iyi bir kardeş, cömert ve şerefli bir kardeş oğlusun, dediler, Efendimiz:
-Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi ben de size:
-Bugün sizi sorgulamak yok, haydi gidiniz serbestsiniz, diyorum, buyurdu.[10][10]
Efendimize Taif ileri gelenlerinin yaptıkları Efendimizi çok üzmüştü. Hatta Uhut Savaşı yenilgisinden daha çok o Taiflilerin yaptığından etkilenmişti. Taif yolculuğu gerçekten acıklı bir yolculuktu. Efendimiz Kureyş’in adice saldırılarına uğramaya başlayınca Taif halkını uyarmayı ve onları doğru yola davet etmeyi düşündü. Kendisine ilk inananlardan Zeyd b. Haris’i yanına alarak Taife gitti. Orada halk üzerinde etkinliği olan Umeyr kabilesinin üç reisi vardı: Abd-i Yalil, Mesud ve Habib.
Efendimiz bunları görerek, onlara İslam’ı anlattı. Bunların olumlu cevabı halk üzerinde etkili olacaktı. Bunlar çok ters cevap verdiler. Buna çok üzülen Efendimiz onlara:
-Bari gelip görüştüğümüzü saklı tutunuz” buyurdu. Bundan maksadı Mekkeliler bunu duyarlarsa, inanmış olanlara çok eziyet edebilirlerdi. Ama onlar bunu da dinlemediler:
-Bizim memleketimizden çık da nereye gidersen git, dediler. Taifliler yalnız bu sözlerle de kalmadılar. Kendilerine gelen bir misafire, insanlık kurallarını çiğneyerek hakaret ettiler. Ayak takımını toplayarak Peygambere hakaret için üzerine saldırttılar. Bunlar yolun iki tarafına sıralanarak Efendimizi taşa tuttular. Mübarek ayaklarını kaldırıp yere bastıkça sağdan, soldan atılan taşlarla ayakları kana bulandı. Ayaklarına değen taşların acısı yürümesine engel olup oturdukça, kendilerini zorla ayağa kaldırıp, yaralı ayaklarına yeniden taşlar atarlar ve yürekler dayanamayan bu hale eğlenip gülerlerdi.
Efendimizin hayatında karşılaştığı en büyük eza bu olmuştur. Nihayet Efendimizin pek uzak sayılmayan akrabasından Utbe b. Rebia b. Abd-i Şems ile kardeşi Şeybe’ye ait bir bağa sığınmakla izlenmekten kurtulmuş oldu.[11][11]
Bundan on yıl sonra Müslümanlar tarafından Taif kuşatıldığı sırada Efendimiz şöyle dua etmişti:
- Allahım, Taif halkına doğru yolu göster ve onları müslümanlara ilhak et. Acaba dünyada hoşgörülüğün bundan daha yüksek bir örneğine tesadüf olunur mu? Sonuç olarak Taif’in ileri gelenleri müslüman olmuş ve Allah’ın dinine boyun eğmişlerdi. Efendimiz hoşgörülü ve affedici idi. Taif’ten üzüntü içinde dönerken Mekke’ye iki konak mesafede bulunan Kam-i Sealib denilen yere geldiğinde kendisine Cebrail gelerek:
-Ya Muhammed, Allah, kavminin seninle ilgili söylediklerini kuşkusuz işitti. Seni korumak istemediklerine de vakıf oldu. Allah, sana şu dağlar meleğini gönderdi, emrine amade kıldı, kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin, dedi. Bunun üzerine de dağlar meleği Efendimize selam verdi. Sonra:
-Ya Muhammed, Cebrail’in söylediği gerçektir. Sen ne istersen emrine hazırım; eğer Ebu Kubeys ile Kayakan denilen şu iki dağın onlar üzerine çökerek birbirine kavuşmasını ve onları yerle bir etmesini istersen hemen emret, dedi. O, gönlü insan sevgisi ve insanlara merhametle dolu olan Peygamber cevap verdi:
-Hayır, hayır, onu istemem. İstediğim odur ki, Allah bunların soyundan, yalnız Allah’a ibadet eden ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil yaratsın dedi.[12][12]
Böyle bir durumda bu hoşgörüyü kim gösterebilirdi? Onların bunca zulüm ve işkencelerine kaşı onları başka kim affedebilir ve cezalandırma imkanı kendisine verildikten sonra bundan kim vazgeçebilirdi? Hiç şüphe yok ki bu hoşgörüyü ancak Efendimiz gösterebilirdi. Çünkü o, alemlere rahmet olarak gönderilmişti. Gönderilişinin amacı insanları cezalandırmak değil, aksine onların dünyada da ahirette de mutlu olmalarını sağlamaktı.
Efendimizin kendisine yapılanları affettiği konusunda sayısız örnekler vardır. Bir iki örnek daha vermek, onun yüksek ahlakını belirtmek ve onu örnek almak isteyenleri aydınlatmak bakımından yararlı olacaktır.
Efendimiz arkadaşları ile birlikte Necid Savaşından dönüyordu. Yorulmuşlardı. Ağaçlı bir vadiye geldiklerinde kuşluk vakti olmuştu. Burada konakladılar. Askerler ağaçların altında gölgelenmek için dağıldılar. Efendimiz de bir Semüre ağacının dalına kılıcını astı ve uyuya kaldı. O esnada bir Bedevi bu durumdan yararlanarak Efendimizin kılıcını kınından çekmiş ve Efendimize hücum etmişti. Tam bu sırada Efendimiz uyanmış, Bedevi’nin elinde kılıçla üzerine yürüdüğünü görmüştü. Bedevi bağırdı:
-Ya Muhammed, şimdi seni elimden kim kurtarır dedi. Efendimiz hiç tereddüt etmeden:
-Allah kurtarır dedi. Bu cevap karşısında Bedevi’nin elindeki kılıç yere düştü. Kılıcı alan Efendimiz Bedevi’ye:
-Seni benden kim kurtarır, dedi. Bedevi:
-Cezalandıranların hayırlısı ol, dedi. Bunun üzerine Efendimiz:
Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şahitlik eder misin? buyurdu. Bedevi:
-Hayır, fakat sana karşı savaşmamak ve savaşanlarla beraber olmamak hususunda sizinle anlaşma yapabilirim, dedi. Bunun üzerine Efendimiz onu salıverdi. Bedevi arkadaşlarının yanına gelince onlara:
-İnsanların hayırlısının yanından geldim, dedi ve Efendimizin hoşgörüsünü ifade etti.[13][13]
Efendimiz, kendisini haksızlık ve adaletsizlikle itham etme cüretinde bulunan insanları cezalandırmamış, affetmiştir.
Abdullah b. Mesud anlatıyor:
-Huneyn Savaşı sonunda, Efendimiz ganimet mallarını bölüştürürken bazı kimselere fazla verdi. Mesela Müellefe-i Kulub’dan, Akra b. Habis’e yüz deve, Uyeyne’ye de bunun kadar vermişti. Arap ileri gelenlerinden bazılarına da böylece yüz deve ihsan buyurmuş ve bu Arap ileri gelenlerini bu ganimet taksiminde başkalarına tercih etmişti.
Efendimizin bu taksimdeki amacını anlamayanlardan, bir kişi itiraz ederek:
-Vallahi bu taksim, kendisinde adalet gözetilmeyen yahut kendisiyle Allah rızası kast edilmeyen bir taksimdir, dedi. İbn Mesud diyor ki, ben de: -Allah ve Rasulü adalet etmezse kim eder? Allah, Musa’ya rahmet etsin. Bundan daha çok sözlerle cezalandırıldı da, sabretti ve böyle kendini bilmezleri cezalandırmadı. İbn-i Mesud diyor ki:
-Efendimize haber verdiğim bu sözle onu üzdüğümü anladım ve bundan sonra bu gibi bir sözü kendisine haber vermedim.[14][14]
Efendimiz, kendisine kaba davrananları daima hoşgörü ile karşılardı. Enes b. Malik anlatıyor:
-Efendimizle beraber yürüyordum. Üzerinde Necran kumaşından sert yakalı ve kalın bir cübbe vardı. Bir Bedevi ona ulaşarak cübbesinden kuvvetlice çekti. Efendimizin ensesine baktım ki, Bedevi’nin kuvvetli çekişinden, cübbenin sertliği oraya iz bıraktı. Bedevi:
-Ya Muhammed, sendeki Allah malından bana verilmesi için emret, dedi. Efendimiz Bedeviye döndü ve güldü, sonra da ona bir şey verilmesini emretti.[15][15]
Kuran, kaba ve çirkin hareketlerde bulunanlara, kusur işleyenlere hoşgörü, af ile davranılmasını tavsiye etmiş ve böyle yapanları övmüştür. Bir ayette şöyle buyurulmuştur:[16][16]
الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ.
Bir hadisi kutside de şöyle buyurulmuştur:[17][17]
أفضل الفضائل أن تَصل من قطعك وتُعطىَ من حرمك وتَعفو عمن ظلمك.
Değerli müminler, az önce de ifade ettiğimiz Hz.Aişe Efendimizin bir kere olsun, uğradığı haksızlıktan dolayı intikam almaya kalkışmadığını ifade etmiştir. İnsanın gücü yeterken intikam almayıp affetmesi gerçekten büyük bir erdemdir.
İmam Gazali, İhya adlı meşhur eserinde Hz.Musa:
Ya Rabbi, senin yüce katında en aziz kulun kimdir? diye sorduğunda, Allah’ın:
-İntikama gücü yeterken affeden kimsedir, buyurduğunu nakleder.[18][18] Gerçekten intikama gücü yettiği halde affetmek en büyük erdemdir.
Böyle yapan hem insanlar yanında saygınlık kazanır, hem de Allah katında derece alır.
Konuşmamızı Efendimizin bir hadisi ile tamamlayalım:[19][19]
عن أبى هريرة قال: ما نقصت صدقة من مال. وما زاد الله عبدا بعفو إلا عزا وما تواضع أحد لله إلا رفعه الله.
--------------------------------------------------------------------------------
[1][1] Hac, 22/60; Mücadele, 58/2.
[2][2] Nisa, 4/48.
[3][3] Hicr, 15/49.
[4][4] Araf, 7/199.
[5][5] Alusi Tefsiri, 9, 147.
[6][6] Buhari, Tefsiru’l-Kuran, 4.
[7][7] Buhari, Tefsiru’l-Kuran, Araf, 5.
[8][8] Şura, 42/40.
[9][9] Müslim, Fedail, 20.
[10][10] İbn Kayyim, Zadu’l-Mead, 2, 180-181.
[11][11] Buhari, Bedu’l-Halk, 7; Müslim, Cihat, 39.
[12][12] Buhari, Bedu’l-Halk, 7; Müslim, Cihat, 39.
[13][13] Buhari, Megazi, 31; Müslim, Salatü’l-Müsafirin ve Kasrihim, 57.
[14][14] Buhari, Farzu’l-Humus, 19; Müslim, Zekat, 46.
[15][15] Buhari, Farzu’l-Humus, 19.
[16][16] Al-i İmran, 3/134.
[17][17] Müsned, 3, 158.
[18][18] İhya, 3, 158.
[19][19] Müslim, Birr, 19.