DİN VE DİNİN ÖNEMİ
Değerli Müminler! Bugünkü sohbetimizde dinden, dinin fert ve toplum hayatındaki etkilerinden söz edeceğiz.
Din Nedir?
Din kelimesi sözlükte; adet, hüküm, ceza ve itaat gibi manalara gelir. Kuran'da din kelimesinin sözlük anlamında kullanıldığı ayet-i kerimeler vardır. Bir örnek olmak üzere Fatiha sûresindeki ( مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ ) ayetindeki din kelimesi ceza ve hüküm anlamında kullanılmıştır.
İslam alimleri dini farklı şekillerde tarif etmişlerdir. Bunların içerisinde en çok benimsenen tarif şudur: Din; akıl sahiplerini kendi hür iradeleri ile en iyiye, en doğruya ve en güzele ulaştıran ilahi bir kurumdur.
Bu tarifte şu hususlar yer almaktadır:
1. Din, İlahi Bir Kurumdur: Yani dinin kurucusu Allah'tır. İslam dininin kurucusu Allah olduğu gibi, İslam’dan önceki semavi dinlerin kurucusu da Allah'tır. Bu sebeple herhangi semavi bir dinin, peygamberine nispet edilmesi uygun değildir. Allah'ın, Peygamberimize, kendisinin bir beşer elçi olduğunu insanlara söylemesini emretmesi, İslam dininin kurucusunun kendisi değil, Allah olduğunu bildirmek içindir. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:[1][1]
قل إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِّثْلُكُمْ يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَمَن كَانَ يَرْجُوا لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحدا.
Bazı Avrupalıların müslümanlığı, Muhammedilik; müslümanı da Muhammedi olarak ifade etmeleri bu açıdan yanlıştır. Bu dinin adı İslam onu kabul eden kimseye de, müslüman denir. Esasen Hz. Adem'den itibaren son peygamber Efendimize gelinceye kadar bütün peygamberlerin getirdikleri dinlerin ortak adı İslam’dır. İslam'da yer alan temel inanç esasları, bütün semavi ve ilahi dinlerde değişmeyen esaslar olarak yer almıştır. Ne var ki İslam'dan önceki ilahi dinler zamanla insanlar tarafından değiştirilerek asliyetleri kaybolmuştur. Çünkü bugün Kur'an-ı Kerim'den başka hiçbir semavi kitap nazil olduğu, Allah tarafından gönderildiği gibi mevcut değildir. Bu kitaplar, kendilerine ilave edilmek ve çıkartmalarda bulunulmak suretiyle insanlar tarafından değiştirilmiştir.
2. Din Aklı Olanlara Hitap Eder: Aklı olmayanlar din ile dinin hükümleri ile yükümlü değillerdir.
3. Din ile İlgili Hükümler Allah Tarafından Konmuştur: Allah gönderdiği peygamberlere bu hükümleri bildirmiş, peygamberler de insanlara duyurmuştur. Bu durumda peygamberlerin görevleri, Allah'ın kendilerine bildirdiği emir ve yasakları duyurmak ve o hükümlerden izaha ihtiyaç duyulanları teybin etmekten ibarettir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: [2][2]
يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُك مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ.
4. Dinin gayesi; insanları dünyada da ahirette de mutlu kılmaktır: Dindeki emir ve yasaklar, bu mutluluğu sağlamak içindir. Yoksa Allah Teala'nın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve hiç kimse davranışlarıyla O'na zarar veremez.
5. Hiçbir baskı altında kalmadan insanların kendi hür iradeleri ile dini kabul etmeleri: Bir kimsenin her hangi bir dini kabul etmesi için ona baskı yapmak doğru olmadığı gibi baskı altında kabul edilen din ile insan dindar olmaz. Bunun içindir ki Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur:[3][3]
لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْد ُمِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ .
Hiç kimsenin aşırılığa saplanıp, din konusunda başkasına baskı yapması, dinin tasvip ettiği bir davranış değildir. Efendimizin hayatını inceleyenler, onun bu konudaki titizliğini göreceklerdir. İşte dinin tarifinde ifade edilen hususlar kısaca bunlardır.
Din Vazgeçilmez Bir Kurumdur Din; ferdin de, toplumun da vazgeçemeyeceği bir kurumdur. Çünkü din insanla beraber doğmuş ve onunla beraber yaşayan bir duygudur. İlkel insandan tutun da, günümüz insanına varıncaya kadar tarihin hiçbir devrinde insan toplulukları bu duygudan uzak yaşayamamıştır. Yani daha açık bir ifade ile dinsiz toplum görülmemiştir. Rusya gibi bazı toplumlarda bu duygunun yok edilmesi doğrultusunda yapılan ağır baskılar bile bu duyguyu gönüllerden silememiştir. Bu da gösteriyor ki, dinsiz toplum olmaz.
O zaman akla bir soru geliyor: İnsan niçin dindardır? Evet insan dindardır, çünkü başka türlü olması mümkün değildir.
M.Rahmi Balaban'ın derlediği, DİB tarafından yayınlanan; Son Asrın İlim ve Fen Adamlarına Göre İlim, Ahlak,İman adlı esere Diyanet İşleri Başkanlarından merhum A.Hamdi Akseki tarafından yazılan önsözün -Fertte ve Cemiyette Din İhtiyacının Sebepleri- başlığı altında şöyle denilmektedir:
“Fransız filozoflarından ve meşhur ilahiyat alimlerinden Auguste Sabatier, Dinler Felsefesi adlı kitabında şöyle diyor:
-Ben ne için dinliyim, sorusunu kendime sorar sormaz şu cevabı alıyorum: Ben dindarım, çünkü başka türlü olmaya muktedir değilim; dindar olmak, varlığım ve benliğim için zorunlu bir ihtiyaçtır. Bana diyorlar ki, sendeki bu hal, verasetin -soyaçekimin-, terbiyenin, yahut mizacın etkisinden doğmuştur. (Yani sen dindar bir ailede büyüdün, din terbiyesi aldın veya da sana has bir yaratılış.) Ben de onlara diyorum ki, gerçi kendi kendime çok defalar bu yolda itirazlarda bulundum; bendeki din duygusunun anne ve babamdan geldiğini, yahut yaratılışımın özel bir etkisi olduğunu söylemek istedim, fakat gördüm ki, bu gibi düşünceler, konuyu geriletiyorsa da çözmüyor. Acaba benden evvelkilere ve onlardan öncekilere bu duygu nereden geldi? Sorusu karşıma çıkıyor ve buna cevap bulamıyorum. Bununla beraber kişisel hayatımda görmekte ve duymakta olduğum din ihtiyacını beşerin sosyal hayatında daha kuvvetli ve en büyük kuvvet olarak görmekteyim. Çünkü dinin eteğine sarılmak hususunda o da benden geride değildir.”
O halde din duygusunu tamamen aileye, çevreye ve eğitime bağlamak konuya gerçekten çözüm getirmiyor. Bu, sadece doğuşta insanda var olan bu duygunun yönlendirilmesini sağlar. Bu konuda Efendimiz buyuruyor:[4][4]
ما من مولود الا يولد على الفطرة فابواه يُهَوِدانه او يُنَصِرانه او يُمجَسانه.
Efendimiz, her doğan çocuğun İslam inancına yatkın olarak dünyaya geldiğini, sonra ailesinin etkisinde kalarak İslam inancından saptığını bildirmektedir.
Dinin Önemi a. Fert için de, toplum için de en heyecanlı konuların başında hiç şüphe yok ki, din gelir. Çünkü din, insanın düşünce ve davranışlarını yönlendiren bir disiplindir.
İnsan sadece et ve kemik yığınından ibaret bir varlık değil, ruh ve cisimden oluşan seçkin bir yaratıktır. Bu her iki yönünün de pek çok arzu ve istekleri vardır. İnsan ne bedeni ve ne de ruhi ihtiyaçlarını ihmal edemez. Bedeni ihtiyaçları ile ilgilenmemesi sağlığını yitirmesine, ruhi ihtiyaçlarını görmezden gelmesi de üstün bir varlık olma özelliğini kaybetmesine sebep olur.
İnsan ruhunun sınırsız istekleri vardır. Bu isteklerinin dünyada karşılanması mümkün değildir. Ruhun ölümsüzlük isteği var, halbuki bütün canlılar için ölüm muhakkaktır. Bu, herkesin bildiği bir gerçektir. Ama ruhun bu isteğinin karşılandığı bir yer olmalıdır. Bu da ancak Allah'a ve ebedi hayata inanmakla mümkündür. İşte bunu bize öğreten dindir. O halde insanın gerçek mutluluğunu ancak din sağlar.
İnançsız insanlar ölümden çok korkarlar, çünkü ölmekle yok olup gideceklerini sanırlar. Dindar insanlar ise; ölümün bir yer değiştirme olduğunu ve ebedi hayata ancak bu yolla ulaşılacağına inanarak, ölümü normal bir olay olarak karşılarlar.
Kuran, ahireti, dolayısıyla sonsuz hayatı inkar edenlerin, kendilerini teselli etmek üzere söyledikleri sözleri şöyle hikaye eder:[5][5]
وَقَالُوا مَا هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَاإِلَّا الدَّهْرُ وَمَا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ.
Fakat ayette ifade buyurulan onların bu sözleri, ruhlarının bu konudaki isteklerine ve gerçeklere aykırı düşüyor. Çünkü ruh bu sözlerle tatmin olmuyor, o, ebedi hayat istiyor.
b) İnsan hayatı yoğun bir mücadeleden ibarettir. Bu mücadelesinde insan bazen başarılı olamaz ve umduğunu elde edemez. Böyle bir durumla karşılaşan insan, kendi gücünün üstünde daha büyük bir gücün varlığına inanmazsa bunalıma düşer, hatta hayatına bile kıyar. Hayatta bunun pek çok örneğine rastlamaktayız. Ama sonsuz güç ve kuvvet sahibi yüce bir yaratıcıya inanmışsa, karşılaştığı engeller ve güçlükler karşısında ümidini yitirmez. İlahi kudretin büyüklüğünü ve ümitsizliğe düşmeyenlere daima yardım edeceğini düşünerek O'na sığınır ve kendini kaybetmez.
Bu itibarla günlük hayatımızda da en büyük dayanağın din olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
c) Din ahlaki bir müessese olarak insanlara yön verir. Çünkü dindeki Allah inancı, insanın ölçülü olmasını, hiç kimseye haksızlık yapmamasını sağlar. Zira Allah, yerde ve göklerde olup biten her şeyi bilmekte, görmekte ve denetlemektedir. Değil olup biten şeyleri bilmek, gözlerin bakışındaki maksadı ve sinelerde saklananları da bilmekte ve bundan dolayı insanları bir gün hesaba çekeceğini bildirmektedir. Ona inanan böyle inanmaktadır. Onun bilgisi dışında insanlara hiçbir şey yapması söz konusu değildir. Böyle bir Allah'a inanan kimse başkasına haksızlık yapar mı? Başkasının malına, ırzına ve canına kasteder mi? İnsanlar ve canlılara karşı merhametsiz davranır mı, eziyet eder mi? Elbette etmez.
O halde insanların yüksek ahlaklı ve fazilet sahibi olmalarını sağlayan Allah inancıdır. İstiklal Marşımızın yazarı Merhum Mehmet Akif ne güzel söylemiştir:
Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır, Fazilet hissi insanlarda, Allah korkusundandır. Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-ı Yezdan’ın, Ne irfanın kalır tesiri, katiyen ne vicdanın.
Evet, Allah inancı ve Allah korkusu gönüllerden silinmiş olursa, o gönüllere sahip insanların yapamayacağı hiçbir kötülük ve vahşilik yoktur. Bunun en yakın örneği Bosna Hersek'le Kosova'dır. Sırp canilerin buralarda kendi ırklarından olmayan insanlara karşı işledikleri cinayetler, sergiledikleri vahşet, tüyler ürpertici boyutlara ulaşmış, bütün dünyaya, bunları yapanlar insan olamazlar dedirtmiştir. Allah'a inanan ve bir gün O'nun yüce katında dünyada yaptıklarının hesabını vereceğini düşünen bir insanın, günahsız insanlara karşı bu cinayetleri işlemesi düşünülemez.
İşte din fikri ve Allah inancı insanı ahlaken yükseltmekte ve ruh yönünden olgunlaştırmaktadır. Bu duygulara sinesinde yer vermeyen insanlar, güçleri yetip fırsat buldukça yapamayacakları hiçbir kötülük yoktur.
Hangi yönden bakılırsa bakılsın, din insan için bir ihtiyaçtır. İnançsızlık ise, büyük bir felakettir. Allah korusun, inançtan yoksun olan kimse, madde aleminin kendisini tehdit eden olayları karşısında bunalıma girer. Sonsuz hayata, ahiret hayatına inanmadığı ve hayatı sadece dünya hayatından ibaret saydığı için, bütün gayreti dünyanın geçici zevklerini yaşamak olur. Bunları elde etmek için ise, hiçbir ölçü ve ahlak kuralı tanımaz. Bir gün dünyanın geçici zevklerinden ayrılacağını ve yok olup gideceğini düşündükçe tedirginliği artar ve huzuru kaçar. Bir insan için en büyük felaket budur. Halbuki din, ölüm ötesinde daha mutlu ve sonsuz bir hayatı müjdelemekte ve ona ulaşmanın yollarını göstererek insana huzur ve güven bahşetmektedir.
d) Fert olarak din insana ne kadar gerekli ise, toplum olarak da o kadar gereklidir.
İnsan doğuştan medenidir, toplum halinde yaşar. Hiç kimse yalnız başına bütün ihtiyaçlarını karşılayamaz, birbirleriyle yardımlaşarak ve dayanışarak yaşarlar.
Birlikte yaşamak durumunda olan insanların birbirlerine karşı bir takım hak ve görevleri vardır. Bir insanın birlikte yaşadığı insanlara karşı saygılı olması görev ve hak anlayışına bağlıdır. Çünkü insan çoğu kez aşırı isteklerinin etkisinde kalarak kişisel çıkarlarından başka bir şey düşünemez. Bunun için insanı başkalarına karşı olan görevlerini yerine getirmeye ve onları başkalarına karşı saygılı olmaya mecbur edecek bir etkene ihtiyaç vardır, o da dindir. Bunun için din, sadece ferdin hayatını değil, toplum hayatını da olumlu şekilde etkileyen bir kurumdur. Dindar olan kimselerden oluşan toplumda suç işleme oranı daima düşük olacaktır. Yapılan istatistikler bunu teyit etmektedir. Müslüman toplumlar için Ramazan ayını örnek verebiliriz. Bu ayda müslümanlar top yekun ibadete yönelirler ve suç işleme oranı bu toplumlarda hissedilecek derecede düşer. Bu husus ilgililer tarafından da ifade edilmiştir.
Dinine bağlı toplumlarda işçi-işveren münasebetleri en iyi seviyede bulunur. Çünkü işçi alacağı ücreti helal etmek için işini gereği gibi yapar. İşveren de işçiye karşı olan yükümlülüklerini en iyi şekilde yerine getirir .
Kamu görevinin söz konusu olduğu her yerde Devlet memurluğunda, ticarette, sanatta görev yapan dindar insan, üstlendiği göreve hıyanette bulunmaz, kimseye hile ve haksızlık yapmaz, hak etmediği bir ücreti almak istemez. Böylece toplum fertleri birbirleriyle barış ve dayanışma içerisinde bulunur. Birbirlerine karşı sevgi ve saygıda kusur etmezler.
İşte böylece din, fert ve toplum hayatına huzur getirmiş olur.
Değerli Müminler! Din hakkında verdiğimiz bu özet genel bilgiden sonra biraz da dinler ve özetle İslam dini hakkında bilgi vererek konuşmamızı tamamlayalım.
Hak din, Allah tarafından bir peygambere vahyedilen, o peygamber tarafından da insanlara duyurulan din -vahyedildiği şeklini korumuş olmak kaydıyla- hak dindir. Böyle olan tek din İslam dinidir. Nitekim Kuran'da:[6][6]
إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ.
Muharref din, Allah tarafından bir peygambere vahyedilmiş olduğu halde asli şeklini koruyamamış olan dindir. Hıristiyanlık ve Yahudilik böyle muharref dinlerdendir.
Batıl din, hak din ve muharref dinlerin dışında kalan dinlerdir.
İslam'dan önceki semavi dinler, yani Hıristiyanlık ve Yahudilik, esasta bir oldukları halde bunlar zamanla değişikliğe uğrayarak bozulmuşlar ve hak din olma özelliklerini kaybetmişlerdir. Bunun için de bu dinlere, değiştirilmiş anlamına muharref denilmektedir.
Buna göre bugün yeryüzünde tek hak din İslam'dır. Bunun içindir ki Kuran'da şöyle buyuruluyor:[7][7]
وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِيناً فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ.
İslam dini, hem son din ve hem de evrensel bir dindir. İslam'dan başka bu nitelikte olan başka bir din yoktur. Çünkü peygamberimiz bütün insanlara gönderilmiş bir peygamberdir.[8][8]
قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعاً الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِـي وَيُمِيتُ فَآمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الأُمِّيِّ الَّذِي يُؤْمِنُ بِاللّه وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُون.َ
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيراً وَنَذِيراً وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ.
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ.
İslam dini barış ve kardeşlik dinidir. Allah Teala Kuran'da:[9][9]
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ.
İnsanları birbirine bağlayan kardeşlik bağından daha kuvvetli bir bağ yoktur. Nitekim Peygamberimiz ölümü ile sonuçlanan hastalığında yaptığı konuşmada şöyle buyurmuştu:[10][10]
إن امنَ الناسِ علىَ فى صحبته و ماله ابو بكر, و لو كنتُ متخِذا خليلا من امتى لاتخذتُ ابا بكر و لكن اخوة الاسلام افضل.
İslam'ın getirdiği kardeşliğin en mükemmelini ilk müslümanlarda görüyoruz. Medine'de Evs ve Hazreç diye iki kabile vardı. Bunlar uzun yıllar bir birleriyle savaşmışlardı. İslam gelince bu iki kabileyi barıştırdı, kardeş olduklarını bildirdi. Onlar da silahlarını bırakarak İslam'ın aydınlığında kardeş oldular ve bundan sonra barış içinde yaşadılar.
Elhamdülillah, bizler müslümanız. Kuran ve Efendimizin uyarılarına kulak vermeli ve ilk müslümanları örnek almalıyız. Birbirimize kardeşçe davranarak birlik, barış ve dayanışma içerisinde bulunmalıyız. Dinimiz bize bunu emretmektedir. Bundan düşmanlarımız üzülecek ve dostlarımız sevinecektir. Her şeyden evvel, emrini yerine getireceğimiz için Cenab-ı Hak bizden razı olacaktır, bundan daha büyük mutluluk olur mu?
Hepinize dünya ve ahiret mutluluğu dileyerek konuşmamı bitiriyorum. Cenab-ı Hak bizlere, razı olacağı davranışları nasip etsin.
Amin.
--------------------------------------------------------------------------------
[1][1] Kehf, 18, 110.
[2][2] Maide, 5/ 67.
[3][3] Bakara, 2/ 256.
[4][4] Buhari, Cenaiz, 80.
[5][5] Casiye, 45/ 24.
[6][6] Al-i İmran, 3/ 19.
[7][7] Al-i İmran, 3/ 85.
[8][8] Araf, 7/ 158; Sebe, 34/ 28; Enbiya, 21/ 107.
[9][9] Hucurat, 49 /10.
[10][10] Buhari, Kitabu’s-Salat, 80; Müslim, Kitabu’l-Mesacid, 3.
Lütfi Şentürk
DUA İBADETİN İLİĞİDİR
Bugünkü sohbetimiz dua ile ilgili olacaktır.
Allah, Kuran’da şöyle buyuruyor:[1]
وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ فَلْيَسْتَجِيبُواْ لِي وَلْيُؤْمِنُواْ بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ.
Bu ayet duanın önemini belirtiyor.
Bazı kimseler Efendimize gelerek Allah hakkında bilgi istemiş, şöyle demişlerdi:
-Rabbimiz yakın mıdır, ona gizlice yalvaralım? Yoksa uzak mıdır, ona bağıralım?[2] Onların bu sorusunu, Allah Peygamberine indirdiği bu ayetle cevaplandırıyor ve -Ben gerçekten yakınım, buyuruyor.
Biz her ne kadar hatalı davranışlarımız sebebiyle Yaratıcıya uzak isek de O, bize yakındır. Nitekim şöyle buyuruluyor:[3]
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ.
Ebu Musa el-Eşari anlatıyor:[4] Efendimiz Hayber’e savaşa giderken askerler bir vadiye geldiklerinde yüksek sesle Allah Ekber, Allahü Ekber diye tekbir getiriyorlardı. Bunun üzerine Efendimiz askerlere buyurdular ki:
إربعوا على أنفسكم إنكم لا تدعون أصمَّ ولا غائبا إنكم تدعون سميعا قريبا وهو معكم.
Dua, Yüce Yaratıcıya yönelerek ondan istek ve dilekte bulunmaktır. Ondan başkasından dilekte bulunulmaz. Kulun isteklerine ondan başkası cevap veremez. Çünkü her şeyi gören, işiten ve her şeye gücü yeten yalnız odur. Bu sıfatlar ondan başkasında bulunmaz.
Dua, aynı zamanda ibadettir. Nitekim Efendimiz buyuruyorlar ki:[5]
عن النعمان بن بشير قال: الدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ، ثُمَّ قَرَأَ: وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِى أَسْتَجِبْ لَكُمْ.
Cümle normalde الدعاء عبادة)) şeklinde olmalı idi. Ancak araya hem zamir girmesi ve hem de ibadet kelimesinin başına elif-lam konarak kelimenin marife kılınması, Arapça’da manaya kuvvet kazandırmaktadır. Böylece hadis, ‘ibadet münhasıran duadır’, ‘duadan başka bir şey değildir’ gibi hasr ifade eden bir manaya gelir. Öyle ise, dua da kabul edilsin edilmesin bir ibadet olmaktadır. Çünkü dua ile kişi, ihtiyacını teminde aczini idrak etmiş, bunu ancak her şeye kadir olan Rabbinin temin edeceğinin şuuruna ermiş ve bu sebeple ona iltica etmiş olmaktadır. Esasen ibadet de bundan başka bir şey değildir.
Ebu Hüreyre Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[6][7]
ليس شيئٌ أكرم على الله تعالى من الدعاء.
Allah sonsuz merhamet ve lütuf sahibidir. Kendisine içtenlikle yalvaranları boş çevirmez. Konuya başlarken mealini sunduğumuz ayette Allah bunu açıkça bildiriyor.Bir başka ayette de şöyle buyuruyor:[7]
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ.
Hz.Enes Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[8]
عن أنس بن مالك قال: إن الله حى كريم يَستحى إذا رفع الرجل إليه يديه أن يرُدّ هما صُفرا.
Hadis kitapları dua ile ilgili rivayetlerle doludur. Efendimizin zaman zaman yaptığı dualar da bilinmektedir. Geçmiş peygamberlerden bir kısmının yaptıkları dualar ve bunların kabul edildiği Kuran’da bildirilmektedir.
Buna rağmen bazı kimseler duanın insan hayatı üzerinde hiçbir etkisi olmayacağını söylemek cüretinde bulunmuşlardır.
Sual: Şöyle diyorlar: -Allah kainatta olup bitecek olayları ve insanın hayatı boyunca nelerle karşılaşacağını, neleri başarıp neleri başaramayacağını, ezelde takdir etmiştir. Zamanı gelince bunlar Allah’ın takdirine uygun olarak meydana gelecektir. Ezelde takdir edilmemiş olayların ise, meydana gelmesi imkânsızdır. Durum bu olunca dua neyi değiştirecektir?
Ayrıca bu görüşlerine şu hadisleri de delil göstermektedirler. Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
قدر الله المقادر قبل أن يخلق الخلق بكذا وكذا عاما.[9] جف القلم بما هو كائن.[10] أربع قد فُرغ منها: العمر والرزق والخلق والخُلُقُ.[11]
İşte Efendimiz de her şeyin ezelde takdir edilmiş olduğunu bildiriyor. O halde duanın etkisi ne olacaktır? diyorlar.
el-Cevap: Bunların hatası kaderi yanlış anlamaları ve bu konudaki hadisleri yanlış yorumlamalarıdır. Bunlar, insanların kendilerine özgü bir iradeye sahip olmadıklarını, bütün işlerinin ilahi gücün zorlayıcı etkisi ile meydana geldiğini söylüyorlar. Bunlar, Kelam’da Cebriye diye anılan guruplardır. Bunlara göre kulda ne fiil, ne irade ve ne de kudret vardır. Kul yaptığı işleri kendi iradesi ile yapmaz. Allah’ın mutlak kudret ve iradesi ile meydana gelir. Kul, bir iyilik yapmışsa buna mecbur olduğu için yapmıştır. Bir kötülük de yapmışsa ona da mecbur olduğu için yapmıştır. Evet, böyle diyorlar ve duanın etkisini inkar ediyorlar.
Fakat, kader bunların anladığı gibi değildir. Kader bir işi yapmaya, bizi zorlamaz. O takdirde sorumluluğun anlamı kalmaz. Bizi yaratan Allah bize akıl, irade ve güç vermiştir. İnsan akıl ve iradesi ile iyi olanı seçecek, kötü olandan sakınacaktır. İnsanın bu iyiyi seçme ve kötüden sakınma gücüne irade-i cüziyye diyoruz. Bu gücümüzü kullanarak iyi, kötü, yararlı ve zararlı olandan hangisini seçeceğimizi Allah ezelde, bizi yaratmadan çok önce biliyor ve buna göre takdir ediyor. Yoksa bizi her hangi bir işi yapmaya zorlamıyor. İşte kısaca kader budur.
Şimdi duaya gelelim. İnsanın dua edeceği ezelde bilinen bir şey ise, o dua her halde yapılacaktır. Eğer ezelde Allah o kulun dua etmeyeceğini biliyorsa, bu dua zaten yapılmayacaktır. Ezelde duaya bağlı olarak takdir edilen işlerin de her halde dua şartı ile olacağının bilinmiş olması gerekir. Bir örnek olarak; istemek ve azmetmek şartı ile başarılı olacağı takdir edilmiş olanın, başarısı, istemeye ve azmetmeye bağlı olduğu gibi, dua da böyledir.
İmran b. Husayn diyor ki:[12]
عن عمران بن حصين قال: قال رجل: يا رسول الله أ يُعرف أهل الجنة من أهل النار؟ قال: نعم. فلم يعمل العاملون؟ قال: كل يعمل لما خلق له أو لما يُسِّر له.
İmran soruyor: -İnsanların Cennetlik veya Cehennemlik olmaları madem ki Allah’ın ezeldeki takdiri iledir, o halde insanların ibadetlerinin, hayır ve dualarının bunda etkisi ne olabilir? Nasıl olsa onun cennetlik mi cehennemlik mi olduğu ezelde takdir edilmiştir. Efendimiz bu soruya şu cevabı veriyor: -Kulun görevi, niçin yaratılmış ise onun gereğini yapmak ve yaratanın kendisini yükümlü tuttuğu kulluk görevini hayatının sonuna kadar devam ettirmektir. Cennetlik kişinin belirtisi, sapıklığa düşmeden ömrünün sonuna kadar doğru yolda yürüyerek, cennete ermesi şeklinde açıklanabilir. Cehennemlik kişinin alameti de hayatının sonuna kadar sapıklığa düşmüş olmasıdır ki, bu da bu sapıklığı ile cehennemi boylamış olmasıdır.
Akla şöyle bir soru gelebilir: Kişinin cennetlik veya cehennemlik olması ezelde Allah’ın takdiri ve daha ana karnında iken bu suretle damgalanmasının eseri olduğuna göre, bu durum, o kişinin serbest hareket etmesine engel değil midir?
el-Cevap: Hayır, değildir. Çünkü bu takdir, Allah’ın ilim ve iradesinin eseridir. Yani Allah, bir kişinin dünyaya geldikten ve erginlik çağına erdikten sonra iradesini ne yöne kullanacağını ve sonunda cennetlik veya cehennemlik mi olacağını ezelde bildiği ve bu bilgisine göre böyle takdir ettiği için, bu takdir o kişinin serbest hareket etmesine engel değildir.
Az önce sunduğumuz hadisleri ve benzerlerini böyle anlamak gerekir. Çünkü dua hakkında pek çok ayet vardır. Ayrıca Kuran’da peygamberlerin yaptıkları dualardan örnekler vardır. Şu ayetler duanın önemini ifade ediyor. Allah buyuruyor ki:
قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ فَقَدْ كَذَّبْتُمْ فَسَوْفَ يَكُونُ لِزَاماً. [13]
أَمَّن يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاء الْأَرْضِ أَإِلَهٌ مَّعَ اللَّهِ قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ.[14]
فَلَوْلا إِذْ جَاءهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُواْ وَلَـكِن قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ.[15]
İşte Değerli Müminler! Bütün bu ayet ve hadisler karşısında duanın insan hayatı üzerindeki etkisini inkar etmek ve duanın faydası yoktur demek çok yanlış ve çok hatalıdır. İslam bilginleri, duanın etkisini ancak sapık olanlar inkar eder, demişlerdir.
Duayla İlgili Bilinmesi Gereken Hususlar:
1. Duayı en çok etkileyen husus kişinin kazancıdır. Helal lokma duanın kabulü için gereklidir. Ebu Hüreyre anlatıyor:[16]
عن أبى هريرة قال: أيها الناس إن الله طيب لا يَقبل إلا طيبا وإن الله أمر المؤمنين بما أمر به المرسلين فقال: يا أيها الرسل كلوا من الطيبات واعملوا صالحا إنى بما تعملون عليم وقال: يا أيها الذين أمنوا كلوا من طيبات ما رزقناكم واشكروا لله إن كنتم إياه تعبدون. ثم ذكر الرجلَ يطيل السفر أشْعَثَ أغْبَرَ يمد يديه إلى السماء: يا رب يا رب ومطعمه حرام ومشربه حرام وملبسه حرام وغُذِىَ بالحرام فأنى يُستجاب لذلك؟
İbn Abbas anlatıyor:[17]
عن بن عباس قال: تليتْ هذه الأية عند رسول الله: كلوا مما فى الأرض حلالا طيبا. فقام سعد بن أبى وقاص فقال: يا رسول الله أدع الله أن يجعلنى مستجابَ الدعوة فقال له النبى: يا سعد أَطِبْ مطعمك تكن مستجابَ الدعوة والذى نفس محمد بيده إن العبد ليَقذِف اللقمة الحرام فى جوفه ما يُتقبل منه عمل أربعين يوما وأيما عبد نبت لحمُه من سحت فالنار أولى به.
Müslüman, kazancının helalden mi haramdan mı olduğuna dikkat etmeli, haram olan kazanca itibar etmemelidir. Ancak bu sayede Allah duasını kabul eder.
2. Dua için seher, cuma ve arefe gibi mübarek vakitleri seçmek. Dua her zaman için yapılabilirse de, bazı vakitlerde yapılması, duanın daha çabuk kabul görmesini sağlar. Bu vakitlerden birisi seher vaktidir. Allah, geceleri dua, ibadet ve istiğfar ile meşgul olanları Kuran’da övüyor ve şöyle buyuruyor:[18]
إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ. آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُحْسِنِينَ. كَانُوا قَلِيلاً مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ. وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ.
Ebu Hüreyre anlatıyor:[19]
عن أبى هريرة قال: يَنْزِلُ رَبُّنَا كُلَّ لَيْلَةٍ إلى سَمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ اللأخِرُ، فَيَقُولُ: مَنْ يَدْعُونِى فَأسْتَجِيبَ لَهُ، مَنْ يَسْأَلُنِى فَاُعْطِيَهُ، مَنْ يَسْتَغْفِرُنِى فَاَغْفِرَ لَهُ. وفي أخرى لمسلم: إنَّ اللّهَ تَعالى يُمْهِلُ حَتَّى إذَا ذَهَبَ ثُلُثُ اللَّيْلِ الأوَّلُ نَزَلَ إلى سَمَاءِ الدُّنْيَا فَيَقُولُ: أنَا المَلِكُ، أنَا المَلِكُ، مَنْ ذَا الَّذِى يَدْعُونِى.
Ebu Ümame şöyle demiştir:[20]
عن أبى أمامة قال: قِيلَ يَا رسولَ اللّهِ أىُّ الدُّعَاءِ أسْمَعُ؟ قالَ: جَوْفَ اللَّيْلِ الأخِرَ، وَدُبُرَ الصَّلَوَاتِ المَكْتُوبَاتِ.
Hz.Cabir de şöyle demiştir:[21]
عن جابرٍ قال: سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ يَقُولُ: إنَّ في اللَّيْلِ سَاعَةً َ لا يُوَافِقُهَا رَجُلٌ مُسْلمٌ يَسْألُ اللّهَ خَيْراً مِنْ أمْرِ الدُّنْيَا أوِ الأخِرَةِ إلا أعْطَاهُ إيَّاهُ، وذلِكَ كُلَّ لَيْلَةٍ.
Cuma gününde de duaların kabul olacağı bir saat vardır. Kim o saate dek getirir ve Allah’tan bir dilekte bulunursa, Allah, onun dileğini kabul eder. Ebu Hüreyre Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:[22]
عن أبى هريرة قال: الْيَوْمُ الموْعُودُ: يَوْمُ الْقِيَامَةِ، وَالْيَوْمُ الْمشْهُودُ: يَوْمُ عَرَفَةَ، وَالشَّاهِدُ: يَوْمُ الجُمُعَةِ. قَالَ: وَمَا طَلَعَتِ الشَّمْسُ وََ غَرَبَتْ عَلى يَوْمٍ أفْضَلَ مِنْهُ، فِيهِ سَاعةٌ َ يُوَافِقُهَا عَبْدٌ مُؤمِنٌ يَدْعُو اللّهَ تَعالى فِيهَا بِخَيْرٍ إلا استَجَابَ لَهُ، وََ يَسْتَعِيذُ مِنْ شَرٍّ إلا أعَاذَهُ اللّهُ مِنْهُ.
3. Allah’tan meşru olmayan bir dilekte bulunmamak.
Übade b. Samit haber veriyor:[23]
عن عبادة بن الصامت قال: مَا من أحد يَدْعُو بدعاء إلا أتَاهُ اللّهُ ما سأل أو كف عنه من السوء مثلَه ما لم يدع بإثم أو قطيعة رَحِمٍ.
Bu hadise göre Allah kendisine, meşru olmayan bir dilekte bulunmak hariç, diğer dilekleri yerine getireceğini müjdelemektedir.
4. Duada acele etmemek. Çünkü her şeyin belli bir zamanı vardır, o zamanı beklemek gerekir. Efendimiz buyuruyor:[24]
عن أبى هريرة قال: يُسْتَجَابُ لأحَدِكُمْ مَالَمْ يَعْجَلْ، يَقُولُ: قَدْ دَعَوْتُ رَبِّى فَلَمْ يَسْتَجِبْ لِى. وفي أخرى لمسلم قال: يَزَالُ يُسْتَجَابُ لِلْعَبْدِ مَالَمْ يَدْعُ بِإثْمٍ، أوْ قَطِيعَةِ رَحِمٍ. وفي أخرى للترمذى: مَا مِنْ رَجُلٍ يَدْعُو اللّهَ تَعالىَ إلا اسْتَجَابَ لَهُ، فإمَّا أنْ يُعَجِّلَ لَهُ في الدُّنْيَا، وَإمَّا أنْ يَدَّخِرَ لَهُ في الأخِرَةِ، وَإمَّا أنْ يُكَفِّرَ عَنْهُ مِنْ ذُنُوبِهِ بِقَدْرِ مَا دَعَا، مَالَمْ يَدْعُ بِإثْمٍ، أوْ قَطِيعَةِ رَحِمٍ، أوْ يَسْتَعْجِلْ.
Görülüyor ki, İnsan Allah’tan bir dilekte bulunduğu zaman kabul edilmesi gecikirse acele edip de, işte dua ettim de kabul olmadı diye duadan vazgeçmesin, duasına devam etsin. Çünkü Allah, dua edenin duasına icabet buyuracağını Kuran’da vadetmiştir.
5. Dua eden kimse içten dua ederek yaptığı duanın kabul edileceğine inanmalıdır. Duam kabul edilir mi, edilmez mi gibi bir tereddütle yapılan dua makbul olmaz. Ebu Hüreyre anlatıyor:[25]
عن أبى هريرة قال: ادْعُوا اللّهَ وَأنْتُمْ مُوقِنُونَ بِالإجَابَةِ وَاعْلَمُوا أنَّ اللّهَ يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لاهٍ.
6. Dua eden kimse korku ve derin bir saygı içerisinde bulunmalı, bağırarak yalvarmaktan sakınmalıdır. Zira Allah Kuran’da kendisine nasıl yalvaracağımızı bildiriyor ve şöyle buyuruyor:[26]
ادْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعاً وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ.
Efendimiz de şöyle buyurmuştur:[27]
إنكم لا تدعون أصمَّ ولا غائبا إنكم تدعون سميعا قريبا وهو معكم.
Duada fazla söz söyleme ve uzatma da bir nevi haddi aşmadır. Ebu Ümame’den gelen bir rivayete göre, Abdullah b. Muğaffel oğlunun,
-Allah’ım, Cennete girdiğimde, sağ tarafındaki beyaz köşkü senden isterim diye dua ettiğini işitince: -Oğlum, Allah’tan Cenneti iste ve ateşten ona sığın. Ben Allah’ın Resulünden dinledim, o şöyle buyurdu:[28] سيكون قوم يعتدون فى الدعاء.
7. Dua edecek kimsenin abdest alması ve kıbleye dönerek ve geçmiş günahlarına tevbe etmesi duanın adabındandır. Böyle yapması, duasının çabuk kabul olmasına sebeptir.
8. Duadan önce Allah’a hamd etmek, Efendimize salat ve selam getirmek. Füdale b. Übeyd anlatıyor:[29]
عن فضالة بن عبيد قال: رَجُلا يَدْعُو في صلاتِهِ وَلَمْ يُصَلِّ عَلى النَّبىِّ، فقَالَ: عَجِلَ هذَا، ثُمَّ دَعَاهُ فقَالَ: إذَا صَلّى أحَدُكُمْ فَلْيَبْدَأ بِتَحْمِيدِ اللّهِ تَعالى وَالثَّنَاءِ عَلَيْهِ، ثُمَّ ليُصَلِّ عَلى النَّبِىِّ ثُمَّ لْيَدْعُ بَعْدُ بِمَا شَاءَ.
9. Duadan önce yoksullara ve kimsesiz çocuklara sadaka vermek ve yardım etmek. Hak sahipleri ile helalleşmek. Böylece hazırlıklı olarak Allah’a yalvarmalı ki, Allah kendisine yapılan bu duayı kabul buyursun. Sonunda da: Sübhane Rabbike Rabbi’l-İzzeti amma Yesifun ve Selamün alel-Mürselin ve’l-Hamdülillahi Rabbi’l-Alemin diyerek duayı tamamlamak.
Özet olarak işaret ettiğimiz bu hususlara uyularak dua ettiğimizde inşallah dualarımız makbul ve dileklerimiz yerine gelir. Efendimizin bir hadisi ile konuşmamızı tamamlayalım. Hadisi Muaz İbn Cebel rivayet ediyor:[30]
-Bir gün Efendimiz elimden tuttu ve şöyle buyurdu:
يا معاذ والله لأحبك فقال: أوصيك يا معاذ لا تَدَعَنَّ فى دبر كل صلاة تقول: اللهم أعِنّى على ذكرك وشكرك وحُسن عبادتك.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bakara, 2/186.
[2] Alusi Tefsiri, 2, 63.
[3] Kaaf, 50/16.
[4] Buhari, Megazi, 38; Müslim, Zikir, 13.
[5]Tirmizi, Dua, 1; İbn Mace, Dua, 1. (Ayet, Mümin, 40/60.
[6] Tirmizi, Dua, 1.
[7] Mümin, 40/60.
[8] Ebu Davud, Salat, 358; Tirmizi, Deavat, 105.
[9] Müslim, Kader, 2; Tirmizi, Kader, 18.
[10] Tirmizi, İman, 18.
[11] Heytemi, Mecmau’z-Zevaid, 7, 195.
[12][13] Buhari, Kader, 2; Müslim, Kader, 1; Tirmizi, Kader, 3; Ebu Davud, Sünnet, 16; İbn Mace, Mukaddime, 10.
[13] Furkan, 25/77.
[14] Neml, 27/62.
[15] Enam, 6/43.
[16] Müslim, Zekat, 19; Tirmizi, Tefsiru’l-Kuran, 3.
[17] Taberani, Evsat.
[18] Zariyat, 51/15-18.
[19] Buhari, Teheccüd, 14; Müslim, Salatü’l-Müsafirin ve Kasriha, 24; Tirmizi, Salat, 329.
[20] Tirmizi, Deavat, 79.
[21] Müslim, Salatü’l-Müsafirin ve Kasriha, 23.
[22] Buhari, Cuma, 37; Müslim, Cuma, 4; Tirmizi, 354.
[23] Tirmizi, Dua, 9.
[24] Buhari, Deavat, 22; Müslim, Zikir ve Dua, 25; Tirmizi, Deavat, 145.
[25] Tirmizi, Deavat, 66.
[26] Araf, 7/55.
[27] Buhari, Megazi, 38; Müslim, Zikir, 13; Ebu Davud, Vitir, 26; Tirmizi, Deavat, 57.
[28] Ebu Davud, Vitir, 23; İbn Mace, Dua, 12.
[29]Tirmizi, Deavat, 65; Ebu Davud, Salat, 358.
[30] Ebu Davud, Salat, 361.
Lütfi Şentürk.