DÜRÜSTLÜK EN BÜYÜK FAZİLETTİR
Bugünkü sohbetimizde dürüst olmanın faziletinden söz edeceğiz. Allah Kuran’da şöyle buyuruyor:[1]
إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ.
Sakafi kabilesinden, Abdullah b. Süfyan şöyle demiştir:[2]
Efendimize: -Ey Allah’ın Rasulü, İslam hakkında bana bir öğüt veriniz ki, sizden sonra artık kimseden bir şey sormaya ihtiyacım kalmasın, dedim. Bunun üzerine Efendimiz buyurdular ki:
قل أمنت بالله ثم استقم.
Dikkat edilirse gerek ayette ve gerekse hadiste İslam’ın iki ana bölümden ibaret olduğu bildirilmiştir. Bu bölümlerden biri Allah’a iman, diğeri de dürüstlüktür. Allah’a iman her şeyden önde gelir. Bize ilk farz olan Allah’ı bilmek ve O’na inanmaktır. Hz.Adem’den, son Peygambere gelinceye kadar bütün Peygamberler önce bir olan, eşi ve dengi olmayan Allah’a inanmaya çağırmışlar ve bu inanç etrafında insanların bütünleşmesini istemişlerdir. İman olmadan, ne yapılan ibadetin ve ne de hayır ve iyiliğin Allah katında bir değeri yoktur. Nitekim Kuran’da şöyle buyurmuştur:[3]
وَالَّذِينَ كَفَرُوا أَعْمَالُهُمْ كَسَرَابٍ بِقِيعَةٍ يَحْسَبُهُ الظَّمْآنُ مَاء حَتَّى إِذَا جَاءهُ لَمْ يَجِدْهُ شَيْئاً وَوَجَدَ اللَّهَ عِندَهُ فَوَفَّاهُ حِسَابَهُ وَاللَّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ.
İşte inanmayanların, Allah katında değerlendirileceğini sandıkları amellerinin sonucu uzaktan hayal edilen bir pırıltıdan ibarettir.
Ayette kurtuluşa ermek için ön görülen ikinci nitelik ise, istikamettir. İstikamet, dosdoğru olmak demektir. Peygamberlerde bulunması gerekli beş sıfattan birisi hatta birincisi dürüstlüktür. Dürüstlük büyük bir fazilettir. Kişinin çevresine güven vermesini sağlayan bir niteliktir. Bunun içindir ki, Efendimizin İslam’a davet ettiğini duyanlar, ilk önce onun dürüst olup olmadığını sormuşlardır. Efendimizin dürüst olduğunu, şimdiye kadar kimseyi aldatmadığını ve yalan konuşmadığını öğrenenler şu değerlendirmeyi yapmışlardır: -İnsanlara karşı dürüst olan bir kimse, Allah’a karşı niçin dürüst olmasın.
Ayette, Allah’a imandan sonra ki diğer iman esasları da buna dahildir, kişinin bütün davranışları istikamet kelimesiyle ifade edilmiştir. İstikamet, yani dürüstlük; sözde, özde ve işte olmak üzere üç kısma ayrılır. Şimdi bunları birer birer ve özet olarak inceleyelim.
1. Sözde Doğruluk:
Her konuda olduğu gibi bu konuda da örnek alınacak insan, Efendimizdir. Efendimiz, doğru sözlülüğün en canlı örneği idi. Çünkü Kuran kendisine indirilmişti. Kuran ayetlerini önce o okuyor ve uyguluyordu. Sözleriyle işleri arasında tam anlamıyla bir uyum vardı. Nasıl olmasın ki Kuran şöyle diyordu:[4]
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ.
Bu ayetin şu olay üzerine nazil olduğu rivayet edilir:
Müslümanlar; -Amellerin, Allah katında en sevgilisinin hangisi olduğunu bilseydik, o uğurda mallarımızı ve canlarımızı feda ederdik, demişlerdi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:[5]
إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِهِ صَفّاً كَأَنَّهُم بُنيَانٌ مَّرْصُوصٌ.
Fakat Uhut Savaşında bazılarının geri dönmesi, ayetteki uyarıya sebep olmuştur.[6]
Efendimiz doğru sözlü olmasaydı, düşmanları bu yönü ile onu dillerine dolar, davetine engel olurlardı. Fakat şu bir tarihi gerçektir ki, onu tanıyanlardan hiç kimse, ona yalancı diyememiştir.
Bir gün Mekke’nin ileri gelenleri toplanmışlar; ne edelim, nasıl yapalım da Muhammed’i bu davadan vazgeçirelim, diye düşünmeye başlamışlardı. En tecrübelilerinden biri olan, Nazr b. Haris şu sözleri söylemişti:
-Ey Kureyş başınıza gelen felaketi hala ortadan kaldıramadınız. Muhammet sizin gözleriniz önünde büyüdü. Hepinizin en doğru sözlüsü, en güzel huylusu, en güveniliridir. Yaşlandığı zaman size yeni bir şey sunduğu için siz ona sihirbaz, şair, deli demeye başladınız. Halbuki Muhammed, ne şairdir, ne sihirbazdır, ne de delidir.[7]
Efendimizin en büyük düşmanı olan Ebu Cehil: -Ya Muhammed, ben sana yalan söylüyorsun demiyorum. Ancak getirdiklerini doğru bulmuyorum, demişti de bunun üzerine şu ayet nazil olmuştu:[8]
قَدْ نَعْلَمُ إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذِي يَقُولُونَ فَإِنَّهُمْ لاَ يُكَذِّبُونَكَ وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللّهِ يَجْحَدُونَ.
Efendimiz bir gün bir dağın tepesine çıkarak: -Ey Kureyş, size bu dağın arkasından düşman atlılarının gelmekte olduğunu söylersem, bana inanır mısınız? demiş. Orada hazır bulunanlar: -Evet, hepimiz inanırız, çünkü sen bir defa olsun yalan söylemedin, cevabını vermişlerdi.[9]
Bizans İmparatoru Herakl, ticaret için Şam’a gelmiş olan Ebu Süfyan’ı kabul ettiği zaman ona sordu:
-Peygamberlik iddiasında bulunan bu zatın bundan önce hiç yalan söylediğini duydunuz mu? dedi. Henüz müslümanlığı kabul etmemiş olan Ebu Süfyan: -Asla, yalan söylediğini duymadık, diye cevap verdi.[10]
Bütün bunlar, düşmanlarının itiraflarıdır. Onun yalan söylediğini duymuş olsalardı hiç örtbas ederler miydi?
İşte örnek alacağımız o Yüce Peygamber böyle doğru sözlü idi. Düşmanları bile onun doğru sözlü olduğunda ve hiç kimseyi aldatmadığında ittifak halinde idiler.
Esasen Efendimiz, sözünde ve işinde güvenilir birisi olmasaydı, insanlar kısa zamanda kendi inançlarını, adet ve geleneklerini bırakarak ona inanır ve etrafında toplanırlar mıydı?
Doğruluk, insanların dayanak ve direğidir. Doğruluk olmayınca ne bir evde, ne de bir ülkede anlaşma ve kaynaşma olmaz. Bu özelliği kaybeden milletin varlığı çöker, düzeni bozulur. Efendimizin şu sözü ne kadar düşündürücüdür:[11]
تَحَرَّوْا الصدق وإن رأيتم أن الهلكة فيه، فإن فيه النجاة.
Bir başka hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:[12]
عن بن مسعود عن النبى قال: إن الصدق يهدى إلى البر وإن البر يهدى إلى الجنة وإن الرجل ليَصْدُق حتى يكون صدّقا. وإن الكذب يهدى إلى الفجور وإن الفجور يهدى إلى النار وإن الرجل ليَكذِب حتى يُكتب عند الله كذّابا.
Doğru sözlülüğün karşıtı yalancılıktır. Yalancılık ise kötü bir huy ve nifak belirtisidir. Mümin yalan konuşmaz ve yalanla iş yapmaz. Çünkü onun derin bir saygı ile bağlı bulunduğu Peygamberi hiç yalan konuşmamış ve yalan konuşandan hoşlanmamıştır. Bir gün Efendimize sorulmuş:
-Mümin korkak olur mu? Efendimiz cevap vermiş:
-Olabilir. Mümin cimri olur mu? diye sorulunca, Efendimiz:
-Olabilir, buyurmuş.
-Mümin yalancı olur mu? denilince, Efendimiz:
-Hayır, olamaz, buyurmuş, iman ile yalanın bir arada bulunamayacağını bildirmiştir.[13]
Yalan, insan için en kötü sıfat olan münafıklık alametidir. Nitekim Efendimiz şöyle buyuruyorlar:[14]
عن عبد الله بن عمرو أن النبى قال: أربع من كن فيه كان منافقا خالصا ومن كانت خصلة منهن كانت فيه خصلةٌ من النفاق حتى يدعها: إذا اؤتمن خان وإذا حدّث كذب وإذا عاهد غدر وإذا خاصم فجر.
Müslim’in bir rivayetinde şu dikkat çeken ilave yer almaktadır:[15]
-Bu kimse isterse oruç tutsun, namaz kılsın ve kendini müslüman saysın.
Efendimiz, çocukları yatıştırmak ve oyalamak için onlara yalan söylemenin de günah olduğunu, bundan da sakınılması gerektiğini bildirmiştir.
Abdullah b. Amr anlatıyor:[16]
عن عبد الله بن عامر قال: دعتنى أمى يوما ورسول الله قاعد فى بيتنا فقالت: ها تعالَ اُعْطيك. فقال لها رسول الله: وما أردتِ أن تُعطيه؟ قالت: أردت أن اُعطيه تمرا. فقال لها رسول الله: أما إنك لو لم تُعْطِه شيئا كُتبت عليك كَذْبَةٌ.
Yalanın her çeşidi günahtır. Hele yalancı şahitliği, yalanın en çirkini ve en zararlısıdır. Herhangi bir çıkar için yahut hatır için mahkemede yalan şahitliği yapmak büyük günahtır. Yalancı şahit, başkasının dünyasını yapacağım, gönlünü alacağım diye kendi ahiretini yıkmış olur. Sonra da yaptığı yalan şahitlikle hakkın kaybolmasına ve günahsız insanların eziyet görmelerine, mağdur olmalarına sebep olur.
Bakınız Kuran’da ne buyuruluyor:[17]
وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَاناً وَإِثْماً مُّبِيناً.
Evet, bir müminin işlemediği bir günah yüzünden eziyet görmesi, buna sebep olanı rahatsız etmeyecek mi? Bunu düşündükçe içi sızlamayacak mı? Kendisine böyle bir muamelenin yapılmasını nasıl istemiyorsa, kendisi de başkasına böyle muamele yapmamalıdır.
Bakınız Allah Kuran’da ne buyuruyor:[18]
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَاء لِلّهِ وَلَوْ عَلَى أَنفُسِكُمْ أَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالأَقْرَبِينَ إِن يَكُنْ غَنِيّاً أَوْ فَقَيراً فَاللّهُ أَوْلَى بِهِمَا فَلاَ تَتَّبِعُواْ الْهَوَى أَن تَعْدِلُواْ وَإِن تَلْوُواْ أَوْ تُعْرِضُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيراً.
Yalan şahitliği yapan kimse, üç çeşit günah işlemiş olur:
1. Yalan konuşmuş olur ve bu sebeple günahkar olur.
2. Haksız olan kimseye yardım etmiş olur.
3. Haklı olanı kötü duruma düşürmüş olur ve sebeple günah işlemiş olur.
Yalan yere şahitlik etmek nasıl günah ise, bildiğini ve gördüğünü söylememek de aynı şekilde günahtır. Çünkü bu durumda haksız olanın bilinmesi, suçlunun cezalandırılması örtbas edilmiş olur.
Kuran’da buyuruluyor ki:[19]
...وَلاَ تَكْتُمُواْ الشَّهَادَةَ وَمَن يَكْتُمْهَا فَإِنَّهُ آثِمٌ قَلْبُهُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ.
Şahitliği gizlemek, bildiğini söylememek öyle dış organların işlediği günah gibi değildir. Bizzat imanın karargahı olan kalbin işlediği bir günahtır. Bundan dolayı da en büyük günahlardandır.
2. Özde Doğruluk:
Müslümanın sözü gibi özü de doğru olmalı, içi kötü duygu ve düşüncelerden arınmış bulunmalıdır. Daha açık bir ifade ile müslüman düşündüğü gibi konuşmalı, konuştuğu gibi olmalıdır. Sözü ile özü arasında ayrılık olmamalıdır. Böyle olduğu takdirde olgun mümin olur. Böyle olduğu takdirde çevresine güven vermiş olur. Şu hadis bunu ne güzel ifade ediyor. Efendimiz buyuruyorlar:[20]
لا يستقيم إيمانُ عبد حتى يستقيم قلبُه ولا يستقيم قلبه حتى يستقيم لسانه ولا يدخل الجنة رجل لايأمن جاره بِوائقَه.
Efendimiz dilin ve kalbin uyum içerisinde olmasını ve her ikisinin de istikamet üzere bulunmasını tavsiye etmektedir.
Bazı kimseleri zaman zaman duyarız, şöyle derler:
-Sen benim söz ve davranışlarıma bakma, benim kalbim doğrudur, içimde fenalık yoktur. Bu sözler, yukarıda mealini sunduğumuz hadise göre bir değer taşımaz. Esasen bir kapta ne varsa o kabın ağzından o dökülür. Bir kapta bal şerbeti olduğu halde, ondan sirke dökülmesi nasıl mümkün değilse, iyi duygu ve düşüncelere sahip olan kimsenin diline ve organlarına yansıyacak olan da iyi söz ve davranışlardır.
3. İşte Doğruluk:
Müslümanın sözü ve özü doğru olunca işi de doğru olacaktır. Müslümanın işinde hile ve haksızlık olmaz. Kendi işini sağlam ve hilesiz yaptığı gibi başkasının işini de aynen kendi işi gibi yapacaktır. Nasıl yapmasın ki Yüce Efendimiz, kendisine reva gördüğü bir muameleyi, din kardeşine reva görmedikçe, kişinin olgun imana sahip olamayacağını bildirmiştir. Esasen Hakka inanan ve bütün yaptıklarından bir gün hesaba çekileceği muhakkak olan bir insan, başkasına nasıl haksızlık yapar?
Ebu Hüreyre’den şöyle bir rivayet gelmiştir:[21]
عن أبى هريرة أن رسول الله مر على صُبْرَة طعامٍ فأدخل يده فيها فنالت أصابعه بَلَلا. فقال: ما هذا يا صاحب الطعام؟ قال: أصابته السماء يا رسول الله. قال: أفلا جعلتَه فوق الطعام كى يراه الناس؟ من غَشَّنا فليس منا.
Müşteri ekinin tamamının üstü gibi kuru olduğunu sanarak ekini satın alması halinde aldanmış olacaktı. Çünkü ıslak ekin kuru ekinden daha ağır gelir.
Bazı satıcıların buna benzer hileler yaptıkları görülmektedir. Mesela; üzüm, incir, elma, portakal ve armut gibi meyveleri sepete veya sandığa koyarken, iyilerini sandığın veya sepetin üst kısmına; çürük ve küçük olanları görülmeyecek şekilde sandığın veya sepetin altına yerleştirir ve satışa sunarlar. Müşteri bununla aldatılmış olur. Aslında bir müslüman böyle yapmaz, yapmamalıdır. Çünkü her yapılan şeyi Allah görmekte ve bilmektedir. Allah’tan saklı olarak hiçbir şeyin yapılması mümkün değildir. İşte Kuran böyle sözünde, özünde ve işinde dosdoğru olan müminler için korku ve üzüntü olmayacağını ve bunların cennetle mükafatlandırılacaklarını bildirmektedir. Şair de güzel söylemiş: Müstakim ol, Hz.Allah utandırmaz seni.
Ne mutlu böyle bir müjdeyi hak edenlere.
Allah hepimizi inanan ve istikamet üzere yaşayan kullarından eylesin.
Amin.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Fussilet, 41/30.
[2] Müslim, İmare, 13.
[3] Nur, 24/39.
[4] Saf, 61/2.
[5] Saf, 61/4.
[6] İbn Kesir Tefsiri, 4, 385.
[7] İbn Hişam, 1, 299.
[8] Enam, 6, 33.
[9] Şibli, İslam Tarihi, 2, 937.
[10] Buhari, Bedu’l-Vahiy, 1.
[11] Münziri, et-Terğib ve’t-Terhib, 3, 590.
[12] Buhari, Edeb, 69; Müslim, Birr, 29.
[13] Suyuti, Tenviru’l-Havalık, 2, 154.
[14] Buhari, İman, 24; Müslim, İman, 25. (Açıklaması var s 37.)
[15] Müslim, İman, 25.
[16] Ebu Davud, Edeb, 88.
[17] Ahzab, 33/58.
[18] Nisa, 4/135.
[19] Bakara, 2/283.
[20] Münziri, et-Terğib ve’t-Terhib, 3, 353.
[21] Müslim, İman, 43.