HASET İNSANIN İÇİNİ KEMİREN BİR HASTALIKTIR
Değerli Müminler! Bugünkü sohbetimizde hasetten söz edeceğiz.
Haset Kavramı
Haset sözlükte çekememek demektir. Dindeki anlamı ise, başkasında olan herhangi bir varlığın ondan alınıp, kendisine verilmesini istemektir Bundan daha fenası da, kendisine verilmese bile, o nimetten onun mahrum olmasını temenni etmektir.
Kıskançlık, bazen haset anlamında olursa da, daha çok gayret anlamındadır. Mesela erkeğin karısını veya kadının kocasını başkalarından kıskanması haset değil, gayrettir ve övülmüştür. Fakat birisi diğerinin karısını, kocasını, çocuklarını, malını, güzelliğini veya her hangi bir nimet veya üstünlüğünü çekememesi, ona göz dikmesi, ondan yok olmasını arzu etmesi hasedin ta kendisidir ve yerilmiştir.
Haset, kötülenmiş ve onun çirkin bir huy olduğu bildirilmiştir. Halbuki gayret, bunun aksine övülmüştür. Çünkü ilerleme, olgunluğa erme, iffet, hakkın korunması onunla olur. Yeter ki kendi hakkının ilerisine tecavüz etmek suretiyle aşırı olmasın. Böyle olursa o zaman gayret, haset manasında olmuş olur ki, işte bu makbul olmayan ve günah kabul edilen şeydir.
Hasedin Tarihçesi
Göklerde de yerde de ilk isyan yani, Allah’ın emrine karşı gelme haset yüzünden çıkmıştır. Allah’ın ilk yarattığı insan, Hz. Adem’dir ve aynı zamanda ilk peygamberdir. Allah onu yaratmadan önce meleklere şöyle buyurmuştu:[1]
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي خَالِقٌ بَشَراً مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ. فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ. فَسَجَدَ الْمَلآئِكَةُ كُلُّهُمْ أَجْمَعُونَ. إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى أَن يَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ. قَالَ يَا إِبْلِيسُ مَا لَكَ أَلاَّ تَكُونَ مَعَ السَّاجِدِينَ. قَالَ لَمْ أَكُن لِّأَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ.
İşte İblis, uzun yıllar Allah’a ibadet etmişken, Allah’ın Hz.Adem’e verdiği üstünlüğü çekememiş ve Allah katındaki değerini yitirmiştir.
Böylece göklerde ilk defa haset yüzünden Allah’a isyan edilmiş, İblis, bu hasedi sebebiyle Allah’ın rahmetinden kovulmuş ve uzaklaştırılmıştır. Allah şöyle buyurdu:[2]
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ. وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ.
Başka bir ayette ise:[3]
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ أَن تَتَكَبَّرَفِيهَا فَاخْرُجْ إِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرِينَ.
Evet, Değerli Müminler! Kibirlenmek küçüklüktür. Büyüyecek olan büyüklenmez, büyüklenen mutlaka küçülür. Büyüklük, yalnız Allah’a mahsustur. Allah, büyükleneni küçültür. İblis, büyüklendiği için Allah onu bulunduğu makamından derhal azledip, indirmiştir. Büyüklendiği için hakarete uğramıştır. İblis, aslının ateş olduğuna güvenerek üstünlüğün kendisinde, aslından intikal eden bir miras, elinden alınamaz bir kişisel özellik olduğunu sanmış ve bulunduğu o mutluluk makamından düşmeyeceğini düşünmüş ve yaratıcının emrini eleştirmeye kalkmıştı.
Eşyada bulunan bütün özelliklerin sadece bir Allah vergisi olduğunu unutmuştu. Bu unutkanlığının cezasını, bulunduğu makamdan uzaklaştırılarak çekmiştir. Buna Hz.Adem’i çekememesi sebep olmuştur. Bu olayda düşünen insanlar için alınacak ibretler vardır. Allah’ın bir başkasına verdiği üstünlüğe ve nimete haset edip, o nimetin ondan alınarak kendisine verilmesini isteyen kimse, Allah’a ait olan bir takdir hakkının kendisinde olduğunu zannediyor ki, büyük bir hata yapıyor, günah işliyor demektir. İblis, işlediği bu günahın cezasını en ağır şekilde çekmiştir.
Yeryüzüne gelince; ilk insan ve ilk peygamber olan Hz.Adem’in çocukları arasında da ilk isyan yine haset yüzünden çıkmıştır. Hz.Adem’in çocuklarından olan Kabil, kardeşi Habil’i çekemeyip öldürmüş ve böylece yeryüzünün de ilk cinayeti haset yüzünden işlenmiştir.[4]
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَاناً فَتُقُبِّلَ مِن أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الآخَرِ قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ. لَئِن بَسَطتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَاْ بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لَأَقْتُلَكَ إِنِّي أَخَافُ اللّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ. إِنِّي أُرِيدُ أَن تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ وَذَلِكَ جَزَاء الظَّالِمِينَ. فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ.
Bir başka örnek de, Hz.Yakup’un oğullarıdır. Bunlardan Hz.Yusuf ile Bünyamin bir anadan, diğer oğulları ise başka bir anadan idiler. Hz.Yakup oğullarından Hz.Yusuf ile Bünyamin’i diğer çocuklarından daha çok sevdiğini ve babalarının apaçık bir yanlışlık için de olduğunu oğulları söylüyordu. Bunu çekemeyen çocukları ne yapacaklarını kendi aralarında tartıştılar. Bir kısmı:
-Yusuf’u öldürün veya buralardan uzaklaştırın ki babanızın sevgisi size kalsın, sonra tevbe eder iyilerden olursunuz, dediler. İçlerinden birisi bunu uygun bulmayıp:
-Yusuf’u öldürmeyin, bir kuyunun dibine bırakın da gelip geçen bir kervan onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın, dedi. Bu görüşü benimsediler. Bu planlarını uygulamak için Hz.Yakup’a gelerek, Kuran’ın ifadesiyle şöyle dediler:[5]
قَالُواْ يَا أَبَانَا مَا لَكَ لاَ تَأْمَنَّا عَلَى يُوسُفَ وَإِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ. أَرْسِلْهُ مَعَنَا غَداً يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ. قَالَ إِنِّي لَيَحْزُنُنِي أَن تَذْهَبُواْ بِهِ وَأَخَافُ أَن يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَأَنتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ. قَالُواْ لَئِنْ أَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ إِنَّا إِذاً لَّخَاسِرُونَ. فَلَمَّا ذَهَبُوا بِهِ وَأَجْمَعُوا أَن يَجْعَلُوهُ فِي غَيَابَةِ الْجُبِّ وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُم بِأَمْرِهِمْ هَـذَا وَهُمْ لاَ يَشْعُرُونَ. وَجَاؤُوا أَبَاهُمْ عِشَاء يَبْكُونَ. قَالُوا يَا أَبَانَا إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِندَ مَتَاعِنَا فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ وَمَا أَنتَ بِمُؤْمِنٍ لِّنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقِينَ. وَجَآؤُوا عَلَى قَمِيصِهِ بِدَمٍ كَذِبٍ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ أَنفُسُكُمْ أَمْراً فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ.
Bundan sonrası bildiğiniz gibi, bir kervan gelmiş, kuyudan su çekerken Hz.Yusuf’u kuyudan çıkarmışlar ve Mısıra götürmüşlerdir.
Kardeşlerin birbirini çekememesi yüzünden, baba Hz.Yakup, uzun yıllar çektiği bu dayanılmaz acı ve hiçbir zaman Allah’tan ümidini kesmemiş olması, bütün detayları ile Yusuf Suresinde anlatılmaktadır. Kuran’ın haber verdiği bu olaylar, hasedin insana neler yaptırdığının acı örekleridir. İnsan bu kötü huyun esiri olunca, yapamayacağı hiçbir şey yoktur.
Evet, haset tarihten gelen sosyal bir hastalıktır. Efendimiz bu gerçeği şöyle ifade buyuruyorlar:[6]
عن الزبير قال: دَبَّ إلَيْكُمْ دَاءُ الأمَمِ قَبْلَكُمُ: الحَسَدُ وَالْبَغْضَاءُ، وَهِىَ الحَالِقَةُ أمَا إنِّى لا أقُولُ تَحْلِقُ الشَّعْرَ، وَلكِنْ تَحْلِقُ الدِّينَ، وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ َ تَدْخُلُونَ الجَنَّةَ حَتَّى تُوْمِنُوا، وَلا تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا، أولا أدُّلُّكُمْ عَلى مَا تَحَابُّونَ بِهِ؟ أفْشُوا السَّلامُ بَيْنَكُم.
Efendimiz, bu ifadeleri ile hasedin, tarihin derinliklerinden geldiğini, inananın dinine zarar verdiğini ve bundan kurtulmanın, hatta cennete girmenin yolunun da, birbirini sevmek olduğunu bildiriyor. Elbette birbirini sevenler, eriştikleri nimete haset etmeyecekler, belki buna sevineceklerdir. Bir baba ve anne düşününüz ki, çocuklarının üstünlüğüne ancak sevinirler. Birbirini içtenlikle sevenler de kendilerine reva gördükleri bir şeyi, sevdiklerine de reva görürler.
Hasedin Kaynağı
Hasedin kaynağı, Allah’ın taksimine razı olmamak ve bu taksimi beğenmemektir. Nitekim Kuran’da buyuruluyor ki:[7]
أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ...
Yine başka bir ayette şöyledir:[8]
أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضاً سُخْرِيّاً وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ.
Değerli Kardeşlerim! Allah’ın sayılamayacak nimetleri vardır. Allah, dünya düzeni için insanları birbirlerine muhtaç olacak şekilde yaratmış, herkese aynı seviyede mal ve makam vermemiştir. Kuran’da bu husus şöyle ifade edilmiştir:[9]
وَلَوْ بَسَطَ اللَّهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِهِ لَبَغَوْا فِي الْأَرْضِ وَلَكِن يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَّا يَشَاءُ إِنَّهُ بِعِبَادِهِ خَبِيرٌ بَصِيرٌ.
O halde bize düşen, Allah’ın başkasına verdiği nimete haset etmek değil, Allah’ın fazlından istemektir. Allah isteyene ve çalışana vereceğini vadetmiştir. Bunun için vereni tanı, istemeyi bil ki, Allah sana da versin.
Haset Kimlerde Bulunur?
Haset, hemen hemen herkeste ve her meslek sahibinde bulunur. Kişi kendisinden üstün gördüğü kimseye haset eder, onu çekemez.
İmam Gazali diyor ki, adamın biri Hasan Basri’ye: -Mümin hiç haset eder mi? diye sormuş Hasan Basri: Hz.Yakup’un oğullarını unuttun mu? Elbette mümin de haset edebilir, diye cevap vermiştir.[10]
Haset hastalığından gönlünü korumayı başaran kimsenin cenneti hak edeceğini Efendimiz bildirmiştir.
Enes b. Malik anlatıyor:[11]
عن أنس بن ملك قال: بَيْنَمَا نَحْنُ جُلوسٌ عِنْدَ رسُولِ اللّهِ فقال النبى: يطلع الأن عليكم رجل من أهل الجنة. فطلع رجل من الأنصار تنطُف لحيتُه من وضوئه، قد علّق نعليه بيده الشمال. فلما كان الغد قال النبى مثل ذلك. فطلع ذلك الرجل مثل المرة الأولى. فلما كان اليوم الثالث قال النبى مثل مقالته أيضا. فطلع ذلك الرجل على مثل حاله الأول. فلما قام النبى تبعه عبد الله بن عمرو، فقال: إنى لاحَيْتُ أبى فأقسمت أنى لا أدخل عليه ثلاثا فإن رأيتَ أن تُؤوييَنى إليك حتى تَنضى فعلتَ؟ قال: نعم. قال أنس: فكان عبد الله يحدّث أنه بات معه تلك الثلاثَ الليالىَ فلم يره يقوم من الليل شيئا غير أنه إذا تَعارَّ تقلّب على فراشه ذكر الله عز وجل وكبّر حتى لصلاة الفجر. قال عبد الله غيرَ أنى لم أسمعه يقول إلا خيرا. فلما مضت الثلاث الليالى وَكِدْتُ أن أحتقر عملَه قلت: يا عبد الله لم يكن بينى وبين أبى غضبٌ ولا هجرة ولكن سمعت رسول الله يقول لك ثلاث مرات يطلع عليكم الأن رجل من أهل الجنة فطلعت أنت الثلاث المرات فأردت أن أوِىَ إليك فانظر ما عملُك فأقتدىَ بك فلم أرك عملتَ كبيرَ عمل، فما الذى بلغ بك ما قال رسول الله؟ قال: ما هو إلا ما رأيت. فلما وليتُ دعانى فقال: ما هو إلا ما رأيت غير أنى لا أجد فى نفسى لأحد من المسلمين غِشّا ولا أحسد أحدا على خير أعطاه الله إياه فقال عبد الله: هذه التى بلغتْ بك.
Hasedin Belirtisi
Bu hastalığı olan kimse haset ettiği kimsenin başına bir felaket geldiğinde buna sevinir. Nitekim Kuran’da buyuruluyor ki:[12]
إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْ بِهَا...
Bir başka ayet ise şöyledir:[13]
وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَداً مِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ...
Hasedin Zararları
Hasedin maddi-manevi pek çok zararları vardır. Fakat her şeyden önce haset, müslümanın dinine zarar verir. Çünkü inanmış olan bir olan bir kimse, kalbini her türlü kötü duygu ve düşüncelerden arındırmış olacak ve haline rıza gösterecektir. İsteklerini Allah’a sunacak ve yalnız ondan dileyecektir. Haset kötü bir duygu olduğuna göre inanmış olan bir kimsede elbette bulunmamalıdır. Abdullah b. Ömer anlatıyor:[14]
عَنْ عَبْدِ اللّهِ بْنِ عَمْرٍو قَالَ: قِيلَ لِرَسُولِ للّهِ: أيُّ النَّاسِ أفْضَلُ؟ قَالَ: كُلُّ مَخْمُومِ الْقَلْبِ صَدُوقِ اللِّسَانِ. قَالُوا: صَدُوقُ اللِّسَانِ نَعْرِفُهُ فَمَا مَخْمُومُ الْقلْبِ؟ قَالَ هُوَ التَّقِيُّ النَّقِيُّ لا إثْمَ فِيهِ ولا بَغْيَ ولا غِلَّ ولا حَسَدَ.
Yine Efendimiz buyuruyorlar ki:[15]
عَنْ أنَسٍ قَالَ: الْحَسَدُ يَأكُلُ الْحَسَنَاتِ كَمَا تَأكُلُ النَّارُ الْحَطَبَ وَالصَّدَقَةُ تُطْفِئُ الْحَطِيئَةَ كَمَا يُطْفِئُ الْمَاءُ النَّارَ. وَالصََّلاةُ نُورُ الْمُؤْمِنِ وَالصِّيَامُ جُنَّةٌ مِنَ النَّارِ.
Haset eden kişi, haset ettiği kimsenin ilerlediğini, toplum içinde itibar edildiğini gördükçe sadece huzuru kaçmaz, Allah korusun her türlü fenalığın planlarını yapmaya başlar. Bunun için Allah kötü huylardan çekindirirken, şöyle dua etmemizi emrediyor:[16]
وَمِن شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ.
İmam Gazali, İhya adlı meşhur eserinde bir hikaye naklediyor:[17] Adamın biri, bir hükümdara uğrar ve ona öğüt verir:
-Sana iyilik yapana sen fazlasını yap. Kötülük yapana ise, bir şey yapma, onun kötülüğü sana mükafat olarak yeter. Bunu dinleyen bir başkası bu zatın hükümdar yanındaki itibarım görünce bunu çekemez. Hükümdara yaklaşır ve:
-Size öğüt veren bu adam, nefesinizin koktuğunu söylüyor, der. Hükümdar: -Ne biliyorsun? diye sorar. Adam:
-Bu zat, bir daha yanınıza geldiğinde ağzını ve burnunu tuttuğunu göreceksiniz, der. Hükümdar da:
-Peki, görelim, der. Adam hükümdarın yanından çıkar. Haset ettiği zat, hükümdarın yanına gireceği zaman onu davet eder ve kendisi ne sarımsaklı yemek yedirir ve:
-Ağzının kokusu ile hükümdara fazla yaklaşma, diye tembih eder. Bu zat yine adeti üzere hükümdarın huzuruna girer ve kendisine tavsiye de bulunur. Hükümdar bu zata yanına yaklaşmasını söyler. Adam da ağzını burnunu tutarak hükümdara yaklaşır. Hükümdar, adamın kendisine, doğru söylediğine inanır. Bunun üzerine yazdığı bir fermanı bu bilge adama verir ve:
-Bu mektubu falan kumandana götür, der. Hükümdarın kendi eliyle yazdığı fermanlar çoğunlukla yardım edilmesini emreden yazılar olduğu için, adam mektubu alır dışarıya çıkınca, kendisine yemek yediren adamla karşılaşır. Adam kendisine: -Elindeki mektup nedir? diye sorar. Adam:
-Hükümdar herhalde bana yardım yapılmasını emretmiştir, onu almaya gidiyorum, der. Adam, yalvarır ve:
-Bu mektubu bana ver, diye rica eder. O da:
-Peki al, der. Adam mektubu alır almaz doğru zarfın üzerine ismi yazılan komutana gider ve mektubu takdim eder. Kumandan kendisine öğüt veren zata kızmış ve cezalandırılmasını yazmış. Bunu duyan adam, komutana yalvarır ve:
-Aman, bu mektubun sahibi ben değilim, istersen gidip asıl sahibini getireyim, derse de komutan güvenmez, hükümdarın emri yerine getirilerek adam cezalandırılır. Ertesi gün yine aynı zat hükümdarın huzuruna çıkınca, hükümdar şaşırır ve sorar:
-Sana dün verdiğim mektup ne oldu? der. Bilge kişi, durumu anlatır. Hükümdar sorar:
-Benim nefesimin koktuğunu söylemişsin, doğru mu? Adam:
-Hayır, böyle bir şey söylemedim, der. Hükümdar:
-Öyle ise neden bana yaklaşınca ağzını burnunu kapattın? deyince, adam durumu anlatır ve:
-O gün mektubu kendisine verdiğim zat beni yemeğe davet etti, bana sarımsaklı yemek yedirdi. Nefesimin kokusu sizi rahatsız etmesin diye yanınıza girdiğimde, ağzımı kapatmamı söyledi. Ben de uygun gördüm ve sizi rahatsız etmemek için böyle yaptım, deyince, hükümdar durumu öğrendi ve:
-Evet, kötülük yapan kötülüğünün cezasını buldu ve senin yerine geçti, der.
İmrenme
Hasedin bir çeşidi daha vardır ki, buna münafese denir. Münafese; başkasında olan bir olgunluğa, bir iyiliğe imrenip ona yetişmek veya ondan da ileri gitmek için yarışmak demektir. Haset ile arasındaki fark açıktır. Haset eden olgunluk ve kemale düşmandır. Haset ettiği kimsenin zarar görmesinden, eriştiği nimetin yok olmasından memnun kalır. Bunu göremeyince de rahatsız olur. Halbuki imrenen ise, aksine olgunluğa aşıktır. O, karşısındakinin aşağı düşmesini değil, kendisinin de onun gibi olmasını, hatta daha da ileri gitmesini ister. Bunda yarışma ise makbuldür. Çünkü Allah, Kuran’da şöyle buyurarak bu hasleti övmüştür:[18]
فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ.
Efendimiz de bunun ancak iki şeyde olabileceğini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:[19]
عن ابن مسعود قال:لاحَسَدَ إلا في اثنَتَيْنِ رَجُل آتَاهُ اللّهُ الحِكْمَةَ فَهُوَ يَقْضِى بِهَا وَيُعَلِّمُهَا، وَرَجُل آتَاهُ اللّهُ مَالا فَسَلّطَهُ عَلى هَلَكَتِهِ في الحَقِّ.
İşte Efendimiz bu iki kişiye; malı ile hayır ve hasenat yapan ve Allah yolunda malını harcayan kimse ile, ilmi ile amel edip onu başkasına da öğreten kimseye gıpta edilmeye değer olduklarını bildiriyor.
-------------------------------------------------------------------------------
[1] Hicr, 15/28-33; 2/34; 7/11-12; 38/71-76.
[2] Hicr, 34-35.
[3] Araf, 7/13.
[4] Maide, 5, 27-30.
[5] Yusuf, 12/11-18.
[6] Tirmizi, Kıyame, 57.
[7] Nisa, 4/54.
[8] Zuhruf, 43/32.
[9] Şura, 42/27.
[10] İhya, 3, 162.
[11] Ahmed b. Hanbel, 3, 166.
[12] Al-i İmran, 3/120.
[13] Bakara, 2/109.
[14] İbn Mace, Zühd, 24. (Temiz kalpli, Allah’tan sakınan, tertemiz, aldatma)
[15] Ebu Davud, Edeb, 52.
[16] Felak, 113/5.
[17] İhya, 3, 162-163.
[18] Mutaffifin, 83/26.
[19] Buhari, İlim, 15.