KEHANET VE FALCILIĞIN DİNDE YERİ YOKTUR
Kitap ve sünnette yeri olmayan, akıl ve ilim ile açıklanamayan şeylere, hurafe diyoruz. İslam geldiği günden itibaren hurafelerle mücadele etmiştir. Kehanet ve falcılık da, İslam’ın mücadele ettiği hurafelerdendir.
Kehanet, ğaybden haber verme işidir. Bu işi yapana, yani ğaybden haber verene de kahin denir. Meşhur bilginlerden İbnü’l-Esir:
-Kahin, gelecekte kainatta meydana gelecek olaylardan haber veren ve gizli olan şeyleri bildiğini iddia eden kimsedir, demiştir.[1]
Falcılık da kehanet gibi gelecekten haber verme yöntemlerinden birisidir. Falcı; bu yöntemi kullanarak gelecekten bilgi verdiğini iddia eden kimsedir.
İnsan, tarihin her devrinde ve her toplumda geleceğe ait olayları önceden öğrenmek istemiştir. Kehanet ve falcılık, insanın bu arzusuna bir cevap olarak ortaya çıkmıştır. Arapların Ezlam denilen fal okları, Fas ve Rum’un remilleri (nokta ve çizgileri) ve tencimleri (yıldızlardan bilgi alma) gibi şeyler, hep birer kehanet araçlarıdır.
Geleceğin karanlıkları içinde saklanan mukadderatı görmeye insan zekasının yetmediği zamanlarda, kişiler ve toplumlar için takdir edilmiş olan olayları öğrenmek maksadıyla böyle aslı olmayan vasıtalara başvurulmuştur. Bugün bile ilim ve teknolojinin ileri bir seviyede bulunduğu toplumlarda kehanete inananlar ve bunu sanat haline getirenler bulunmaktadır. Nitekim çeşitli toplumlarda yıl başında yeni yılın neler getireceği konusunda türlü türlü efsanelerin yayınlandığı görülmektedir.
Bu konuda bir başka isim de Arraftır. Arraf, çalınmış olan eşyayı veya yitiğin yerini bildiğini iddia eden kimsedir. Bunlar, bu yolla çıkar sağlamakta, halk da bunlardan yitik ve çalıntı malları hakkında medet ummaktadır.
Araplar arasında fal okları ile yapılan falcılık çok yaygın idi. Bu oklar üç parçadan ibaretti. Bunlardan birinde yap, öbüründe yapma yazılı idi. Üçüncü ok da boştu. Bir iş yapmak isteyen veya yola çıkmayı düşünen kimse, bu işin ve bu yolculuğun kendisine yarar sağlayıp sağlayamayacağını bu oklarla anlamak isterdi. Yap yazılı ok çıkarsa, yapmak istediği işi yapar veya yola çıkardı. Yapma yazılı ok çıktığında, o işi yapmaz veya yola çıkmazdı. Boş olan okun çıkması halinde ise, yazılı ok çıkıncaya kadar fala devam edilirdi. İşte cehalet devri insanının anlayışı.
Şimdi önce bunlarla ilgili dinimizin görüşünü ortaya koyalım. Sonra da bunları yapmanın, yaptırmanın ve bunlara inanmanın ne olduğunu açıklayalım.
Bütün bunlarda, insana gizli olan hususları bilme ve öğrenme çabası yatmaktadır. O halde insan ğaybı yani kendisine gizli olan şeyleri bu ve benzeri vasıtalarla bilebilir mi? Önce bunun bilinmesi gerekmektedir.
Şu hususu hemen ifade edelim ki, ğaybı yalnız Allah bilir, insanlar ğaybı bilemezler. Bu husus hem Kuran’da, hem de Efendimizin sünnetinde ifade buyurulmuştur. Bu konudaki ayetlerden bazıları şunlardır:[2]
وَعِندَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لاَ يَعْلَمُهَا إِلاَّ هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلاَّ يَعْلَمُهَا وَلاَ حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ الأَرْضِ وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ.
قُل لَّا يَعْلَمُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ الْغَيْبَ إِلَّا اللَّهُ وَمَا يَشْعُرُونَ أَيَّانَ يُبْعَثُونَ.
Ğaybın anahtarları Allah’ın katındadır demek, gizli olan ve duyu organları ile algılanmayan şeyleri yalnız Allah bilir demektir.
Ay ve güneşin doğuş ve batış zamanları ile bunların tutulmalarını önceden bilip haber vermek ğaybı bilmek değil midir? gibi bir soru akla gelebilir. Evet, ay ve güneşle ilgili bu bilgiler ğayb bilgileri değildir. Çünkü Kuran’da buyuruluyor ki:[3]
الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ.
İnsanlar güneş ve ayın hareketleri ile ilgili hesabı iyi yaparlarsa, daha doğrusu yapabiliyorlarsa, onları izleyebilirler. Bugün ise bu yapılmaktadır. Ancak tarihte bunun yapılamadığı devirler olmuştur. Nitekim Efendimizin Ramazan Hilali ile ilgili şu açıklamaları bunu ifade etmektedir:[4]
إنا أمة أمية لا نكتب ولا نَحسُب، الشهر هكذا وهكذا، يعنى مرةً تسعةً وعشرين ومرةً ثلاثين.
Bu hadisi rivayet eden İbn Ömer diyor ki:
-Efendimiz bu ifade ile bazen ay yirmi dokuz, bazen da otuz gündür demek ister gibi mübarek parmakları ile işaret buyurmuştur.
Efendimiz, ayın hesap ile belirlenemeyeceğini söylemiyor. Ancak biz şu anda böyle sağlıklı bir hesap yapamayız buyuruyor.
Hava değişimleri ile ilgili bugün yapılmakta olan tahminlerinde ğayb ile bir ilgisi yoktur. İnsan bilgisinin ulaşma imkanı bulunan çeşitli metot ve aletlerle öğrenilebilecek şeyler ğayb değildir. Hava tahmin raporları da böyledir. Önceden böyle bir tahmin yapan kimse için ğaybı biliyor denemez. Ama bunun dışında, kişinin ne zaman öleceği, gelecekte başından neler geçeceği ve ne gibi olaylarla karşılaşacağı hususları ğayb ile ilgilidir ve bunları yalnız Allah bilir. Bunu Peygamberler de, melekler de bilemezler. Ancak Peygamberler ve melekler Allah’ın kendilerine bildirdiği kadarını bilir, bildirmediğini bilemezler. Çünkü Allah bu bilgiye kimseyi ortak etmemiştir.
Mekke müşrikleri zaman zaman Efendimizden ğayb ile ilgili hususlarda bilgi istiyorlardı. Allah onları bu konuda uyarmasını Peygamberine şu ayetiyle emretmiştir:[5]
قُل لاَّ أَقُولُ لَكُمْ عِندِي خَزَآئِنُ اللّهِ وَلا أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلا أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ…
Görülüyor ki, Allah Peygamberine üç şeyin kendisinde bulunmadığını söylemesini istiyor. Bunlar da, Allah’ın hazinelerinin yanında olmadığı, ğaybı bilmediği ve melek olmadığı hususlarıdır. Peygamber olması, ğaybı bilmesini gerektirmez. Başka bir ifade ile ğaybı bilmemesi, Peygamber olmasına zarar vermez. Ancak Allah tarafından kendisine bildirilmiş olanları bilebilir. Konumuzla ilgili bir diğer ayet ise şöyledir:[6]
قُل لاَّ أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعاً وَلاَ ضَرّاً إِلاَّ مَا شَاء اللّهُ وَلَوْ كُنتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لاَسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِيَ السُّوءُ إِنْ أَنَاْ إِلاَّ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ.
Efendimiz, kendisinin ğaybı bildiğini söyleyenleri, daha doğrusu bilmesi gerektiğine inananları daima uyarmış ve ğaybı bilmediğini söylemiştir:[7]
عن الرُّبَيْع بنتِ مُعَوِّذٍ قالت: دخل عليَّ النبى غداةَ بُنى عليَّ فجلس على فراشى كمجلسك منى وجُوَيْرِياتٌ يضربن بالدف يَنْدُبْنَ من قُتل من أبائهن يوم بدر حتى قالت جارية: وفينا نبى يعلم ما فى غَدٍ. فقال النبى: لا تقولى هكذا وقولى ما كنتِ تقولين.
Kıyametin ne zaman kopacağı ğayb ile ilgili bilgilerdendi. Nitekim Kuran’da buyuruluyor ki:[8]
يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي لاَ يُجَلِّيهَا لِوَقْتِهَا إِلاَّ هُوَ ثَقُلَتْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لاَ تَأْتِيكُمْ إِلاَّ بَغْتَةً يَسْأَلُونَكَ كَأَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَا قُلْ إِنَّمَا عِلْمُهَا عِندَ اللّهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ.
Zaman zaman bazı kimseler insanların bilgisizliğinden yararlanarak çıkar sağlamak için kıyametin kopacağı zamanı bildiklerini iddia ederler. Halbuki Efendimiz, bu konu ile ilgili kendisine sorulan soruları, ya cevapsız bırakmış, ya da soruyu sorana daha çok ilgilenmesi gereken noktaya dikkatini çekmiştir. Bu konuda hadis kitaplarında mevcut hadislerden üç tanesini nakletmek yararlı olacaktır.
Birinci Hadis:[9]
عن أبى هريرة قال رسول الله: إذا ضُيِّعَتْ الأمانةُ فانتظر الساعة. قال: كيف إضاعتها يا رسول الله؟ قال: إذا وُسِّد الأمر إلى غير أهله فانتظر الساعة.
İkinci Hadis:[10]
عن انس بن مالك قال: بينما انا ورسول الله خارجين من المسجد فلقينا رجلا عند سُدَّة المسجد فقال: يا رسول الله متى الساعة؟ قال رسول الله: ما أعْدَدْتَ لها؟ قال: فكأن الرجل إستَكانَ ثم قال: يا رسول الله ما أعْدَدْتُ لها كبيرَ صلاةٍ ولا صيام ولا صدقة ولكنى اُحب الله ورسوله. قال: فانت مع من أحببت.
Üçüncü Hadis:[11]
عن أبى هريرة قال: كان رسول الله يوما بارزا للناس فأتاه رجل فقال: ما الإيمان والإسلام والإحسان؟ ثم قال: متى الساعة؟ قال: ما المسؤل عنها بأعلم من السائل...
Görülüyor ki, ilk iki hadiste, Efendimiz kendisine kıyametin zamanı ile ilgili sorulan soruya cevap vermemiş, asıl ilgi gösterilmesi gereken noktaya dikkat çekmekle yetinmiştir. Üçüncü hadiste ise bu konuda kesin bir bilgiye sahip olmadığını ifade etmiştir.
Değerli Kardeşlerim! İşte ayet ve hadisler ğaybı, kıyametin ne zaman kopacağını, gelecekte insanın ne gibi olaylarla karşılaşacağını, Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini ifade etmektedir.
Kehanet ve falcılık bir nevi ğaybden ve gelecekten haber vermektir ki, bu ayet ve hadislere göre mümkün değildir. Böyle olunca bunu sanat haline getiren kimseler, yani kahinler ve falcılar, insanları aldatmakta ve bu yolla çıkar sağlamaktadırlar.
Bu konuya diğer konulardan farklı olarak ayet ve hadislerde fazla yer verilmesinin iki sebebi vardır:
1. İslam’dan önce, cehalet devrinde halk gelecekten bilgi almak için ğaybden haber verdiğini iddia eden kahinlere başvuruyor, yapmak istedikleri herhangi bir iş veya yolculuk için falcılara fal baktırıyorlardı. Konumuzla ilgili rivayetlerden biri de şudur:[12]
عن معاوية بن الحكم السلمى قال قلت: يا رسول الله أمورا كنا نصنعها فى الجاهلية، كنا نأتى الكُهان. قال: فلا تأتوا الكهان. قلت: كنا نَتطيَّرُ؟ قال: ذاك شيئٌ يجده أحدكم فى نفسه فلا تَصُدَّنَّكم.
Cahiliye devrinin batıl inançlarından bazıları da şunlardır:
A. Tıyare: Bir yolcunun sefere çıktığı sırada önünden bir kuşun uçması uğursuzluk sayılırdı ve böyle bir durumla karşılaşan yolcu, yolculuğundan vazgeçerdi.
B. Hame: Hame, baykuştur. Bu kuşun bir evin üzerine konup da ötmesinin, uğursuzluk getireceğine inanılırdı. Bugün bile cahil halk arasında böyle bir endişe vardır.
C. Safer: Kameri aylardan Sefer ayının uğursuz bir ay olduğunu, bütün uğursuz işlerin bu ayda meydana geldiği düşüncesidir. Halbuki Sefer ayının diğer aylardan hiçbir farkı yoktur. Diğer aylar zamanın bir dilimi olduğu gibi Sefer ayı da zamanın bir dilimidir. Bu batıl akide cahil halk arasında yaşamakta ve Sefer ayında nikah yapmanın uğursuzluk getireceğine inanılmaktadır. Bu batıl inancı yıkmak için İslam alimleri mücadele etmişler, hatta pek çok alim özellikle bu ayda nikah kıymışlardır.
D. Gul: Cahiliye Araplarının inancına göre Gul, tenha ve ıssız çöllerde insana değişik suretlerde görünerek yolunu şaşırtır, sonunda onu helak eder.
Efendimiz bunların aslı olmadığını, cehalet devri Araplarının batıl inançları arasında yer aldığını bildirmiş ve bunlara itibar edilmemesini öğütlemiştir.[13]
Değerli Kardeşlerim! Kehanet ve falcılık cehalet devri anlayışı olduğu gibi bazı tabiat olaylarından manalar çıkarmak da aynı şekilde cahiliye anlayışıdır ve gerçekle bir ilgisi yoktur. O cehalet devrinde ay ve güneş tutulmasının yer yüzünde önemli bir kişinin öleceğine veya öldüğüne, ya da büyük bir zarar olacağına inanılırdı. Efendimizin oğlu Hz.İbrahim, vefat ettiği zaman tesadüfen güneş tutulmuştu. Halk, cehalet devrinden kalma bir anlayışla güneşin tutulmasını Hz.İbrahim’in ölümüne bağlamışlardı. Efendimiz bu yanlış akideyi ortadan kaldırmak için buyurmuşlardır ki:[14]
إن الشمس والقمر من أيات الله، وإنهما لا يَنْخَسِفان لموت أحدٍ ولا لحياته.
Evet, Değerli Kardeşlerim! Kehanet ve falcılık konusuna ayet ve hadislerde fazlası ile yer verilmesinin iki sebebi olduğunu, bunlardan birincisinin, halkın cahillik devrinden kalma bu konuda bir alışkanlıkları bulunduğunu ve bununla ilgili bazı rivayetleri nakletmiş bulunuyoruz.
2. O devrin insanı Peygamber denilince, ondan bu çeşit şeyleri bekliyordu. Bazen ondan, ğaybden haber vermesini, bazen de sihir ve kehanet yolu ile tabiatı etkisi altına almasını arzu ediyorlardı. Onların bu arzu ve istekleri ile ilgili olarak İsra Suresinde şöyle buyurulmuştur:[15]
وَقَالُواْ لَن نُّؤْمِنَ لَكَ حَتَّى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الأَرْضِ يَنبُوعاً. أَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِّن نَّخِيلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الأَنْهَارَ خِلالَهَا تَفْجِيراً. أَوْ تُسْقِطَ السَّمَاء كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفاً أَوْ تَأْتِيَ بِاللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ قَبِيلاً. أَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِّن زُخْرُفٍ أَوْ تَرْقَى فِي السَّمَاء وَلَن نُّؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتَّى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَّقْرَؤُهُ قُلْ سُبْحَانَ رَبِّي هَلْ كُنتُ إَلاَّ بَشَراً رَّسُولاً.
Evet, Kuran, ğaybı yalnız Allah bilir diyor. Efendimiz de ğaybı bilmediğini ifade ediyor. Şimdi bu durumda bir kimse gelecekten haber almak ve ilerde karşılaşacağı olayları öğrenmek için kahine, falcıya ve arrafa giderse durumu ne olur? Bunu da Efendimizden öğrenelim. Şöyle buyuruyor:[16]
من أتى كاهنا أو عرافا أو ساحرا فسأله فصدّقه بما يقول فقد كفر بما اُنزل على محمد.
Bir başka hadiste ise şöyle buyurmuştur:[17]
ليس منا من تَطيّر أو تُطيّر له أو تَكهّن أو تُكهّن له أو سحر أو سُحر له و من أتى كاهنا فصدّقه بما يقول فقد كفر بما اُنزل على محمد.
Böyle ğaybden haber veren kimselere gidip de onlara fal baktıran, yitik veya çalıntı malının yerini veya hırsızı haber vermesini isteyen kimse; onların haber verdiklerine inanacak olursa yaptığı ibadetin de sevabına eremez. Nitekim Efendimiz şöyle buyurmuştur:[18]
من أتى عرافا فسأله عن شيئ فصدّقه لم تُقبل صلاة أربعين يوما.
Efendimiz, inanan insanın böyle kahin ve falcılara gitmesini hoş görmüyordu. Çünkü kahin veya falcı ilerde bu kimsenin başına gelecek kötü olaylardan söz ederse -ki bunu bilmesi mümkün değildir- ve fal baktıran da buna inanırsa morali bozulur, huzuru kaçar ve rahatsız olur. Böyle falına baktırıp ilerde kötü olaylarla karşılaşacağı kendisine söylenilen kimselerden pek çoğu bunalıma girmiştir.
Diğer taraftan, çalınan eşyanın ve yitik malın yerini haber verdiği iddia edilen arraf, kendisine başvurandan aldığı bilgiler doğrultusunda hırsız ile ilgili vereceği haber, bazı günahsız insanların suçlanmasına ve kötü zanda bulunulmasına sebep olacaktır. Hiçbir belge ve sağlıklı bilgi yokken, bazı insanların suçlanması ve onlar hakkında kötü zanda bulunulması günahtır ve vebaldir. Bu günah ve vebale arrafa veya falcıya giden de ortaktır. Bundan sakınılması lazımdır.
Dinimiz insanlığı falcılık gibi kötü bir alışkanlıktan kurtarmak için istihareyi tavsiye etmiştir.
İstihare, Allah‘dan iyi, yararlı ve hayrın kolaylaştırılmasını dilemektir ki, insan girişeceği bir işin sonucu hakkında tereddüt ettiği sırada: -Allah’ım, şu giriştiğim işi yapmak veya yapmamaktan hangisi hakkımda yararlı ve hayırlı ise onu bana kolaylaştır, demektir.
İstihare, ibadet ve sevap işlemek gibi iyi olan işlerde yapılır, haram ve günah olan işlerde yapılmaz.
Cabir b. Abdillah anlatıyor:[19]
عن جابر بن عبد الله قال: كان رسول الله يعلّمنا الإستخارة فى الأمور كما يعلّمنا السورة من القرأن يقول: إذا هم أحدكم بالأمر فليركعْ ركعتين من غير الفريضة ثم لِيقلْ: اللهم إنى أستَخيرُك بعلمك وأستقدِرك بقدرتك وأسألك من فضلك العظيم، فإنك تقدر ولا أقدر وتعلم ولا اعلم، وانت علام الغيوب، اللهم إنْ كنتَ تعلم أنَّ هذا الأمر خير لى فى دينى ومعاشى وعاقبة أمرى أو قال فى عاجل أمرى وأجله فاصرِفْه عنى واصرفنى عنه واقدُرْلى الخير حيث كان ثم أرضِنى به قال ويُسَمِّى حاجتَه.
Ne güzel bir tavsiye. Hiç kimseye başvurmadan, yaratan Allah’a sığınıyor, Ondan yadım istiyorsunuz. Yapmak istediğiniz işin hakkınızda hayırlı mı değil mi bunu gönlünüzün bu konuda rahatlamasını istiyorsunuz. Bundan daha doğal ne olabilir?
Böyle zamanlarda biz insanlar için istihare, ruhumuzu kuvvetlendirir, gücümüzü artırır. Kararsızlık içerisinde bocalayan ve ne yapacağını kestiremeyen bir kimsenin, Allah’ın huzurunda el bağlayıp iki rekat nafile namaz kıldıktan sonra, Cenab-ı Hak’tan kendisini hayra ve mutluluğa sevk etmesini dilemekle hiç şüphesiz gönlünde bir hafiflik hisseder. Hayrın kendisine yöneleceğine inandığından, istihare ettiği iş hakkında kendisi için hayırlı tarafın tecelli edeceğine de emin olur. Böyle içtenlikle yapılan duanın kabul olduğunun en açık şahidi, istihare eden kimsenin istihare ettiği iş hakkında gönlünde bir genişlik duymasıdır.
İstihare eden kimsenin gönlünde böyle bir genişlik olmazsa, istiharesini yediye kadar tekrar etmesi de Enes b. Malik’ten rivayet edilmiştir. Efendimiz Enes b. Malik’e hitaben şöyle buyurmuşlardır:[20]
يا أنس إذا هممتَ بأمر فاستخِرْ ربك سبع مرة ثم أنظر إلى الذى يسبق إلى قلبك، فإن الخير فيه.
Değerli Kardeşlerim! Sonucu hayır olduğu bilinen şeylerde istihare yapılmaz. Mesela ilim öğrenmek ve bilinen bir sanatı benimsemek için istihare etmeye lüzum yoktur. Çünkü Kuran, kendisine ilim verilen kimseye çok hayır verilmiş olduğunu bildirmektedir. Sanat da insanın geçimini sağlamak ve insanlara hizmet etmek için öğrenilir. Bunda da hayır vardır.
Değerli Kardeşlerim! Konumuzu özetleyecek olursak şunu söyleyebiliriz: Dinimiz cahiliye hurafeleri ile mücadele ettiği gibi falcılık ve kehanetle de mücadele etmiştir. Çünkü bunlar da hurafedir, bunların dinde yeri yoktur.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İbnü’l-Esir, en-Nihaye, 4, 43.
[2] Enam, 6/59; Neml, 27/65.
[3] Rahman, 55/5.
[4] Buhari, Savm, 13.
[5] Enam, 6/50.
[6] Araf, 7/188.
[7] Buhari, Megazi, 12; Tirmizi, Nikah, 6; Ebu Davud, Edeb, 59.
[8] Araf, 7/187.
[9] Buhari, Rikak, 35.
[10] Müslim, Birr, 50.
[11] Buhari, İman, 37; Müslim, İman, 1.
[12]Müslim, Selam, 35.
[13] Buhari, Tıbb, 19; Müslim, Selam, 33.
[14] Buhari, Kusuf, 1; Müslim, Kusuf, …
[15] İsra, 17/90-93.
[16] Mecmau’z-Zevaid, 7, 118.
[17] Mecmau’z-Zevaid, 7, 117.
[18] Müslim, Selam, 35.
[19] Buhari, Teheccüd, 25.
[20] Ayni, Umdetü’l-Kari, 7, 225.
Lütfi Şentürk.